Viyana’da Dinmeyen Bir “Kalp Ağrısı”
Melek Paşalı
Halide Edip’in Kalp Ağrısı romanı İstanbul ile Viyana hattında, üç kadınla bir erkek arasında geçen bir aşk üçgenini anlatır. Votiv Kilisesinin karşısında Regina Otel’de ikamet eden karı koca, Azize ile Hasan, İstanbul’da bıraktıkları Zeyno ve onlara Viyana’da eklenecek olan Dora arasındaki karmaşık ilişkiler ağında yazar modern insanın aşk problemine eğilmeyi dener. Kadın erkek ilişkilerinin yeni dinamiği aşkın geleneksel hayatta karşılığı nettir. Evliliğin değil varlığın temeline yerleştirilen bu kavram, modern dünyada oradan iner, kadınla erkek arasında kendine bir yer bulmaya çalışır. Bu arayışta aşk, kimine fazla, kimine az, kimine de anlamsız gelecek ama hiç kimse ona dokunmadan geçemeyecektir. Madem ki insanların, özellikle de kadınla erkeğin arasına inmiştir, ona bir isim, bir sıfat, en azından bir kulp bulmak şarttır.
Hikâyenin merkezine yerleştirilen Hasan, bir gece yeni tanıştığı sevgilisi Avusturyalı Dora ile Ibsen’in Peer Gynt oyununu izlerken birdenbire kendiyle karşılaşır. Aşık olduğu kadını İstanbul’da bırakmak zorunda kalmış, bu ayrılığın acısını da sevgilisine emanet etmiştir. Karısı (Azize) Baden’de bir sanatoryumda şifa beklemekte o ise Avrupalı özgür bir kadın (Dora) ile eğlenmenin imkânlarını yoklamaktadır.
“Hasan Solveg’in dudaklarında Grieg’in koyduğu tatlı ve ağlayan sızlanmasını işitinceye kadar Zeyno’nun ıstırabını anlamamıştı… Şimdi onu birdenbire canını kızıl odada bırakan, ebedi olarak aşkının arkasında elleri boş ağlayan hâliyle gördü… Zeyno ile aşklarını düşünürken, beraber atıldıkları tehlikenin en feci noktasında arkadaşını bırakıp kaçmış bir askerin utancını duyuyordu…”
“Per Günt’ü ilahî bir hasretle çağıran nişanlısının sesi ve hayali Hasan’in kalbini tanıdık bir hatıra ile sarstı, bu uzak ve acı kadın sesine en parlak ve yüksek şöhret dakikalarında yahut ihtiyarlığın terk edilmiş anlarında cevap veren Per Günt bu hassasiyetiyle Hasan’a kendini alelade, gündelik bir erkek gibi bildiriyordu. Sanat ve deha, hatta milliyet insanları ne kadar birbirlerinden ayırırsa ayırsın hepsinin birbirini tanıyacağı, hepsinin müşterek bir sıfatla birleşeceği nokta kalpleri ve iptilalarıydı.”
Hasan Regina Otel’in camından Votiv Kilisesinin karanlık yüzünü seyrederken, kendi faciasını görür: “Cepheden döndükten beri ne kadar değişmişti. Her şeyi ortadan keserek “Gordiyon düğümü” gibi bir hâle alışan bu sert ve basit asker şimdi binbir türlü dert içinde çabalıyordu.”
Şehirdeki yaşam en çok da bu “basit” askeri şaşırtacak denli girift ve aldatıcıdır. Doğu cephesinde görev yaparken köylü bir kızla girdiği tehlikeli gönül macerasından başka tecrübesi olmayan Hasan şehirde modern kadınlar arasında yönünü en kolay şaşıran kahraman olacaktır. Viyana’da ilk kez yüzleştiği hâlinin acısını tam anlamıyla tecrübe edemeden, Dora ile başka bir yalanın kucağına atılacak; aşkla tutku, sadakatle ihanet birbirine karışacak, hikâyenin sonunda mağdur ettiği kadınların taşınamaz vicdan azaplarıyla başbaşa kalacaktır.
Karısı Azize için aşk bir hastalıktır. Hasan’a olan karşılıksız aşkının acısıyla intihar etmeyi denemiş ama başaramamış, fakat Hasan’ın merhamet ve şefkatini kazanmıştır. Azize Hasan’ı kazanırken, hikâyenin kaybedeni Zeyno olur. Azize’nin arkadaşı Zeyno ile Hasan hikâyenin birbirine aşık kahramanlarıdır, lakin Azize’nin intihar çılgınlığı Zeyno’ya arkadaşı adına hikâyeden çekilmekten başka rol bırakmaz.
Avusturyalı zengin bir Yahudi tüccarın kızı olan Dora, hikâyeye “batı yakası”dan dâhil olur. Zeyno ve Azize’nin karşısında bir nevi turnusol kağıdı gibidir. Zeyno’nun “modern, entellektüel kadın”lığı ile Azize’nin geleneksel kadınlığı arasında “yabancı” bir yerde durur. Aşk hakkındaki görüşleri ve yaşam biçimi özellikle dillendirilen bu feminist kadın, Azize ile Zeyno’nun gölgelerinin birleşimden müteşekkil bir kişiliktir. Farklı boyutlarda ikisinin de öteki tarafıdır.
Hikâyenin başında Zeyno, 1920’lerin İstanbul’u için yeni ve farklı fikirlerinden dolayı “tekinsiz” bir kadın tipidir ve geleneksel hayat tarzının dışında bir varoluş sergiler. Bütün dünyası kitaplardır, erkeklerle uzun fikir teatilerine iştirak eder, evliliğe aşkı iliştiren modern ve romantik tavrı nedeniyle çevresine, özellikle de klasik kadınlık formunda varolmayı tercih eden arkadaş çevresine biraz “tuhaf” görünür. Ve tabii Azize’ye.
Azize ise modernliği giyim kuşamdan ibaret algılayan, geleneksel kadın varoluşunun şehirli ve zengin, biraz da şımarık bir üyesidir. Ta ki Zeyno ile ortak arkadaşları Hasan’a sırılsıklam aşık oluncaya kadar. Fakat aşkının karşılığı yoktur. Zira Hasan gönlünü “akıllı ve özgüvenli” yeni kadına Zeyno’ya çoktan kaptırmıştır. Bu durum Azize’nin yani bir anlamda geleneksel kadının hayat karşısındaki “hiç”liği ve yokluğu demektir. Azize de bu hiçliği ve yokluğu kaldıramaz ve bir gece kendini boğazın sularına bırakır. Fakat şans eseri kurtarılır.
Bundan sonrası “eski” kadın karşısında zafer elde etmiş ve öz değerinden aşk yoluyla emin kılınmış “yeni” kadının tercihine kalacaktır; kendi mutluluğu mu yoksa eskinin (Azize’nin) “onun merhametiyle” yaşama şansı mı? Yeni kadın hikâyenin en kritik yerinde eski karşısında asil ve müşfik bir rol oynamayı seçecek ve aslında “eski”nin ruhundan hiç de uzak olmadığını böylece göstermiş olacaktır. Bu seçimi sadece bir kadının yaşamasına matuf bir tercih, bir diğergamlık olarak okumak yeterli değildir; yeni kadının varlığının, eski kadını yok etmeye yönelik bir meydan okuma olmadığının izhar ve ispatıdır aynı zamanda. Bunu karşı tarafı, kendisini tekin bulmayan tarafı derinden derine emin kılma, kendi varloşundan yana rahatlatma çabası olarak görmek de pekala mümkündür. Tersinden bir okumayla bu durum, eskinin yeni karşısındadaki pasif direnişi ve zaferi olarak da görülebilir. Bu durumda eski kadınlık “gizli kadınsı oyunlarla” yeni kadınlığın “açık ve eril doğasına” karşı muzaffer olur. Her halükarda görünürde asalet yeninin sıfatıdır ve doğal olarak aşık olunan vasfı da ona aittir. Ama hepsi bu kadar! Hayat yine eskinin payına düşecektir.
Romanın ilk bölümünde Zeyno kaybeden olarak hikâyeden çıkar ve Azize Hasan ile birlikte muzaffer ve mutlu bir şekilde Viyana’ya doğru yola koyulur. Oysa bu yolculukta karşısına çıkacak “yeni bir kadın” (Dora) daha vardır ve onun karşısında da aynı zaferi elde etmesi pek kolay değildir. Çünkü Dora ile Azize birbirinin tam zıttı gibi görünmelerine rağmen oyunu oynama biçimleri aynıdır.
Dora için aşk eski bir hastalıktır. Ancak milyonda bir görülen bu hastalığı iptidai insanlık durumundan çıkamamış olan insanlar romantik bir hayal ve şiir olarak içlerinde taşırlar ve bu yüzden boşu boşuna acı çekerler. Azize ile Dora’nın aşk ve evlilik üzerine konuşmaları iki uç noktayı göstermek bakımından önemlidir:
“Dora sen birini sevsen, başka kadına bakmasına tahammül eder misin?
Niçin etmeyeyim, kalbin binbir türlü ihtiyacı var, dost, aşık, arkadaş, daha bilmem kaç türlü
bağ insan için aynı anda kabildir.
Ya evli olsan…
O zaman daha fazla tahammül ederim, o zaman karşılıklı sahiplenmeyi birbirine
hissettirmemek kati surette lazımdır. Çünkü hayat birdenbire bir esaret olur ve zincir
insanda isyan eder.
Vallahi beni çıldırtacaksın…”
Evet, Dora gerçekten de tam karşısında durmak hasebiyle Azize için gerçek bir varoluş imtihanıdır. Biri aşkı tutkuya dönüştürmekte, diğeri ise onu bir hevese indirgemekte mahirdir. Biri erkeği kendine ait bir eşya gibi görürken diğeri onu sahiplenmeden kullandığı bir obje olarak algılamaktadır. Biri erkeği ehlileştirip kendine meftun etmekte muhterisken diğeri bunun imkânsızlığını baştan kabullenip erkeğin vahşi dünyasına tıpkı bir erkek gibi karışıp haz almaktan yanadır. Biri olabildiğince gizli oynarken diğeri olabildiğince açıktır fakat ortak yanları ikisinin de her durumda isteğine ulaşma konusundaki ihtirasıdır. İkisini de hedeflerine giden yolda kontrol eden bir ölçü ve sınır yoktur. Birinde tutku, diğerinde ise haz nihai gayedir ve bu anlamda Zeyno ikisinden de ayrışır.
Zeyno, aşkını arkadaşı için feda etmekte gösterdiği diğergamlıkla nihai ölçüsünün “ahlak” olduğunu göstermiştir zaten. Bu dönemde modernleşen kadınla ilgili en büyük kaygı alanının ahlak olduğu malum. Yeni kadın varoluşunun klasik kadına yüklenen ahlaki ödev ve sıfatları zayıflatacağı ve bu yolla toplumu deforme edeceği korkusu toplumun hemen her düzeyinde seslendirilen veya en azından içten içe hissedilen bir korkudur ve yazarın buna karşılık kurguladığı kadın tipi bu anlamda manidardır. İlginç bir şekilde “korkulan” kadın figürü romanda Avrupalı kadına dönüşür ve korkunun nesnesi böylece toplumsal bilinçten de uzaklaştırılmış, diğer bir söyleyişle ötekileştirilmiş olur. Evet böyle bir kadın modernleşmesi vardır fakat o bizim toplumumuza ait bir kadın figürü değil, Avrupa’ya mahsus bir kadın figürüdür. Ve bu kadın gerçekten de “eski” kadına (Azize’ye) hasta yatağında dahi merhamet etmeyecek ve kocasını baştan çıkarmakta bir beis görmeyecek denli ahlak kayıtlarının dışındadır. Bu ihanet Azize’nin ölümüne sebep olacak olsa bile…
Yazar böylece birbirinin ölümcül düşmanı olarak iki kadını karşı karşıya bırakır; Dora ile Azize. Bu iki kadından yeni olanı eski olana karşı daha acımasız, güçlü ve gözüpek bir varoluşu temsil eder. Eski kadının bu yeni kadın karşısında “eski tarz ve usulle” ayakta kalması artık muhal gibidir. Nitekim savaş artık açık ve aleni bir savaştır ve kadınsı naifliklerin burada kendini muhkem ve kavi bir surette muhafazası mümkün değildir. Artık başka bir tarz, başka bir yol keşfetmek gereklidir. Ama nedir bu yol?
Romanda bu soruya Halide Edip ilginç bir şekilde kendi hayatında seçtiği yolu önerir. Henüz modernleşememiş Türk erkeğine karşılık daha çabuk modernleşen Türk kadını için zorunlu olan yolu; aşkın ve güdülerin köleliğine karşılık aklın ve ahlakın belirlediği sınırlar içinde kurulacak bir kadın-erkek beraberliğinin güven veren dostluğunu. Nitekim romanın erkek kahramanının kadın-erkek ilişkisinde aşk ile ahlakı birlikte taşıyacak kabiliyette olmadığı her fırsatta gösterilmeye çalışılır. Aşk bu yeni nesil erkekle kadın arasında dermansız bir hastalık gibi kalır. Bu hastalıktan Zeyno’yu kurtaracak olan aklı başında, olgun ve modern bir erkektir. Gerçi bu erkek Zeyno’yu aşk hastalığından ve onun zararlarından kurtaracaktır kurtarmasına fakat içten içe sızlayan kalp ağrısından kurtarmaya gücü yetmeyecektir.
Kendisi de romandaki Zeyno’nun yolunu takip eden Halide Edip, ikinci defa evlenmek isteyen eşinden –çok sevmesine rağmen- ayrılıp aşksız fakat güvenli bir beraberliği seçmiştir. Ömrünün sonlarında o ilk “kalp ağrısının” hiç geçmediğini itiraf etse de.