Gelişmiş Düşünce Biçimi Ve Kozmopolitizm “Avrupai” Aydınlanmanın Bir Mirası
Georg Cavallar
Kozmopolitizm, insanların etnik köken, din, ırk, bölge veya siyasi görüşlerine bakılmaksızın tüm dünyayı kapsayan bir topluma ait olduklarını veya olması gerektiklerini savunan bir teoridir. Günümüzde kozmopolitizmden bahsedildiğinde, daha çok onun bir tür küresel hukuk düzenini savunan siyasi yönüne atıf yapılır, yani bir dünya devletine.1 Küresel bir pazar ve iktisadi uyum talep eden ekonomik veya ticari kozmopolitizm ise doğal hukuka bağlı kozmopolitizmden ve onun modern şekli olan insan haklarına, daha doğrusu bireysel hukuka bağlı kozmopolitizmden farklıdır.
Epistemolojik veya bilişsel kozmopolitizm Kant’ın kelimelerinde “aklın bencilliğini” aşmaya çalışan bir tutum veya anlayışa bağlıdır. Bu bencillik insanların kendi yargılarını başkalarının yargıları yardımıyla teste tabi tutmaya hazır olmamalarından kaynaklanmaktadır. Normatif ideal, genel insan aklının üç ilkesinden birine bağlıdır; bu da ön yargısız, gelişmiş ve tutarlı düşünce biçimidir. Bunlardan ilki ön yargılar ve batıl inançlar ile mücadele eder ve “daima kendi başına düşünme”ye hazırlıklı olma ile aydınlanmayla örtüşür.
Tutarlı düşünce biçimi, itiraz hürriyeti ilkesine bağlı kalarak, dolayısıyla “kendiyle tutarlı” bir biçimde düşünmeye dayalıdır. Gelişmiş düşünce biçimi mantıksal bencilliği aşmaktadır. “Bencilliğe sadece çoğulculuk karşı koyabilir, yani şu düşünme şekli: Kendini tek başına bütün dünya olarak kabul etme değil, sadece bir dünya vatandaşı olarak görüp bu şekilde davranma.”2 Kendi mantıksal bencilliğini aşmaya çalışan kimse, olgulara başkalarının bakış açısından bakmaya, kendisini onların yerine koymaya ve kendi kararlarını onların kararları ile kıyaslamaya çalışır.
Günlük hayatta ve tabii bilimsel literatürde sıklıkla genellemeler yapılarak “aydınlanma”dan ve “aydınlar”dan bahsedilmektedir. Burada öncelikle bazı ayrımlar yapılmaktadır. 18. yüzyılda gerçekleşen Avrupa aydınlanmasının çeşitliliği basit yaftalamalar yapmayı imkânsız kılmaktadır. Bu çeşitliliğin ortak bir zemine sahip olması bu bağlamda önem teşkil etmemektedir. Entelektüel dürüstlük ilkeleri gereğince -ilk olarak- basit klişelerden kaçınılmalı; bununla beraber ne “aydınlanma ideallerinin karikatürlerine” saldırılmalı ne de bunlar savunulmalıdır.3 İkincil olarak aydınlanmanın, “modernliğin bütünüyle ve neredeyse her açısı ile Batı medeniyeti adı altında toplanması” hususunda özdeşleştirildiği “şişirilmiş aydınlanma” kavramından vazgeçmek daha isabetli olacaktır.4 Bunun yerine aydınlanmanın düşünce tarihinde Avrupa ve Kuzey Amerika’da, 1650 ila 1800 yılları arasında yaşanan reform hareketi için tarihî bir dönemi tanımlamak için kullanılması gerekmektedir. Bilhassa Almanca konuşulan bölgelerde ortaya çıkan kendi fikir dünyasını sorgulama temayülü, aydınlanma dönemi sonrasında aydınlanmanın aydınlanmasını konu almıştır. Artık sadece batıl inançların ve ön yargıların ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda sözde bilginin yerine yeni bir sözde bilginin gelmesini engelleyerek bunu ortadan kaldırmak hedeflenmişti. Aydınlanma, çoğu insan tarafından bir eleştiri olarak algılanmıştır; bilhassa öz eleştiri olarak, yani kendi ön yargılarının, düşünce biçiminin ve iç metafizik varsayımlarının eleştirel denetlenmesi. Fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanma, Alex Hutter’in de vurguladığı gibi “aydınlanmanın aydınlanmasıdır.” 5 Fikir dünyasını tekrar sorgulamayan aydınlanma yanlış bilginin, ön yargının veya cahilliğin ortadan kaldırılmasıyla yetinmiş ve sadece bilginin artması için çabalamıştı. Fakat fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanma tam da bu bilgiyi sorun hâline getirmiş; bilgi hakkında aydınlatmaya çalışmıştır. Bu sebepten dolayı akıl “tüm görevlerinden en zoru olan, kendini bilme görevini […] üstlenmek zorundadır.” 6 Fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanma böylece bir tehdide karşı tepki göstermekteydi; bu tehdit sorumluluk oluşturacak hiçbir bilgiye uyum sağlayamayan, bireysel bilgilerin sadece toplanılması ve neticesinde tekrardan yeni bir zihnî erginliğin yitirilmesinin desteklenme tehdidiydi. Fikir dünyasını tekrar sorgulamayan aydınlanma, körü körüne bilgi yığılması ile böyle bir zihnî erginliğin yitirilmesini ortaya çıkarmıştır; böylece aydınlanmanın asıl amacı olan insanın kendini bilmesi ve bununla beraber fikir dünyasının tekrar sorgulanması, unutulma veya yitirilme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktaydı.7 Kant bu sebepten dolayı akademik disiplinler ve bilgelik ilmi olarak felsefeyi birbirinden ayrı yerlere koymaktadır. Bilgi seviyesinin yüksek olması aydınlanmanın da yüksek olması anlamına gelmemektedir. Esas olan bilgilerin kalitesi ve kendi başına düşünme sürecinde bunları doğru şekilde kullanmaktır.
Gelişmiş kozmopolit düşünme biçimi veya düşünme şekli -dar anlamda- düşünmenin “nasıl” yapıldığına dayalıdır. Bu düşünme biçimi Kant’ın geniş tanımlaması ile gerçekten de örtüştüğü hâlde ahlaki görüş, zihniyet, tutum veya konum gibi niteliklere yakın olmasına rağmen bunlardan farklıdır. Gelişmiş düşünme biçimi kozmopolitik tutuma çok yakındır, fakat kozmopolitizmin aksine bilhassa bilişsel bir yeterlilik veya yetenektir. “Küresel düşünme”den farklıdır, zira gelişmiş düşünme biçimi her nesnede veya konuda, küresel boyutu olmamasına rağmen devreye girmektedir. Dünya vatandaşları bu bağlamda kendi düşünmelerini geliştirmeye ve kararlarında mümkün olduğu kadar en yüksek tutarlılık ve evrensellik oranına ulaşmaya çalışmaktadır. İdeal durumda “kararın sübjektif özel koşullarını” aşan kozmopolit bir bakış açısına ulaşılmaktadır. Gelişmiş düşünce biçimini kullanan bir insan (sadece kendisini başkalarının yerine koyması ile) genel bir konumdan yola çıkarak kendi kararını tekrardan sorgular. 8
Yaygın bir klişeye göre “aydınlanma” tek taraflı akılcıdır ve akla olan saf inancı temsil etmektedir; bu Romantizm dönemine dayalı bir eleştiridir. 9 Aslında gelişmiş düşünme biçimi konsepti sınırlı, genel ve vazgeçilmez bir akıl veya daha doğrusu insanın akletme yeteneğini içeren bir teoriyi işaret eder. Akıl sınırlıdır, zira objektif eleştiriye karşı durabilen kapsamlı metafizik bir sistemi tasarlama imkânı bulunmamaktadır. Bu çoğu aydının temel inançlarının bir parçasıdır ve bu sebepten dolayı bu aydınlar, Cassirer’in de ifade ettiği gibi, “zihin sistemi” yerine “sistematik zihni” koymuşlardır; bu da 17. yüzyıl akılcı metafiziği ve Descartes için özgündür. 10 Akıl yanılabilir olarak görülmektedir ve bundan dolayı “dışarıdan” yardıma, başka akla sahip canlılar tarafından düzeltilmeye muhtaçtır. Akıl, verilmiş değil vazgeçilmiş olan hakikat ufkunun altındadır. Fakat akıl aynı zamanda geneldir, zira tüm insanların prensip olarak aklı olduğu kabul edilir; fikirlerini paylaşmadığımız insanlar da dâhil.
Aydınlanma kimi zaman sadece modern döneme ve Avrupa’ya mahsus bir olgu olarak görülmektedir ve bundan dolayı İslam’ın veya İslam’ın etkisi altında olan ülkelerin bu yeteneğe sahip ve Avrupa’ya ait olmadıkları veya kendi aydınlanmalarını geliştiremedikleri ileri sürülmektedir. 11 Fakat aydınlanma 1650 ila 1800 yılları arasında sadece Avrupa’da meydana gelen tarihî bir olay olarak kabul edilmemelidir; yani o, yukarıda “tarihî bir dönem tanımı” olarak adlandırdığım şekilde değil; aksine kendi başına düşünme, eleştirel karar verme ve gelişmiş düşünce biçimini geliştirme doğrultusunda her insana hitap eden, kültürleri aşan genel bir davettir. Fikir dünyasını defaaten sorgulayan aydınlanmanın aydınlanması, özeleştiri yapar ve kendi ön yargıları ve düşünce biçimleri hakkında yapılan eleştirileri ciddiye alır. O, akıl ile sadece bilginin toplamasını değil, aksine “insan aklının esas amaçları” 12 hakkında düşünen, aklın felsefi aydınlanmasını konu alan bilgelik ilmidir.
Müslümanlar “kozmopolit bir Avrupa’ya” nasıl ve ne ölçüde katkı sağlayabilir? Gelişmiş düşünce biçimi gereğince ilk olarak bu sorunun Avrupa merkezli varsayımları içerip içermediği anlaşılmalıdır; bu sebepten dolayı aşağıdaki sorulara cevap bulunmalıdır: Avrupalı entelektüeller “Avrupa”, “kozmopolitizm”, “standart” veya “ideal” kavramlarını kullanırken bu kavramlar ile tam olarak neyi kastetmektedirler? Buna bağlı olarak Müslümanlar adına karar mı vermektedirler veya Müslümanlara bu durumlarda nasıl davranacaklarını mı emretmektedirler? Kanaatimce bu gerekli de değildir, mantıklı da: Çoğu zaman belirsiz ve çeşitli şekillerde tanımlanarak Müslümanlardan talep edilen “Avrupa değerlerine” uyum sağlamaları aydınlanmadan ziyade onlara çocuklarmış gibi davranma ile alakalıdır. Aydınlanmanın sonucunda insanlar, kendi mantıklarıyla kanıtlayarak, fikir dünyalarını tekrar sorgulayarak ve eleştirel olarak denetleyerek onaylarını verebilirler.
Eğer sıklıkla dile getirilen “Avrupa değerleri” gerçekte yukarıda tanımlanan fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanma ve gelişmiş düşünce biçimi ile örtüşse, durum farklı olurdu. Böyle bir durumda Avrupalıların, Müslümanlardan bu tarz bir aydınlanma ve düşünce şekli talep etmek üzere haklı sebepleri olurdu. Fakat izlenimlerime göre aydınlanma genel olarak Avrupa’da farklı anlaşılmaktadır, örneğin sadece tarihî bir dönem tanımına veya laikleşmeye indirgenmektedir ve “Avrupa değerleri” isteğe göre çok farklı anlamlara gelebilmektedir; demokrasi, insan hakları veya basın özgürlüğü gibi. Fakat bunlar en başta çok farklı düşünceler ile “doldurulan” sade etiketlerdir. Benim burada ileri sürdüğüm normatif ideal, tarihî ve kültürel açıdan farklı kodlanmış içeriklerden ibaret değildir, aksine genel insan aklından kazanılan ilkelere olan biçimsel yetenek veya “yeterlilikten” kaynaklanmaktadır; yani ön yargısız, gelişmiş ve tutarlı düşünce biçiminden oluşmaktadır. Bu akıl aynı zamanda cumhuriyetçidir: Bu bağlamda hiçbir grubun imtiyazı bulunmamaktadır, zira her ne kadar idealist olduğunu kabul etsek de bu teori çerçevesinde, fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanmaya göre akletme yeteneği olan her canlı bu biçimsel yeteneğe de sahiptir. Ayrıca bu konsepti tartışırken yine sadece “Avrupai” bir mantıktan bahsetmek mümkün görünse de kanaatimce bu pek olası değildir. Zira tarihten ve günümüzden bazı insanlar üzerinden örneklendirecek olursak, Avrupa’nın kültür bölgesinden gelmeyen insanlar da bu gelişmiş düşünce biçimini uygulamışlar ve hâlen de uygulamaktadırlar.
Bu bağlamda kısaca bir örnek vermek istiyorum. İngiltere’de dünyaya gelen bir Müslüman olan Ed Husain gençliğinde bazı öğretmenlerinde gelişmiş düşünce biçimini ve böylece kozmopolit bir tutumu müşahede etmiştir: “Birçok öğretmenimin ten rengine önem atfetmeyen insancıl tutumları, zorbalığa karşı olan dirençleri, bize ömrümüzün geri kalanı için ders olmuştu. Britanya bizim vatanımızdı.” 13 Bu alıntıda bahsi geçen zorbalığın temsilcileri 80’lerde Londra’da öne çıkan “Britanya Ulusal Cephesi”nin kavgacı üyeleridir. 16 yaşında Husain “kökten dinci” birisi olmuştur, fakat onun şu satırları yazmasına vesile olan eski öğretmenlerinin kozmopolit zihniyetlerini ve cesaretlerini asla unutmamıştır: “Britanya’ya olan inanç, Britanya’nın tarafsızlık ve eşitlik değerlerinin dile getirilmemiş takdiridir.”14 Üniversiteli bir öğrenci olarak Husain tarih profesörü Denis Judd’ın tarafsızlığına veya -kendi tanımlamama göre- gelişmiş düşünce biçimine hayran kalmıştır; bu düşünce şekli kökten dinciler tarafından öngörülen, “gayrimüslimlerin her fırsatta Müslümanlara ve İslam’a karşı kin ve nefretlerini ifade ettikleri” klişesine bir türlü uymamaktaydı.15 Gelişmiş düşünce biçimini muhtemelen en etkili ve hızlı öğrenme yolu, bu biçimi uygulayan insanlar ile temas hâlinde olmaktır. Kendi çabamız, yani kendi başımıza düşünme cesaretimiz yine de gereklidir ve Ed Husain, çağdaş eğitici bir roman gibi de okunabilecek otobiyografisinde bunu yapabildiğini göstermiştir. Kendi dünya görüşü ve bunun tutarlılığı hakkında düşünmeye başlamış, yavaş yavaş “kökten dinci” arkadaş çevresinden uzaklaşmış, kendi inancını, geleneklerini, İngiltere’deki Müslüman grupların, Batı toplumlarının ve Orta Doğu’daki Müslüman toplumların davranışlarını eleştirel olarak değerlendirmeye başlamıştır. Kanaatimce bu, fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanmanın uygulanmış bir şeklidir ve Wilhelm von Humboldt ve diğerlerinin ile sürdüğü neo-hümanizm gereğince kendi kendini eğitmek ve kendi eğilimlerini geliştirmektir. Bu uygulamanın sonucu nedir? 18. yüzyılın sonlarından beri yaygın olan bir klişeye göre aydınlanma laikliğe, materyalizme ve ateizme götürmektedir. Fakat gerçekte fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanmanın kaçınılmaz tek bir sonucu yoktur, aksine bu yöntem her türlü sonuca açıktır. Ed Husain örneğinde sonuç fikir dünyasını tekrar sorgulayan, modernliğe kabil bir İslam anlayışıdır; belki bu Alman neolog Johann Joachim Spalding tarafından savunulan aydınlatılmış Hristiyanlıkla kıyaslanabilir. Bu İslam anlayışının çerçevesini Abdolkarim Soroush “incelmiş” İslam olarak nitelendirmiştir. “Bu, dini saflaştırmak, daha hafif ve hareketli hâle getirmektir; başka bir deyişle elemeler, yontmalar ve dindarlığın üzerinden gereksiz katmanları silerek dine daha ince bir şekil vermektir.” 16
Dar düşünme biçimine Müslüman toplumlarından olduğu gibi Avrupa toplumlarından da örnekler gösterilebilir. Bu düşünce biçimini Holokost’un Yahudiler, Masonlar ve Amerikalı emperyalistlerin uydurması olduğunu ve 2015 yılının “İslam Devleti”nin gerçek İslam’ı uyguladığını düşünen kökten dinciler göstermektedir. Benzer fakat daha az tehlike içeren bir düşünce biçimini, Kuran’ı ilkel ve gülünç, “İslam”ı geri kalmış ve barbarca, ayrıca Batı’yı ahlaki olarak üstün kabul eden Batılı entelektüeller de göstermektedir. Fikir dünyasını tekrar sorgulayan aydınlanma ancak insanlar kendi başlarına düşünmeye başladıklarında, düşündüklerini tekrar irdelediklerinde, eleştirel olarak değerlendirip kendi konumlarını sorguladıklarına gerçekleşir. Kanaatimce biz Avrupalılar artık bu aydınlanmanın, kozmopolitizmin ve bu düşünce biçiminin pek de iyi öğreticileri değiliz.
1Aşağıdakiler için bilhassa şu eserlere bakınız: Kleingeld, Pauline (2012): Kant and Cosmopolitanism: The Philosophical Ideal of World Citizenship. Cambridge, ayrıca Cavallar, Georg (2011): Imperfect cosmopolis: studies in the history of international legal theory and cosmopolitan ideas. Cardiff. Cavallar, Georg (2015): Kant’s Embedded Cosmopolitanism: History, Philosophy and Education for World Citizens. Berlin und Boston, makalemde başlatmış olduğum bazı düşünceleri varsaymaktadır.
2 Kant, Immanuel (1900ff.): Werke. Akademie-Textausgabe. Berlin, hier Bd. 7: 130.
3 Louden, Robert B. (2007): The World We Want. How and Why the Ideals of the Enlightenment Still Elude Us. Oxford, 7.
4 Darnton, Robert (2003): George Washington’s False Teeth: An Unconventional Guide to the Eighteenth Century. New York, 11, Louden, Robert (2007): World We Want, 9.
5 Hutter, Axel (2009): “Kant und das Projekt einer Metaphysik der Aufklärung“, in: Klemme, Heiner (Hrsg.): Kant und die Zukunft der europäischen Aufklärung, Berlin, 68-81, hier 72. Ayrıca bakınız Recki, Birigt (2006): Kant und die Aufklärung, in: Die Vernunft, ihre Natur, ihr Gefühl und der Fortschritt. Aufsätze zu Immanuel Kant, Paderborn, 15-38.
6 Kant, Immanuel (1781): Kritik der reinen Vernunft, A XI, in: Werke, Bd. 4, 9.
7 Hutter, Axel (2009): „Kant“, 72.
8 Kant, Immanuel (1900ff.): Werke, Bd. 5, 295; bakınız ibid. Bd. 9, 57 und Bd. 19, 184-5.
9 Bilhassa bakınız Kondylis, Panajotis (1981): Die Aufklärung im Rahmen des neuzeitlichen Rationalismus. Stuttgart und Louden, Robert (2007): World We Want (aydınlanma hakkında yorumlama klişeleri üzere).
10 Cassirer, Ernst (2003): Die Philosophie der Aufklärung [1932]. Hamburg, XI, 7 und 101-2.
11 Schmidt, Helmut (2004): „Sind die Türken Europäer? Nein, sie passen nicht dazu“, in: Leggewie, Claus (Hrsg.), Die Türkei und Europa. Die Positionen, Frankfurt am Main, 162-66, hier 162.
12 Kant, Immanuel (1900ff.): Werke, Bd. 6, 434. La Rocca, Claudio (2009): “Aufgeklärte Vernunft – Gestern und Heute”, in: Klemme, Heiner (2009): Kant, 100-23.
13 Husain, Ed (2007): The Islamist: Why I Joined Radical Islam in Britain, What I Saw Inside and Why I Left, London, 2.
14 Husain 2007: 5.
15 Husain 2007: 158.
16 Soroush, Adbolkarim (2000): Reason, Freedom and Democracy in Islam. Essential writings of Adbolkarim Soroush, ed. Mahmoud Sadri and Ahmad Sadri, Oxford, 21.
* Viyana Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Öğretim Üyesi