Muhakkik Mimar Turgut Cansever’den “İslâm Şehri”ne dair Yeni bir Tasavvur ve Tasarım

Yahya Düzenli

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Şehirlerimizi tarihî süreçte geçirdikleri değişimler, yenilenmeler ve kendilerine yabancılaşmalar bağlamında gözlemlediğimizde; dünya görüşü ve medeniyet tasavvurunun kaybolmaya başlamasıyla birlikte, şehirlerimizin de ifsat edilmeye başladığına şahit oluyoruz.

    Şimdilerde ise… “Yaşanmaya değer” şehirlerden, irade sahibi olmayan canlılara mahsus “sığınma ve barınma” mekânlarına doğru hızla sürüklenen şehirlerimizin bozulma ve tefessühte zirve yaptığı modern zamanlardayız.

    Tanzimat’la birlikte belirgin hâle gelen bu başkalaşım süreci, Batı şehirlerinden koparma/aşırma parçalarla tarihî şehirlerimiz değiştirilmeye çalışılmış, Batı klonlaması şehirlerimizde “protez organlar” olarak yer almaya başlamıştır. Cumhuriyetle birlikte; kadîm şehirlerimizden başlayarak “tarihi hatırlatan” ne varsa tahrip ve yok etmeye yönelik “devlet operasyonları” hız kazanmıştır. Bu operasyonlar şehirlerimizin “gen”leriyle oynamanın ötesinde “gen”lerini yok etme ve kendisi olmaktan çıkarmaya kadar gitmiştir. Bu hâli Üstad Necip Fazıl “artık alafrangalığın başladığı 1839 devletiyle ondan 3 asır evvelki devlet arasındaki farkı, Topkapı Sarayına karşılık Mecidiye Kasrı, kâşaneye mukabil kümes” metaforuyla özetlemektedir.

    Rahmetli muhakkik-mimar Turgut Cansever de 1993 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide “Türkiye’deki tahribatın 150 yıldır devam ettiği”ni söylemiştir.

    Ontolojik İdrak ve Cansever
    Cansever, bir mimarda olması gereken irfan ve tarihî derinlikle insanın Yaratıcı ile ilişkisi ve dünyaya dair tezyin edici rolüne ilişkin muhteşem bir tespit yapar: “Dünya, Allah ne yaptıysa güzel olduğu için güzel oluyor. İslâm, bu güzelliği fark etme ve muhafaza etme mükellefiyetini yüklüyor insana. Dolayısıyla dünyanın güzelliğini idrak etme imkânı doğuyor insan için…
    Dünyayı bilirken de Cenab-ı Hakk’ı bilmiş oluyor. Bunu bilince de dünyaya karşı sorumlu hale geliyor. Bu bilince sahip tek yaratık olunca, bu güzelliğin hüsn-ü muhafazasını da yüklenebilecek yaratık oluyor.” Cansever, bu ontolojik idrakle insanın görevinin “ilâhî iradeye yönelik bilincini yaptığına yansıtmak” olduğunu ifade ediyor.

    Gene insan, varlık ve mimariye ilişkin, “Mimarî, insan ile varlık arasındaki ilişkiyi, maddî, organik, ruhî ve fikrî bütün varlık alan ve tabakalarında düzenleyen bir disiplindir. Teknolojik, iktisadî ve politik sorunlara ek olarak insanın fikrî dünyasının tümünü kapsar. Varlık ile ilişkisini bilinçle düzenlemek insana özgüdür. Dünya ile bilinçli ilişkisini düzenleyemediği aşamada insan yalnızca fizyolojik bir yaratıktır.” yorumunu yapar.

    Rahmetli muhakkik-mimarın bu tespit ve ikazlarından yola çıkarak şu soruyu soralım: İslâm şehri bir ütopya mı? Yani gerçekliği olmayan, gerçekleştirilemeyecek, sadece zihin konforu ve fanteziden ibaret bir kurgu mu? Şehirlerimizin kaos ve kasvetinden kaçışın verdiği bir zihnî sığınma refleksi mi?

    Bu temel soruyu şöyle de sorabiliriz: “Bize ait şehir”in İslâmî kodları nasıl olmalı? Selçuklu ve Osmanlı şehir birikiminin günümüze intikali mümkün müdür? Osmanlı şehri tekrar inşa edilebilir mi? Tarihte varolmuş şehri günümüze taşımak mümkün olabilir mi?

    Bu ontolojik sorulara bugüne kadar cevap verebilmiş, cevabı temellendirmiş ve muhtevalandırmış, Osmanlı şehrinin günümüzde nasıl olması gerektiğini projelendirmiş yegâne fikir adamı ve mimar Turgut Cansever’dir.

    Cansever’in “yeni bir şehir idraki ve inşası”nın “niçin” ve “nasıl”ına dair ortaya koyduğu fikrî çalışmalar/projeler ne yazık ki karşılık görmemiş, en çok da kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlayan iktidarlarca “yok sayılmış”tır.

    Dünyayı Güzelleştirmek ve Yaşanmaya Değer Şehir
    Şehirlerimiz öylesine ifsat ve iğfal edildi ki; bu ifsatla tasavvurunu medeniyet köklerimizden alan “yeni bir şehir” inşasını düşünemez olduk. Onun için de Cansever’in tenkit ve tekliflerini anlaşılamaz veya gerçekleştirilemez görüyoruz. Her alanda olduğu gibi şehircilik ve mimarîde de idraklerin iltihaplanması sonucu bünyenin enfekte olması, “yaşanmaya değer şehir” tekliflerine karşı sağırlaştırıyor bizi.

    Şehirlerimizin tarihî kimlik ve asliyyetini kaybetmeye başlamasıyla birlikte rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in teklif üreten feryatları su yüzüne çıkmıştır.
    Cansever’in “İslâm Şehri ve Mimarisi”ne dair temellendirmelerine kesitler hâlinde göz attığımızda bu büyük muhakkik-mimarın şehir tanımından başlayarak şehir tasarımı ve uygulamalarına kadar kadîm şehirlerimizin tarihî genetiklerini muhtevasında barındıran bir şehirci olduğunu görürüz.

    Yeryüzünün imar ve inşasının insanın temel mükellefiyetlerinden birisi olduğu ve bu anlamda onun “amel-i salih” bağlamında en önemli eylemi olduğuna işaret eden Cansever; “Şehir; ahlâkın, sanatın, felsefe ve dinî düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır.” diyerek “Müslümanların şehri”ne dair ekseni ortaya koymuştur. Ayrıca, vefatından 3 yıl önce verdiği bir konferansın ismi O’nun hayatını ve eserini neye adadığının cevabı olduğu gibi, şehirci ve mimarın gayesini de ortaya koyar. Konferansın ismi: “Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek”tir.

    Ontolojik derinlikten seslenen Cansever’in bu konferansının “şerh”ine girmeden bazı kesitlerle İslam şehri ve mimarîsine dair düşüncelerine değinelim.

    Sanatkârlar içinde “insan ve varlık idraki”nin şuurunda olması gerekenler belki de en başta mimarlar olmalı. Çünkü sürekli “eser” üzerinde işliyorlar, derinleşiyorlar… İslâmî ontolojide varlığı kavramanın “eserden müessire” ve “müessirden esere” olarak iki yönü olduğunu bilenler, Cansever’in söylediklerini ve eserlerini anlamanın cümle kapısına yanaşabilirler…

    Günümüzün Mimar Sinan’ı
    Şehir ve mimarîde Osmanlı döneminin Mimar Sinan’ı ne ise Cumhuriyet döneminin mimarı Turgut Cansever de odur! Bu noktada rahatlıkla şöyle söyleyebiliriz: Sinan anlaşılabilirse Cansever anlaşılabilir; Cansever anlaşılabilirse Sinan anlaşılabilir! Peki böyle olmasına rağmen Cansever niçin okunmaz, okunsa da anlaşılmaz?

    Cansever, ahiret bilincinin aynı zamanda bir ahlâki sorumluluk bilincinin temelini teşkil ettiğini vurguluyor: “Ahiretin, aslında insanlarda bir sorumluluk duygusu, bir düşünce, bir idrak oluşturduğunu bilmemiz gerekiyor. 1950’lerde, ‘İstanbul nüfusunun; ülke nüfusunun artışı şöyle olacak, onun için şu gibi tedbirler alalım, almamız lazım.’ dediğimizde karşılık olarak, ‘Boş ver onları, bugün biz rahat yaşayalım, gerisi ne olursa olsun.’ deniliyor; doğrusu insanlığa karşı kendini sorumlu hissedeceği yerde, o günü rahatça geçirmek isteyen, o günü yalnız kendi için düşünen, istismarcı, gayri ahlaki bir tavır ortaya çıkıyor. Ahiret bilinci, bu nedenle, bir ahlaki sorumluluk bilincinin, idrakinin temelini teşkil ediyor.”
    Bu idrakle İslâm Şehri’ne dair temel dinamiklerin altını çizen Cansever; “İslâm şehri insanlık tarihinin çok müstesna bir ürünüdür.” der ve şöyle devam eder: “Bu şehri iki özelliğiyle algılamak mümkün. Bir, hâkim iradenin görünür olmaması, ikincisi de kendiliğinden oluşmuş bir güzellik olması. Bir birlik içinde görünür olan iki ifadenin bir toplumu, bir şehri yönetirken iki temel varlık realitesini gözden uzak tutmamak üzere girişilmiş teşebbüsler sonucunda vücuda gelmiş olması…” Cansever, bu konuda Osmanlı şehir uygulamalarından günümüze taşınabilecek örnekler de vermektedir.

    Şehir ve mimariye ilişkin “Dil ve Dünya Görüşü”nün nasıl bir tarihsel temele istinad etmesi, oturması gerektiğine vurgu yapan Cansever’e kulak vermemek, gerçekte bu sesi algılayacak idrake sahip olmamak demektir. Nitekim de öyle olmuştur ve oluyor.

    Dünya tasarımının bir muhakkik mimarın diliyle nasıl bir “idrak” istediği anlaşılmadıkça, şehirlerimiz “yaşanamaz” olma niteliğini sürdürecektir. Çünkü insanın yaşamalar dünyasına ilişkin eylemlerini belirleyen “ahiret sorumluluğu”dur. Ahirete inanıp da böyle bir sorumluğun gereğini yerine getirmemek “din ayrı dünya ayrı” saçmalığına inanmadığı hâlde bu saçmalığı hayatında yaşatmaktan başka ne olabilir ki!

    “Dinin dünya tasarımı”nda şehir ve mimarinin “olması gereken yeri”ni hakkiyle işaret eden Cansever’i kim okur, kim anlar? Dilini unutmuş, dünya görüşünü oluşturmamış, tarih ve gelenek diye bir kaygısı kalmamış bir toplumda Cansever’in açtığı “idrak kanalı” fark edilebilir mi?

    Tarih ve zamanın toplumların önüne çıkardığı imkân ve fırsatları heba etmenin, tarihe, varlığa, idrake karşı işlenmiş bir cinayet olduğunu anlayabilenler, Cansever’in yukarıdaki cümleleri üzerinde düşünmelidir.

    Cansever, kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söyler: “Yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye’dir, başka ülkelerin şansı çok az… Ne Çin meseleleri çözebilir gibi gözüküyor, ki çözemediği ortaya çıktı, ne Rusya, ne Amerika, ne de Batı Avrupa… Türkiye, insanlığın konut çözümüne örnek teşkil edecek adımlar atabilir.”

    Cansever’in gerek kitap-eserleri, gerekse de ortaya koyduğu mimarî uygulamalar O’nun bir şehirci ve mimarî mütefekkir olmanın ötesinde tasarımcı ve uygulamacığını da ortaya koymaktadır. Ancak bu müthiş hissizlik ve idraksizlik arsasında Cansever’in bina inşa etmesi mümkün görünmüyor… Belki zihin ıslahından sonra böyle bir inşaya yol açılabilir… Kim bilir…

    Semerkand ve Ballıkuyumcu Toplu Konut Projesi
    Cansever’in mimarî ve uygulamalarından iki örnek verelim. Birincisi Semerkand’da İmam-ı Buharî Külliyesi Yarışma Projesi’ndeki plân notu müthiştir:

    “… temel tercih, Türbenin 10 asır evvel inşa edildiği ve İmam-ı Buhari Hazretlerine saygının en açık ifadesi olan abidevi ölçüleriyle restore edilmesi, çevrenin artan ziyaretçi sayısını barındırırken Türbeyi huşu ve vakar ile ziyaret etmeye imkan sağlaması, ziyaretçilerin vasıtalarından indikten sonra ziyaret fiillerinin manevi yüceliğini idrak ederek, bahçeler ile çevrili uzun bir yolu ‘yürüyerek’ ona ulaşmaları, ziyaret sonrası tarihî mescidde 2 rekât namaz kıldıktan sonra yöreden ayrılmalarının düzenlenmesi bizim projemizin amacı olmuştur…”

    Mekâna yanaşan insanın o mekânla kuracağı ilişki ve mekânda kimin “yaşadığı”nı hissetmesi, ancak böylesine bir muhakkik-mimarın ortaya koyacağı eserle mümkündü ama olmadı. Cansever bu projesiyle “şerefül mekan bil mekîn” geleneğimizin bir devamı olarak bize büyük velîlerin huzurlarına “huzur içinde” yaklaşabilmenin mekân şartlarını da hazırlamıştı.

    Bir diğer uygulaması: Ortaya koyduğu münferit mekân-eserlerin yanında son yıllarında hazırladığı, belki de modern zaman şehirlerinde olması gereken mahalleyi ruh, kimlik ve mekân olarak tasarlayıp projelendiren “Ballıkuyumcu Toplu Konut Alanı Projesi”dir ki, maalesef akîm kalmıştır.

    HABITAT II ve Yeni Şehirler Projesi
    Cansever’in ülkemizde büyük bir şehir ve mimari dönüşümünün gerçekleşmesine sebep olacak kitaplık çapta projelendirilmiş iki çalışması daha vardır ama ne yazık ki muhataplarında karşılık bulamamış, gerçekleştirilememiştir. Bunlar:

    1.) 1996 yılında hazırladığı “HABITAT II Konferansı İçin Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler” isimli Türkiye raporudur. Bu raporda Türkiye’nin şehir dönüşümü bölümler hâlinde niçin ve nasıl’ıyla ele alınmış ve bir raporun sınırlarını aşan bir biçimde HABITAT’a sunulmuştur. Sadece konu başlıkları bile Cansever’in hayallerini-fikirlerini “mücerretten müşahhasa” nasıl dönüştürdüğünü gösterir.

    Cansever bu rapor-kitabında “Her insanın bu dünyada yaşamak, bilinçlenmek, sorumluluk yüklenmek ve gelecek nesillere daha güzel bir dünya inşa ederek yücelmek imkanı ve hakkının tekrar tesisi âdil olan her çağır aslî vazifeleridir.” diyerek ontolojik bir temel oluşturmuştur.

    2.) Kitaplık çapta ikinci projesi, 2001 yılında hazırlayıp 12 Mayıs 2003 yılında Başbakanlığa sunduğu “Pilot Şehir ve Örnek Yerleşim Modeli”ne esas olarak hazırladığı iki ciltlik “İstanbul’luları Yeni Şehirlere Yerleştirme Projesi”dir. Ancak bu proje de diğerleri gibi akıbeti meçhul bir şekilde kaybolmuş, yok olmuştur.

    İslâm Medeniyeti – Ben İdraki
    Burada, bir yazının sınırları içerinde daha fazla detaya girmeden İdrak ve İnşa başlığıyla “Turgut Cansever Mimarlığının iki düzlemi” üzerine klasik bir kitap hazırlayan mimar Halil İbrahim Düzenli’nin Cansever’i kuşatıcı bir tespitine yer verelim:

    “İslam medeniyeti ben-idraki güçlü ve esnek niteliklere sahiptir. Cansever’in söylemi ve projeleri bu özellikleri yansıtmaktadır. Cansever’in projeleri güçlü medeniyet ben-idrakininin yansımalarıdır. Çünkü kavramsal çerçeve uygulamadaki bütünlük açısından iyi temellendirilmiş ve evrensel niteliktedir. Cansever’in projeleri esnek medeniyet ben-idrakinin yansımalarıdır. Çünkü Türkiye’nin sürekli temas halinde olduğu farklı varlıksal-tarihi-coğrafi aidiyet değerlerine göre tanımlanmış medeniyetlere ait örneğin modern estetiğin ve postmodern sorgulamaların sunduğu imkânlardan yararlanmayı bilmiştir.

    Cansever’in “İslâmî davranış tercihleri” dediği Asudelik, Bîtaraflık, Çekingenlik, Dindarlık, Durağan ifade, Dürüstlük, Huşu, İstiğrak, Mahcubiyet, Mütevazılık, Nezaket, Rıza, Sadelik, Sakin ifade, Saygı, Sükunet, Şükür, Takva, Tevazu, Tevekkül, Umut, Vakar, Vecd, Yumuşaklık, Zerafet, Zevk, Züht gibi kavramlar”a karşılık gelebilecek şehir ve mekân tasarımları Turgut Cansever mimarlığının temel tercihleridir.

    Cansever, muhakkik bir medeniyet mimarı olarak ne yazık ki medeniyet, şehir ve mimarimize dair endişeleri, feryâtları, tedbir ve teklifleriyle aramızdan ayrılmıştır.

    O’nun rehber niteliğindeki eserlerinden yeni şehir ve mekân tasarımlarını ortaya koyabilecek, şehirci ve mimarlar, onu farkedememiş ve edemiyorlar.
    Şehirlerimizin genetik tahribatını önleyecek ve yeni bir genetik üretimi sağlamak için ihtiyaç duyulan şey yeni bir şehir ve mimarî idraki ve ahlâkıdır…

    Cansever İdraki: Cansever’i Anlayıp Tartışabilmek
    Rahmetli muhakkik-mimar Turgut Cansever’in “İslam Şehri ve Mimarisi”ni tartışabilmek, eleştirebilmek için her şeyden önce kendisi çapında eserleri ortaya koymuş veya o eserleri anlayabilecek, okuyabilecek ve alternatif görüşler ortaya koyabilecek şehirci ve mimarlara ihtiyaç var.

    Modern zamanların Müslüman coğrafyalarında hiçbir alâmet, tasavvur ve tasarım olarak belirmeyen, belirme emareleri de olmayan “İslâm şehri”ne dair “Niçin İslâm şehri?” ve “Nasıl İslâm şehri?” sorularının cevabı Cansever’in kitaplarıyla ortaya koyduğu mimari eserlerde saklıdır. Kapağı henüz açılmamış, miadı dolmamış Cansever’in bu şehir iksirleri muhataplarını beklemektedir.

    Hepsi orijinal olan eserlerin Müslüman duyarlılığıyla yeniden gözlemlenip okunması, tartışılması ve “Osmanlı Mimarlığı için Mimar Sinan ne ise Yeni Türkiye için de Turgut Cansever o olmalıdır.” hükmünün müşahhaslaşması, şehirlerimizin gerçek bir İslâm şehri olmalarının önünü açacaktır.

    Şehirlerimizin kaos ve kasvetinden kaçmak için bir “sığınma psikolojisi” içerisinde çaresizliğin verdiği telâşla hayalî ve ütopik bir şehir tasavvuruyla Cansever’e mi sığınıyoruz? Tabii ki hayır. Bugüne kadar İslâm Şehri’ne dair en kapsamlı eserleri ortaya koyan, tarihî arka plânı bütün berraklığıyla aydınlatan, günümüze bazı modellemelerle uygulayan ve “geleceğin İslâm şehri”nin kodlarını bize sunan Cansever, kendisini anlayacak “üstün idrak”leri beklemektedir.