Mezâristan-ı İslamî ya da Berlin Şehitlik Câmî Mezârlığı
Kadri Akkaya
Sultan III. Selim Prusya Kralı’na hitaben yazdığı mektupta, Berlin’e gönderdiği ilk daimi elçisini şöyle tanıtıyor:
“ ..mârifetleri tecrübeyle sâbit, mertliğiyle mâruf, dürüst ve asîl insanların medâr-ı iftiharı, övülmeye lâyık ve Allah’ın lûtf-u inâyetiyle fazîletli Ali Aziz Efendi’yi.. gerekli yetki ve ödevlerle yüceltmiş bulunmaktayız.”
Mektub muhattabına verilmiştir. Daimi elçi emrindekilerle birlikte iş başındadır ve maksad hasıl olmuştur. Bir zaman sonra, Ali Aziz Efendi vefat eder. Yaşarken beş ay yolculukla ulaşılan yerden, ölü olarak geri gönderilmek imkânsızdır.
Tek gerçek, çobanın da, sultanın da ölümü tadacak olmasıdır. Kimi ‘‘gurbet’’ ilde, kimi kendine zindan edilen sarayında. O ince duygulu, bestekâr Sultanı sarayının izbe odasında öldürenler de ‘‘Allah büyük!’’ diyorlardı. Dağılma, çürüme ve çözülme o zamanların hem tek bireylerinde hem de toplumunda kendini daha bir gösterir olmuştu.
Bugün Berlin’de ‘‘Aziz Nesin Temel Okulu’’ olarak kullanılan binanın olduğu arsanın yakın bir yerine, sanki biribiri ile içiçe girmiş kaderler olduğunu göstersin diye mi gömülmüş idi Ali Aziz Efendi?
‘‘Soğuk Savaş’’ın sınır hattının şehri baştanbaşa ikiye böldüğü yüksek duvarın Kreuzberg, yani ‘‘Batı’’ tarafındayız. Güneş ışığının henüz kendini göstermediği an. Sabah namazı sonrası. Itri’nin segâh tekbirli Bayram Namazı’na epey zaman var. Gece vardiyasından dolayı ya da uykusundan zamanında uyanamayarak geç gelenlerle birkikte eski bir binanın ardiyasındaki küçük derme çatma bir mescid içersinde yanan odun sobasının zar zor verdiği maddi sıcaklığı gittikçe manevi bir sıcaklıkla destekleyen bir sohbet başlıyor.
Fontanepromanade, Blücher sokağı ve Urban sokağı üçgeninin içerisinde kalan yaşlı bir kayın ağacının en tepesindeki çatal bir dal üzerindeki mekandan biraz uzağımızdaki sevinçli telaşa kuşbakışı bakıp olan bitene şahid oluyoruz.
Davetli misafirin hemen yanında eşi, onların yanında ise cemaatin diğer hanım üyeleri bu zamana dek görülmemiş bir cesaretle sohbet halkasında yer alıyorlar.
Kimliklerimiz değil, kişiliklerimiz önemli burada; yani hangi milletten olduğumuz ya da kadın mı, erkek mi olduğumuz değil; asıl önemli olan nasıl bir insan ya da nasıl kadınlar/erkekler olduğumuz. Sevgi ve râhmet medeniyetine sahip olan sizler; kuşkusuz kendinize adil, çevrenizeki canlılara adil ve ölülerinize de vefakârsınız. Rabbimizi sırf cennetine girebilmek için değil, sadece ve sadece ‘‘O’’ olduğu için seven sizler ve bizler; bu bilinci haiz kulların medeniyetinin birer şahsiyetleriyiz.
Doğu da, Batı da bizim. Kul olarak, doğumdan ölüme gurbetteyiz. O halde bize ne yapabilir ki Berlin gurbeti? Rabbim bir kapı kaparsa, yarın binbir kapı açmaz mı? Yeter ki o kapıları açmaya vesile olacak ilim anahtarı olsun! Ne de olsa müminin müşgülüne umud, metodunun dipnotudur. Belki de bu yüzden biraz dipnotlardan söz etmeli.
Malum olduğu veçhile, Colombiadamm üzerinde, ‘‘Şehidlik Mezarlığı’’ vardır. Çok eskiden ‘‘Mezâristan-ı İslamî’’ olarak adlandırılmıştır. Birinci dünya savaşında Çanakkale’de yaralanan Zeki Memduh Bey ve Süleyman Efendi’nin tedavilerinin ölümle sonuçlanması sonunda buraya gömülmüş olmalarından gelir bu isim. Şu anda bu mezarlığın bakımını son Osmanlı Elçiliği’nin din görevlisi Şükrü Efendi’nin baldızı olan Alman bir hanımefendi yapıyor. İyice yaşlanmış bu hanıma birkaç senedir bizlerden yardım edenler de var. Ama burasının hem bizlere bir külliye olması bakımından hem de mezârların bakımı için daha büyük bir vefakârlığına ihtiyacı var.
Yine bilindiği gibi, zaruret ile vefakârlıklarını koruk ederek Müslümanlar ancak yıllar sonra, 1980’li yıllarda burada kendilerine geçici bir camî yapılabildi ve ancak on yıl kadar önce mimar Muharrem Hilmi Şenalp’ın Osmanlı sitilindeki çizimiyle minareli bir camî inşa edildi.
Mezârlıkta yatanların hikayesi ise çok daha önemli: III. Sultan Selim döneminin Osmanlı Daimi Elçisi Ali Aziz Efendi 29 Ekim 1798 yılında vefat edince, ‘‘Tempelhofer Feldmark’’ denen yerdeki, yani şimdiki Urban sokağı ile Blücher sokağının arasındaki mezâr yerine 30 Ekim salı günü defnedilir. Yine 1804 yılında Prusya nezdindeki ikinci Osmalı Maslahatgüzarı Mehmed Esad Efendi vefat eder ve aynı yerde defnedilir. Fransızların Prusya’yı işgalleri sırasındaki yönetim karışıklıklarından dolayı mezarlık unutulur. Bir süre sonra tarla haline dönen mezâr yeri 1836 yılında bir köylü tarafından tekrar bulunur. Prusya Kralı III. Wilhelm bulunan mezârlığın çevresine duvar ve demir ile koruyucu yaptırtarak çevresinin de ağaçlandılırmasını buyuru. 1839 yılında elçilikdeki Katib Rahmi Efendi ve daha sonra vefat eden hariciye görevlisi Aziz Ağa da buraya gömülürler ve 1853 yılında tahsilde iken vefat eden Rasim Efendi de.
Beş mezâr, genişletilmesi zaruri olan askeri kışlaya yer açılabilmesi için Osmanlı Sultanı Abdülaziz’den de izin alınarak, 19 Aralık 1866 günü biraz ötedeki yeni mezârlığa, yani günümüzdeki Colombiadamm 128 numarada tahsis edilen ve tapusu yine Osmanlı’nın olan yeni ve en son yerine, Osmanlı Elçisi Aristaki Bey’in de bulunduğu bir tören ile ‘‘Mezâristan-ı İslamî’’ye, yani bugünkü Berlin Şehitlik Mezarlığı’na taşınır. Çevresine koruyucu duvar ve içerisine mezarlıkların bakımı ve beklenebilmesi için küçük bir bekçi evi ile bir de mescid yapılır. Abdülaziz’in emri ile burada medfun olanların anısına mimar Voigtel tarafından bir de âbide inşaa edilir. Sonraları ise buraya defnedilen Müslümanlar çoğalır.
Daha sonra, orada medfun bulunanlar Müslümanlara katılanlardan biri de elçiliğin din görevlisi olan Hafız Şükrü Efendi’dir; 7 mart 1924 günü vefat edince, önceden beri bakımını üstlendiği mezârlığa gömülür. Daha sonra, 1930’a kadar mezârlığın bakımını sürdüren Alman eşi Nûriha Hanım da, çok geçmeden eşine bu dünyada olduğu gibi, ötekinde de yoldaşlık etmek için buraya gömülür. Nuriha hanımın kız kardeşi ise bu görevi 1965 yılına kadar devam ettirmiştir. Ve ondan da bu kutsi görevi vefakâr ilk nesil göçmen işçiler sorumluluklarına alınca mezarlığın hikayesi yeni bir mecraya girer.
Mezarlığın medfunlarına dönmeli; Gerek şarkiyatçı Andreas, gerekse yazar Ahmet Kabaklı, elçi ve edebiyat ehli Ali Aziz Efendi’nin Türk Edebiyatı’nın Batı anlatım tarzı ile ilk eserleri verenlerin başında geldiğini “Muhayyelât/hayaller” adlı eserini örnek göstererek belirtmişlerdir. Ali Aziz Efendi şair ve aynı zamanda tasavvuf ehlidir. Farsça ve Türkçe şiirleri yanında ‘‘Vâridât’’, yani ‘‘Akla, zihne gelenler’’ isimli ünlü bir eseri vardır. ‘‘Muhayyelât-ı Ledün-i İlâhî’’ adlı diğer bir eseri Ahmet Kabaklı tarafından 1973 yılında günümüz Türkçesinde aktarılarak, ‘Muhayelat-ı Ali Aziz Efendi’ adıyla yayınlanmıştır.
Mezarlığa 1867 yılında Sultan Abdülaziz’in fermanıyle yapılan abide anıtı ise zaman zaman tamirat görmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nda düşen bombalardan etkilenen anıtın savaşın bitimini müteakip yapılan tamiratı, en son 1987 yılında Berlin Senatosu’nun 350 bin mark kaynak tahsis etmesi ile tekrar yapılmış ve restorasyonu gerçekleşmiştir. Mezârlığın bu sekiz köşeli abidesinin üzerindeki kitabelerin bir yüzünde şunlar yazar:
“Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin Prusya Devleti nezdinde Fevkalâde Murahhas Orta Elçisi olduğu halde terk-i dağdağa-i cihan eden Ali Aziz Efendi. Hicri 1213.”
Diğer bir yüzünde ise: “Saltanât-ı Seniyye-i Osmâniyye’nin esbâk Berlin Maslâhatgüzârı merhum Mehmed Es’ad Efendi. Hicri 1219.’’
Mezârlıkdaki diğer tarihi şahsiyetler şunlardır: Cemal Azmi Bey ile Doktor Bahaddin Şakir Bey, ayrıca; 28 Ağustos 1839’da vefat eden Berlin sefir sır katibi Rahmi Efendi ve 1854 yılında vefat eden Aziz Ağa.
Sefir imamı Hafız Şükrü Efendi’nin mezar taşında ise şunlar yazar:
“Sâbık Osmanlı Sefâreti İmamı iken bu kabristanı yeniden te’sis ve… Berlin’de irtihâl-i dâr-ı Bekâ eden merhûmun rûhuna Fâtiha. Velâdeti: 16 Eylül Ünye. Vefâtı 7 mart 1924 Berlin. / Hier ruhet im festen Glauben an Gott mein lieber Mann Obergeistlicher der Türkischer Botschaft u. Gründer des Mohammedanischen Friedhofs Hafız Schükri. Gott rief ihn aus den Leiden der Zeit. Ihm folgte seine Frau Nuriha Schükri, geb. Schulz 20.10.1876, gest. 21.12.1930.”
Tarihe not düşme babında belirtmek gerekirse, diğer kimi mezâr taşlarında ise şunlar yazılıdır: “T.C. Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa’nın mahiyetinde memur iken 25 yaşında 27 Aralık 1926 günü vefat eden Tevfik Raşid.”, “Emin Receb, doğumu 1891, ölümü 18 Haziran 1931.”, “Almanya’da tahsilde iken 6 Eylül 1928 günü vefat eden Necati Hakkı Bey.”, “Mehmet (1878-1929) ve Martha (1885-1952) Süleyman.”, “Selanikli İbrahim İhsan Efendi 29.8.1922.”, “Profesör İzzet Bey 1930.”, “Doktor radyolog, binbaşı Ziya Hilmi Bey. 1 Kasım 1931.”, “Türkistan’lı Mustafa Çokay Beyoğlu 1941.”, “Fabrikatör Mehmed Taki, 1947.”, “T. C. Berlin Büyükelçiliği Müsteşarı Orhan Şemseddin Bey,1931.”, “Muzaffer Zeynel 1956.”, “İsmail Mıhoğlu 1959.”,“Çorlulu Mehmet oğlu Abdullah Ceylan 1965.” Ve: Vecdi Demirkol, Mohamed Soliman, Mehpare Kadjar-Takı, Agha Ebrahim Keremzadeh Nedjat, Abdulrahman Elveren, Sevin Pehlivan, Abdel Rahim Siba, Safiye Ünal, Şenol Şenman, Süleyman Memiş, Özlem Zengin, Murat Tepeli, Hamo Ben Kemal, M. Emin Erman, Cengiz Aykut, Atilla Ön, Neriman Yılmaz, Enayatullah Majzub, Abbas Afschar, Alaattin Meriç, M. İsmet Caner, Rasie Ansari ve diğerleri.
Ayrıca, Buhara Halk Şuraları Cumhuriyeti’nin Berlin Ticaret Heyeti Reisi Yûnus Hâvace Oğlu ve heyet üyelerinden İmam Muhammed Şah Oğlu da buradadır. İkisi de zehirlendikten sonra vefat edince (1921) buraya defnedilmişlerdir.
Zikretmeden geçmemeli, Tunuslu mücahid önderlerinden Muhammed Bah Hamba da geçen yüzyılın başından beri burada medfunken, 1968 yılında Tunusa nakledilmiştir.
Berlin’de 1921 yılında suikast ile öldürülen Talat Paşa da burada gömülü iken mezarı 1943 yılında Türkiye’ye nakledilmiştir. Yine, Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale’de yaralanıp Belin’de tedavide iken vefat eden Zeki Memduh Bey ve Süleyman Efendi’nin mezârları da 1976 yılında Türkiye’ye nakledilenler arasındadır.
1942 yılında mezârlıkta 35 Türk ve diğer milletlerden (İran, Pakistan, Arap, Afgan, Kırım, Filistin, Mağrip, Türkistan, Kazak, Sudan ve sair) 69 Müslüman olduğu tesbit edilmiştiştir. Bu tarihi mezârlık günümüzde ise tamamen dolmuştur ve ihtiyacı karşılayamaması dolayısıyla yeni definler bugün bitişikdeki Alman mezarlığının Müslümanlara ayrılan bölümüne yapılmaktadır. Ve görünen odur ki, bu bölüm de yakın zamanda dolmuş olacak…
İşte! Göçtük, konduk. Deyin ki, kuşbakışı hâyal gördük. Zaman, mekân ve hâyal içiçe. Ve uzun molamız bitmek üzere… Şehrin içinde bir bina; içerisinde küçük bir salon ve onun da içinde yanan eski bir soba. Verdiği sıcaklık ve dile gelen sözcükler ki, ne de cezbedici! Kapı önünde bir çift beyaz güvercin… Yolları dosta, ilim şehrine doğru. Daha önce yalancı ışık ve yaldızlar şehrinde, mecburi bir molaları daha olacak. Kanatlanmadan az önce, kapı önünden bile olsa içerisinden duyabildikleri: ‘‘Kâmil mürşidin gönlü, muhabbet etmek için kahvehâne seçmeye ihtiyacı olmayan bir yerdedir… Bilinmez, bilinenden çoktur… Her millete bir göz ile bakabilmek… Halk içinde Hakk ile olmak… Rabbimiz hüküm verenlerin de hâkimidir… Asâlet eskimez… Altın çamur içinde yıllarca kalsa da altındır… Canlı iken nefsine gem vuran kuş, hümâ kuşu olur… Ten ölür, gönüller ölmez!’’