Güneş Tarlalarındaki Yarasalar
A. Ali Ural
Gün batımı ile şafak arasında sivrilir kötülüğün dişleri bozarak ahengini gülüşün. Ağır ağır bozar sütü kovanın içindeki sinek. Akrebin soframızda yürüyüşü ne çirkin! Bir ağız düşün inci gibi dişler yan yana parıldıyor. Varlıklarını birbirlerine borçlular. Bir diş eksilse içlerinden, bir kara delik açılsa, biliyorlar düşecekler kuyuya bir bir. Kalenin düşmemesi için tek bir tuğla düşmemeli surdan. Bir taş yüzünden koca bir kale çürüyebilir. Fakat neden uzuyor iki diş bozarak ahengini gülüşün? Esenlik rüzgârlarının dalgalandırdığı başaklarda tedirginlik… Güneş tarlalarında yarasaların işi ne!
İki köpekbalığı, inci yüklü istiridyelerin arasından fırladı kabarcıklar çıkararak ve titreterek yosunları. Mürekkep balıkları gördü, hokkaları çalkalandı korkudan. Taşan mürekkep boyadı kızıla suyu. Derin kavisleri vardı çenelerinin, gülümsüyorlar mıydı yoksa? Gülümseyen hiçbir şeye karşı duyarsız kalmayan fotoğrafçılar, merceklerini ve ışıklarını sırtlandıkları gibi kuşattılar resmi. Bu kale düşecek. Köpekbalıklarının güldüğünü görecek dünya. Önyargılar yerle bir olacak. Bundan böyle havuzlarında köpekbalığı besleyecek insanlar. Birlikte yüzecekler bazen. Yunuslara tutundukları gibi tutunacaklar sırtlarına.
Hayalet acılar içinde neşeliyiz. Acıya tanık oluyoruz evet, bulutsu bir görüntü olarak. Sorulduğunda bülbül gibi şakırız. Yeni seyrettiğimiz filmdir, anlatırız her karesini. Gördük acıyı, duvarların içinden geçti. Kartondan bir kartaldı, bir anda kayboldu gözden. Kanat seslerini izleyerek nereye gittiğini öğrenemedik. Sessizdi. Gürültücü bir hayalet olsaydı, kapı hareket etmese de çalardı çıngırak. Işıklar birden sönerdi. Boşlukta çığlık sesleri duyulurdu. Evimizin bir köşesindeki piyano kendi kendine çalmaya başlardı. Siyah beyaz tuşlar kıpırdarken garip ışıklar süzülürdü gökten. Duyularımızın en azından biri anlardı iki resim arasındaki farkı. Bir ısı duyardık tenimizde, bir ateş ısırığı. Bir tat duyardık dilimizde kekre bir acılık. Bir ses işitirdik rüzgârlı, ruhumuza titreşimler yayan. Bir koku yayılırdı odamıza bayılacak gibi olurduk. Görürdük sonunda evet, duvarın içinden geçen o bulutsu sureti.
Aynı karında büyüdüğümüzü bilmiyordum, çok sonraları öğrendim bunu. Anneme anne demiyordun, senin annen başkaydı, nereden bilebilirdim. Babam, kardeşini koru demişti, ağabeyiydim onun. Kardeşler korunmak içindi lakin büyük bir kalabalık vardı dışarıda kapımızı dalgalar gibi döven. Gözleme deliğinden baktığımda tanıyamadım. Kardeşim ve ben bir yanda diğer yanda adlarını bile bilmediğim binlerce gölge. Sen de onların arasındaydın ve kardeşimi senden korumam gerekiyordu. Yüzün yüzüme benzemiyordu, saçların saçlarıma. İşte kollarımız yan yana iki renk birbirinden uzak. İki ayrı nehir farklı denizlere akan, balıklarımız farklı. Konuşmalarımızdan bile anlaşılıyordu yabancı olduğumuz, aynı havayı da solusak.
Aynı karında büyüdüğümüzü bilmiyordum, çok sonraları öğrendim bunu. Belki de sana yardım edebilecek tek insan bendim. Hastanenin koridorlarında bir araba sürükleniyordu sen vardın içinde. Ben sahilde güneşin batışını seyrediyordum. Aynı sokakta oturuyorduk ekvator çizgisiydi sokağımız, gizli kuşağı dünyanın. Karşı karşıyaydı evlerimiz tokalaşmadık hiç. Seni bir gün bile selamlamadım, hayat zordu. Yüzümden düşen bin parçaydı, zaman yoktu gülümsemeye. Hep yetişecek bir yerler vardı sen yoktun o yerlerin içinde. Hediye paketleriyle doluydu bavulum uzaklardan dönerken. Fiyonklar kıpkırmızı, adını hatırlamadım.
Aynı karında büyüdüğümüzü bilmiyordum, çok sonraları öğrendim bunu. Bir kitaptan öğrendim duvarda asılıydı. Taşlarının birbirini desteklemediği bir duvarda asılıydı, elime aldım. Yeni bir kıtaydı, adım atmadığım bir diyar, haritam yoktu. Bir anda kendimi o sayfanın önünde buldum. Bir anda kayığım kayalara vurdu. Bir anda o cümle yankılandı odada. Annem büyüdü, kardeşlerimle paylaştığım boşluk büyüdü. Binlerce insanla aynı anda yeniden doğdum. Aynı anda vurdu güneş yüzlerimize. Bu nasıl bir doğum, kardeşlerim mi bunlar! Fakat benzemiyor bana hiçbiri. Derken, rengârenk bebeklerden kızıl tenlisi, dili döndüğünde kardeşim dedi, arkamda yürüme, öncün olmayabilirim, önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, eşit oluruz böylece.
Aynı karında büyüdüğümüzü bilmiyordum, çok sonraları öğrendim bunu. Hazırlıklı değildim, şaşkınlıkla koştum aynaya. Ben sureti seyrederken titredim. “Müminler kardeştir.” cümlesi elimden tuttu. Ayna elimden tuttu camda yeni yüzlerim. Bu kara derili adam benim, dişlerim bembeyaz. Gözlerim çekildi bir perde gibi Türkmen çadırından çıktım. Kısık gözlerimden yayılan ışığa bak. Derken bir ezan sesi duydum, Ümeyye Camii’nden geliyor. İki yüz seksen penceresi iki yüz seksen yeni ayna. Başıma sardığım sarık kuyruklu yıldız gibi uzuyor. Anadolu’nun üzerinden akıyor, batıdan doğuya. Biz değil miydik omuz omuza kafirin karşısına çıkan. Bu nasıl dava, kardeşliğimizi kim vurdu! “Müminler kardeştir.” buyurdu Hak, bitmiyor âyet. Bir yıldız gibi akıyor kalplerimize, “ Öyle ise iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat,10)
Aynı karında büyüdüğümüzü bilmiyordum, çok sonraları öğrendim bunu. Peygamber’i gördüm aynada birbirine geçirmiş parmaklarını. Salat ve selam üstüne olsun birbirine geçirmiş nur parmaklarını. “İnananlar örülmüş bir bina (duvar) gibidir, (tuğlaları) birbirini destekleyen.” diye sesleniyor zamana. Akrep ve yelkovan titriyor, takvim yaprakları uçuşuyor havada. Öyle bir şey söylüyor ki Hz. Peygamber (s.a.v.) kaçış yok kardeşlikten, “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Müslüman olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de Müslüman olamazsınız…”
Kardeşim, seni geç tanıdım bırakmayacağım. Ne derinin rengi ne meşrebinin alıkoyamayacak seni sevmekten. Söylenenlere inanma aynı anneden doğduk. Nuh’un gemisindeyiz hepimiz. Bizi dağlarda “Kenan” etmek istiyorlar, su yükseliyor dünyayı yutacak, gemiye atla. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kaptanlığında sahile çıkalım. Bak ne diyor hepimizi aynı anda kucaklayan ses: “Hepiniz Âdem’densiniz Âdem ise topraktan.” Bak ne diyor, yanlış yolda olsa da kardeşimiz, “Zalim de olsa mazlum da kardeşine yardım et!”
- Ey Allah’ın elçisi! Mazlum olana yardımı anladık. Zalimse nasıl yardım edeceğiz!
- Ellerini bağlarsın.
Kardeşim ellerimi çöz. Çöz ki ellerimizi iç içe geçirelim. İç içeydik ellerimizi koparanlar duysun ne dediğimizi: “Allahumme salli alâ seyyidina Muhammed!”
Kendinden bir adım ileriye sıçrayamayanlara anlatılacak bir hikâye değil bu. İlk engelde elini çenesine dayayanlara. Îsar mı? O da ne! Sırıkla atlama, üç adım, engelli koşu… Kim cevap verebilir! Şıkları sırala. Sıralı olsun ölümler. Hem cevap versek ne olur. Yıldızların avuç avuç yeryüzüne döküldüğü geceler başımıza bir parıltı düşmeyecekse. Bir şarapnel parçası sıçramayacaksa göğsümüze çalışsın diye saat. Bir kibrit çöpü için ormanlar harcayanlara anlatılacak bir hikâye değil bu. Kardeşim, beni affet!