Mistisizm: Budist Terimler Gözünden Bir Yolculuk
Sarah Shaw*
Mistisizm sözcüğü artık rağbet görmüyor. Birçok dinî gelenekte dinî ifadelere daha ziyade ‘köktendinci (fundamentalist)’ yanları sebebiyle ilgi gösteriliyor ve bu ifadeler, mesajlarını iletebilmek için siyasetin ve toplumsal değerlerin görünümüne bürünüyorlar. Fakat manevi anlam ve böyle bir söylemin dışında kalan bu anlam içinde olabilecek olan bir tecrübe dünyası için arayış hiçbir zaman bitmiş değil. Gerçekten de insan merak ediyor; eğer içsel yaşama ve yaşanmış tecrübelere ve bunların sundukları söylenen mutluluk ve huzuru bulmaya adanan çabalara yönelik büyüyen bir ilgi ve macera hissi varsa bu hareketler bu kadar bulaşıcı bir cazibeye sahip olabilirler mi? Buna cevap vermek açıkçası imkânsızdır. Ama aynı şekilde hayatın kendisi de bariz gizemlere sahiptir: ancak saf ve yarım bilgili bir bilim adamı en materyalist ve Kartezyen dünya görüşünün bile saçma anomalilere, bulmacalara ve muammalara sahip olmadığını iddia eder. Bilim dünyası biteviye değişiyor ve otuz yıl öncesinin doğruları bile bugün sorgulanıyor, ki diğer akademik alanlardaki uzmanlar da aynı şeyi söylüyorlar. Peki, gizemin değerini kabul etmek ve anlamak mistisizm pratiğini içerir mi? Bütün bunlar biraz “bulanık (misty)” mı yoksa, mistisizm kelimesiyle kökteş olmayan ama yine de belki insanların bu kelimeden anladıklarını özetleyen bu kelime gibi mi?1 Ya da, ister bir bilim insanı olalım ister başka bir şey, bilerek ve isteyerek büyülenmek (mystified) çevremizdeki dünyayı anlamlandırma sürecimizin gerekli bir parçası mı?
Bu makale bu sorulara tabii ki de cevap veremez. Lakin mistisizm pratiği, dünya üzerindeki birçok dinî geleneğin temel bir öğesi olmuştur ve bizler, bu geleneklerin bazılarının paylaşır göründükleri bazı vasıfları incelemeye çalışabiliriz. Büyük dinlerin çoğu ibadette, meditasyonda ya da dinginlikte, bilinmeyene doğru açılan bir yolculuğu arayan öğeler barındırır. Kadim Hint münzevileri, eski Güneydoğu yeni Batı Asya ormanlarının Budist meditasyon ustaları, Hristiyan mistikleri ve sufilerin hepsi “mistik” yolculuğu süregiden, daha üstün bir memnuniyete, bir kurtuluş hissine ve iç dünyalara dalarak, dış dünyada davranışlar üzerinde etkileri olan ancak dış dünyanın dışında kalan, bir keşfe götüren bir yolculuk olarak görmüşlerdir. Fakat bugün kültürel mukayeseye girişecek her teşebbüsün farklı bağlamları, tarihsel koşulları ve dinî arkaplanları anlamaya dair belli bir esnekliğe ihtiyacı vardır, ki bu farklı pratiklerin bir kimsenin kendi geleneğindeki işlevini anlayabilelim. Bu makale bu konuya Budist meditasyon perspektifinden bakmaktadır.
Öncelikle; zengin ve çeşitli bir tarihe sahip olan “mistisizm” kelimesine bakalım. Saklamak demek olan ve “kulakları ve ağzı kapatmak” anlamına gelen Yunanca muein kelimesinden türetilen kelime, Antik Yunan’daki Eleusis ayinleri olan mysteria ile ilişkiliydi; ve bu ayinlere katılanlar ayinlerin bir parçası olarak kendilerini yeraltı bir dünyaya götüren fizikî bir yolculuğa çıkıyorlardı. Bu ayinlere katılanlar bu gizli ritüellerle ilgili olarak gizlilik yemini etmek zorundaydılar. Bu ifade daha sonra erken dönem Hristiyanlığı tarafından benimsendi ve önceleri sadece Kitabı Mukaddes’in gizli ve ezoterik manasıyla ve bunun yanında Komünyon’daki İsa gibi gizli mevcudiyet ile ilişkilendirildi. Çok sonraları mistik teoloji ile ilişkilendirildi ve şimdiki anlamını kazandı; yani dünyadan ve duyulardan geri çekilme ile gelen bir tecrübe ve ibadet, meditasyon ve tefekkür dünyasına genellikle gözüpek bir giriş. Başlangıçta kişinin tecrübeleri hakkında konuşmaması demek olan “ağzını kapatmak”, daha sonraları içsel konuşmanın tedricen susması anlamını da aldı. “Gözlerini kapatmak”, önceleri bilinmezin karalığına yapılan fiziksel bir yolculuk anlamına gelen bu ifade, sonraları çoğu dua ve meditasyonda ifadenin birincil anlamıyla gözleri kapatmak ve böylece dış dünyayı önemsizleştirerek iç dünyanın keşfine çıkmak anlamını üstlendi.
Peki, bu terimi, ‘meditasyon’ ya da mistik tecrübe dediğimiz boyutlarda, bir kutsal varlıkla birliği ya da ilişkiyi içermeyen İbrahimî olmayan geleneklere de uyarlayabilir miyiz ve bu uyarlama hangi işlevi görür? Bazı sınırlamalara rağmen tabi ki uyarlayabiliriz. Budizm’de merkezî olan meditasyon hâli (dhyana/jhana) viveka, yani duyulardan çekilme olarak tarif edilmiştir. Bu hâl gözleri kapatmayı (fakat görsel nesnelere dair bazı meditasyonların ön hazırlık aşamasında meditasyonu yapanın ilk önce nesneye bakması gerekir) ve seslerin dünyasından ve dış dünyaya dair duyusal tecrübelerden geri çekilmeyi içerir. Bu çekilme bir rehberle ve nefes gibi uygun bir meditasyon nesnesiyle yapılmalıdır. Bu hâl ağzı kapatmayı da içerir, ve aşağıda sıralayacağımız dört meditasyonun ikincisinde, nesnenin derin tefekküründe artık gereksiz olan sözsel ve söylemsel düşünce terk edilerek zihin “içsel olarak dingin” hâle getirilir. Bu anlamıyla meditasyon daha ziyade, XII. yüzyıl mistiği St. Victorlu Richard tarafından Mistik Gemi isimli eseri içinde sözsüz bir huşu hâli olarak betimlenen Hristiyanî contemplatio’ya benzer. Yani diyebiliriz ki Budist meditasyon, kelimenin kazandığı ilk anlamlarıyla mistiktir.
Fakat Budist meditasyonun alamet-i farikası büyük ve yoğun bir mutluluktur ve bu nitelik birçok Hindu geleneğinde de özellikle vurgulanmıştır. Gerçekten de bu nitelik, M.Ö. V. yüzyılda Buda’nın, kendisinin aydınlanma arayışında meditasyonu daha çok keşfetmeyi bu kadar uygun görmesinin sebebidir. Duyulardan alınan zevkler ve kolaylıkla geçen bir yaşamdan sonra Buda, sarayını terk etmiş ve kendisini yaşlılıktan, hastalıktan, acı çekmekten ve ölümden azad edecek bilgelik arayışına çıkmıştır. İki hocayla birlikte çeşitli biçimsiz meditasyonları çalıştıktan sonra hocaların kendisine yardım edemeyeceğini farketmiş ve o zamanlarda bazı Hindu münzevilerinin, günde azıcık pirinç yemek gibi pratiklerle uyguladıkları nefis köreltme yöntemini denemiştir. Çok hastalanmış ve sonrasında çocukken bir hasat festivali sırasında bir ağacın altında otururken şans eseri keşfettiği dhyana/jhana hâlini hatırlamıştır. Yorumlara göre bu hâl basitçe onun nefesine yoğunlaşması ve onunla ilgilenmesiyle ortaya çıkmıştır, ki bu pratik nefes alıp vermeye dikkat kesilmek olarak bilinir. Buda bunu hatırladığı zaman, kendisini bilgeliğe ulaşmaktan alıkoyan şeyin, bu hâlin getirdiği ve duyu-arzudan azade olan o büyük mutluluktan duyduğu korku olup olmadığını merak etmiştir. Mahasaccaka-Sutta bu anı şöyle tarif eder:
“Ve bana şu düşünce geldi: ‘Hatırlıyorum, babam Sakyan meşgulken, ben çiçeklenmiş elma ağacının serin gölgesi altında duyusal hazlardan ve vasıfsız hâllerden uzakta otururken birinci meditasyona (jhana) girdim ve onu yaşadım; ki buna, inzivadan doğan sevinç ve mutlulukla birlikte tatbiki ve sürekli düşünce eşlik eder. Uyanışa giden yol bu olabilir miydi? Sonra, bu hatıranın akabinde bilinç geldi: ‘Bu uyanışa giden yoldur.’”
İşte bu durum, Budist tutumu kısaca özetler. “Mistik” meditasyon hâlleri birtakım kavrayış sağlayabilir ve zihinde sağlıklı ve dengeli bir durum oluşturabilirler, fakat bu hâllerin öncelikli görevi, meditasyondan doğabilecek olan ve duyusal tatmine bağlı olmayan mutluluk ve neşeye karşı duyulan korkuyu aşmaktır. Bundan sebep onlar meditasyon yapan kişinin zihnini bilgelik ve uyanış için hazırlarlar. Bundan sonra Buda, ilerisinde uzanan “orta yol”u görmüş, yemek yemiş ve aydınlanmıştır. İşte bunlar, dört jhanalar olarak bilinen dört hâldir. Bu hâller Buda’dan önce de var mıydılar, yoksa onları Buda mı “icat” etti, bilmiyoruz: bazıları ondan önce de var olduklarını iddia ediyor, ki zamanın Hindistan’ının gayet zengin bir meditasyon pratikleri arkaplanına sahip olduğunu biliyoruz. Her halükarda bu sakin (samatha) meditasyonlar, Budist pratiklerinde ve bazı farklarla bazı Hindu geleneklerinde merkezî bir öneme sahip oldular:
1. Biraz düşünmenin olduğu birinci hâl, tatbikî ve sürekli düşünceden (vitakka ve vicara), neşeden, mutluluktan ve odaklanmaktan (harfiyen birliğe-gitmiş demektir) oluşur. Bu hâl farklı sabun parçacıklarından bir el sabunu yapan hamamcıya benzetilebilir.
2. Düşünmenin gereksiz olduğu ikinci hâlde zihin meditasyon nesnesini neşe, mutluluk ve odaklanmayla temaşa eder. Bu hâl, düşüncelerin dinginleşmesinden sebep “içsel huzur, güven ve zihnin bütünleşmesi” olarak bilinir. Bu hâl, bütün havzayı ıslatan kaynak sularından beslenen göle benzetilebilir.
3. Neşenin artık gereksiz olduğu üçüncü hâlde zihin meditasyon nesnesini mutluluk ve odaklanmayla temaşa eder. Bu hâl, hepsi de bir havuzda suyun altında, bu hâlin mutluluğuna benzer bir şekilde doymuş olan nilüfer çiçeklerine benzetilebilir.
4. Zihnin zevkten ve acıdan bile kurtulduğu dördüncü hâlde zihin, itidal içinde meditasyon nesnesine odaklanarak onu temaşa eder.
Rivayetler bize, bu hâlde nesne ve özne arasındaki ilişkinin çözüldüğünü söylüyor. Zihin artık, Buda’nın uyanışı öncesi yaptığı biçimsizlik üzerine meditasyon gibi daha ileriki meditasyonlar için hazırdır. Ya da artık içgörü uyandırılabilir, böylelikle zihin tamamen özgürleştirilebilir ve beden inkıtaa uğratılarak nirvanaya ulaşılınabilir. Bu hâl, bir adamın bedeninin temiz beyaz bir örtüyle tamamen örtülmesine benzetilebilir, zihnin saflık ve şeffaflıkla örtüldüğü gibi.
Açıktır ki benzer hâller başka geleneklerde de bulunabilir. Mesela, Azize Avilalı Teresa’nın ibadetin dört aşamasını anlattığı, Hayat’taki betimlemeler: bu türden bir iç yolculuğun, diğer mistiklerin de belirttiği gibi, kendilerine has noktaları olmak durumundadır. Henry James’in kardeşi William James Dinî Tecrübenin Çeşitleri (1901-2) isimli ufuk açıcı bir kitap yayımladı ve bu kitapta, bizim burada mistik kelimesiyle karşıladığımız hâlin gelenekler arasındaki bazı aşikâr farklarına dikkat çeken dört özelliğini belirledi:
1. Tanımlanamazdır ve negatif terimlerle, yani ne olmadığı ile düşünülmediği sürece tarif edilemez.
2. Nazarî bir niteliğe sahiptir, onda varoluşa dair bir kısım bilgi açığa çıkar.
3. Geçicidir.
4. Edilgendir, mistik, onda kendi iradesinin muallakta kaldığını ve kendisinden daha yüksek bir güç tarafından ele geçirildiğini hisseder.
Bu kısa özetin de gösterdiği gibi, söz konusu Budist meditasyon olduğunda bu tanımların birçoğunun vasıflandırılması gerekmektedir. 1. maddeyle ilgili olarak; tekmil özgürlüğün ortaya çıkışı tanımlanabilir terimlerle açıklanmış ve nirvana, nihai amaç, genellikle ne olmadığıyla açıklanmıştır: mesela acı çekme değildir, kirli değildir, hiçbir sıkıntısı yoktur. Budist geleneği boyunca, Zen ve Chan şiirleri gibi, çelişkili imgeleriyle olağan anlayışımızın tanımlanamazlığını dile getiren edebi eserler vardır. Fakat Nirvana, çok önemli olarak etkin bir biçimde “en büyük mutluluk” olarak tarif edilmiş ve Budist meditasyonlar (dhyanalar/jhanalar), gördüğümüz gibi, açık bir şekilde belirlenmiştir. 2. maddeyle ilgili olarak söylenmesi gereken bir iki şey var. Budist meditasyonun kesinlikle nazari bir yanı vardır ve meditasyonları yapanlar, o hâllerin doğurduğu büyük ve ezici mutluluk ve rahatlık hissinin imkân alanına bir göz atabilmekten bahsederler. Bilgeliğin bütün meditasyonlarda mevcut olmasına rağmen varoluşun bütünsel bilgisi sadece, bütün engellerin ve setlerin ortadan kalktığı özgürlüğe erişildiğinde açığa çıkar, ki bu bir andır ve bu ana da meditasyon denir. Bundan sebep kadim yorumcular, meditasyonların mutluluk ve bütünlük getirdiğini, fakat bunlardan gelen bilginin, özgürlüğe erişene kadar kısmi olduğunu vurgulamışlardır. 4. maddeye gelince, burada ciddi sıkıntılar vardır. Zira meditasyonun gizemliliği anlaşılabilir olmasına ve tecrübi olarak öylece ortaya çıkıyor görünmesine rağmen bu hâl edilgen olarak tarif edilmez ve bu noktada Budist gelenekle aralarında gerçek bir fark vardır. Zira Budist meditasyonları yapan kişi, iradesiyle meditasyona erişmeyi öğrenir, bunun teknikleri kendisine öğretilir ki istediği zaman onlara girebilsin ve istediği zaman çıkabilsin. Meditasyonu yapan kişinin zihninde Buda’nın varlığı ve teşviki o kişiyi desteklese bile hiçbir dış temsilci onu kontrol etmez. Meditasyon yapan birisine “zihni üzerinde hâkimiyet kurmayı ve zihninin kölesi olmamayı” sağlayacak hünerleri öğretmek çok önemli kabul edilir. Tabii ki, burada söz konusu olan farkın, sadece bu hâlin tarif edilişiyle ilgili olabileceğini vurgulamak gerekir: Bu hâllerde Tanrı’nın mevcudiyetini hisseden Hristiyan yine de bu hâli istediği zaman terk edebilmeyi ister ve bu bariz fark, basit bir vurgu farklılığı olabilir. 3. maddeye gelince, James’in tanımı gerçekten de uygun görünüyor: Budist gelenekte, dünyadaki bütün durumlar gibi meditasyon da geçicidir. Görünüyor ki, Hristiyan mistisizmiyle Budist mistisizmi gerçekten de bazı özellikleri paylaşıyor diyebiliriz, fakat bunu farklara dikkat ederek söylemeliyiz.
Hristiyan ve Hindu mistisizmleri arasında tarihsel bir ilişki var mıdır? Hristiyan tefekkürü, meditasyonu ve ibadetinin zengin ve kadim tarihi düşünüldüğünde, şimdilerde bazılarının yaptığı gibi bütün “mistik” geleneklerin Hindistan’dan neşet ettiğini söylemek yanlış olur. Tarihsel bir perspektiften bu sorunun tek dürüst cevabı: “Bilmiyorum!”dur. Bazı kimseler, İsa’nın çöldeyken, Hindistan’dan gelen gezgin hocalarla ilişki kurmuş olabileceğini öne sürdüler. Bu öneri imkânsız değil, zira böyle hocalar gerçekten de Çin’in uzak doğusu ve Afganistan ve Part toprakları (İran) gibi Budizm’in ve Hindu meditasyon pratiklerinin çok büyük etkiler yaptıklarını bildiğimiz yerlere seyahatler ettiler. Ve buralarda Yunanlılarla ilişkiler kurulduğu da kanıtlanmıştır. Gezgin hocaların aynı zamanda İpek Yolu boyunca batıya doğru seyahat etmeleri kesinlikle mümkündür. Daha sonraki bir tarihte, Çöl Babaları’nın rivayet olunan meditasyonları Budist pratiklerle birçok şaşırtıcı özellik paylaşıyor görünmektedir. Fakat, bildiğim kadarıyla o zamanlarda böyle bir ilişkinin kurulduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yoktur ve meditasyonların o zamanlarda nasıl ve niçin, ve hatta hangi yönlerde yayıldığına dair sonuçlara varmakta aceleci davranmamalıyız. Belki de daha önemli olan soru, bu geleneklerin kendilerine ait bu kadar çeşitli dizgeyi nasıl geliştirebildiği ve böyle geleneklerin kendi mistik tecrübelerinde, bazı durumlarda mukayese edilebilir yöntemleri kullanarak yankı bulabildiğidir. Bu sebeptendir ki, nefesle ilişkili olan İsa duası Hristiyan Ortodoks cemaatlerde merkezîdir ve hâlâ yaygın bir şekilde tatbik edilmektedir. Bu duada kullanılan yöntemleri, örneğin Bu ve Dho hecelerinin yine nefesle ilişkili olduğu bazı Uzakdoğu Asya meditasyon usullerinde görebiliriz. Budist pratiklerini yapan kişiler için bunun hem içsel hem dışsal farkındalığı artırdığı ve zihin meditasyon ve dinginliğe girerken afaki düşüncelerin dinginleşmesine yardımcı olduğu söylenir. Budist gelenekler gibi diğer Hristiyan gelenekler de kendi usullerini geliştirmeye devam ediyorlar: bunlar süregiden süreçlerdir ve böyle pratikler kendileriyle ilişkili olan insanlara uyum sağlamak için farklı bağlamlarda yeni biçimler alırlar.
Bağlam bu sebeple çok önemlidir. Bu makalede daha yukarıda, bağlamın karşılaştırmalı çalışmalardaki öneminden bahsetmiştim. Budist gelenek için bu durum özellikle zorunludur; çünkü jhana meditasyonunun vuku bulması, diğer yardımcı durumlar ve etkenler olmadan neredeyse imkânsızdır. Meditasyonu yapan kişinin meditasyona yardımcı olan ahvalde olması, kendisini iyi hissetmesi ve gürültü ve dikkatini dağıtan şeylerden uzak olması gerekir. Meditasyon kılavuz kitaplarında, devam eden inşa faaliyeti meditasyon pratiğine en büyük engellerden birisi olarak gösterilmiştir! Geleneksel bir Budist ortamında, meditasyonu dengelemeye destek olan her türlü kültürel yardım mevcuttur: dinî müzikler söylemek, arkadaşlarla öğretinin amaçlarına dair konuşmak, dua etmek ve yürüyüşlere çıkmak. Buralarda gün bir çeşitlilik olarak vardır, tıpkı Hristiyan manastır ortamlarında eskiden ve hâlâ olduğu gibi. Ormanda meditasyon yapan Uzakdoğu Asya rahipleri için bile diğer insanlarla iletişim ve çalışma vardır, zira rahipler yemek ve yardım için bu diğer insanlara bağımlıdır. Yani insanlar arasında bol miktarda etkileşim vardır ve halk bazen manastır ve tapınaklarda alıştırmalar yapar. Basit fiziksel egzersizler, yürüyüşlerle günün içine yerleştirilir. Bazen sessizlik olabilir; fakat bu, arkadaşlık ve karşılıklı destek ortamında olur. Batı gibi her yeni bağlamda oluşan iyi okullar, böyle bir meditasyon dengesini bu yeni ortamlarda bulmalarını sağlayacak yollar ararlar ve bulurlar; yani meditasyon sadece “içe” bakış değildir.
Bu bakımdan, Budist ya da Hıristiyan, bu meditasyonların paylaştıkları önemli bir özellik, sağlıklı ve dengeli bir şekilde çalışmak için bu pratiklerin, bu yolda tecrübeli olan ve size rehberlik edebilecek olan bir hocadan ya da güneyli Budistlerin deyişiyle “iyi bir arkadaş”tan öğrenilmesi gerektiğidir. Eğer insanlar iyi bir hocaya sahip değillerse büyük sıkıntılarla karşılaşabilirler. Kelimenin gizlilik ya da sırdaşlık yönündeki gerçek anlamıyla “ağzını kapatmak”, belki de onun için bu kadar önemlidir. Budist geleneklerde hoca bir kimsenin meditasyonunu başkalarıyla konuşmaz ve meditasyon yapan kişi de bu konuyu başkalarıyla konuşmaz; bütün süreç bir güven hissi üzerine kuruludur. Rehberlik ve kişinin sıkıntılarını güvenine ihanet etmeyecek bir başkasıyla paylaşabilmesi hissi Budist sükûnet (samatha) meditasyonunda elzem şeylerdir, özellikle de kişiye ve ihtiyaçlarına, büyük bir dikkat ve titizlikle jhana aşamaları öğretilirken. Bazı istisnalar olmakla birlikte, insanlar bu pratiklere girişirken çok fazla efor sarf ediyorlar ya da yanlış tatbik ediyorlar; ki böyle olunca bu pratikler yardımcı olmuyorlar artık.
Bunlardan sebep, “mistisizm”i herhangi bir bağlamda araştırırken diğer geleneklerin nasıl çalıştığına bakmak ve aynı zamanda farklılıkları da görmek çok faydalıdır. Bu konuyu düşünürken benim için önem kazanan şey ise büyük geleneklerin ne kadar çok şey paylaştıkları oldu. Mistik yolu takip eden gözüpekler için dış dünyadan ziyade iç dünya bize değişim için ilginç bir yol sunar, ve Budist ifadelerle söylersek o ‘ehipassiko’dur, daima davetkârdır ve ‘opanayiko’dur, özgürlüğe götürür.
1 Yazar burada mysticism ve misty kelimeleri arasındaki ses benzerliği üzerinden kelime oyunu yapıyor.
* Oriental Institute / Wolfson College Oxford Üniversitesi öğretim üyesi