Resim Yapmak
Feridun Zaimoğlu
Gece tam bir cehennemdi: Rüyalarıma sonbahar sızdı, rüyaların birinde ölü vaziyette suyun içinde sürükleniyordum, cesedime yosun takılıyordu. Ertesi sabah uyandırma sesinden önce uyanıǧım, önceki günden kalan ekmeǧin üstüne tarçın balı sürüyorum, ayakta çiǧniyorum. Hayatımda bir düzen yok. Bu kasveti nasıl uzaklaştırmalı? Başımda bir aǧrı, boyun tutuk, dışarıda dallardan yağmur damlıyor, merdivenlerde küçük köpekler itişip kakışıyor, bu havlama beni harekete geçiriyor. Bir rejisör için methiye konuşması yapıyordum, ödül törenine Korelilere mahsus bir çiftçi kıyafetiyle geldi. Tevazu gösterisi mi? Yoksulun şıklıǧı takdir ediliyor, ama adamın dürüstlüǧünden şüphe edilmiyordu. Üç gün geçti ve bu resimler hâlâ peşimden geliyor. Diş fırçalamak, kendi eserin için kolları sıvamak. Roman tamam, hikaye tamam, tüm teslim sürelerine uydum. Hafta başı: Bir şey olmalı, yoksa yarı yolda yalnız kalma, hatta geberme tehlikesi var. O halde resim boyamak: İki zenci genç kadın, ayakta, kadınlardan birisi kabîle kıyafetiyle, ötekisi göz kamaştırıcı bir sabahlıkla. Geri bakıyorlar, dik dik seyirciye bakıyorlar. İki düzine insan yüzlü köpek kafası yerde boǧuşuyor, çini mürekkebi ve cila beyazıyla çizilmiş. Güzel bir boyama, düşünüyorum ve bu düşünce keyfimi kaçırıyor – çizimi bir kenara bırakıyorum. Telefona sarılıyorum, iptal ediyorum, kabul ediyorum. Beni iyi bir amaç uğruna kazanmak isteyen iyi insanlarla konuşuyorum. Randevuların çakışması yüzünden iptal ediyorum. Kendini kötü hissetmek o kadar kolay ki. Yaǧmurdan sonra günün aydınlıǧı, zorunlu bir yürüyüşe karar veriyorum, aǧır siyah çizmelerin içine kayıyorum, siyah kalın ve kapşonlu bir dövüşçü montu giyiyorum. Haydi! Rüzgâr çıkıyor, yaǧmur yüzüme vuruyor. Geri dönmek istiyorum, utanıyorum, komforu takmıyorum – devam. Alışveriş yapmıyorum, kör gibi dükkânların önünden geçiyorum, yaklaşık iki saat sonra eve varıyorum. Siyah kadınlar, kâǧıt, cilalı boyayı çekmiş ve kabarmış. Güzel çizen biri olmak istemiyorum, buna muhalefet ederek boyamalıyım. Düşünce yok. Dışarıda kalın büyük bir bulut tüm ışıǧı yutuyor. Tek bir lamba yakıyorum. Bir şiir okumak, beş şiir okumak, hepsi boşuna, huzursuzluk beni öldürüyor. Bu sefer yanan sigaranın ucunu resme batırıyorum. Yanık deliǧi. İkinci, üçüncü, beşinci, yedinci yanık deliǧi. Böylesi iyi. Gözlerimi dikmiş bakıyorum, kadınlar dik dik geri bakıyorlar. Resmin adını: Sömürgecilerden sonradan alınan intikam, koyuyorum. Resim çerçevesi, resim çerçevesini – imzaladım mı? Hayır. Resim çerçevenin dışında, imza, resim çerçevenin içinde. Misafirlerin sandalyesine yaslanıyor. Hünerle tahrip edilmiş bir kompozisyon. Yeşeriyorum, odada bir saatlik bir keyiflenme yaşıyorum. Artık durdurulamaz haldeyim, diǧer iki resmi de çerçeveliyorum, bir halk şarkısını ıslıkla çalıyorum, tekrar ve tekrar, ta ki üst komşum duvara vurana kadar. Rüya tekrar aklıma geliyor: Ben, suda yüzen yosun peruklu ceset olarak. Ben, kulakları balıklar tarafından kemirilmiş ölü bir adam olarak. Bu rüya tablosunu kâǧıda sürgün etmeye deǧer mi? Hayır, bu tablo sembolik olarak fazla şekerli. Öǧleden sonrası geçmiş, akşam geçiyor, gece. Alacakaranlık bir ışıkta sakalı kısaltıyorum. Yüzü soluk bir hayduta benziyorum. Kör gözle aynaya bakıyorum – yeni fikir. Motif ve başlıǧı belli: Kör nergis, dere kenarında oturur halde, yüzü ıslak saç tutamlarıyla örtülü. Aǧzı kapalı, genç adam baǧırmıyor, genç adamın sırtı dönük, yan görünüm. Mürekkep kamışını elime alıyorum, bir saat sonra taslağı bitiriyorum. Yarına bırakmak mı? Hayır. Sabah saat dörde doğru tamamlıyorum. Parmaklar acıyor, el hemen hemen uyuşmuş. Yataǧa düşüyorum, beş para etmez bir kitaptan iki buçuk sayfa okuyorum, ışıǧı söndürüyorum. Rüyada siyah kadınların baktıǧı, yorgun nergis.