Bir Ölüm Masalı
Burak Yedek
Masal, bir meselenin hayaldeki çözümüdür. Gerçeklikle başa çıkmak için insanı daha kuvvetli kılmaya çalışır, yaşamın lezzetli tarafını vurgular, keder ile dalga geçer fütursuzca, zaman içinde bir ileri, bir geri gider, bitmez ve tükenmez bir zevk ile insana seslenir. Masallar sadece çocuklara hitap etmez. Her okunduğunda içimizdeki çocuğa da dokunur.
Günümüzde masallar artık filme dönüşüyor. Keman virtüözü Nasır Ali’nin hazin masalının anlatıldığı, Poulet aux Prunes (Azrail’i Beklerken) filminde olduğu gibi. Film, Persepolis’i çeken Marjan Satrapi ile Vincent Paronnaud’un ikinci filmi, esasen bir çizgi romandan uyarlanmış ve ilk defa Venedik Film Festivali’nde gösterilmiş absürd, fantastik bir masal filmi. Türkçe’ye ise Azrail’i Beklerken olarak çevrilen film orjinal ismini kahramanının en sevdiği yemekten alır: Erikli Tavuk Dolması. Masalın sinemaya uyarlanmış birçok örneğini görmek mümkündür ama hiçbirisi Azrail’i Beklerken kadar sizi tutku, aşk ve ölüm hakkında düşünmenin girdabına çekemeyecektir.
Bir insan neden ölmek ister? Bir insanın hayattaki son sekiz günü nasıl geçer? Hele de ölmeye karar veren kişinin kendisi olursa? Tutkudan ve aşktan uzak, sekiz asır gibi geçen bu sekiz günde, filmin hikayesi geçmişten geleceğe, hayalden hakikate, aşktan nefrete, doğumdan ahirete kadar uzanır… Nasır Ali’nin her şeyden çok sevdiği kemanı tamir edilemeyecek şekilde kırılmıştır. Onun için vuslat uzak bir ihtimaldir. Dünyası anlamsızlaşmıştır. Nasır Ali hayata küsmüş, yaşamaktan vazgeçmiş, birçok başarısız ölüm yönteminden sonra yatağında ölümü beklemeye karar vermiştir. Ve artık yapacak başka bir şey yoktur, ölümden başka!
Kemanı kırılmadan önce aile hayatı Nasır Ali için tam bir kabustur. Hayattaki tek isteği müziğiyle birazcık huzur ve merhamet bulmaktır. Karısı Farangiz, çocukları ve kardeşi Abdi ile olan ilişkileri bozuktur. Hatta Nasır Ali karısına ilk defa yatakta ölümü beklediğini söylediği zaman karısı hiçbir tepki vermez. Bu sadece mutsuz bir ilişki değil, körelmiş bir yaşamdır. Bu yaşamında tek tesellisi ise kemanı ve unutamadığı aşkıdır.
Ölüm döşeğinde saatler ve günler geçmeye başladıkça Nasır Ali’nin hayal gücü canlanır: Sokrat’ın savunmasını ve filozofun ölümsüzlüğünü düşünür. Ölümsüzleşmek için kendisini birilerine anlatması gerekmektedir. Çevresinde ona en yakın çocukları vardır. Çocuklarına varlığın özünü izaha, ruhunun derinliklerindeki düşünceleri anlatmaya çalışırken bir anda oğlu beklenmedik bir ses çıkarır ve Nasır Ali’yi gerçekliğin pis kokusuyla karşı karşıya bırakır.
Filmde masalın absürtlüğü her sahnede gözler önüne serilmiştir. Farangiz artık kocasının ölme isteğinin ciddiyetini kavramış ve bu durum için bir çare aramaya başlamıştır. Zorla evlendirildiği Farangiz, Nasır Ali’nin en sevdiği yemeği yapmıştır: Erikli tavuk dolması! Zira Nasır Ali’yi mutlu edebilecek ve yaşamaya karar vermesini sağlayacak tek yolun bu olduğunu düşünmüştür. Karısı mutsuzlukla geçen yıllar boyunca oldukça yıpranmıştır ve daha önceki kavgalarında kocasına erikli tavuk dolması yaparak ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Hâlâ kocasına aşık olan Farangiz, vicdan azabından kurtulmak ve evliliğini kurtarmak için aynı yöntemle ve son bir umutla Nasır Ali’ye yardım etmek istemiş, ancak başarılı olamamıştır. Zaten mutsuz geçen evliliklerinde korkunç sonun başlangıcına da Farangiz sebep olmuştur: Kocasıyla arasında devasa bir engel olduğunu düşündüğü kemanı bir tartışma esnasında kocasının elinden alıp yere fırlatmıştır! O an kırılan sadece bir keman değil, bir sanatçının kalbidir. Nasır Ali, hayata tutunmak, tutkusunun peşinden gitmek için kullandığı ve onu hayata bağlayan yegane araç olan enstrümanından olmuştur. Onu hayata tekrar bağlayacak, tam istediği gibi bir kemanı elde edebilirse, tekrar yaşamaya katlanabileceğini hayal etmiş, bu amaçla çıktığı yolculukta yeni bir keman bulmuş fakat tatmin olmamıştır.
Esasen küçüklüğünden beri müzikle ilgili olan Nasır Ali, ustasının yanında müziği tam anlamıyla öğrenmiş, onun irfanından feyz almaya çalışmıştır. Nasır Ali ustasından kusursuz bir teknik öğrenmiştir öğrenmesine, fakat sanatın özünü ilkin kavrayamamıştır. ‘‘Hayat bir ah çekmektir. Enstrüman ise onun bir aracı. Ses, boşluk ve hiçliktir. Sanatçı ise bu ahı aşk ile yakalar.’’ diye anlatmıştır ustası müziğin/sanatın özünü.
Masal tesadüfleri sever: Nasır Ali de işte o günden sonra İran isimli bir genç kıza vurulur. Onu görünce nutku tutulur. Onun uğruna bin cefayı çekmeye razı olur; onu bir daha görmek için canını dahi feda edebilir. İşte masalın hakiki başlangıcı da burasıdır! Nasır Ali, aşkından gam ve kedere düçar olacaktır. Günlerce İran’ı sokaklarda takip edip gölgesini gözleyen, onu bir an olsun daha uzun görebilmek için her gün bir bahane üreten Nasır Ali için bu aşk, tutkusuyla kardeştir. İran alımlı ve çok güzel bir kadındır ama bu aşık için önemsiz bir ayrıntıdır. Çünkü aşktır insana hakiki güzelliği gösteren. Nasır Ali’nin İran’a olan aşkı da onu manevi olarak besler ve tutkusunu körükler.
Nasır Ali, ölüme yaklaştıkça annesini, annesinin ölümünü de hatırlamış ve hayal dünyasının derinliklerine doğru yol almıştır. Annesi ölüm döşeğindeyken ona keman çalmıştır ve kemanın sesiyle hayata gözlerini yummuştur. Cenazesinden hemen sonra ise bir meczubun Nasır Ali’nin yanına gelip Hafız’dan bir beyit okuması hiç de tesadüf olmasa gerektir:
Kaderin çemberini ben çevirmem,
Eğer istediğim yönde dönmezse onu yok ederim.
Nasır Ali’nin kaderi kendiliğinden ilerler ilerlemesine fakat Nasır Ali, Hafız’ı belki de doğru yorumlamamıştır. Kaderin tıkandığı noktada kaderi yok etmeyi değil, yaşamını yok etmeyi düşünmüştür.
Ölüm yaklaştıkça Nasır Ali’nin korkusu da büyür fakat artık çok geç kalmıştır: Azrail çoktan gelmiştir, kaçmak ne mümkün! Affını dilemeye yeltense de, masal bu ya, Azrail ona bir sigara ikram eder!
Artık anlaşıldığı üzere Nasır Ali sadece hayal dünyasındadır. Bazı filmlerde kahraman ölürken yaşamı film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. Bu filmde ise hayaller ve hatıralar görür Nasır Ali. Yıllar önce ilk bakışta aşık olduğu İran’ı görür. Onunla ilk karşılaştığı günü, birlikte sinemaya gidişlerini hatırlar. Öğrenciyken İran’a uzun uzun keman çaldığını, ona evlilik teklif ettiğini fakat İran’ın babasının bu teklifi şiddetle reddettiğini acıyla anımsar. O talihsiz günde İran’ın babası ona aşkın geçiciliğini ima edip kızını unutacağını söylemiştir. Ancak, ne yazık ki, ölüm döşeğindeki Nasır Ali onu unutmadığını iliklerine kadar hissetmiştir.
Ölüm döşeğindeki Nasır Ali’nin mimikleri öyle etkileyicidr ki yüzünde adeta veciz cümleleri seyrederiz: Hicranı yaşayan bilir. Kaybeden kişi irfanı bulmaya yakındır. Ayrılık acısı çeken kendisini bulmaya yaklaşır diye sızlanır gözleri. İran’dan ayrı düştükten sonra, ustası onun artık sanatın özünü kavradığını söylemiştir. Böylece usta ona kendi kemanını verir. Uğruna canını feda edeceği kemandır bu. Ustası, ‘‘Her nota artık bir nefes, bir ah, senin nefesin. Bu aşkı kaybetme, o her şeyden değerlidir.’’ diye bir de nasihatte bulunur.
Aşık Nasır Ali hayal etmeye ve hatırlamaya devam eder: Yıllarca İran’ı unutmamış, ondan adeta hiç ayrılmamıştır. Hatta her geçen saniye aşkı daha da büyümüştür. Her yay çekişinde ve notasında İran canlanmış, onu canlı kanlı görmüştür Nasır Ali. Aşkının kederini tutkusuna akıtmış, tutkusu hicran ile olgunlaşmıştır adeta. Yıllar sonra sokakta bir kez daha karşılaşırlar İran ile. İran ve Nasır Ali yaşlanmıştır. İran, Nasır Ali’yi tanımazlıktan gelir. Adam özür diler ve ayrılırlar. Kadın sokağın köşesini döner dönmez gözyaşlarına boğulur. İşte Nasır Ali bu karşılaşma anını hatırladığında yatağında ayrılık acısından gözlerini yumar. Ölüm masalı sonlanmıştır. Ölüm sebebi: Aşk ve tutkunun yokluğu…
Poulet aux Prunes, aşk ve tutkuyu aynı paralelde tutarak bize ölümün masalını anlatır. Muazzam görselliği ve eklektik müziğiyle oryantalist tınılar taşır ve bize ah çektirerek şöyle der: Hakiki tutku senden vazgeçmez. Hep senin yakandadır, arkanda veya önündedir… Ölmekten korkma!
Ölmek ile eşdeğerdir tutkuyu kaybetmek, çünkü tutkusuz yaşamak, yaşamak değildir.
Ruha nefes olan tutkuyu kaybeden kişi ölümle yüz yüze gelmiş gibi olur, hatta ölür. İşte bu film, Nasır Ali’nin tutkusunu kaybetmesinin, başka bir deyişle ölümünün masalıdır. Dünya bir masal değildir elbet ama tutku ölüm kadar gerçektir ve tutku neredeyse bir masal kadar büyüleyicidir.