Stoa Felsefesinin İslam Düşüncesine Etkisi
İbrahim Çapak
M.Ö. 300 tarihinde Zenon (M.Ö. 336-264) tarafından Atina’da kurulan ve İslam felsefesinde “Rivakiyye” olarak adlandırılan Stoa okulu, üç büyük döneme ayrılmaktadır: Bunlar; M.Ö. III. yüzyılda Kıbrıslı Zenon (336-264), Kleanthes (331-232) ve Khrysippos’un (280-210) yer aldığı “Eski Stoa”, M.Ö. II.-I. yüzyıllarda, öncüllüğünü Diogenes, Panetius (185-112) ve Poseidoioss’un (135-51) yaptığı “Orta Stoa”, M.S. I.-II. yüzyıllarda Seneca (M.Ö.4.- İ.S. 65.), Epiktetos (50-130) ve Marcus-Aurelius’un (121-180) öncüllüğündeki “İmparatorluk Stoası” olarak da isimlendirilen “Son Stoa” şeklinde sıralanabilir.
Akdeniz bölgesinin farklı yerlerinde, birbirini takibeden değişik zamanlarda, üç ayrı görünümle ortaya çıkan Stoacı akımlar arasında her ne kadar bazı farklılıklar bulunsa da, temelde ahlak, adalet ve erdem esaslarına dayanmaktadırlar. M.Ö. IV. yüzyılın sonunda başlayan bu düşünce akımı Roma’da da taraftar bulmuş, Seneca ve Marcus Aurelius ile M.S. II. yüzyılın sonuna kadar düşünsel etkisini sürdürmüştür. Ayrıca Hristiyan teolojisi, Shakspeare, Spinoza ve Butler gibi klasik filozofların yanı sıra çağdaş dönem üzerinde de etkisi olmuştur. Stoa ahlakı Ortaçağ, Rönesans ve modern zamanlarda da canlılığını sürdürmüş, okullarda okutulmuş, Montaigne, Descartes, Pascal gibi filozoflar Stoacı düşüncelerde yoğunlaşmışlardır.
Helenistik devrin büyük düşünce hareketlerinden biri olan Stoa Okulu, çağdaşı olan Epikür Okulu gibi insanı mutluluğa ulaştıracak bir hayat görüşü ortaya koymaya çalışmıştır. Okulun kurucusu olan Zenon, mutluluğun dıştan gelen etkilere ve kaderin cilvelerine değil, insanın bunlar karşısında takınacağı tavra bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Zenon’un ileri sürdüğü söz konusu düşünceler, İslam düşüncesinde insana verildiğine inanılan cüz’i iradede karşılığını bulmaktadır.
Sokrates’e hayranlık duyan Zenon, önce yerleşik ahlaki yaklaşımların köklü bir eleştirisini yapmış, insan için gerçek iyinin; sağlık, zenginlik ya da mutluluğu dünyevî başarıya bağlayan herhangi bir değerler dizisi olmadığını ileri sürerek, sadece erdem ve erdemsizliğin iyi ve kötü sayılabileceğini savunmuştur. Zenon’a göre erdem, bütünlüğe ve dinginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak her zaman yararlı, erdemsizlik ise parçaları arasında sağlam ilişkilerden yoksun, dolayısıyla huzursuz bir zihin durumu olarak zararlıdır. Erdem, Stoacılara göre bireyin hayatında var olan tek iyidir. Başka bir ifade ile en yüksek iyi, kendiliğinden yapılan erdem, kendiliğinden yerine getirilen ödev olup geri kalan her şey; sağlık, servet, ün, haz arzularımızın hedefi olduklarından fena olan şeylerdir. Stoacıların erdem ve erdemsizliğe benzer görüşleri birçok Müslüman filozofta da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Nasiriddin Tusi, Aklakı Nasiri adlı eserinde bu konuları ayrıntılı bir şekilde ele almakta, bu bağlamda fazilet ve rezilet olarak kabul edilen unsurlara yer vererek her birini ayrı ayrı incelemektedir. Yine Yahya b. Adiy, Tehzibu’l-Ahlak adlı eserinde kâmil insan portresine yer verirken kâmil bir insanın hangi erdemlere sahip olması gerektiğini sırasıyla aktarmaktadır.
Felsefeyi ilk kez mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üçe ayıran Zenon, felsefesinin merkezine ahlakı oturtmuştur. Ayrıca o, ahlakı bilimsel olarak temellendirmek için fiziği gerekli görmüş, fiziği ve ahlakı da mantıkla desteklemeye çalışmıştır. Felsefenin “ilahi ve insani şeylerin bilinmesi” olarak tarif edilmesi; fizik, ahlak ve mantık biçiminde bölümlemeye tabi tutulması, Stoa okulunun felsefe, özelde ise İslam felsefesi konusundaki katkısını güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü İbn Rüşd Faslu’l makalde felsefeyi “yaratılan üzerinde düşünerek yaratıcıya varmaktır” şeklinde tanımlayarak benzer görüşler ortaya koymaktadır.
Zenon’un mantık, fizik ve ahlakı önemli görmesi İslam düşüncesinde de karşılığını bulmuştur. Nitekim Gazali “mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez” derken Stoacıların mantığa yüklediği önemi aynı şekilde mantığa yüklemektedir. Gerek Sokrates’in gerekse Stoacıların ahlaka dair görüşleri Müslüman filozofların erdemi tanımlamada etkisini gösterirken, İslam dininin yasakladığı konularda Müslüman filozoflar Stoacıların görüşlerinden ayrılmışlardır. Nitekim Zenon ve öğrencisi Kleanthes gibi bazı Stoacı filozoflar intiharı meşru görürken hiçbir Müslüman filozof intiharı meşru görmemiştir.
Stoacıların diyalektiği de son derece önemsediklerini görmekteyiz. Diyalektik ve retorik üzerinde duran Stoacılar, retoriği açık seçik ortaya konmuş konularda güzel konuşma bilgisi olarak tanımlarken, diyalektiği soru-cevap yoluyla konuları doğru tartışma bilgisi olarak tanımlamışlardır. Khrysippos’un diyalektik konusundaki çalışmaları felsefe tarihinde çok dikkat çekmiştir. Nitekim Diogenes Laertios, Khrysippos hakkındaki “Tanrılar arasında diyalektik olsaydı, bu, Khrysippos’unkinden farklı bir şey olmazdı” ifadesini nakleder. Bu durum Stoa okuluna mensup filozofların diyalektik ya da cedel konusundan da çok etkili olduklarını göstermektedir. Stoacıların Muallimu’l-evvel olarak kabul edilen Aristoteles’ten sonra diyalektik konusunda dikkat çekici görüşler ileri sürmeleri, Müslüman düşünürlerin Aristoteles’in mantık eserlerini şerh ederken daha dakik olmalarına, Farabi ve İbn Sin başta olmak üzere birçok Müslüman filozofun diyalektiğe dair önemli görüşler ortaya koymalarına katkı sağlamıştır.
Stoacılığın son döneminde kişinin kendisini geliştirmesinde irade çok önemsenmiştir. Nitekim Epiktetos’un kendi kendini denetleme yetisinin şaşılacak ölçüde gelişmiş olduğu, onun, kolunu büken efendisine verdiği ünlü cevapta açıkça görülmektedir. Şöyle ki; ilk önce, yumuşak bir dille uyarır efendisini: “Kolumu bükmeyin, efendim, sonra kırılır” der. Efendisi aldırmaz, Epiktetos’un kolunu bükmeyi sürdürür, sonunda gerçekten kırılır kol. Epiktetos’un tepkisi, serinkanlılıkla: “Söylemiştim size, kırıldı işte” demek olur.
Stoacılara göre hayat, birbirine karşı olan ve birbiriyle uzlaşamayan iki düşman arasında, yani özgürlükle tutkular arasında geçen şiddetli bir savaştan ibarettir. Bu savaşın kazanılması, başka deyişle özgürlüğün elde edilmesi için tutkuların dizginlenmesi, zayıflatılması ve kesinlikle yok edilmesi gerekmektedir. Tutkuları iyi anlamak ve yok edebilmek için, doğal eğilimler ile aralarındaki farkı bilmek gerekir. Eğilimlerimiz ise Zenon’a göre birer içgüdüdürler. Oysa insanda akıl gücü bulunmaktadır. Bu, doğanın en yüksek amaçla ulaşmak için izlediği en yetkin yoldur.
Stoacı filozoflar arasında Epiktetos gibi köleler olduğu gibi Marcus Aurelius gibi hükümdarlar da bulunmaktadır. Bir hükümdarla bir azatlı kölenin, yani Epiktetos’la Marcus Aurelius’un, aynı felsefi öğretiyi benimsemiş olmaları büyük ölçüde, Stoacı ahlakın tüm insanları kardeş gibi görmesine, sadece Roma devletinin yurttaşı değil, dünya yurttaşı saymasına bağlanabilir. Stoa felsefesinin dinî yanı en güçlü biçimde Marcus Aurelius’ta görülür. Seneca ve Marcus Aurelius ruhun ölümsüzlüğüne inanırken, Epiktetos ölümden sonra bir yaşamın varlığını kabul etmez. Müslüman filozoflar arasında yeniden dirilişin cismani ya da ruhaniliği üzerinde tartışmalar olurken, ruhun ölümsüzlüğü fikri hiç tartışılmamıştır. Çünkü Müslüman filozoflar inançlarının da gereği olarak ruhun ölümsüz olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Ahlak felsefesinin yanı sıra, mantık ve fizik bilimlerine de ayrı bir önem vermiş olan Stoacılar, kozmosun yapısını inceleyen fiziği bir ağaca; insanların bu yapı içinde nasıl hareket edeceğini gösteren ahlakı verimli bir tarlaya ve fizik ile ahlakı koruduğu için mantığı bir sura benzetirler. Ayrıca Stoacılar, felsefeyi canlı bir varlığa benzetirken; mantığı onu oluşturan kemik ve sinirlere, ahlakı etli kısımlara, fiziği ise bu canlı varlığın ruhuna benzetirler.
Stoa felsefesinde mantığın son derece önemli bir yeri vardır. Nitekim çalışmalarının büyük bir kısmını Stoa felsefesine ayırmış olan Diogenes Laertios (M.S. III. yüzyıl) konu ile ilgili şu ifadelere yer vermektedir: “Stoacılar mantık eğitiminin zorunlu olduğunu ileri sürerler. Çünkü mantık diğer tek tek erdemleri içine alan bir erdemdir. Mantık bilmeyen biri yanlış çıkarımlardan kaçınamaz. Mantık bilge bir insana doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yeteneği kazandırır.” Ayrıca o şöyle demektedir: “Stoacılar, gerçek mantıkçının her zaman için bilge olduğunu belirtirler; çünkü ister fizik alanında, ister ahlak alanında olsun her konu, ancak mantık alanındaki çalışma sayesinde kavranır. Zira sözcüklerin doğruluğu, yasaların insan eylemlerine ilişkin düzenlemeleri ancak mantıkla anlaşılabilir.” Farabi, İbn Sina ve Gazali gibi meşhur Müslüman filozofların mantığın gerekliliği ile ilgili görüşleri neredeyse Stoacıların görüşleri ile aynıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Gazali “mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez” derken Farabi ve İbn Sina mantığı bir alet olmaktan çok bir ilim olarak görmüşlerdir.
Stoacılar, Aristoteles’te olduğu gibi mantığı felsefe için bir araç olarak değil, aksine onun bir parçası olarak görürler. Yani onlara göre mantık, Aristoteles’te olduğu gibi, düşüncenin bir aleti, aygıtı, tekniği, sanatı değil, tersine bir katılımın ifadesidir. Stoacılar mantığı diyalektik ve retorik olmak üzere ikiye ayırırlar. Onların, mantığı diyalektik ve retorik olarak ikiye ayırması, kendi felsefi düşüncelerinde dil ve düşüncenin bir bütün olarak ele alınmasından ileri gelmektedir.
Zenon’un dil çalışmaları kendisinden sonra gelenler üzerinde derin etkiler bırakmış ve onlar da bu çalışmaları devam ettirmişlerdir. Böylece, Stoacıların ortaya koymuş olduğu dil felsefesi ve dil teorisi daha sonraki devirler üzerinde ve Romalılar devrinde derin etkiler bırakmıştır. Hatta bu teori eski dillerle ilgili öğretim sistemi içinde günümüze kadar sürecek bir önem kazanmıştır. Stoacıların, dil ve düşünce arasındaki ilgi problemine son derece önem vermeleri ve etimoloji ile uğraşmaları, onların gramer konusuyla da geniş çapta ilgilenmelerine neden olmuştur. Onların, geleneksel gramer biliminin kurucuları oldukları ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra Stoacılar kurallara uygun sözel formlar bulmak ve kelimelerin nasıl oluştuğunu açıklamak için şiir, ölçü bilim, müzik ve dil felsefesi ile de ilgilenmişlerdir. İslam düşüncesinde de mantık ve gramer ilişkisi tartışma konusu olmuştur. Nitekim İslam dünyasında Aristoteles’ten yaptığı tercümelerle tanınan ve Fârâbî’nin hocası olarak da gösterilen Ebu Bişr al-Matta (870-940) ile önde gelen bir gramerci, Ebu Sa’id el-Sirafi (893-979) arasında geçen, mantık ve gramerin değeri üzerinde durulan bir tartışmada benzer konular ele alınmaktadır.
Stoacılar üzerinde durdukları konular açısından kendilerinden sonraki düşünürleri birçok konuda etkilemişlerdir. Örneğin Fârâbî, beş tümeli ayrıntılı bir şekilde ve temelde Porpyrios’u takip ederek ele alırken Stoacılar sadece cins, tür ve çeşit üzerinde durmaktadırlar. Ancak Fârâbî’nin beş tümelden biri olan özelliğe verdiği “köpeklerin havlaması”, “atların kişnemesi” örneklerini, Stoacılar tanım ve bölme kısmında kullanmaktadırlar. Aynı örneklerin kullanılması Fârâbî’nin Stoacılardan etkilenmesinin bir göstergesidir. Tanım konusunda Stoacılar, hadd ve resm üzerinde duruken, Fârâbî de hadd ve resm üzerinde durmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla Aristoteles’te hadd ve resm ayrımı yoktur. Bu ayrımı ilk defa yapan Stoacılardır. Bize göre Fârâbî’nin de aynı ayrımı yapması onun Stoacılardan etkilendiğini göstermektedir.
Ayrıca kimi düşünürler, tasavvur ve tasdik ayrımının ilk dafa Aristoteles, kimileri Stoacılar, kimileri de Fârâbî tarafından yapıldığı ileri sürmektedirler. Böyle bir ayrımın ilk defa Aristoteles tarafından yapıldığını söylemek doğru olmaz. Kaynaklara baktığımızda Stoacıların tasavvur ve tasdik ayrımına gittiklerini görüyoruz. Osman Emin, Felsefetü’r-Revakiyye ve Ali Sami en-Neşşar, Menahic adlı eserlerinde bu ayrımın ilk defa Stoacılar tarafından yapıldığına yer vermektedir. Fârâbî, ilmin tasavvur ve tasdik olduğunu ifade etmekte ve bunların tanımlarını vermekle yetinmektedir. Fârâbî’nin bu ayrımda Stoacılardan etkilendiğini düşünüyoruz. Fârâbî, tasavvur ve tasdik ayrımın ilk defa yapan değil, Müslüman düşünürler arasında ilk yapan kişidir denebilir.
Bilgi teorisi konunda da Stoacılarla Müslüman düşünürler arasında kimi benzerlikler bulunmaktadır. Stoacılar temelde duyulara dayalı bilgilere dayanırken yer yer doğuştan bilginin varlığını kabul ettikleri görülmektedir. Stoacıların duyusal bilgi anlayışı Müslüman filozoflar arasında mahsusat ve müşahedat, doğuştan olan bilgi anlayışı ise evveliyat olarak karşılığını bulmuştur.
Stoacıların İslam hukukuna da katkısı olduğuna dair tartışmalar bulunmaktadır. Nitekim Nabl Shehaby, “The Inflence of Stoic Logic on al-Jassas’s Legal Theory” adlı makaleside Cessas’ın veya diğer İslam hukukçularının Stoacılardan haberdar olduklarına dair somut bilginin olmadığını, ancak teorilerindeki benzerliklerden hareketle Cassas’ın Stoa mantığından etkilendiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Shehaby, Diogenes Laertius’un Ünlü Filozofların Yaşam Öğretileri adlı eserinden ve Sextus Empricus’un Against the Logicians adlı eserinden söz ve konuşma ile ilgili birtakım alıntılar yapmakta, konu ile ilgili Cassas’ın görüşlerine yer vermektedir.
Sonuç olarak, bilim tedrici olarak gelişen ve Kindi’nin ifadesi ile “kimden gelirse gelsin baş tacı edilmesi” gereken bir olgudur. Aristoteles ilk öğretmen olarak insanlığa çok şey katmıştır ancak onun eksik bıraktığı konuları kendisinden sonra gelen düşünürler tamamlamaya çalışmışlardır. Nitekim Aristoteles’in eksik bıraktığı birtakım konuların Stoacılar, Stoacıların eksik bıraktığı birtakım konuların da Müslüman düşünürler tarafından tamamladığını görmekteyiz. Örneğin Aristoteles Organon’da mantıkla ilgili birçok konuyu ele alırken şartlı önerme ve şartlı kıyaslara hiç değinmemiş, daha sonra Stoacılar bu konular üzerinde durmuşlardır. Fârâbî gibi düşünüler de bu konuların anlaşılmasını ve yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Yine erdem konusunda Stoacılar Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’inde yer alan konulara benzer görüşler ortaya koymuşlardır. Benzer görüşlerin Müslüman ahlak filozofları olan İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l-ahlak ve Nasiriddin Tusi’nin Ahlakı Nasiri’sinde de görmekteyiz. Ayrıca Stoacıların tasavvur ve tasdik, hads ve resm gibi ayrımlarının Müslüman düşünürlerde de olduğu aşikârdır. Dil tartışmalarında da yani dilin menşei, dil-mantık, dil-gramer arasındaki ilişki konularında da aralarında benzerlikler bulunmaktadır.