HÜMANİZM VE TÜRK EDEBİYATI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Hilmi Uçan

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Türk edebiyatında Tanzimat dönemi önemli “düzenlemeler”in yapıldığı, köklü değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Sarayın veya iktidarların başlattığı evrimler/devrimler Cumhuriyet döneminde zirveye ulaşır. Devrim ve değişimin kökeninde geri kalmışlık psikolojisinin yol açtığı bir taklit duygusu ve aşağılık duygusu vardır. Böyle bir duruş eşikteki insanın ruh hâlidir. Bu hâl, ne içeri girebilen ne de dışarı çıkabilen tereddütlü bir duruştur. Edebiyatımızda eski Yunan ve Latin’ı öne çıkarmaya çalışan ve Nev-Yunanilik olarak adlandırılan hümanist anlayış da böyle bir taklit duygusundan doğmuştur.

    HÜMANİZM VE
    TÜRK EDEBİYATINDA NEV-YUNANİLİK

    Hümanizm, “insancılık” olarak Türkçeye aktarılan bir kelimedir. Tanrı-merkezli değil, insan-merkezli bir düşüncedir. Bir sanat akımı olarak Hümanizm, Eski Yunan ve Latin’i örnek alır. Esin kaynağı Yunan ve Latin mitolojisidir. Hümanizm, Tanrı’nın sevdiklerini ve sevmediklerini değil insanın sevdiklerini ve yararlandıklarını, hazlarını öne çıkarır; hayatı bu eksende şekillendirmeye çalışır. Başka bir deyişle, seküler bir hayatı öngörür. Hümanist anlayış felsefi bir duruştur. Yüce bir yaratıcının varlığı ile ilgilenmez. Tevhit, deizm veya ateizm onun ilgi alanında değildir. Mevcut durum içinde, elle tutulan, gözle görülen bir hayatın içinde insanın yararlanabileceği, haz alabileceği bir dünyayı öngörür. Hümanist anlayışa göre doğruları Tanrı değil, insan belirler.

    Hümanzimin kaynakları Rönesans’a, Antik Yunan’a kadar götürülebilir. Antik Çağ, Yunan düşüncesinin aydınlanma çağıdır. Rönesans, insanın evrendeki yerini belirlemeye çalışan bir düşünce akımıdır. Sokrates, Protagoras, daha sonra Dante, Petrarca, Boccacio, Rabelais, Montaigne gibi isimlerle edebiyat dünyasında da yaygınlaşan Hümanizm, bunalıma giren modern dünyanın bir kurtuluş arayışıdır. Bu anlayışa göre insan değerli olan tek varlıktır. Her şey insana göre, insan aklına göre düzenlenecektir. İnsanla ilgili sorunların çözümünde doğaüstü varlıklar işin içine sokulmayacaktır. Rabelais’nin Gargantua adlı eseri, pozitivist bir eğitimi önerir. İnsanı bir bütünün parçası olarak değil, insanı merkez olarak açıklamaya çalışır, her türlü otoriteden kurtulmayı önerir. Bu eserdeki Thélème Tekkesi’nin giriş kapısında “istediğini yap” yazar. Thélème Tekkesi, o günün güncelini reddetmenin simgesidir. Bozulmuş, yanlış yorumlanmış bir metafizik, din anlayışı, güncel Hristiyanlık reddedilir. Bu tekkenin rahibi olan Jean “kendi gönlüne göre bir manastır kurmak” ister. Gargantua da keyif düşkünüdür ve istediğini yapmak, yaşamak ister. Hümanizm, insana kutsal olandan bağımsız olarak yeryüzünde bir konum belirleme çabasıdır.

    Rönesans’ın öncülerinden olan François Rabelais’nin görüşleri, daha sonra gelecek olan reformist J.Calvin’in görüş ve önerilerinin de öncüsüdür. Rabelais de, J.Calvin de günün hiçbir saatini boş geçirmemek, yeniden yapmak için eskiyi yıkmak gerektiğini düşünürler. Çok çalışmak gerektiğini söylerler. Ama niçin çalışmak gerektiği konusunda tutarlı bir anlayışları yoktur. Her ikisi de insan için çalışmak, insanın refahı için çalışmak gibi görece bir hedef belirlerler.

    19. yüzyılda Fransa’nın dünya edebiyatı üzerinde yoğun bir etkisi vardır. Tanzimat Dönemi edebiyatçılarında da Fransız edebiyatına bir yöneliş vardır. Cumhuriyet döneminde de Batı’nın teknolojik ilerlemeleri karşısında şaşıran, şakına dönen Türk aydını Fransız edebiyatının kaynaklarını araştırırken Eski Yunan ve Latin kültürü ile karşı karşıya gelir.

    Latin ve Yunan edebiyatına ilgi Tanzimat döneminde artmaya başlar. Eski Yunan ve Latin uygarlığına karşı duyulan bu ilgi edebiyat eserlerinden ziyade düşünceye, toplumsal sorunlara yöneliktir. Sözgelimi Ahmet Mithat Efendi Yunan-ı Kadîm Zenanı adlı bir yazı yazar, kadın ve aile hayatı hakkında bilgiler verir. Yine bu dönemde eski Yunan’ın tarihiyle, felsefeyle ilgili tercümeler vardır. Şemsettin Sami’nin, Nabizade Nazım’ın Yunan mitolojisinden söz eden Esâtîr adlı eserleri vardır. Cumhuriyet döneminde üniversitelerimizde Latince ve Yunan edebiyatı dersleri okutulmuştur.

    9 yıl Paris’te kalan Yahya Kemal, Paris dönüşü bu kültürü öne çıkarmaya çalışır. Yahya Kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anadolu’da yaşayan Müslüman halkın Akdeniz havzasında yaşayan bir uygarlığa ait olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Yahya Kemal Fransız edebiyatına değil Yunan edebiyatına yönelmemiz, Yunan edebiyatını taklit etmemiz gerektiğini düşünür. Yahya Kemal’in ve Yakup Kadri’nin başını çektiği bu akıma edebiyatımızda Nev-Yunanilik adı verilmiştir. Adını andığımız iki sanatçı bir de Havza adlı bir dergi çıkarmayı düşünürler. Bu dergide Akdeniz havzasının ayrı bir kültür kaynağı olduğunu dile getirmek isterler. İran’dan Yunan’a geçmeyi bir ideal olarak benimserler. Sadece edebiyatta değil düşünce dünyamızda, düşünce biçimimizde de Eski Yunan’ın taklit edilmesi gerektiğini düşünürler.

    Tanzimat ile birlikte tutunacak bir dal, bir “baba” arayan aydınımız, Eski Yunan’ı “baba” olarak öne çıkarmaya çalışmıştır. Ahmet Mithat Efendi Le Cid’i tercüme eder; Ömer Seyfettin’in tamamlanmamış bir İlyada tercümesi vardır. Yahya Kemal Sicilya Kızları’nı, Biblos Kadınları’nı yazar. Ziya Gökalp’e göre Şark musikisi de Garp musikisi de eski Yunan musikisinden doğmuştur. Gökalp musikide bir sentez arayışındadır. Salih Zeki Aktay, Hasan Ali Yücel, Nurullah Ataç, Azra Erhat da Nev-yunanilik anlayışını öne çıkaranlar arasındadır.

    Cumhuriyet’in ilk yıllarında Batı’dan, Eski Yunan’dan tercümeler yapılır. Yücel dergisi 1940’lı yıllarda hümanizmi savunan önemli bir dergidir. Yine 1940’lı yıllarda Liselerde Latince dersi okutulur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu o günlerin gazetelerinden Hakikat gazetesinde yazdığı bir yazıda bu uygulamayı över, bu derslerin okutulmasının medreselerin kaldırılmasından, Latin harflerine geçişten de önemli olduğunu söyler.

    Eski Yunan ve Latin kültürü, hümanist düşünce, buna bağlı mitolojik eserler, 1940’lı yıllardan sonra kültür politikalarımızın odak noktasını oluşturmuştur. 1940’lı yıllardan 1966’lı yıllara kadar çıkarılan Tercüme dergisi bu anlayıştan hareketle çıkarılmıştır. Dergide yayınlanan çevirilerden bir kısmı Eski Yunan ve Latin edebiyatındandır. Derginin konu ile ilgili özel sayıları da vardır. Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu bu derginin önemli isimleri arasındadır. Edebiyatımızda Mavi Anadolucular olarak bilinen topluluk da Yunan ve Latin’i öne çıkarırlar. Halikarnas Balıkçısı adıyla tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı bu topluluğun önde gelen ismidir. Ancak bu topluluk Eski Yunan ve Latin’in de Anadolu kültür ve uygarlığına ait olduğunu düşünürler.

    Cemil Meriç edebiyatımızda yunanperestliğin Yahya Kemal ve Yakup Kadri ile başladığını düşünür ve şöyle der: “İran’dan Yunan’a geçen iki dost bu yolculuktan altın meyvelerle dönerler. Ama anlarlar ki gurbet tehlikelerle dolu. Bakileri, Galipleri, Hamitleri yetiştiren bir şiiri Yunan-ı kadime bağlamak, ummanı ırmağa bağlamaktır”1. Yakup Kadri Yunan edebiyatını yüceltmek adına, bütün kitapları yaktığını, kaynağı eski Yunan’da bulduğunu söyler.

    İnsan sevgisi önemli bir sevgidir. Ne var ki aynı zamanda insan insanın kurdudur. Bu nedenle insanın denetimini yine insana bırakmak, salt insanı öne çıkarmak sonuçsuz kalabilir, insanı, insanlığı mutsuz edebilir. Böyle bir anlayış insanı ekonomik bir varlık hâline getirilebilir. Geleneksel edebiyatımız soyut bir edebiyattır. Allah sevgisine, Peygamber sevgisine öncelik veren bir edebiyattır. İnsan sevgisi bu iki sevgiden doğar. İnsan da Yaratıcı’sından dolayı sevilir; insana yaratılanların en şereflisi olduğu için hizmet edilir. Belki de bu nedenlerle sadece insan sevgisini öne çıkaran Hümanist bir akım Türk edebiyatında kendine bir yer bulamaz.

    Kör bir taklit duygusuyla edebiyatımızda bir girişim olarak kalan Nev-yunanilik ve Hümanizm anlayışı uzun ömürlü, kalıcı bir anlayış olamamış, ardılları olmamıştır. Yahya Kemal Beyatlı ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun öncülük ettiği eski Yunan’ı taklit eden bir edebiyat, Nev-yunanilik, hümanist anlayış edebiyatımızda bir heves olarak kalmış, bir akıma dönüşememiştir. Bunun yerine düşünce dünyamızda, felsefede, insani ilişkilerde, kurumsal yapılanmalarda etkili olmuş, seküler bir anlayışın yerleşmesine katkıda bulunmuştur.