Farabi’de Erdemli Şehir ve İnsanın Mutluluğu Üzerine
Georgios Steiris
Ebu Nasr Muhammed el-Farabi (870-950) ortaçağ dünyasının en önemli filozoflarından sayılmaktadır. Hayatı hakkında pek az bilgiye sahibiz. Bildiklerimizin çoğu da çelişkili ve büyük ölçüde daha sonraki kaynaklardan gelmektedir. Öyle görünüyor ki Farabi çağdaşlarının dikkatini celbetmeksizin kendi isteğiyle mütevazı bir hayat sürmüştür. Eserleri ise oldukça mufassal ve son derece önemlidir. O gerçek bir filozoftu ve hiçbir şekilde ortaçağ filozoflarının çoğunda olduğu gibi sadece antik klasik dönemin filozoflarının bir yorumcusu olmadı. Eserlerinin tanınıp kabul görmesi hiç de uzun sürmedi. 11. yüzyılın en önemli filozofu İbn Sina, felsefe öğrenmek isteyen herkesin özellikle de Aristoteles’in eserlerini anlayabilmeleri için Farabi’nin eserlerini iyi bir şekilde okumalarının şart olduğu görüşündeydi. Farabi’nin ortaçağ kültürüne en önemli katkısı, ilk/erken Hristiyanlık yüzyıllarından beri bilimsel bir disiplin olarak gerileyen bir görüntü sergileyen ve değişerek zenginleşmesi gereken siyaset felsefesinin yenilenmesiydi.
Farabi’nin en önemli eseri, büyük bir ihtimalle 950’lerdeki ölümünden kısa süre önce tamamladığı El-Medinetü‘l-Fazıla (Erdemli Şehir) isimli eseridir. Farabi bu eserindeki düşüncelerini 949 yılında Mısır’da kaldığı sürede geliştirmesine rağmen, kitabın notlarını Bağdat’ta almaya başladığı ve sonrasında Şam’da, tahminen 943 yılında tamamladığı sanılmaktadır. Tarihlendirmeyle ilgili tereddütlere ve farklı görüşlere rağmen Farabi’nin en kusursuz eseri ve önceki çalışmalarının da lokomotifi niteliğinde, yani önceki eserlerini de içeren bu eseridir. Metin tam anlamıyla felsefi bir metindir ve Farabi’nin felsefesini kusursuz bir şekilde özetlemektedir. Burada söz konusu olan felsefi bir katkıdır; yani eski felsefi argümanların basit bir şekilde tekrar edilmesi veya yorumlanması değildir söz konusu olan. Bu kitapta Farabi pratik felsefe yapmakta, yani ahlak ve siyasete dair görüşlerini analiz etmektedir.
Kitabın başında Farabi insanın, bir parçası olduğu ve onda mükemmelliğe, mutluluğa ulaşmayı amaç edindiği dünyanın, yapı, form ve fonksiyonlarını açıklamaktadır. Farabi’nin kitabın hiçbir yerinde insanın özgürlüğünden şüphe duymadığı, özgürlüğe hiçbir şekilde temas etmediği dikkat çekmektedir. İnsan mükemmelliğe herhangi bir şekilde atalarından miras almak yoluyla veya doğal olarak öngörülmüş yollarla değil, kendi çabalarıyla ulaşmaktadır. İnsanın mükemmelliği ancak ideal şehrin kurulması ve sürekliliğini zorunlu kılan politik bir toplum içerisinde gerçekleşir. Güvenli ve mutlu olabilmeleri için insanların kendi kendilerine temin edemeyecekleri şeylere ihtiyaçları vardır. Sonuçta insan başkalarıyla işbirliği yapmaz ve diğer insan topluluklarıyla ortak çalışmaz (içtima) ise hedeflerine ulaşamaz. Farabi büyüklüklerine göre üç ideal toplum (medine) formundan bahseder; büyük, orta ve küçük toplum. En büyük toplum tüm dünya sakinlerinin oluşturduğu birliktir; orta olan ise dünyanın belirli bir kısmında yerleşmiş millete (ümmet) işaret eder; küçük olan ise şehirdir.
Burada tamamlanmamış toplumlar köy, mahalle, komşuluk ve evdir. Köy ve mahalle şehir sayesinde var olurlar. Farabi köy ve şehir ilişkisini, insanlara sunulan hizmetlerin genişliği ve miktarı dolayımında açıklamaktadır. Buna karşılık mahalle şehrin bir parçası olarak onunla ilişki içindedir. Komşuluk mahallenin bir parçasıdır ve ev de komşuluğun bir parçasıdır. Bununla birlikte şehir bir milletin sahip olduğu toprakların bir parçası ve millet tüm dünya insanlığının bir parçasıdır. Farabi’yi klasik Yunan siyasi felsefesinden, özellikle de Platon ve Aristoteles’ten ayıran temel husus, onların ideal şehri “polis” sınırlarıyla sınırlandırmalarıydı. Farabi’nin gözlemleyebildiği tarihî tecrübe –yani Büyük İskender’in imparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Pers-Sasani İmparatorluğu ve Arap Halifeliği– onu ideal şehrin “polis”te gerçekleştirildiği gibi, daha büyük formlarda da gerçekleştirilebileceği sonucuna ulaştırdı. Farabi evrenselleşmeyi, yani mutluluğu en üst düzeye çıkarmak için “panhümanist” bir toplum oluşturmayı amaç edinen, dünya tarihinin ilk filozofudur. Farabi’ye göre en yüksek iyiye ya da efdal hayra şehirde ulaşılır, hiçbir şekilde daha küçük topluluklarda değil. İdeal şehir insanların mutluluğa ulaşmak için birlikte çalıştığı yer olarak tasvir edilir. En iyi millet, milleti oluşturan tüm şehirlerin mutluluk için çabaladıkları millettir. Sonuç olarak da gelecekte kurulmak istenen ve kendi zamanının devasa gerçekliğinin bir parçası olmayan evrensel ideal devlet, mutluluğu gerçekleştirmek için tüm milletlerin birlikte çalıştığı bir devlet olarak tasvir edilir.
Farabi görüşlerini temellendirmek için şehir ve insan vücudunun benzerliğine dikkat çeker. Şehir, tüm organların kalbin yönetimi ve denetiminde kendisine verilen görevleri yapmak suretiyle vücudun sağlığını temin ettiği kusursuz ve sağlıklı bir vücut ile karşılaştırılır. Vücudun organları birbiriyle eşit değerde değil, her biri bir üsttekinin kontrol edeceği şekilde, hiyerarşik olarak yaratılmıştır. Aynı hiyerarşik yapıyı şehirde de görmek mümkündür. İnsanlar yaratılışları itibariyle birbirinden farklıdır ve imkânları bakımından da eşit değildir. Herkes farklı birer görevi yerine getirmek üzere tayin edilmiştir.
Kalp nasıl vücudun en merkezî noktası ise, şehir için de bu merkezî nokta bütün en üst erdemleri kendisinde barındıran malik/reistir. Yani şehirde refah ve düzeni sağlayan reistir. Aynı şekilde o her bir kimsenin özel tabiatının gelişmesi ve kişiye tabiatına uygun bir görevin verilmesiyle sorumludur. Nihayetinde şehirde meydana gelecek huzursuzluk ve düzensizliklerin sorumluluğunu üstlenmelidir. En küçük, ancak yine de önemli ve faydalı işleri yapan, en alt sınıf üyelerine kadar onun altında olan herkes, ona göre giderek daha az soylu işleri yerine getirir. Farabi’ye göre herkes reis olamaz. Bu kurumu elde edebilmek için iki şartın yerine gelmesi gerekir: öncelikle yaratılış itibariyle uygun bir mizaca sahip olmak ve sonra gerekli eğitimi almış olmak gerekir. Bu eğitimle reis adayı özelliklerini ve iradesini geliştirebilir, ancak bu sadece uygun yaratılışa sahip olanların yapabileceği bir şeydir.
Çoğu insan hizmet etmeye meyillidir, yönetmeye değil. Bilgi, birisine yöneticiliğin bahşedilebilmesi için gerekli bir özelliktir. Bunun ötesinde bu kişi yetenekli bir hatip olmak zorundadır ve savaşın gerekliliklerini yerine getirebilmek için sert ve dirençli bir bünyeye sahip olmalıdır. Farabi hiçbir şekilde hayal dünyasında yaşayan biri değildir. O yaratılış itibariyle bu ideal özelliklerle donatılmış bir insanı bulmanın çok zor ve nadir olarak gerçekleşebileceğini itiraf eder. Bu nedenle ideal şehirde en azından gerekli erdemlerden bazılarına sahip olma olgunluğuna ulaşan birinin veya yöneticilik için böyle uygun biri yoksa, müşterek bir yapının bu reisliği üstlenmesini kabul eder.
İdeal erdemli şehrin yanında erdemli olmayan aykırı şehirler de vardır; zıt şehirler. Bunlar; cahil, fasık, değişmiş ve şaşkın şehirlerdir. Cahil şehir, şehir sakinlerinin gerçek mutluluğu tanımayan insanlardan oluştuğu şehir olarak tasvir edilir. Farabi, fasık (bozuk) şehri, ideal şehir ve onun sakinlerinin aynı prensiplere sahip, fakat doğruyu bilmelerine rağmen tam aksini yapan ve böylece cahil şehir sakinlerinin örneğini takip edenlerin şehri olarak tarif eder. Değişmiş (mubaddala) şehirde, önceleri ideal şehrin değer ve kurumları geçerli ve değişim/çöküş sakinlerin iradelerinin sonucu iken, sonuçta eskilerinden farklı olan prensip ve kurumlar kabul edilmektedir. Diğer taraftan dalalet içindeki şehirde ise hayat için mutluluk ölümden sonra beklenmektedir.
Farabi felsefe ve din arasındaki ilişkiyi de devlet bağlamında ele almaktadır. Mantığın yardımı ve delillendirme ile her şeyi anlayanlar filozoflardır. Onların bilgilerinin çevrelerine de faydası vardır, nitekim filozoflar gerçeği onlara aktarırlar. Öte yandan başkaları, ne yaratılıştan ne de alışkanlıklarla entelektüel olarak bunun verili bir şey olduğunu anlayacak duruma gelmediklerinden, gerekli bilgiye mimesisin/taklidin yardımıyla yeniden ürettikleri semboller aracılığıyla sahip olurlar. Her iki metot da bilimin formlarıdır, ancak Farabi’ye göre filozofların bilgisi diğerlerine göre şüphesiz ki daha üstündür. Şu hâlde farklı dinlerden ideal şehirler ve milletler, hepsinin ortak bir hedefi ve aynı amacı takip etmelerinden bağımsız olarak var olabilirler. Buna göre tasvir edilen durumun farklı dillerle ifade edilen bir ve tek tip düşünceyi hatırlattığı söylenebilir. Şehrin kurulması için herkes gerekli bütün bilgileri mantık ve kanıtlama yardımıyla edindiyse, argümanlara veya yanlış sonuç çıkarmalara dayanan düşünce farklılıklarına yer yoktur: her düşünce farklılığı yanlış yorumlamanın bir sonucu olmalıdır. Bilimi semboller vasıtasıyla elinde tutanlarda ise durum farklıdır. Bu durumda düşünce farklılıkları ve anlaşmazlıklar söz konusu olabilir.
Farabi, halkın yönetiminde dinin kullanımına karşı nefretini keskin sözler ve daha az mecaz yardımıyla göstermekten kaçınmamaktadır. Farabi’nin El-Medinetü’l-Fazıla (Erdemli Şehir) isimli eseri ortaçağ kültür tarihinin, özellikle de siyaset felsefesi alanının sembolik kitaplarından biridir. Hz. İsa’nın doğumundan sonraki ilk bin yılda Augustinus’un (354-430) Tanrı Devleti’nin yanında siyaset felsefesi alanındaki en önemli eserlerden biri olduğunu iddia etmek abartı olmayacaktır. Farabi’nin kitabında metafizik, doğa felsefesi ve psikoloji gibi felsefesinin diğer konuları mufassal bir şekilde sunuluyor olsa da bu, pratik felsefe, ahlak ve siyasetini mantıksal bir çerçevede temellendirmek amacını taşımaktadır. O, insanların davranışları ve devletin yönetimi hakkındaki önerilerini mantıksal çerçeveye oturtmak ve reel anlamda mümkün olduğu ölçüde bütünleştirmek istemiştir. Farabi’ye göre şehir, dünyanın/evrenin bir parçasıdır ve onun yapı ve fonksiyonuna tabidir. Farabi, antik Yunan felsefe geleneğini, geç antik dönemde (M.S. 6-7 yy) İskenderiye’ye aktarıldığı ve muhafaza edildiği, ayrıca Ğers siyasi düşüncesi ve İslam dini ile zenginleştirildiği şekliyle yeniden canlandırmayı başarmıştır.
Buna benzer bir girişim ondan önce denenmemişti; onun bu girişimi düşünce tarihi için yön gösterici olmuştur. El-Medinetü’l-Fazıla (Erdemli Şehir) isimli eseri sonraki yüzyıllarda hem Arap hem de Yahudi siyasi düşüncesi üzerinde etkili olmuştur. Diğer çoğu ortaçağ Arap filozoflarının metinleri gibi bu kitabın da Latinceye tercüme edilmemiş olmasının Avrupa’daki algısına etkileri olmuştur. Yine de Farabi’nin siyaset felsefesinin önemli temel çizgileri gibi kitaptaki çoğu düşünceleri, İbn Rüşd ve İbn Meymun gibi diğer filozofların yazılarıyla Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Farabi’nin kitabında yeni olan ve bugün hâlâ ciddi bir çalışmayı ilginç hâle getiren iki husus vardır: biri devlet bağlamında din ve siyasetin ilişkisi, diğeri bir dünya devletinin kurulması yönündeki önerisidir. Farabi için felsefe, onunla gerçekliği dile getirebildiği için dinden daha anlamlıdır. Din, halk tarafından anlaşılabilmesi için insanların bir ve tek hakikati en basit şekilde formüle etmelerine yönelik bir denemedir.
Neticede çok farklı dinler bir gerçekliği çarpıtmadan sundukları ölçüde anlamlı ve aynı şekilde önemli olarak saygın olabilirler. Şüphesiz felsefe ve mantığın gerçekliğinden uzaklaşırlarsa, gerçekliğin hatalı bir analizini sunmaları açısından tehlikeli hâle gelirler. Farabi’nin bu tezleri, özellikle teologlar tarafından çekimserlikle karşılanmasına ve onun dinî senkretizmcilikle suçlanmasına rağmen, kitabın yazıldığı dönem için özellikle önemli ve yararlı, ancak aynı zamanda günümüz için de aktüalitesini kaybetmemiş olan bir hoşgörü ruhu meydana getirmiştir.
Farabi çok etnisiteli bir toplumda yaşadı ve kendisi etnik olarak Arap değildi. O, dinlerin politikacılar ve dinî liderler tarafından halkı yönlendirmek amacıyla sıklıkla yanlış yorumlandığını biliyordu. En büyük hedefi kamu yararı ve halkın veya insanlığın refahını teşvik etmek değildi, aksine kendi çıkarlarına/ilgilerine hizmet etmekti; veya daha basit bir ifadeyle; iktidar sahibi olmak ve onu kendine mal etmekti. Ona göre, antik Yunan şehir devletlerinin (polis) sınırlarını aşıp dünya imparatorlukları bünyesinde yaşayan halkların ahenk içerisinde birlikte yaşamı, birbiriyle rekabet ve mücadele içindeki dinler söz konusu ise asla mümkün değildi.
*Atina Üniversitesi, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.