Hint Ve Türk Müziği Etkileşimi
Recep Uslu
Hindistan bizim için Binbir Gece hikâyelerinin, matematikte sıfırın, sosyologlara göre birer kültür taşıyıcısı olan göçmen romanların anavatanıdır. Türklerin Hintlilerle uzun boylu kavgaları olmamış, eski Türkler tuğlarında/nevbet takımlarında Hintli müzisyenlerden yararlanmışlardı. İslam’ın yayılmasından sonra da kuzeyde kurulan Türk devletlerinin yönetimlerini benimseyen Hintli müzisyenler zamanla değişik bölgelere dağılmış, sanatlarını icra etmiş olmalıdır. 1800 yılından sonra İngilizlerin kurdukları East India Company şirket/devlet yapısı ise nihayet Hindistan’a Avrupa müziğinin girmesini ve yayılmasını sağlamıştır.
Esasen müzikoloji yayınlarında Hint müziği, Doğu müziği, özellikle Asya müziği içinde sayılmakta ve Klasik Türk müziği, Klasik Avrupa müziği gibi dünya üzerinde süreklilik ve gelenek oluşturma bakımından mevcut birkaç “Klasik Müzik”ten birisi olarak kabul edilmektedir.
Peki Hint müziği ile Türk müziği arasındaki etkileşim nasıl ele alınabilir? Kültürel Müzikoloji metodolojisi çok yönlü düşünmeyi gerektiren bir disiplin olarak iki müzik arasındaki etkileşmenin izlerini; 1-Tarihi ve toplumsal yakınlık, 2-Coğrafi yakınlık, 3-Kültürel yakınlık, 4-Çalgılardaki yakınlık, 5-Müzik/melodi ve üretim/besteleme anlayışında temel alınan seslerdeki yakınlıkta aramaktadır. Türklerle Hintliler arasında yukarıdaki sayılan ilişki türleri, “dil” ve “coğrafya” kısmı hariç, farklı zaman dilimlerinde, zaman zaman güçlü bağlarla gerçekleşmiştir. Müzikolojik problem şudur: Türk müziği-Hint müziği etkileşimini yazılı kültürde bulmak mümkün müdür? Bu etkileşme doğrudan mı, yoksa dolaylı mıdır?
Türkiye Türkleri ile Hintliler arasında coğrafi uzaklık nedeniyle az, ama çok önemli bazı olaylar meydana gelmiştir. XV. yüzyılda Anadolu’da yaygınlaşan müziğin ortaya çıkışıyla ilgili, “müziğin ankası” diye nitelendirdiğim “Kaknüs müzik mitolojisi”, Hint’ten Anadolu’ya taşınan müzik etkileşmesinin ilk yazılı örneklerinden biridir.
Kısa zamanda büyüyen ve XV. yüzyılın yeni dünya düzeni hâkimi olan Osmanlılar, denizlere açılmış, kuruluşundan 250 yıl sonra Hindistan’a yardım amaçlı gemiler göndermişti. Hindistan’da giden filonun kaptanı Seydi Ali Reis, kara yoluyla üç yıl sonra, ona yardım eden Hintlilerle, 1557’de İstanbul’a dönmüştü. Bu olaydan sonra yazılan güfte mecmualarında “Hindular”ın besteledikleri eserler kaydedilmeye başlandı. Diğer taraftan aynı yüzyılda Hindistan’da doğan “sembolist anlatım”lı “Sebk-i Hindi” şiir akımı, 17. yüzyıl Türk şairlerini de etkiledi. Avrupa’nın yayılmacı politikası Kuzey Hint bölgesindeki Türk hâkimiyetinin 1857 yıllarında ortadan kalkmasına sebep olmuş, bununla beraber Kurtuluş savaşında Anadolu Türklerine, Hint Müslümanlarının yardımı tarihe düşülmüş bir kardeşlik örneği olmuştur.
Hintli müzisyenler anlamında “Hindular”, kaynaklarda bestekâr olarak kaydedilmiş olmalarına rağmen, varlıkları ve kimlikleri hakkında bir not düşülmemiştir. Rauf Yekta’dan beri, yorumlar genellikle Seydi Ali Reis’le gelen grubun içinde bulunan Hintli müzisyenlerdir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaptıkları ve Türk müziğine miras bıraktıkları, melodi ve usul özellikleriyle Osmanlı dönemi bestelerde, Hint müziği tarzı arayanlar olmuşsa da (karşılaştırmalı müzikoloji analizleri sonunda Acemlerin besteleri gibi) melodik uslupları ve ritimlerinin tamamen İstanbul Türk müziği tarzı olduğu sonucuna varılmıştır.
Hindistan’a uzanan ipek yolu ticareti, Türk müziğinde bazen sembolik, bazen gerçekleşmiş bir serüvene dayalı olarak türkülerimizde “Hint” izleri bırakmıştır: 1- Vardım Hint eline kumaş getirdim/ Açtım bedesteni sattım oturdum (Erzincan türküsü), 2- Hint’ten, Yemen’den çekerler/ Döner Bağdat’a dökerler (Anadolu türküsü) örneklerinde olduğu gibi.
Melodik yapıdaki benzer yönler: Aynı teknik ses temeline sahip Hint ve Türk müziği ilişkisi önce tarihi boyutlarda, sonra günümüz karşılaştırmalı müzikoloji yöntemiyle ele alınabilir.
Hint müziği, Türk müziği gibi tekseslidir, birbirleriyle uyum sağlayabilecek müziklerdir. Bununla birlikte bir ülke müziğinin genel karakterini tespit etmenin yollarını müzikologlar, müziğin temsiliyeti, müzikal melodi, ritim, çalgıların temsilleri ile ülke dilinin kulaklarda bıraktığı ses alışkanlıklarına müziğin uyumuyla açıklanmaya çalışılır. Hint müziği melodilerinde, çalgıların çıkardıkları seslerde, Hint diline uygun olarak “hımhım” olma özelliği hâkimdir. Oysa Türk müziğinin sesleri daha belirgindir, Türk dilinde ideal “harf seslendirme” ile “müzik” arasında geliştirilen “sanat” ilişkisi çok güçlüdür. Türk müziği, tınlamalı “hımhım” seslerle şarkı söylemeyi, bu tür çalgılarla müzik seslendirmeyi tercih etmez, bu tür seslendirme “popüler müziğin bir özelliği” olarak değerlendirilir. Hindistan’da ise, kuzey Hindistan’daki İslamlaşmanın ardından Türk devletlerinin başlattıkları, müzik teorileriyle sanata dönüşmüş Klasik Müzik, ragalarla gelişmiş, ancak dildeki hımhımlı/genizsi/tınlamalı sesler (bütüncül bir dil olmadığı için) aynen kalmıştır.
Klasik Hint müziği melodik yapılarına “raga” denir. Raga, Sankritçe’de “renk” veya “ruh hâli” anlamına gelmektedir. Bir raga, bir melodinin üstüne kurulduğu beş ya da daha fazla müzik sesine/perdeye dayanır. Klasik Hint müziği, ragalar üzerine kurulur. Tıpkı Türk popüler müziğinde makamların kullanılması gibi, Hint popüler müziğinde de bazen “raga”lara rastlanır. Ragaların yapımı, makamların yapılışına benzer. Makamlarda ana sesler ve seyir sesleri (swara/nota), bütünüyle “raga, ragani” olarak karşımıza çıkar. Aynı müzik ses dizisini kullanan farklı “raga”lar da vardır. Raga kuralları, içinde ses dizisi boyunca “yukarı” ve “aşağı” doğru ses dizilimini oluşturan kurallardan söz eder. Türk müziğinde terkip-makam yapmak gibi, Klasik Hint müziğinde de kurallara uygun yeni ragalar yapılabilmektedir. Sonuç olarak, Hint müziği teorisinin temeli olan “raga”, teorik anlamda Türk müziğinin (veya İslami müziğin) “makam” anlayışıyla bir benzerlik gösterse de bu benzerlikler ancak karşılaştırmalı müzikoloji analiz metoduyla tespit edilebilir.
Ragaların insan üzerindeki etkileri üzerinde çok durulmuş, hangi müzik seslerini yanyana getirmekten kaçınmanın önemi anlatılmaya, sebepleri doğal etkilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Makamlar gibi ragalar da, mevsim veya günün saatlerine göre özenle icra edilmelidir. İnsanların farklı “ruh hâllerini” uyandıran “gece, öğlen ve sabah ragaları” gibi ayrımlar dışında Muson zamanında ancak “Malhar ragaları” çalınmalıdır. Koma seslerin kullanıldığı ragalar daha lirik, romantik, nostaljik duygular oluşturur. Müzik seslerinin yarım ton yükseğinden oluşan, yani “Tivra Ma” kullanan ragalar ise dinamizm ve hareketi ifade eder.
Müzik türleri: Müzikologlar genellikle Hindistan müziğini “Hint müziği, Karnatik müzik” isimleriyle, “Yöresel tür” anlayışıyla, iki isimle adlandırır ve tarihî köken bağlarından ayrı değerlendirirler; kuzey Hindistan’da yaygın olan “raga müziği” türünün Klasik Hint müziğini oluşturduğunu kabul ederler. Türkiye’deki popüler müzik türlerinden “Arabesk”i zaman zaman Hint müziğine benzeten müzikologlara da rastlanmaktadır. Kavvali sufi müzik türünün kurucusu olarak ise Emir Hüsrev Dihlevi kabul edilir. Budist ve İslami müzik türleri dışında, müzikolojide “yöresel müzik” olarak görülen “popüler müzikler” birbirinden bağımsız türler olarak görülmektedir: Hayal müziği, Hint kıtası dini müzikleri, Bengali halk müziği, Rabinranath Tagore müziği, Nazrulislam müzik ekolü, Karnatak müzik türü gibi. Hindu dinleriyle “dans” ve “müzik” iç içe gelişmiş, dansların kareografileri, “tanrılara adanan danslar” yaklaşımıyla Hindu din adamları tarafından belirlenmiştir (sahnelenen “bharata-natyam” gibi dini danslara, Klasik Hint dansı denir). Hint dansçılarının şöhreti, XVII. yüzyıl Osmanlıları tarafından da biliniyordu, bu durum ansiklopedist Taşköprüzade tarafından kaydedilmiş, günümüzde de değişen bir şey olmamıştır.
Müzik biçimleri: İslamlaşma hem Türk hem de Hint müziğinde ortak dinî müzik biçimlerinin oluşmasını sağlamıştır: Ezan, Kur’an tilavetleri, salat, tekbir, mevlit gibi… Müslüman tarikatların yaygın olarak devam ettirdikleri gelenekler içinde kaside, ilahi, zikir/virt/evrad türleri de görülebilir. Dünyada yaygın olarak tanınan “Kavvali” türü, doğaçlama ve ölçüsüz sözleri olan bir dinî/sufi müzik biçimidir. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, klasik Hint müzik türü bir üst-kültür müziğidir; Hindistan’ın “sanat müziği”dir. Hindistan’dan, Osmanlılara kadar görülen askeri müzik biçimi “nevbet”in Hint müziğinde de varlığı tarih kayıtlarından bellidir (modern müzikoloji yazarlarından bazıları etkileşmeleri görmezden gelseler de, L. Lamia Faruqi “ses mühendisliği” diye tanımladığı makalesinde bunu vurgular).
Usuller: Hint müziği ritimleri, “tala” veya “tal’” denilen belirli kalıplarla başlarsa da, daha ziyade doğaçlama üzerine dayanır. Selçuklular döneminde varlığı bilinen “çardarb” usulünün “parmak, avuç içi” vuruşlarıyla tanımı ve Hint ritimlerinin “tala”larına benzemekte oluşu, Türk müziği teorilerinde görülen bu etkileşmenin dikkatlice incelenmesi gerektiğini düşündürmektedir. Bununla birlikte Türk müziğine girmiş olan “devrihindi” usulünün Hint müziğinden alındığını kabul etmek gerekir. Anadolu ilahilerinde çokça görülen Devrihindi usulünün adına, Selçuklular ve Fatih döneminde rastlanmadığına göre, Türk müziğinde ortaya çıkışının XVI. yüzyıl sonunda olduğu anlaşılmakta, bu durum da “Hindulara” bağlanabilmektedir.
Çalgılar: Hint Klasik müziğinde genellikle kullanılan teltınlak çalgılar: Sitar (veya surbahar, irice bir tanbur gibidir), vîna (bîn: “iki balkabağı üzerinde uzun klavye” veya çeşitleri), tanpura (4 telli), sarangi, keman, santur’dur. Havatınlak çalgılar: Bansuri, şehnay’dır. Darptınlak çalgılar: Tabla (ve bayadan oluşan iki parçalı kudüm, nakkare), dolak, pakavaj’dır. Tarihi kaynaklarda, bazı çalgıların özellikleri değiştirilerek Hint müziğine girmiş olduğu, “tanbur, rebab, nakkare, nefir” gibi örneklere de rastlanmaktadır.
Müzikolojinin bir alt dalı olan Organoloji biliminde çalgıların gelişmesi, değişmesi, etkileşimi öncelikle etimoloji ile belirlenmeye çalışılır. İlave olarak coğrafi etkiler, savaş ve kıtlık gibi sebeplerle yapılan göçler göz önünde bulundurulur. Bununla birlikte özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iletişim yaygınlaştığı için, hem çalgılardaki hem de müzik melodi ve biçimlerdeki etkileşimleri tespit edebilmek daha zordur. Hint çalgılarının tarihi geçmişinden dolayı henüz kullanılmaya devam edilen çalgı isimleri etkileşimleri açıkça göstermektedir. Ancak bu etkileşimde Arap, Fars ve Türk müzisyenlerin katkıları olmakla birlikte, Anadolu Türkleriyle doğrudan ilgi kurmak zordur.
Hint çalgılarında genellikle yaygın-tınlayan (tımtım) seslerin halk tarafından seviliyor olması, Hindu dillerinin kulaklarda bıraktığı alışkanlıklardan kaynaklandığı müzik psikolojisinin bir tespitidir. Bir toplumda çok sevilen saz, diğer toplumun dil alışkanlıklarına uymayan seslerden oluşuyorsa, o toplum tarafından benimsenmesi beklenemez, ancak kulaklar alışabilir, benimsetilebilir.
Sitar’ın, XIII. asır sufi/şairi Emir Hüsrev Dehlevî tarafından kullanıldığı (hatta icat edildiği) söylenir, Osmanlılar zamanında Anadolu ve İstanbul’da da görülmüştür. Tampura/tanpura’nın çeşitleri hem Anadolu’da hem de Balkanlar’da yaygındır. Şehnay, Anadolu’da “zurna” adıyla bilinir, “tınlaması” farklıdır. Anadolu’da “Iklığ” denilen sazın benzeri “rebab, rübab” adlarıyla; “kudüm” denilen sazın benzeri ise, “nakkare, tabla” adıyla Hindistan müziğinde de kullanılmaktadır.
Bu kısa yazıda, oluşumunu İstanbul’da tamamlayan Türk müziğinin, Hint müziği ile etkileşimini sorgularken bir kısım ortak yanlarına değinmeye çalıştık. Konunun genişliği ise bu kısa yazıda çizilen çerçeveden anlaşılmaktadır. Araştırma sırasında rastlanan bazı Türk müziği teorisyenleri, genel anlamda Hint müziğini (Hint Klasik Müziği hariç) popüler müzik olarak görürler.
Son olarak, Türkiye’de 1952’lerde Hint filmlerinden “Avara huun” şarkısı veya 2004’te Zahir Hüseyin’in Hint tablasıyla yaptığı ritimlerin sevilmesi; 1953’te Safiye Ayla gibi Türk sanatçılarını zaman zaman ülkelerine davet eden Hindistan müzik severlerinin, 1968’de yapılan bir röportajda Hint sefiresinin Türk müziklerini hatırlaması örnekleriyle, Hintlilerin de Türk müziğini yakından takip ettiklerini söyleyebiliriz.
* Gazi Üniversitesi Müzikoloji Bölüm Başkanı