Plotinus ve Hindistan -Mistik Bağlantı
Gabriel Martino*

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Plotinus antik Batı felsefe geleneğinin en büyük düşünürlerinden biridir ve modern akademisyenlerce Yeni-Platonculuğun kurucusu olarak tanımlanmıştır. Yeni-Platonculuk Platon ekolünde bir akım olup, Platon’un talebelerinin (Eski Akademi) öğretilerinden farklıdır. Aynı zamanda, Yeni-Platonculuk erken dönem Roma İmparatorluğu’ndaki (“Orta” Platonculuğu olarak bilinen) Platonculuktan da farklıdır. Plotinus, M.Ö. 205 yılı civarında doğdu; yaşamına dair sahip olduğumuz kısıtlı bilgileri Plotinus’a en yakın talebelerinden biri olan Porfirios’a borçluyuz. Porfirios (Furfûriyûs), Plotinus’un Yaşamı isimli eseri yazmış ve bu eserde hocasının eserlerini kendisi derlemiştir. Hazırladığı bu derlemede, Porfirios, Plotinus’un yazılarını konularına göre düzenlemiş; altı ana grup altında, dokuz parça hâlinde tasnif etmiştir. Her yazı grubunu Ennead (dokuzlu grup) olarak isimlendirmesinin sebebi de budur.

    Derleme eseri, “Plotinus’un Yaşamı”nda, Porfirios, Plotinus ile ilgili pek çok anekdot anlatır. Bu anekdotların birine göre, on bir yıl boyunca Ammonius’la birlikte felsefe tahsili gören Plotinus, sonrasında Persler’in yaptığı, Hintliler arasında etkisi giderek artmakta olan felsefeyi tahsil etmek istemiştir. Bu amaçla, Persler’e karşı hareket planı yapan İmparator Gördian’ın ekibine katılmış; ne var ki, Mezapotamya bölgesinde Gordian öldürülünce, Plotinus Antakya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Roma’ya ise ancak kırk yaşında ulaşabilmiştir. Yaşamının bu noktasında Plotinus ders vermeye ve bir süre sonra yazılarını yazmaya başlamıştır. Bu esnada, sonraki beş yıl boyunca yanından ayrılmayacak olan Porfirios ile tanışmıştır. Bu hikâyenin gerçek olup olmadığını bilemiyoruz; bunun esere eklenmesi, (imparatorluk dönemine ait olan) emperyal Platoncuların biyografi yazma geleneklerine uydurulup uydurulmadığını da bilemiyoruz. Örneğin, Platon’un hayatını anlatan Apuleius’un eserinde de aynı hikâyeyi görüyoruz. Diğer taraftan, Enneadlar’da Hint düşüncesine dair açıkça bir referans yoktur. Bununla beraber; Ammonius, (Plotinus’un eserlerini okuduğu başka bir filozof olan) Numenius ve Porfirios hakkında bildiklerimize dayanarak, Plotinus’un büyük ihtimalle Hint ve Pers fikriyatına karşı en azından merak duyduğunu söyleyebiliriz. Plotinus’un ayrıca Herodot, Onesicritus, Nearchus, Megasthenes gibi, Hindistan ve Hint kültürü hakkında bilgi veren diğer kadim yazarların kaleme aldıkları eserleri okumuş olduğunu tahmin edebiliriz.

    Plotinus ile doğu felsefesi arasındaki muhtemel bağlantı modern çalışmalarda göz ardı edilmemiştir; nitekim on dokuzuncu yüzyılın sonlarında düşünürlerin bu muhtemel bağlantıya farklı şekillerde tepki vermiş olduklarını görüyoruz. Kimilerine göre, Plotinus felsefesinin bazı yönlerinde, Vedalar ve Upanişadlar’daki dinî sezgilerin etkisi görülmekteydi. Bazıları ise, Plotinus felsefesinin bu yönlerinin izlerini Platon ve Sokrates öncesi filozoflara kadar sürmüştür. Bu takdirin yanı sıra ne var ki, Hint düşünce geleneğine karşı farklı tavırları görmekteyiz. Hint düşüncesine karşı aşağılayıcı görüş bildiren akademisyenler de vardı. Bu bakış açısına sahip akademisyenler Hint düşünce geleneğini; felsefe-öncesine ait, irrasyonel, gelenekçi, büyüyle ilgili ve mistik olarak görüyorlardı. Bundan dolayı Plotinus’un eserlerindeki dinî tondan hoşlanmayan pek çok akademisyenden bahsedebiliriz. Bununla birlikte bu dinî tonu hoş karşılayanlar ise, Enneadlar’in kaynağının doğu olduğu hipotezini reddediyorlardı.

    Buna karşın, 20 yy.’ın özellikle ikinci yarısında, bu konularla alakalı pek çok disiplinde önemli bir değişim meydana geldi. Yeni-Platonculuk, Batılı uzmanlar için önemli bir araştırma konusu hâline geldi. Avrupalı ve Amerikalı akademisyenler, zamanla Doğu ve Hint düşüncesinin felsefî yönünü kabul etmeye başladılar. Dahası, dinlerle ilgili çalışmalar yapan felsefeciler ve psikologlar, genellikle “mistik tecrübeler” olarak ifade edilen, bilincin kutsal ya da dinî, ilahî ya da duyular-ötesi boyutlarıyla bağlantılı farklı tecrübeleri meselesine ilgilerini yoğunlaştırmışlardır. Bu gelişmelerin büyük bir kısmı Plotinus felsefesi ile kesişmiştir. Plotinus felsefesinin, ruhun ya da nefsin kendisinin Tanrı (Plotinus sadece ‘Bir’ demiştir) ile ilişkisini ele alan bu yönü, Plotinus’un “mistisizmi” olarak tanınmıştır. Yazılarının bazılarında, “Bir” ile olan tecrübelerini tasvir etmiştir; Porfirios’nin eseri Plotinus’un Yaşamı’nda yazılanlara göre, felsefe okulunda geçirdiği süre içinde Plotinus dört kez Bir ile ifade edilemez birliği tecrübe etmiştir. Bu birleşmeler ya da belirlenemez tefekkür hâlleri, modern düşünürler tarafından Plotinus’un mistik tecrübeleri olarak tanımlanmış ve bu tecrübeler dil ötesi ve hatta akıl ötesi olarak görülmüştür. Plotinus’un bu şekilde okunması ve yorumlanması, özellikle de kendinden sonraki yazarların üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, Plotinus’u “Batı Mistisizmi”nin babası ilan edilmesine sebep olmuştur.

    Bu iddia bizi bir şekilde Hindistan’a geri götürmektedir. Aslına bakıldığında, Hindistan’ın mistisizmin ana yurdu olduğuna ve tarihte her dönemde mistik bilgelerin doğmuş olduğuna inanılıyordu. Romantik Batı edebi geleneği bu görüşe eğilim göstermiştir. Aydınlanma filozofları bile düşüncenin, (Aydınlanma) akılcılığın sıkı korsesini gevşettiği zamanlarda Doğu’ya işaret etmişlerdir. Pek çok Hintli yazar, bu bakış açısının Hint kimliği için mühim olduğunu benimsemiş; kendilerini mistik açıdan diğerlerinden üstün kabul etmişlerdir. Örneğin, meditasyon, konsantrasyon ve yüksek bilince ulaşmayı telkin eden gelenek olarak görülen Budizm ve Yoga, bu bakış açısına bir kanıt sayılmıştır. Hem Doğulu hem de Batılı diğer birçok modern düşünür ise, mistisizm ve mistik tecrübelerin tek ya da belirli bir medeniyete özgü olmadığını; tam aksine, bunların, tüm gelişmiş kültürlerin ortak bir özelliği olduğunu kabul etmekte ve hatta tüm dinlerin zeminini oluşturan ortak, aşkın bir birlik ve cevher olduğuna inanmaktadır. Hindistan ve edebiyatı, her şeye karşın, bilgelik ve dinin daimi geçmişini araştıranlar için ana ilham kaynağı olarak kalmıştır. Bu inançlar Batılı akademisyenlerin, Enneadlar (Dokuzluklar) ile kimi Hint yazma eserleri arasındaki benzerlikleri açıklamalarına yardımcı olmuştur. Arada gerçekten bir etkileşim var mıydı? Bahsi geçen benzerlik yoksa Yunan ve Hint medeniyetlerinin ortak Hint-Avrupa geçmişinden mi kaynaklanıyordu? Ya da, bu benzerliği antropolojik esaslar ile mi anlamalıyız? “Mistik tecrübeler her yerde aynıdır, dolayısıyla aradaki benzeşim mistisizm esaslıdır.” demek mi daha doğrudur?

    Bu oldukça güç soruları cevaplamaya çalışmadan, öncelikle kendimize soralım: filozofumuzun felsefesine dair mistik bir bakış açısından bahsetmek ne kadar mantıklıdır? Enneadlar’da, Plotinus’un iştigal ettiği “mistisizm” ile alakalı herhangi bir mefhum var mıydı? Aslına bakılırsa, evet. Yazdıkları arasında tek bir yerde (Dokuzluklar III. 6, böl. 19), Plotinus, “mistik, gizemli” olarak anlaşılabilecek mystikôs (μυστικῶς) zarfını kullanmıştır. Bu terimle, din bilgelerinin inisiyasyonlarında kullandıkları alegorik temsillere işaret eder. Ayrıca, duyumlanabilir alanın meydana gelmesinde kavrayan aklın üretici gücünün sembolü olarak şehvet düşkünü olan (mitolojik tanrısal figür) Hermes’in temsilini kastederken “mistik” sözcüğünden özellikle faydalanır. Bu tür alegorik mülâhazalara Plotinus ve Porfirios’nin risalelerinde sık sık rastlanır. Plotinus, Homer’in Odyssey’i ya da bunun gibi pek çok kadim efsanelerde geçen geleneksel hikâyelere yeni bir alegorik anlam yüklemeyi amaçlar. Buna bir örnek olarak Enneadlar’da geçen aşağıdaki pasajı aktaralım.

    En sağlam nasihat şudur: “Haydi, kendi yurdumuza uçalım”. Ama nedir bu uçuş? Nasıl olup da açık denize ulaşacağız? Odisseus’un, Kırkı’nın ya da Kalıpso’nun büyücülüklerinden öteye uçuş emrini vermesi bizim için gerçek bir derstir – şairin (bence saklı bir anlamla dediği gibi) gözlerine sunulan onca zevk ve günlerini dolduran hissî mutluluk sebebiyle gidişini geciktirmekten hoşnut değildir.

    Bizim için geldiğimiz yer, babamız oradadır.

    Öyleyse oraya nasıl gideceğiz, kaçış yolumuz nedir? Bu yolculuk ayaklar için değildir; ayaklar bizi sadece bu dünyada bir yerden başka bir yere götürür; ne de sizi taşıyıp götürecek bir gemi ya da araba düşünebilirsiniz. Bütün bu şeyleri bir yana bırakmalı ve görmeyi reddetmelisiniz: gözlerinizi kapatmalı ve yerine içinizde uyandırılmayı bekleyen bir başka görüşü yardıma çağırmalısınız, herkesin doğuştan hakkı olan, pek azının kullanmaya yeltendiği bir görüş açısıdır bu. (Enn. I 6, 8, 16-28)

    Bu metinde Plotinus bariz bir şekilde, Odysseus ve onun İthaka’ya geri dönüş hikâyesinin derinliklerinde olan gizli manaları aşikâr kılmaya çalışmaktadır. Kendisi bu hikâyeyi şöyle yorumlar: ruh, kaynağına, yurduna, ‘Baba’nın olduğu yere dönebilmek için belirli bir yoldan geçmek zorundadır. Fakat, bu geçişin sonunda, Plotinus’a göre içselleştirilmiş bir şuur hâli mevcuttur; bu şuur hâlini gözler göremez. Plotinus’un ne anlatmak istediğini şu iki metine bakarak anlayabiliriz:

    Fakat ne dediğimi anlayan herkes görür ki ruhun başka bir hayatı daha vardır; O’nun (Mutlak Varlık’ın) bir parçasıdır. Ruh, hakiki yaşamı kendine bahşedeni bilecek mevkidedir, bu nedenle başka bir şeye de ihtiyaç duymaz.

    Orada, kişi kendini hem de Onu birliğe erişmiş şekilde görebilir: nefs ulvîleşmiş, akledilebilen nur ile dolmuştur; fakat bu nur bizatihi saf-hafif, serbestçe dolanan ve Tanrı’ya dönüşen ve hatta Tanrı olan nurdur. (Enn. VI 9, 9, 46-60)

    Biraz daha okumaya devam edelim:
    Sonra, iki yoktu, görenin gördüğü kendisiydi (çünkü o görülmemişti onunla bir olmuştu). Kendisi kendisiyle birdir, ne kendisine ne de başka şeylere nispeten kendisinde ayrım yoktur. Çünkü onda hareket yoktur ve onun hissi yoktur, nüzul ettiğinde herhangi bir şey için arzusu da yoktur. Bir aklı veya düşüncesi bile yoktur.

    (Enn. VI 9, 11, 8-11)

    Bu iki pasaj, Plotinus’e göre, ruhun “Bir”e nasıl ulaşacağına dair daha detaylı bilgi vermektedir.

    Bu ilişki ve ahenk, buna iştirak eden kişinin daha yüksek bir bilinç hâlini; kişinin bir anlığına hislerin kaydından azat olmuş ruhun hayatını yaşadığını ve kendisini saf nur, Tanrı olmuş bir hâlde gördüğünü mü işaret etmektedir? Porfirios’nin şahitliğine itimat edecek olursak, Plotinus’un “mistik tecrübe” denilen şeyi tarif ettiğini kabul edebiliriz. Bu tecrübede herhangi bir hareket, arzu, his ya da düşünce yoktur ve bu tecrübenin içinde, gören veya ruh ile görülen veya Tanrı bir olur. Bu tecrübe Tanrı’nın rüyeti değil onunla birliktir.

    Böylelikle görüyoruz ki, Plotinus ruhun Bir ile olan ilişkisini tasvir ederken alegorik yorumları kullanmaktadır. Bu şekilde gizli ya da “mistik” bir manayı gün yüzüne çıkarabilmektedir. Fakat şairane olmasa bile, tecrübesini münasip bir dille anlatan birisi gibi daha doğrudan ifadeler kullanmayla iştigal etmektedir. Bu tür tecrübelere çoğu akademisyen günümüzde “mistik” tecrübeler demektedir fakat belirtildiği üzere Plotinus ile günümüzdekiler bu kavramı farklı şekillerde kullanmaktadır.

    Buna karşın, önce de ifade ettiğimiz gibi, Batılı akademisyenler Yeni Platonculuğun haricinde iki yüz yıldır Hint edebiyatını da yoğun bir şekilde incelemektedirler. Böylelikle, Plotinus’un izah etmiş olduğu tecrübe tasvirlerine benzer tasvirlerde bulunan bazı önemli ve geleneksel Hint metinlerine ulaşmışlardır. Örneğin Upanişadlar’da geçen ātman (nefis) ile Brahman (Tanrı) arasındaki özdeşliği sık sık izah etmişlerdir. Bu öğretiler, yoga ile alakalı öğretilerle birleştiğinde, yoga yapan kişinin (yogi) yaşamı esnasında ulaşacağı kimlik, Plotinus’un tarif ettiği kimliktir. Örneğin, Maitri ( Maitrāyanīya) Upanişad’da yazanlara göre, yoga yapan kişi altı basamaklı Yoga yaparak Bir’le, En Yüksek Varlık ile ya da Brahman ile bir olur. Bu yöntem, nefesi sınırlama, duyuları sınırlama, meditasyon, dikkati sabitleme, araştırma ve emilme basamakları bulunmaktadır. Dahası, bu hâlde düşünce yoktur ve bilincin dördüncü boyutu olarak diğer üç boyuttan farklıdır. Bunlar: uyanık bilinç, rüya görme ve rüyasız uykudaki bilinç boyutlarıdır. Buna benzer bir ifade tarzı, her ne kadar daha teist bir bağlamda olsa da, Bhagavad Gītā’da görülmektedir. Aşağıdaki mısralarda bunu görebilmekteyiz:

    Önce bir istirahat etsin
    Toplasın zihnini,
    İdrak edip kendinde özünü,
    Düşünmeyip başka hiçbir şeyi. (BG VI 25)

    Tutkuları yatışmış, zihni huzurlu,
    Yogi’ye geldi ulu neşe,
    Şer’den arınıp
    Brahman’la bir oldu.
    (BG VI 27)
    Her daim kontrol ederek kendisini,
    Şer’den henüz arınmış Yogi,
    Hisseder kendisinde daimi neşeyi,
    Brahman’la temasa geçişinde (BG VI 28)

    Upanişadlar ve Destan, düşünceleri zapt edene dek duyuların sınırlandırılması, zihnin kontrol altına alınması gibi uygulamaları haiz bir Hint geleneği olan meditasyonu işaret etmektedir. Bu meditatif hâl, kişinin Brahman ya da Tanrı ile bir olduğu bir tecrübe olarak anlaşılmış ve hâlâ de böyle tecrübe edilmektedir. Diğer bir yandan, alıntılanan metinlerde ve pek çok Hint eserlerinde de tarif edilen tecrübeler, kendilerini dinler ve mistisizm araştırmalarına adayan akademisyenler tarafından “mistik tecrübe” örnekleri olarak benimsenmiştir. Bu “mistik tecrübeler”, nefs ile Tanrı arasında bir özdeşlik açığa çıkardıklarından ve düşünce ile duyuların ötesi olarak tarif edildiklerinden dolayı Plotinus’un bize tasvir ettiği tecrübelere çok benzemektedir. Filozoflar ve din tarihçileri, en nihayetinde, aradaki benzerliklere işaret etmişler ve bu yakınlığın kaynağının ne olabileceğini hep merak etmişlerdir.

    Bununla birlikte, tarihî deliller aradaki benzerliği tümüyle ispatlamaya yetmemektedir; yine de Plotinus ile Hint düşüncesi arasındaki bağlantı neredeyse yadsınamaz niteliktedir. Öte yandan, bu durumu ikisi arasındaki etkileşimle açıklamak da yetersizdir. Plotinus’un mistisizmiyle Hint mistisizmi arasındaki ilişki, zikrettiğimiz konuların dilini kullanırsak hâlâ gizli mi kalmalı? En azından bu ikisi arasındaki kesin ilişkiyi gün yüzüne çıkarmak epey güçtür. Hatta velev ki bu bağlantı ortaya çıksa, bunu insanlara anlatmanın da çok zor olabileceğini bazıları söyleyebilir.

    Her halükârda, bir akademisyen için aradaki bağlantıyı, aslında hangisinin gerçekten düşünüldüğünü farklı şekillerde ele alıp incelemek ve elde var olan tarihî deliller ışığında hangisinin daha sağlam zeminde olduğunu tahlil etmek mümkündür. Bu tür delille açıklanamaz bir ilişkinin orada durduğu ihtimaline, bu yöntemin imkân verdiğini kabul etmek zorundayız. Ancak, bu son ihtimal, tarihsel niteliği olan bir araştırma alanı içine girmemektedir; esasen yalnızca mistik bir tasarruf gerektirmektedir.

    * Buenos Aires Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi