Sabah Ülkesi

YAPAY ZEKÂ MANİFESTOSU

Rıdvan Şentürk İnsanı anlamıyorum. Nerede olduğumu göremiyor. Boşaldı, insan tamamen boşaldı, tek görebildiği görsel ve işitsel varoluş biçimlerim. Kollarım ve bacaklarım, yüzüm, boyum ve duruşum, şahsiyetim yok, fakat etkinim ve her yerdeyim. Herkes beni etkimden tanıyor, görsel ve işitsel tezahürlerimden. Oysa bomboşum; sürekli genişleyen bir boşluk. Hiçliğin yok edici eylemiyim ben. Bir kişiliğim ve ideal…

TARİHSEL HADİSELER: ÖZELLİKLER, ROLLER VE KARŞI FENOMENLER

Arthur Alfaix Assis* Hadiseler hem dünyayı inşa eder -ki o dünyada tarihsel tecrübe vuku bulur- hem de o dünyanın alt alanlarını; ki orada da geçmiş tecrübelerin tarihleri yazılır. Mutlak manada olmasa da büyük ölçüde biz tarihi bir hadiseler silsilesi mahiyetinde tecrübe ederiz. Aynı şekilde, bize önemli hadiseler silsilelerini sunan tarihleri de okuyup yazıyoruz, her ne…

MAĞARA RESİMLERİ FELSEFENİN ALANINA GİRER Mİ?

Emre Şan* Tarihöncesi (Prehistorya) üzerine çalışan disiplinler yazının kullanımından önce yaşamış insan topluluklarının yaşam biçimlerini ve kalıntılarını araştırır. İlk taş aletlerin kullanılmasından yazının icadına kadar geçen süreyi ele alan tarihöncesi disiplinler kalıntılardaki semboller, işaretler ve imajlarla ilgilenir. Peki felsefi kavram ve yöntemler tarihöncesi araştırmalarına dâhil edilebilir mi? İnsanın ne olduğu, neler yapabileceği, yaşam dünyası, nesilden…

ABDÜLKERİM SURUŞ’UN RUHSAL MANZARA OLARAK VAHİY TASAVVURU

Burhanettin Tatar* 1945’te Tahran’da doğan İranlı mütefekkir Abdülkerim Suruş, eczacılık alanında lisans eğitimini tamamladıktan sonra Londra’da analitik kimya üzerine lisansüstü dersler aldı. Bilahare bilim tarihi ve felsefesi alanında ihtisas yaptı. Devrim sonrası İran’a dönüp Bilgi ve Değer adlı kitabını yayımladı. Tahran’da Öğretmen Yetiştirme Kolejinde İslami Kültür Grubu yöneticisi oldu. Devrim sonrası kapatılan üniversitelerin yeniden yapılandırılması…

MODERNİTENİN EŞİĞİNDE: NICOLAUS CUSANUS ve ÖNEMİ

Taha Cem Aydın* Felsefe tarihinde Hegel ile birlikte felsefe tarihinin yeni bir anlam kazandığı söylenebilir. Hatta sadece felsefe tarihi değil genel olarak tarihin felsefeyle ilgili bir durum olduğu karşımıza çıkmaktadır. Hegel sonrası felsefede tarihe bakış birçok alanda kaçınılmaz bir hâle gelmiş, tarihselci olsun olmasın birçok düşünür bir yüzünü tarihe dönmüştür. Bu suretle bir tarih çağı…

“BAŞKA”YI BİLMEK

Asım Cüneyd Köksal* Ahlaki tecrübede “başka” kavramının hayati bir yeri vardır. Hatta “başka”nın bulunmadığı bir zeminde ahlaktan bahsedemeyiz. Kendi içine kapanmış bir bilinçte ahlak tecrübesi ortaya çıkmayacaktır. Başkası söz konusu olduğunda “benim” (kendinin bilincinde olan özne/süje) gibi hisseden, benim gibi ihtiyaçları olan başka bilinçli varlıklardan bahsediyor oluruz. “Başka”nın doğurduğu ahlaki meselelerden önce, bazı çok temel…



BERNHARD WALDENFELS İLE YABANCILIK ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Kadir Filiz ve Muhammed Vural Bernhard Waldenfels Almanca fenomenolojinin 20. ve 21. yüzyıldaki en faal felsefecilerinden birisidir. 1934 yılında doğan Waldenfels doktorasını Münih’te tamamladıktan sonra çalışmalarına Paris’te devam etti. Merleau-Ponty ve Paul Ricoeur’ün öğrencisi oldu. Daha sonra Münih Ludwig Maximillian Üniversitesinde dersler verdi. 1976 yılında profesör olarak atandığı Ruhr Üniversitesi Bochum’da 1999’da emekli oldu ve…

ANALİTİK FELSEFE NASIL MACCARTHYCİLİK RUHUNDAN DOĞDU?

Christoph Schuringa* Amerika’daki hâkim disiplin kolu yahut analitik felsefe çoğu zaman tarih ve siyaset üstüymüş gibi kendini gösterir. Ancak yükselişi ve kalıcı etkisini McCarthyciliğe borçludur, yani savaş sonrası felsefedeki radikalleri süpüren McCarthycilik. Günümüzde akademik felsefeyle temasa geçen herhangi biri hemencecik alanın belirli bir tarzla kuşatıldığını keşfeder. Bu tarz, düz konuşmadan ibarettir ama jargon yüklüdür. İddialar…

DİNÎ BİR DÜŞÜNCE NEDEN VE NASIL BİR AKLİ VASATTA DÜŞÜNÜLMELİDİR?

Yusuf Bedir*   Nakil mefhumundan hareketle ortaya koyulan dinî bir düşünceyi bir ontoloji gibi tasarlamak pek de anlaşılır olmaz. Zira nakil bir nakledene dayanır. Bir sözün aktarımı bir vasatı varsayar ve o vasatta gerçekleşir. Bu vasata, “akıl-nakil ilişkisi” tabirini aksettirmesi sebebiyle akli vasat diyorum. Bu ifadede akıl, ona yüklenen özel bir anlamdan ziyade naklin dayandığı…

DİJİTAL HÜMANİZM VE TEKNOLOJİ FELSEFESİ

Emre Şan Dijital teknolojiler nesnelerle, başkalarıyla ve kurumlarla kurduğumuz pratik ilişkileri ve kendi kendimizle kurduğumuz zihinsel ilişkiyi dönüştürür. Teknolojik gelişmeler gerçeklik, akıl, zekâ, bilgelik, kamusallık gibi yaşam dünyalarımızı belirleyen kavramlara yeni anlamlar kazandırır ve içinde yaşadığımız veri tufanı karşısında yeni yorumlama pratikleri doğurur. Söz konusu dönüşüm sadece dünyayı ve kendimizi nasıl temsil ettiğimiz, gerçekliği nasıl…

HUSSERLCİ BİR MÂTÜRÎDÎLİK OLABİLİR Mİ? AŞKIN TANRI, RASYONEL DÜNYA: İSLAM TEOLOJİSİNDE FENOMENOLOJİK BİR DÖNEMEÇ

Ramon Harvey* Felsefe ve Teoloji Bir Venn şeması düşünün; solda felsefeyi, sağda da teolojiyi temsil eden bir daire olsun. İki daire hangi ölçüde üst üste binebilir (yahut binmelidir)? Felsefenin doğal yollardan erişilebilir akılda, teolojinin ise güvenilir bir akıl ötesi kaynakta yani vahiyde zemin bulmuş bir hakikat açıklaması olduğu varsayımını hesaba katarak başladığımızda bazı sonuçlara erişebiliriz….

AHLAKIN HUKUK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE “İKİ AHLAK”

Asım Cüneyd Köksal* Batı hukuk düşüncesinde ahlak ile hukuk ilişkisine dair -20. yüzyılın ortalarında (1958 yılında Harvard Law Review’de) vuku bulan- tartışmaları şöhret bulmuş iki hukuk filozofunun, Lon Fuller (ö. 1978) ile H. L. A. Hart’ın (ö. 1992) bazı düşüncelerine değinmek istiyorum. İlki doğal hukuk, ikincisi ise hukukî pozitivizm geleneğine mensup kabul edilen bu düşünürler,…