Nuh: Büyük Yorum
Can Mutlusoy
Sinema tarihinde peygambere dair ve dinî hikâyelerden uyarlanan binlerce film yapılmıştır. Bu binlerce filmin birçoğu, hatta sadece bine yakını Hz. İsa hakkında veya onun hayatından esinlenerek yapılan filmlerdir. Bu filmlerin bir kısmı İncil ve Tevrat’ta yer alan kıssaları doğrudan tarihsel bağlamlarıyla birlikte anlatırken, diğer bir kısmı ise hikâyeleri yorumlayarak farklı bağlamlarda izleyiciye aktarmıştır. Bu filmlerden önemli sayılabilecek ve dinler tarihine ilgi duyan sinefiller için izlemesi şart olan birkaç örnek vermek gerekirse, mutlaka şu filmler ve yönetmenler zikredilmelidir:
Samson ve Delila (1949), 10 Emir (1956) – Yönetmen: Cecile B. DeMille
Krallar Kralı (1961) – Yönetmen: Nicholas Ray
İncil: Başlangıçta… (1966) – Yönetmen: John Houston
Aziz Matta’ya Göre İncil (1964) – Yönetmen: Pier Paolo Pasolini
Günaha Son Çağrı (1988) – Yönetmen: Martin Scorsese
Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi (2004) – Yönetmen: Mel Gibson
Musevi ve Hristiyan tarihi kökenli filmlerin sayıca çokluğuna karşın, İslam tarihine dair kaliteli sadece birkaç film ile karşılaşırız, bunların başlıcaları şunlardır:
Çağrı (1977) – Yönetmen: Mustafa Akkad
Muhammed: Son Peygamber (2002) Animasyon – Yönetmen: Richard Rich
Hem Kur’an-ı Kerim’de hem de Tevrat ve İncil’de (Eski ve Yeni Ahit’te) geçen Nuh kıssası hakkında ise bugüne kadar üç film yapılmıştır.
Nuh’un Gemisi (1928) – Yönetmen: George O’Brien
Nuh’un Gemisi (1999) – Yönetmen: John Irvin
Nuh: Büyük Tufan (2014) – Yönetmen: Darren Aronofsky
Dünya genelinde henüz vizyona giren, senaryosu filmin yönetmeni Darren Aronofsky ve Ari Handel tarafından yazılan ve yazımızın da ana konusunu oluşturan Nuh: Büyük Tufan filmi, dünyanın birçok yerinde çeşitli eleştirilere maruz kaldı. Film, bazı Müslüman ülkelerde gerçekleri yansıtmadığı, Hz. Nuh’u doğru resmetmediği ve farklı birtakım sebepler dolayısıyla kutsal değerlerimize bir saldırı olarak algılandı ve yasaklandı. Hâlbuki filmleri değerlendirirken biraz daha farklı bir perspektif kullanılabilir, yönetmenin yorumuna hoşgörüyle yaklaşılabilir, bunlar yapılamıyorsa, yasak yerine görmezden gelme “politikası” izlenebilir(di). Bu bağlamda, her ne kadar kendi dinî ve kültürel değerlerimizle bire bir örtüşmese de, emek verilen her eserin izlenilmesi ve filmin nihayetinde yorumlanmış bir hikâye olduğunun idrak edilmesinin elzem olduğunu belirtelim.
Nuh: Büyük Tufan filmi özelinde, kanaatimizce İncil ve Tevrat’tan esinlenen mezkur filmin bu kadar tepki çekmesinin temel bir sebebi var: Hikâyenin sadece Musevi tarihindeki anlatılardan ve farklı Musevi yorumlarından esinlerek kurgulanması!
Şu bir gerçektir ki, her ne zaman tarihî veya dinî bir hikâye anlatılırsa, itiraz eden, hikâyeye karşı çıkan, hikâyeyi sevmeyen ve hikâyenin doğru olmadığını iddia eden birileri olur. Çünkü aynı rivayet veya hikâyenin birçok farklı baskısı, versiyonu ve çeşitlemesini bulmanız mümkündür. Mesela bir türkü sizin köyünüzde farklı okunur, karşı köyde çok daha farklı… Sözgelimi Osmanlı musikisi repertuarında bir şarkının farklı verisyonları vardır. Bu sebeple her hikâye kendi kitlesi için doğru/uygun olabilir, fakat yine de hikâye eğer gerçekten yaşanmış bir olay hakkında ise, versiyon farkı, hikâyenin temel hakikatini değiştirmez/değiştirmemelidir.
Her film bir yorumdur ve yorum, yorumlanır. Her hikâye ve her kıssa gibi… İşte Nuh: Büyük Tufan filmi de büyük bir yorum filmidir. Bu film ne hakikati anlatma iddiasındadır ne de insanların inandığı bir peygamber tasavvuruna dair fikir beyan etmektedir… Sadece bir kültürün içinde anlatılagelmiş ve İslami anlatı şeklinden çok farklı bir hâl almış olan Hz. Nuh’un kıssasıdır mevzu bahis olan… Bu sebeple gerçeklik ile karşılaştırılması sakıncalıdır; sahihliği konusunda tartışmak ise beyhude.
Bu bağlamda film, bir Hollywood yapımı olarak izlenip değerlendirilmelidir. Dinî bir bakış açısı ve reflekslerle filmi izlersek, taraflara bölünürüz ya da saflarımız dağılabilir. İçimizden filmi “seven”ler veya “sevmeyen”ler çıkar. İnanlar ile inanmayanlar karşı karşıya kalabilir. Ama isminde bir sure olan ve hakkında ayetler gönderilmiş bir peygamberin hikâyesi anlatılırken ister istemez hepimiz, doğrudan bilincinde olmasak da Kur’an’ı referans alırız.
Kitab-ı Mukaddes’te ve Kur’an’da olduğu gibi, Yunan mitolojisinde ve Sümer-Babil efsanelerinde de yer alır Nuh tufanı. Yeryüzünde kaynayıp coşan sadece su değildir: Aşktır da… O aşk, insana inandığı yolda mücadele etme gücünü verir. O aşk, aşk uğruna ölmeyi göze almak demektir. O aşk, kaynayıp coşar ve insanlığı görünür ve anlamlı kılar. İnsanların temel değerlerine ve yaşam tarzlarına şekil verir.
Nuh’un Hüznü
Hüzünlüydü gözleri. Hep hüzünlüydü. İnsanlarla konuşurken, ümitsizken, dertliyken ve yeni uyanmışken. Ne zaman dertsiz oldu ki? Hüzünlüydü hep gözleri. Bir peygamberin gözleri hüzünlüdür. Kimse sormadı ona „neden?“ diye. O sadece ailesi ile birlikte doğada yaşam mücadelesi veriyordu. Rüyalarında bulacaktı cevaplarını, ümitlerini ve görevlerini…
Bir rüya gördü ve anlam veremedi. Rüyanın etkisi gittikçe daha da şiddetlendi ve nihayet anlamlandırmak için rüyasını büyükbabasına anlattı, ona rüyasının anlamı hakkında danıştı. Böylece ne yapması gerektiğini anladı. Ondan aldığı bir tohumla cennet bahçelerini andıran bir bahçe, hatta orman oluştu. Bu bir mucizeydi. Yıllardır kurak olan bir yer, birden bire ormana dönüştü. Ulu ağaçlar ve bütün bitkiler O’nun hizmetindeydi artık. Çünkü amacı ve görevi belliydi. Tufan’dan önce bir tekne inşa edip içine bütün hayvanlardan birer çift alıp, dünyayı kurtaracaktı. Ama insanlığa ne olacağı konusunda rüyası açık değildi. Buna rağmen o aşk ile görevine başladı.
Halk, yani bütün insanlar ona karşıydı. Yalnız kalmıştı kalabalığın içinde, bu dünyada. İnsanlığın hüsrana uğramasına karşıydı o, çünkü buna gönlü elvermiyordu. Vicdanını dinliyordu. Ona gösterilen rüyaya biat etmişti.
Kendisi bile şaşkınlıkla ve biraz endişeyle başladı çalışmaya. Kuvvetli olan sadece vücudu değildi, imanı da tamdı, sağlamdı… İman tahtası en sert fırtınalara dayanabilecek türdendi. Emin adımlarla ilerledi ve dünyayı kurtardı.
Yolun sonunda ise gönlünün el vermediği bir şey yapacaktı. Mecburdu, başka çaresi yoktu. Rüyasını takip ediyordu. Ama bilmiyordu, rüyasını baştan sona yanlış yorumladığını. Bir hata yaptığını bilmiyordu…
Hakikati fazlasıyla yüzeysel algılamıştı. Gördüğü rüyanın tek bir ciheti varmış gibi davranıyordu. Rüya sanki tek boyutluydu. Ancak, O’nun, oyunlarından ve cilvelerinden bihaberdi…
Ve nihayet filmin sonunda yanıldığını kabul etti.
Yorumun Yorumu
Aronofsky, birçok kültürde bilinen bir kıssanın, Nuh Tufanı’nın hikâyesinin filmini yaparak sadece tarihsel, dinî ve duygusal sebepleri olan tepkiler almayı başarmamış, aynı zamanda potansiyeli yüksek olan bir hikâyeyi etkisiz hâle getirmeyi, başka bir deyişle elindeki nimeti israf etmeyi de başarmıştır. Hz. Nuh kıssası, pekâla dinî metinlerden bağımsız olarak yorumlanabilir ve yorumlanması bize entelektüel anlamda katkı da sağlayabilirdi. Ve ancak kutsallarımızın sahih olduğunu unutmadan bu yorumları yorumlayabilirsek tefekkür anlamında bir yere varabiliriz.
Aronofsky’nin filminde ise, daha filmin ilk dakikalarından itibaren bir anlayış farkı olduğunu fark ederiz. Buna karşın, bir film hikâyesinin hakikati konusunda iddia veya dava sahibi olunmamalıdır. Öyle olsaydı, o hikâye film ve sanat olmaktan çıkar, propoganda veya benzeri bir şey olurdu. Çünkü dava veya düşünsel arayış daha çok filmin ifade etmek istediği imgelerde saklıdır ve anlam farklı boyutlarda yer alır. Büyük ve etkileyici eserlerde hep buna benzer, çok katmanlı bir yapı vardır. Tekrar tekrar okuduğunuz ya da izlediğiniz kitap veya filmler, her seferinde farklı bir anlama veya yoruma yol açıyorsa, biliniz ki, o eser değerlidir. Size ilham, aklınıza kuvvet verir… Ancak Aronofsky’nin Nuh: Büyük Tufan’ı yorumun etkisiz bir yorumu olarak değerlendirilebilir…
İfade etmek istediklerimizi daha anlaşılır kılmak açısından, karşılaştırmalı bir örnek vermek gerekirse: Kur’an’da yer alan Nuh ile filmdeki Nuh farklı kişilerdir. Filmde Nuh’un bir ailesi vardır, hâlbuki İslam’da Nuh tek başınadır. Filmde Nuh’un dini tam olarak ifade edilmemektedir, buna karşın Kur’an’da o, Allah’tan başkasına kulluk etmeyen, muvahhid bir şahsiyettir. Film boyunca göze çarpan benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özetle, film İslam’ın/Kur’an’ın tasvir ettiği, aktardığı Hz. Nuh kıssasına kesinlikle uymaz.
Aronofsky, kendi filminde gaflete düşen karakter gibi gaflete düşmüş görünmektedir, fakat Nuh’un aksine, sonradan hatasının farkına var(a)mamıştır. Hiç şüphesiz bütün dünyaya ve özellikle semavi dinlere dair bilgisi ve merakı olan izleyicilere hitap etmeye çalışan yönetmen, her izleyiciyi kapsamak istemiş gibidir, ama kesinlikle başarılı olamamıştır. Zira, şayet başarılı olmuş olsaydı, bizler de tartışmak yerine filme hayran kalırdık. Sadece bu tespiti yapmak için bir film izlenir mi, bilemem. En iyisi kararı siz kendiniz verin…