Osmanlı’da Barok ve Rokoko Mimari Üsluplar
Doğan Kuban
Avrupa sanatının geç Rönesans ve Maniyerizm’i izleyen büyük ve özgün üslubu Barok’tur. Bu üslup İtalya’da başlar ve diğer Avrupa ülkelerinde özellikle kontra-reform çağının Katolik taşkınlığının bir ifadesi olarak gelişir. Son aşaması ise Fransa’da gelişen ve daha sonra Avrupa’ya yayılan Rokoko’dur. Fakat Avrupa’ya ilk giden Türk elçisinin Paris’te görerek etkilendiği Fransız Rokokosu elçinin getirdiği bezemesel ayrıntıların gravürlerini içeren tablolar nedeniyle (bunların 1000 civarında bir koleksiyon olduğu söylenir) Osmanlı’da da etkili olur.
İstanbul’da Rokoko ilk kez 3. Ahmet Çeşmesi cephelerinde kullanılan bir Akant Frizi ile başlar. Bunun yontucusu belli değildir. Olasılıkla bir Hristiyan taşçıdır. Türkiye için tarihî açıdan önemli olan, Osmanlı Barok üslubundan önce Osmanlı Rokokosu’nun başlamış olmasıdır. Avrupa’daki Barok-Rokoko zaman dizini Osmanlı’da Rokoko-Barok zaman dizini olur. Bu doğrudan ithal mekanizmasının açık bir göstergesidir. Fakat Barok etkisi ile Rokoko bezeme arasındaki zaman farkı çok uzun değildir. 1729’daki ilk Akant motifinden sonra klasik üsluba aykırı ilk Barok yapı, 1. Mahmut’un yaptırdığı Nuruosmaniye Camisi’dir ve çeşmeden 25 yıl sonra bitmiştir. Böylece Avrupa’dan doğrudan ithal edilen Barok ve Rokoko 1730-1750 zaman aralığında İstanbul’a Rokoko-Barok sıralamasıyla girmiştir.
24 yıl süren saltanatı süresinde yaptıklarıyla Osmanlı Batılılaşmasının ilk bilinçli patronu 1. Mahmut’tur. Lale Devri’ni kapatan ayaklanmadan sonra açılan ilk matbaa çalışmasına devam etmiş, orduda yenileşme Humbaracı okulu ile, Fransız kontu Bonnevel (Humbaracı Ahmet Paşa) idaresinde başlamış, Rokoko bezemenin kullanılması yaygınlaşmış, Nuruosmaniye Camisi ve Külliyesi gibi klasik üslubu bilinçli olarak arkada bırakan bir anıtsal cami inşa etmiş ve Osmanlı Barok üslubu denen Batı Barok ve Rokoko mimarisinin ve bezemesinin yerel yorumu ile farklı bir kent algısı yaratmıştır. Bu, İstanbul kültürünün Batı etkisindeki ilk köktenci değişme aşamasıdır.
Osmanlı yenileşmesi Fransız kültürü etkisi altında gelişmiştir. Rokoko da Fransız kökenlidir. Batılılaşma bir yüzyıl sürecektir. Alman etkisi Moltke’den önce pek yoktur.
Osmanlı Barok Mimarisi Nuruosmaniye Camisi ve Külliyesi ile başlar. Nuruosmaniye, Osmanlı anıtsal cami mimarisinin son örneğidir. İstanbul’un suriçi siluetini oluşturan büyük camilerin sonuncusudur. Bir anlamda Osmanlı Klasik Çağı’nın son yaratması ve yeni bir gelecek için de bir işarettir.
Dallaway, cami için sultanın Avrupa’dan kilise resimleri getirttiğini, fakat bunun ulemanın tepkisine neden olması dolayısıyla vazgeçtiğini anlatır. Sultanın ilgisi sarayda Batı kültürüne karşı gerçek bir ilgi uyandığını göstermektedir.
1755’de biten Nuruosmaniye Camisi ile başlayan Barok dinî mimari 2. Mahmut’un Nusretiye Camisi ile 1826’da sonlanır. Bir yüzyıldan kısa bir süre İstanbul kent peyzajına egemen olur. En erkeni Kuleli Süvari Kışlası olan büyük askeri kışlalar, kent içi peyzajına varlıklarıyla kimlik kazandıran ikinci yapı grubunu oluştururlar. Bu iki yapı grubu Osmanlı başkentinde kagir, büyük boyutlu yapıların başlıcalarıdır. Ve Osmanlı toplumunun yaşamında egemen iki kurumu temsil ederler: Din ve Ordu.
Kentin mimari karakterinin alt yapısını oluşturan ahşap sivil mimari ise 18. yüzyılda kentin özgün mimari karakterinin temelini oluşturur. Kentin ahşap mimari dokusu içinde saray mensuplarının Boğaziçi’nde ve Haliç’te yaptırdıkları yalı, köşk, kasır ve saraylar, büyük ve kagir anıtların yanında, Osmanlı mimari geleneğinin zenginliğini ve canlılığını yansıtırlar. Bugün İstanbul’un en büyük yokluğu o eşsiz ahşap mimarinin yok olmuş olmasıdır. Bunların, birkaç ahşap yalı dışında tümüyle kagir saray ve kasırlarla yer değiştirmesi, Tanzimat’tan sonra sarayın da Avrupa etkisine tümüyle boyun eğdiğini gösterir.
Mimar ve bezemesel zevk bağlamında kışlalar Batı ile hesaplaşmanın bir aracı olarak görülse de, sultan camilerinin ve yine sultanların yaptırdığı büyük çeşmelerin Batılı üsluplardan etkilenmeleri saraylardan önce başlamıştır. Fakat bu zaman farkı, yukarıda belirttiğim gibi, uzun değildir. Topkapı sarayında 3. Osman köşkü Barok üslupta yapılmıştır. Bu Batılı etki konusunda dikkat edilmesi gereken, camilerde olduğu kadar, ahşap saraylarda da gelenekten gelen boyutsal ve mekânsal değerlerin ve mekân döşemesinin sürdürülmesidir.
Nuruosmaniye Camisi
İnşaatına 1749’da başlanan cami ve külliye 1755’de bitmiş, bitmeden önce 1. Mahmut öldüğü için, kardeşi 3. Osman tarafından açılmış, adı da Nuruosmaniye olmuştur. Mimarın bir Rum mimar olduğunu 1753’de İstanbul’da bulunan Fransız mimar Le Roi yazar. Mimarın adı Simon ya da Simeon olarak kabul edilmektedir. Bina Emini ise Ahmet Efendi’dir.
Cami mekânı tek kubbe ile örtülü kare bir mekân olarak gelenekseldir. Fakat giriş avlusu Osmanlı mimarisinde eşi olmayan çok kenarlı bir poligon revakla çevrili bir oval olarak tasarlanmıştır. Mihrap, namaz mekânından dışarı taşan, poligonal ve görkemli bir dış kütleye yerleşmiştir. Yarımkubbe ile örtülerek absidal bir karakter kazanır. Gerçi bu uygulama Sinan’ın Edirne’de yaptığı Selimiye’de de uygulanmıştır. Fakat dışarı taşan mihrap kütlesinin, yapının Barok üslup özellikleri vurgulayan bir etkisi olduğu söylenebilir.
Barok dönem Yenicami’de kullanılan, dışarıdan bir rampa ile çıkılan Hünkar mahfeli motifini de bazı örneklerinde benimsemiştir. Nuruosmaniye’de bu öge dış tasarımda önemli bir yer işgal eder. Yapının dış tasarımında dört büyük askı kemeri üzerindeki yüksek bir tambura oturan kubbe düşey boyutu vurgulanmış bir kütle tanımlar. Zengin ve abartılı profilleriyle büyük askı kemerleri tasarımın etkili öğeleridir.
Dış ve iç tasarımda, düşey pilastrlarla yaratılan çok parçalılık olasılıkla Barok tasarım için karakteristik olan clair-oscure (aydınlık-gölge) etkisini arttırarak, Baroksu bir atmosfer yaratılmasına yardım eder.
Kuşkusuz tasarımda Barok etkiyi yaratan temel ögeler, klasik döneme göre daha zengin silmeler, çok büyük saçak ve korniş profilleri, kubbe kasnağı pilastrların eğrisel profilleri, kasnak altındaki köşe kulelerinin Barok tasarımları, minarelerin derin yivleri, pencereler üzerinde (C) ve (S) eğrileriyle oluşturulan kemerlerdir. Sütun başlıkları ve kemer biçimleri ve sütun ve pilastrların çift kompozisyonları üslubun karakteristik ögeleridir. Minare şerefelerinde de mukarnas kullanılmaz. Genel olarak, klasik döneme göre düz çizgi yerine eğrinin yeğlenmesi yapının Barok sıfatının tanımlayıcı özelliğidir.
Caminin içinde, dışarıda olduğu gibi, mihrap nişinin üzerinden bütün mekânı birleştiren ve Fatiha suresi ile bezenmiş büyük korniş iç mekânın dinamiğini yaratır. Pencereler üzerindeki oval madalyonları dönemin ünlü hattatlarının yazıları süsler.
Nuruosmaniye Külliyesi’nin tasarımı, yerleştiği alanın kent içinde büyük çarşı yanındaki konumu düşünülürse, alışılmış külliye tasarımlarından farklı ve yaratıcı bir yaklaşım sergiler. Külliyenin en önemli yapısı cami ile birlikte İstanbul’daki Barok yapıların en özgün olanı kitaplık yapısıdır.
Nuruosmaniye külliyesi klasik çağın sonunu ve yeni bir çağın başlangıcını tanımlayan tarihî değeri çok yüksek bir anıtsal uygulamadır.
İstanbul’da Nuruosmaniye ile 2. Mahmut’un Nusretiye Camisi arasında Ayazma (1757-1760), Laleli (1763-65), Yeni Fatih (1767-1781) camileri 3. Mustafa tarafından yaptırılmıştır. Hiçbiri yaptıran sultanın adını taşımaz. İçlerinde Barok üslubuna en yakın olanı Laleli Camisi’dir.
Haydarpaşa Selimiye Camisi
Barok camiler içine 3. Selim’in ilk ahşap Selimiye Kışlası’nın camisi olarak yaptırılan cami, Barok camiler arasında Haydarpaşa Selimiye Camisi’dir. Caminin kasnağının yüksekliği ve yarı eğrisel pencereler arası pilastrlar, kasnağı sonlandıran güçlü saçak kornişi ve Rokoko bezemeleri ve bütün tasarıma egemen olan çizgisellik özgün bir Osmanlı Barok yorumudur. Caminin Allom tarafından yapılan gravürü bu özgünlüğü çok iyi yansıtır.
3. Selim onun döneminde harap bir hâlde bulunan Eyüp Camisi’ni yeniden yaptırmıştır (1798-1800). Fakat burada Barok etki görece azdır.
Nusretiye Camisi
Barok camilerin en güzeli ve Avrupa Barok üslubuna en yakın tasarlanmış Osmanlı camisi, Nusretiye Camisi’dir (bitimi 1826). Osmanlı sultanlarının mimarlarından olan Balyan ailesinin olasılıkla ilk sultan yapısı olan bu cami Osmanlı’nın Tanzimat’tan sonra, geçmiş geleneği tümüyle reddederek Avrupa’yı taklit etmek isteklerinin kesinleştiği dönemin başına işaret etmektedir.
Nusretiye Camisi, eski Tophane Camisi’nin 1823’de yanmasından sonra aynı arsada yaptırılmıştır.
Klasik dönem yapılarında kütlesel olarak zemine oturma karakterinin yerine, zeminden kurtulma hissini güçlendiren düşey oranların egemenliğidir. Bu yapıya Barok karakter kazandıran nedenlerden başında bu gelir. Kuşkusuz bu Barok biçimlerin kullanılması ile birliktedir. Kubbe çevresindeki kuleler, köşelerdeki ağırlık kulelerinin soğan karınlı denen profilleri ve ağır pilastrlar yapıya cami mimarisinde alışılmamış bir siluet kazandırmıştır. Pencerelerin güçlü süveleri, Barok kemerler yerine dairesel kemerlerin kullanılması, sütun başlıkları gibi ayrıntılar ampir üslubun İstanbul’a geldiğini göstermektedir.
Caminin derin yivli kütleleri Barok üslubuna daha yakındır. Fakat yapının içinde daha çok ampir üslubu egemendir. Caminin girişindeki büyük hünkar dairesi yapıya bir cami girişi olmaktan çok bir saray girişi havası verir.
Eski İstanbul’da kent içine özel bir karakter kazandıran yapılar arasında çeşme ve sebiller de vardır. Bunların meydan çeşmesi dediğimiz türü kente Lale Devri armağanıdır. Bunların başında ise Bab-ı Hümayun karşısındaki 3. Ahmet Çeşmesi gelir. Bu, İstanbul’da Fransız Rokokosu kökenli Akant yapraklı bezemesel frizin ilk kullanıldığı yapıdır.
Rokoko İstanbul’a 28 Çelebi Mehmet’in getirdiği bir bezeme modasıdır. Lale Devri’nin geliştirdiği bezeme karakterine yakın oluşu, olasılıkla, 1. Mahmut döneminin Batılılaşma eğilimleri arasında Hristiyan kökenli başkent zenaatkarları tarafından yapılan çeşme türü yapılar üzerinde uygulanmaya başlamış olması dolayısıyladır.
Viyana ve Paris’te yaldızlı bezemeleri ile iç açıcı sarayların havasını İstanbul’da sokak köşelerindeki çeşmeler ve sebiller üzerinde bulursunuz. Bunlar adsız sanatçıların yaratılarıdır. Çeşme aynalarında, sebil pencerelerinin kenarlarında taşa yontulmuş çiçek sevgisi vardır. Bunların bazıları büyük bir heykeltraşı kıskandıracak mükemmelliktedir.
Mermer yüzeylerin neşe dolu çiçekleri her duyarlı insanı etkileyen bir tarihî bahçedir. İstanbul’da mezarlarımız bile gönül açıcıdır. Hem bezemeleri hem de yazılarıyla. Bugün bunlara bakıp Türkiye’de heykel sanatının yadsınmasına üzülmemek olanaksızdır. Osmanlı kültürü resim ve heykeli dışlayarak kendini ifade edebileceği büyük bir araçtan mahrum olmakla kalmamış, resim ve heykeli sadece bezemesel sınırlara hapsederek, doğa gözleminin dolayısıyla bilimin de yolunu kapamıştır.
Rokoko 14. Louis döneminde İtalyan sanatının egemenliğine karşı ortaya çıkan Fransız Klassisizm’inin özellikle 15. Louis (1715-1784) döneminde gelişen ve sonradan İtalya dışı Avrupa Barok üslubunun daha bezemesel aşaması olarak görülebilecek bir üsluptur. Başlangıçta “Louis Quinze” üslubu olarak da tanınan bu üslup Fransız sarayının etkisi ile Avrupa’ya yayılmış ve özellikle Alman dilli ülkelerde Barok üslubun son aşaması olarak çok zengin desenlerle uygulanmıştır. 28 Çelebi Mehmed Efendi’nin İstanbul’a taşıdığı Fransız “Louis Quinze” üslubunun örnekleri idi. En ünlü yaratıcısı Pierre Lepautre ve daha sonra Pineau gibi sanatçılar olan bu bezemesel arabesk, Fransız klasik mimarisin iç mekânlarında “courbes-contre-courbes” (eğri-karşı-eğri) denen çizgisel bir mekanizmanın egemen olduğu ve kökenini klasik Fransız bahçe tarhlarının desenlerinde bulan neşeli ve hafif bir bezeme üslubudur. Üslup aşamalarının sonuncusu olan “Rocaille” döneminde özellikle deniz tarağı motifi çok kullanılmıştır. Birçok sanat tarihçisi Rokoko’yu Barok’un son aşaması olarak kabul eder. Avrupa ülkelerine de, İstanbul gibi Fransız desenleriyle gelmiştir. İstanbul’da da akant yaprakları, deniz tarakları, (C) ve (S) eğrileriyle oluşturulan kartuşlar başlıca motiflerdir.
Camiler dışında türbeler, kapılar, saçaklar ve özellikle çeşmelerde çok uygulanmıştır. Sivil mimaride şömineler, tavan bezemeleri, nişler, dolaplar Rokoko ile bezenmiştir. Bunların sanatçıları büyük ölçüde yabancı ustalardır. İstanbul’da 1740 tarihli Mehmet Emin Ağa Sebili erken örneklerden biridir. Nuruosmaniye Sebili (1755), Nuruosmaniye’de 3. Osman Çeşmesi (1755), Hamidiye Sebili (1777), Eyüp’te Mihrişah Sebili (1795), Nusretiye Sebili (1825) İstanbul’un görkemli anıtlarıdır.
Sivil mimaride bu bezeme genelde saray mensuplarının yalı ve köşklerinde, kasırlarında vardı. Topkapı Sarayı’nda korunanlar arasında Şehzadeler Odası, 3. Osman Köşkü, Hünkar Sofası, 1. Abdülhamit’in Yemek Odası, 3. Selim’in Annesinin Odası, 3. Selim Odası, Aynalı Kavak Kasrı’nda Rokoko ve Barok bezeme vardır. Yıkılmış saraylar arasında Eyüp’te Esma Sultan Sarayı’nın Allom tarafından yapılan bir salon gravürü İstanbul’da bu bezemenin zenginliğinin şaşırtıcı düzeylere ulaşabildiğini gösterir. Fakat iç bezemenin bu olağanüstü zenginliğine karşın ahşap saray mimarisi dış mimarisinin sadeliğini ve geleneksel çizgilerini korumuştur.