Eskiden Her Şey Gerçekten Daha mı Güzeldi?
Günter Lempa
“Eski Güzel Günler” Özlemine Sosyopsikolojik Yaklaşımlar
Geçmişe teveccüh konusunda psikoloji uzmanlarının aklına öncelikle geride bıraktıkları şeyleri düşünmekten kendisini alamayan insanlar gelir. Bunlar sevdikleri bir kişiye, bir eşyaya, alışageldikleri ve değer verdikleri bir yaşam tarzına artık sahip olamamalarını kabullenmekte güçlük çekerler ve normal bir yas dönemini aşan bir süreç boyunca tamamen donmuş, hareketsiz ve ümitsiz bir şekilde kalırlar. Ne ilerleyebilirler ne de ilerlemek isterler ve bu durumdan kurtuluşu her şeyin tekrar eskisi gibi olmasında görürler. Bu durumda olan insanlarla yapılan psikoterapilerde çoğunlukla daha derinlerde birtakım problem ve korkuların yattığı ortaya çıkmaktadır. Kaybedilmiş bir eşyadan veya sahip olunan bir mülkten vazgeçememe, partnerini affedememe, elden her zaman her şeyin gelmemesi ve başarısız olmayı kabullenememe gibi korkular. Belki de bazen beklentilerimizi ve hayallerimizi yeterince umursamadığı için hayatın kendisi affedilemiyor olabilir. Çoğu zaman da tekrar hayal kırıklığına uğrama riskinden korkar ya da hayatı çok karmaşık bulur ve tekrar hiçbir sorumluluk üstlenmek zorunda olmadığı çocukluğa geri dönme arzusunu taşır insan. Yaşlı insanların yeni olan her şeyi kötü ve bozulmuş olarak görmeleri ve kaybolan değerleri korumak için eski güzel âdetlerin hükümran olduğu zamanlara geri dönülmesi gerektiğini savunmaları da sıklıkla rastlanan bir durumdur. Konuya psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşılacak olursa, şimdide yaşanan bu çöküşün analizine bireysel sebeplerin de karışıp karışmadığı sorgulanabilir. Belki de bu gibi durumlarda insanın kendisini güzel, güçlü ve hayat dolu, başka bir deyişle artık genç bulmamasından çektiği sıkıntı ve aynaya baktığında görüdüğüyle dış dünyada gördüğünü birbirine karıştırıyor olması çok önemli bir rol oynamaktadır.
Ancak bu noktada, haklı olarak, bu örneklerin tek taraflı olduğu şeklinde bir itiraz gelebilir. Eski zamanlara, geçmişe yegane hedef olarak takılıp kalma durumunun şimdiki zamanı tanımaktan, onu dikkate almaktan kaçınmak anlamına geldiği düşünülebilir. Fakat yine de bu geçmişe yönelişin her zaman yanlış veya patolojik olduğu anlamına gelmez. İnsanın, deve kuşunun başını kuma soktuğu gibi yaşadığı çağa duyarsız kalıp kendini geri çekerek başını kuma gömmesi ve geçmişe kaçmak istemesi bu iddiaları doğurmaktadır. Bir zamanlar değerli ve güzel olan şeyleri geri kazanmak veya onlara tekrar ulaşmak için sürekli geçmişe dönme çabası, kaybedilenin yeniden kazanılması veya ona ulaşılması prensip olarak mümkün olduğu sürece asla eleştirilebilecek bir tutum değildir. Bütün bunlar kişisel aşamada kaldığı sürece.
Geçmişe yönelmenin, toplum içerisinde memnun olunmayan bir durumdan kaçmak istendiği için başvurulan meşru bir yol mu olduğu, yoksa gerçeğin inkâr edilmesi için kişinin ruhsal bir savunma mekanizması mı geliştirdiği, aslında hem tek tek sosyal grupları hem de toplumun bütününü ilgilendiren bir sorudur. Eski zamanlara dönme arzusuna verilebilecek örnekler arasında, herkese makul gelen ve herkes tarafından doğru ve uğraşmaya değer bulunanlar da vardır. Söz gelimi denizlerin yine eskisi gibi tertemiz ve soluduğumuz havanın sanayi devriminden önceki gibi pırıl pırıl olmasını kim istemez ki? Bu noktada, örneğin 200 yıl önceki gibi bir toplum meydana getirme güdüsüyle bu meşakkatli yolda hedefe doğrudan ulaşılıp ulaşılamayacağı sorusu akla gelmektedir. Bu gerçekten mümkün müdür? Zaman böylesine kolayca geri çevirilebilir mi? Bugün sahip olduğumuz bilgisayarlar, cep telefonları, arabalar ve diğer bütün elektronik eşyalardan vazgeçmek o kadar kolay mıdır? Bunun o kadar da kolay olmadığını, istesek de istemesek de sahip olduğumuz bu yeni teknolojik imkânlarla sorunlarımızı hâlledebildiğimiz için bunlara bir yönüyle muhtaç olduğumuzu herkes görecektir. Çevreyle alakalı olarak geçmiş zamanlara geri dönmek için koyulan hedeflere ulaşılması her ne kadar kolay olmasa da bu hedefler açık ve net bir şekilde tanımlanabilir. İdeal bir toplumsal durumla ilgili olan arzularda ise durum çok daha farklıdır. Bu ideal toplumsal durum, geçmiş dönemlerde ya da zamanlarda görülür, ziyadesiyle yüceltilir ve adeta bir yeryüzü cenneti gibi tahayyül edilir. Öyle ki, adaletin ve düzenin bütünüyle sağlandığı o eski zamanlarda, her şey çok daha güzeldir ve şu anda bizi bunaltan ve bize rahatsızlık veren şeylerin hiçbiri o zamanlar ortaya çıkmış değildir. Buna karşın, bu tarz düşünceler hiçbir zaman yeteri kadar somut olamamaktadır. Hiç kimse bireysel olarak gerçeklere yüzünü dönüp onlarla tam olarak ilgilenmemektedir. Örneğin şövalyelerin ve kalelerin olduğu Orta Çağ’ın mükemmelliğini ifade edip duran kişi o övdüğü kalelerin aslında hiç de konforlu olmadığı gerçeği ile ilgilenmez. Söz gelimi, dondurucu soğuklara karşı pek iyi koruma sağlanamayan o dönemlerde insanlar henüz tedavisi olmayan birçok hastalıktan muzdariptirler. Bebek ölümleri çok yüksek olmakla beraber birçok anne de doğum esnasında hayatını kaybetmekteydi. Salgın hastalıklar ülkenin bütün bölgelerini harabeye döndürebiliyordu. Sıklıkla kıtlıkların yaşandığı o dönemlerde insanlar duydukları çeşitli korku ve endişeler yüzünden tarifsiz acılar çekmekteydiler. Eğer dikkatle bakılacak olursa, o dilden düşmeyen ve hep dönülmek istenen altın çağ, yani her şeyin çok daha iyi olduğu eski zamanlar, onu anlatan insanlar için aslında sadece içinde bulundukları ve yaşamak zorunda oldukları dönemden kaçıp kurtulabilmek için bir çıkış yoludur.
Hasılı; kaybolduğu düşünülen mükemmellikler, hayali bir illüzyondan ibarettir. Ancak bu illüzyonlar içlerinde çok ciddi tehlikeler barındırmaktadır; örneğin öğrenmeyi engeller ve insanı adeta kör ederler. Bu nedenle her şeyin insanın düşündüğü ve öngördüğü gibi mükemmel şekilde ilerlememesinin nedeni olarak bir günah keçisi bulma eğilimine girilir. Ondan sonra bu günah keçisi ile savaşılır ve o yok edilir, bu illüzyonu kısa süreli de olsa muhafaza etmek ve rahatsız olunan gerçekle yüzleşmekten kaçınmak için.
Almanya’da geçtiğimiz yüzyılda, bozulmamış saf Almanlığa, ari ırka geri dönüş anlamına gelen bin yıllık imparatorluğun hayali vardı. 12 yıl süren bu bin yıllık imparatorluğun sonucunda dünya savaşı çıktı ve bu da beraberinde korkunç zulümler getirdi. Komünizm de aynı şekilde baskı ve sömürünün olmadığı bir dünya, bir iş (piyasası) cenneti sözü vermekteydi. Yine burada da bir günah keçisinin ortaya çıkarılması söz konusuydu. Bu günah keçileri Almanya’da Yahudilerken, Rusya’da ise sözde tarihî ilerlemeyi engelleyen ve sabote eden Kulaklar ve köylülerdi.
Yukarıda da bahsedildiği üzere, geçmiş bazen hiçbir ayrıntısı göz önünde bulundurulmadan kutsanır. Bu kutsanan geçmiş illüzyonunun oluşma sebebi araştırıldığında, bunun modern çağla, teknolojinin akıl almaz ilerleyişi ve toplumsal değişim süreçlerindeki hızlanma ile alakalı olduğu açık bir şekilde ortaya çıkar. İnsanlar gittikçe daha çok büyüyen endişeleriyle yüz yüze gelmek durumunda kalmaktadır. Eskiden sahip olduğunuz bir iş ömür boyu geçminizin garantisini sağlarken günümüzde bireyden çok daha büyük bir esneklik beklenmektedir. Aynı zamanda eskiden sahip olunan güvenceler kaybolmaya ya da sorgulanmaya başlamıştır. Eskiden toplumlar izole bir şekilde yaşamaktaydılar ve başka toplumların sahip oldukları değer ve yaşam tarzlarıyla yüzleşmek zorunda kalmıyorlardı. Diğer yaşam şekilleri bilinmez durumdaydı ya da en azından çok uzaklarda bir yerlerde idi. Günümüz modern iletişim teknolojisi her türlü bilgiye hiç olmadığı kadar kolay bir şekilde erişilmesini ve böylece farklı değer yargılarının birbirleriyle çarpışmasını mümkün kılmaktadır. Bir olgu bir ülkede cezalandırılırken, başka bir ülkede son derece legal ya da değerli olarak görülebilmektedir. Bu noktada cinsel eğilim ve cinsiyet rolleri örnek olarak zikredilebilir. Hâl böyle olunca da, dünya üzerinde birçok insan kendisini tedirgin ve aklı karışmış hissetmektedir.
Yukarıda zikredilen mevzudan hareketle, bu kısımda, şimdiki zamandaki hatayı geçmişe teveccüh ile telafi etme konusunun bir savunma mekanizması ile mi, yoksa uygulanabilir ve tavsiye edilebilir bir girişimle mi alakalı olduğu meselesi ele alınacaktır. Böylelikle, içerikten ziyade bu durumun nasıl tanımlandığıyla ilgilenilen bir değerlendirme sunulacaktır. Bu da bir nevi, tehlikeli olabilecek bir illüzyonla mı, yoksa uygulanabilir, makul bir proje ile mi karşı karşıya olduğumuzu ölçebileceğimiz bir araç görevi görecektir.
Eğer kişinin geri dönmek istediği geçmiş ideal, hatasız ve bembeyaz olarak görülüyorsa; yani insanlık tarihinde şu ana kadar gelmiş geçmiş bütün toplumların zayıflıkları, hataları ve adaletsiz tutumları inkâr ediliyorsa burada gerçekçi bir tutumdan ziyade bir illüzyon söz konusudur. Hiçbir gri alan bırakmadan, “şayet” veya “fakat” demeksizin; sadece “ya hepsi ya da hiçbiri”, “beyaz ya da siyah” değerlendirmesi yapılıyorsa burada çok yüzeysel bir basite indirgemecilik var demektir ve yine aynı şekilde bu da bir illüzyondur. Buna karşın, olumlu bir geçmiş özlemi ise şu gerçekler göz ardı edilmediği takdirde gerçekleşir: İnsanlık tarihinde hiçbir zaman altın çağlar olmadı; toplumlar arasında en iyi olanları bile kimseyi yüzde yüz mutlu edemedi, zira bazı acı gerçekler hiçbir zaman değişime uğramadı. En iyi toplumlarda da insanlar doğaları gereği hastalık, yaşlanma ve ölüm gibi durumlara maruz kaldılar.
Hasılı, olumlu bir geçmiş özlemi sade, pragmatik ve sarih olmalıdır. Geçmiş modellere ve kazanımlara alaka duyulabilir ama bunlar olduğu gibi alınıp şimdiki zamana yerleştirilmeye kalkışılmaz. Birlikte yaşama kültürünün modern çağa uygun biçimlerini türetmek ve yeni toplumsal kurumlar geliştirmek için geçmişin hazinelerinden ilham alınabilir. Ancak kuşkucu olunmalı ve hata payı hesaplanmalıdır. Hiç kimse ya da dönem kendisini mutlak olarak değerlendirmek, bütünüyle ciddiye almak zorunda değildir, yıkıcı fikirler içerisinde kişinin kendisini kaybetmemesi gerekir, yani mizah sahibi olunmalıdır.