Ortaçağlardan Günümüze Yahudilik’te Mistik Gelenek
Patrick B. Koch*
1. “Yahudi Mistisizmi”ni Tanımlamak
Yahudilik’te mistik gelenekten bahsederken hâlihazırda net bir kavramımız bulunuyor. “Yahudi mistisizmi” kavramı on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirmini yüzyılın başlarında Yahudi âlimlerce ortaya atılmış modern bir icattır. Bu âlimler, Yahudi kaynaklarını modern araştırma yöntemlerini kullanarak eleştirel bir şekilde inceleme amacı taşıyan Wissenschaft des Judentums (Yahudi Bilimleri) hareketine mensuptular. Bu kavram, ilkin, küçültücü bir çağrışım taşıyordu çünkü bu âlimler Yahudiliğin mistik kaynaklarına çok da iyimser bakmıyordu. Onları “dışsal”, yani Yahudi müellifleri etkilemiş Yahudiliğe ait olmayan kaynakların ürünü olarak görüyorlardı.
Ancak yirminci yüzyılın başlarına doğru Yahudi mistisizmine gerçekten ilgi duyan yeni bir âlim nesli ortaya çıktı. Yazdıkları yazılar, sonraları bunun bir akademik alan hâline gelmesinin temelini oluşturacaktı. Yahudi mistisizminin akademideki kurucu babası olarak görülen Gershom Scholem (1897-1982), mistisizmi, dinin en yüce formu olarak algılamaktaydı. Scholem mistisizmi diyalektik bir süreç olarak algılamıştır. Dünya tarafından belirlenen başlangıcı, kutsal ile insan arasındaki cennetimsi bir ahenktir. İkinci süreç bir ayrılmadır; insan ile Tanrı arasındaki ikiliğin ortaya çıkması ve bunun farkına varılması. Sonuncu süreç ise bu farkındalıkla ilahî ile kutsal alan arasındaki boşluğa köprü kurma gayretindeki mistik ile mistisizm mümkün bir hâle gelir. Scholem’in kullandığı kavramlar, bu tür bir uyumlulaştırma girişimi mistik deneyimin sürdürülmesi ve ruhi düzeyde kırılmış birliğin restore edilmesini oluşturmaktadır.
Dahası, Scholem, Yahudi mistisizmini üç ayrı evreye ayırarak, onu “süreğen bir gelenek” olarak algılayan yaşlı çağdaşı Yahudi felsefeci Martin Buber’in (1878-1965) ayak izlerini takip etmiştir. Talmud döneminin (M.Ö. birinci yüzyıldan M.S. onuncu yüzyıla) Merkava mistisizmi ile başlayarak farklı Orta Çağ ve erken modern tezahürleriyle (on ikinci yüzyıldan itibaren) Kabala (ed. “gelenek”) tarafından takip edilmiş ve Doğu Avrupa Hasidilik – on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ruhani bir hareket – son bulmaktadır. Scholem’in Yahudi mistisizminin doğrusal ve ilerlemeci gelişimini evrelere ayırması son yıllarda gerçekten bir tartışma konusu olsa da halen daha bugün âlimler tarafından en çok kullanılan tarihyazımı modelleri arasında sayılmaktadır.
Son yıllarda, Yahudi malzemelerinin “mistik” olarak tasarımlanması, bununla beraber, sorgulanmaktadır. İsrailli âlim ve Batı ezoterizmi uzmanı Boaz Huss, örneğin, bizim “evrensel bir tarih-ötesi, içkin bir dinî olay” olarak mistisizm anlayışımızın, gerçeklere dayanarak “modern, kültürel-bağımlı, dağınık bir yorumu” temsil ettiğini iddia etmektedir. Buna göre, “çeşitli metinlerin ve hareketlerin ‘Yahudi mistisizmi’ türü altında tasnifi, bunları başka kültürel oluşumlarla ilişkilendirilmesidir. Bu ilişki, Yahudi kültürü ve Yahudiliğin hiçbir bağı olmadığı başka kültürlerle de olabilmektedir fakat bu türden ilişkiler kuran akademisyenler, hepsinin mistik tecrübelere dayandığını söylemektedirler”. Daha az radikal sayılabilecek bir görüş de “Yahudi mistisizmi”nin tartışmasız en çok öne çıkan akımı olan Kabala’nın “[…] gerçekten mistisizmin bir çeşidi olarak mı görüldüğü, yoksa […] en iyi ihtimalle Yahudiliğin dikkat çeken ezoterik, metafizik geleneği olarak mı tanımlandığı”nı soran Amerikalı akademisyen Pinchas Giller tarafından formüle edilmiştir.
Kabala, Hasidilik ve Yahudiliğin diğer akımlarını “mistik” olarak tasvir etmekte ortaya çıkan sıkıntı, yalnızca, “mistisizmi yaşayan insanların kullandığı bir kavram olmadığı, dışarıdan bakanların kullandığı [etic] bir kavram olduğu” gerçeğinden kaynaklanmamaktadır. Bundan ziyade, mistisizm tanımlarının çoğu, ya kıyıda köşede tartışılmış ya da – ilahî olanla bir olma veya unio mystica gibi – Yahudi yazınında zor bulunacak olan temel özellikler ihtiva edebilir.
Sonuç olarak, “mistisizm” kategorisini Yahudi yazınına uygulamanın avantajları ve dezavantajları büyük oranda onu nasıl tanımladığımıza ve bu tasnifin ne türden bir amaca hizmet edeceğine bağlıdır. Şayet biz Yahudi yazınını bilincin değişen hâlleri, ilahî âlemle karşılaşmalar ya da “mistik” ekstatik/vecdi tecrübelerle iştigal ettiğini düşünürsek daha kapsayıcı tanımlar bilhassa yararlı olmaktadır. Mesela Tasavvuf ve İsmaili düşünce alanında tanınmış bir uzman olan Sara Sviri, “mistisizm”i genel olarak “dinler ve kültürler içerisinde, kutsalın yoğun bir şekilde deneyimlenmesini amaç edinmiş gönüllü çabalarla ilişkilendirilen bir akım” olarak, “mistiği” de “böyle bir deneyimi arzulayan, bunu hayatı zarfında kazanabileceğine inanan (en azından bu konuda ümitvar olan) ve kendisini bunu elde edebileceği yollara adamaya istekli bir birey” olarak tanımlamaktadır.
2. Yahudi Mistisizm(ler)i: Süreklilikler ve Kopuşlar
“Yahudi mistisizmi” türü altında toplanan yazılardaki muazzam çeşitlilik, antik zamanlardan bugüne devamlılığın sağlanıp sağlanmadığını sorgulatmaktadır. Nitekim, böylesine doğrusal ve evrimsel bir okumayı destekleyecek yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Bu nedenle, Yahudi mistisizminin değişik türlerinin farklı sosyo-tarihsel bağlamlarda bağımsız bir biçimde gelişmiş olduğunu varsayabiliriz. Aynı şekilde, yaklaşık iki bin yıllık bir zaman dilimi boyunca farklı tezahürlerle var olmuş tek bir “normatif” geleneğin “kökleri”nin izini sürme arayışını da sorgulayabiliriz. Ancak, mistisizmin çoklu biçimlerinin çoklu köklerden neşet ettiğini varsaymak da yine oldukça spekülatif olur. Örneğin, Kabala yazınının köklerinin, Yahudi olan kaynaklarda mı, yoksa Yahudi olmayan kaynaklarda mı bulunduğu meselesi hâlen daha tartışılmaktadır. Mesela, Gershom Scholem, Kabbala malzemelerini antik gnostik geleneklerle Orta Çağ Yeni-Platonculuğunun bir bileşimi olarak okumaktadır. Bunun aksine Moshe Idel, “emirlerin merkeziliğine olan vurgundan dolayı Yahudi mistisizmi ve hahamların görüşleri arasındaki yakın ilişkiyi” görerek “Kabala’yı yıkıcı bir olaydan ziyade geleneksel bir fenomen olarak sunmaktadır.” Bu nedenle, Yahudilikte, birbirine atıfta bulunan ve fakat bir “orijinal” kaynaktan doğmuş olması gerekmeyen farklı mistik gelenekleri göz önüne almak uygun görünmektedir. İşte bu yüzden evrimsel ve ilerlemeci bir yaklaşımı benimsemekten kaçınmalı ve bunun yerine birtakım, zaman zaman da kökten farklı sayılabilecek bazı metinsel özellikleri ve ortaçağdan bu yana âlimlerin çoğunun da “mistik” olarak tanımlayacağı yaşayan Yahudi geleneklerini öne çıkarmalıyız.
3. Yahudi mistisizminin çeşitleri
Musar
Musar diye anılan yazını “Yahudi mistisizmi” olarak düşünmek oldukça zordur. Geleneksel olarak, âlimler İbranice musar terimini “Yahudi etiği” ile eşanlamlı olarak kullanmaktadırlar. Gelgelelim yakından baktığımızda farklı bir değerlendirmeyle karşılaşırız. Musar türü ortaçağlarda Arap kültürü etkisinde ortaya çıkmış ve İslam’da özellikle tasavvufta görülen edep yazınından güçlü bir biçimde etkilenmiştir. Musar’ın Bahya ibn Bakuda (11. yüzyıl) gibi ilk müellifleri, fiziksel olarak yapılması gereken ibadetlerle bireyin, günahlarını kontrol etmek ve erdemlerini geliştirmek suretiyle benimsemek ve kazanmak zorunda olduğu içsel manevi boyut arasında bir ayrım yapmaktadırlar. Böylelikle bizler yalnızca, yerinde bir şekilde via mystica (mistik yol) olarak tanımlanabilecek dönüştürücü süreçle iştigal etmiyoruz. Aynı zamanda, bireysel yolun hedefi de nihai olarak mistiktir çünkü ilahî olanla samimi bir karşılaşmaya ulaşmayı amaçlar. Musar Yahudi yazınının popüler türleri arasında sayılmaktadır; en iyi örnekleri, on altıncı yüzyılda-dönemin Yahudi ruhaniliğinin merkez üssü olan ve hâlen de İsrail’in en popüler hac mekânları arasında yer alan, Celili şehri Safed’deki kabalacılar tarafından yazılmıştır.
Tasavvufi düşüncenin etkilediği bir başka Kabalacı olmayan Orta Çağ mistik hareketi de Mısır Dindarları hareketidir (13-15. Yüzyılın başları). Bu akım, en çok, büyük ortaçağ Yahudi filozofu İbn Meymun’un (1135/38-1204) torunlarının yazdıklarıyla temsil edilmektedir. Pek çok açıdan, Mısır dindarları yazını Sufi kitaplarının bir Yahudi sürümü olarak okunabilmektedir. Aslında, onların müellifleri tasavvufi düşünceye olan bağlılıklarını açıkça dile getirmişlerdir. Fakat, Mısır dindarlarına mensup bazı yazarlar, sufi tavrın Tevrat’taki peygamberlerin taklidi olduğu ve bundan dolayı Tevrat’taki velayet (azizlik) bahislerinin farklı bir şekilde canlandırılmasını temsil ettiğini iddia etmektedir. Yalnızca son on yıllarda, bilhassa Arapça yazılan bu büyüleyici yazın, Paris’te bulunan âlim Paul Fenton’un çabaları sayesinde daha geniş bir kitlenin erişimine sunulmuştur.
Kabalacı Genenekler
Kabbalah: New Perspectives (Kabala: Yeni Perspektifler) adlı monografisinde Moshe Idel, Kabala’nın iki farklı türünü birbirinden ayırmaktadır: “Öteki dünyanın yapısını açıklayan Teozofik-teurjik (mucize, büyü) akım, bir ahenk hâlini ortaya çıkarabilmek için ayinsel ve tecrübi bir şekilde ilahî olanla irtibatı sağlamayı amaçlamaktadır. Diğeri ise ekstatik/vecdi veya peygamberi akım, daha insan merkezli ve kişinin mistik tecrübesini summum bonum (en yüksek iyi) olarak …” tasavvur ettirmektedir.
Kabala’nın ekstatik/vecdi türü, bir unio mystica deneyimi başlatmayı hedefleyen Aristotelesçi bir modele dayalı entelektüel bir tür mistisizmi oluşturmaktadır. Ekstatik/vecdi kabalacının nihai amacı “bireysel insan aklının etkin akla dönüşmesidir.” Ekstatik/vecdi Kabala’nın önde gelen ismi olan İspanyalı Abraham Abulafia (1240-1291/2) bu yolu, bireyin aklının “pek çok zor, kavi ve muazzam tatbikattan sonra [etkin akılla] birleşinceye […] ve insan ve Tanrı (He) tek bir varlık oluncaya kadar” kademe kademe yükselişi olarak tasvir etmektedir.
Teozofik ve teürjik Kabalacı geleneksel, genel olarak, dünyevi âlemin yaratılmasından önce, sonsuz Tanrı’nın (Ein Sof) kendisini Middot veya Sefirot denen ilahî kudret olarak ortaya koyduğu bir ara (intermediary) âlem meydana getirdiğini varsaymaktadır. Bu özellikler, ilahî olandan, yukarıdan aşağıya, dünyaya olan ilahî akışı mümkün kılan kanallar gibi işlev gören borularla bağlantılandırılmaktadır. Sefirotik gruplaşma ve insan yaratımının eşbiçimli yapısından dolayı insan eylemi, üst yapıyı – hem müspet hem menfi olarak – etkileme potansiyeli taşımaktadır. Tanrı’nın tecelli eden vasıflarını taklit etmek suretiyle ilahî ahengi sürdürmek kabalacının görevidir. Bu oldukça zorlu olan görev, bir yandan zihinsel olarak birisinin hedeflediği ilgili niteliklere odaklanılırken diğer yandan fiziksel olarak ifa edilen ritüellerle elde edilir.
Adını Isaac Luria Ashkenazi’den (1534-1572) alan Luryanik Kabala, teozofik ve teürjik Kabala’nın oldukça dramatik ve en karmaşık varyantlarından birini sunmaktadır. Luryanik yaradılış efsanesine göre, ilahî sudur akışı öyle kuvvetliydi ki Sefirotun bir kısmını parçalamıştı. İlahî pırıltıların bir kısmı, maddi dünyaya düşen Sefirot kanallarının kırık parçalarına yapışık kalmıştır. Bu yerinden oynama, ilahî dengesizliğin temel nedeni olarak görülmektedir. Bu nedenle, onu kaynağına geri döndürmek kabalacının görevidir. Kıvılcımların artışı, bu sebeple, evrenin ilkel hâlinin yeniden kurulması için onarıcı bir eylem olarak düşünülmektedir.
Luryanik Kabala, Yahudi dünyasında on yedini ve sekizinci yüzyıllarda geniş bir şekilde yayılmıştır. Özel olarak önemini ise Sabetay Sevi’nin ruhani lideri olduğu Sabetay hareketinin öğretisel yazılarıyla kazanmıştır. 1626’da İzmir’de doğan Sevi, 4. Mehmed’in (1642-1693) zoruyla 1666’da İslam’a girmiştir. Hareketin teolojik beyni olan Gazzeli Nathan (1643-1680) Sevi’nin ihtidasını, kırık kanallardan gelen son ilahî pırıltıların nihai özgürleşme eylemi ve Mesih çağının doğuşuna doğru son adım olarak yorumlamıştır. Sevi’nin takipçilerinin büyük çoğunluğu, ihtida ettikten sonra büyük bir hayal kırıklığıyla kendisinden uzaklaşmış olsa da az sayıdaki bağlısı da İslam’a geçmiştir. “Dönme” olarak anılan bu küçük cemaat bugüne dek yaşamıştır.
Hasidilik
Âlimlerin “mistik” olarak tanımladıkları bir başka örnek de Hasidilik’tir. Doğu Avrupa’da ortaya çıkan hareket, kurucusunun Ba‘al Shem Tov (yaklaşık 1700-1760) olarak da bilinen R. Israel ben Eli‘ezer olduğunu belirtmektedir. On sekizini yüzyılın sonuna doğru Hasidi hareketi Yahudiliğe özgü bir toplumsal yapı geliştirmiştir. Buna göre, tek bir ruhani lider yani Sadik (ed. doğru) ilahî âlem ve kendi cemaati arasında bir aracı olarak işlev görür. Mistik yetileri, müridlerini ruhen beslemesine imkân tanır. Aynı zamanda, Hasidi öğretileri, Tanrı’nın her zaman her yerde hazır olduğunu ve yaratışının her yönüyle tecrübe edilebileceğine inanır. Bu şu demektir; hanedanlık yapısına karşın Hasidilik, ezoterik geleneklerde bir demokratikleşme sürecini de temsil etmektedir çünkü Tanrı hem her yerde hem de herhangi birisi tarafından tecrübe edilebilmektedir.
Hasidilik, günümüzdeki en büyük Yahudi mistik hareketlerinden birisidir; çoğunlukla İsrail ve ABD’de bulunan kırk farklı grubu içine almaktadır. En kalabalık olanının 100.000’den fazla takipçisi bulunmaktadır.
Çağdaş Kabala Biçimleri
Son yıllarda akademisyenler modern ve çağdaş Kabala biçimleriyle artan bir şekilde ilgilenmeye başladılar. Jonathan Garb, Pinchas Giller, Boaz Huss ve Jonatan Meir’in çalışmaları Kabala’yı yaşayan bir gelenek olarak anlamamıza çok büyük katkıda bulundular. Modern Kabalacıların büyük çoğunluğunun, Giller’in “geç Luryanik ekol” olarak tanımladığı şeyi temsil ediyor oluşu dikkate değerdir; yani, bunların hepsi, çarpıcı derecede farklı nitelikleri bulunan Luryanik Kabala’nın son dönem yorumlarını temsil etmektedir. Örneğin, Kudüs’teki katı Ortodoks Kabala mahfilleri, Yemenli kabalacı Shalom Shar‘abi’nin (1720-1777) ve Chaim Yehuda Leib Auerbach (1883-1954) tarafından kurulan Aşkenazi yeshivası (çalışma evi) Sha‘ar ha-Shamayyim (Cennetlerin Kapısı) önderliğinde büyük üne kavuşan Beit El’in (Tanrı’nın Evi) yeshivasını ihtiva etmektedir. Yelpazenin öteki tarafına ise Yahudi olmayanları bile hiyerarşisi içine almaya izin veren, Kabala’yı evrensel çapta erişilebilen bir gelenek olarak tanıtan Kabala Merkezi’ni koyabiliriz. Kabala Merkezi’nin ana merkezleri ABD’de Los Angeles’te bulunuyor. Merkez Madonna, Ashton Kutcher gibi ünlü üyeleri nedeniyle basının yoğun ilgisini çekti. Kurumun başlangıcı, münhasıran bir Yahudi Kabala biçimi olmakla birlikte Marksist eğiliminden dolayı daha evrensel bir biçim için çaba göstermiş olan R. Yehuda Leib ha-Levi Ashlag’a (1884-1954) dayanmaktadır. Dindar Siyonist kesim içerisinde de mistik eğilimler bulabiliriz. Filistin Mandasının ilk Aşkenazi hahambaşısı R. Avraham Yitzchak ha-Kohen Kook (1865-1935) milliyetçi mistisizm taraftarı olarak “ulusal uyanış(ın) ulusun yaşam güçlerinin – ki ona göre bunlar ilahi güçler idi – yenilenmiş ifadesi için bir şans” olduğu görüşündeydi.”
* Dr., Hamburg Üniversitesi Yahudi Felsefesi ve Dini Enstitüsü öğretim üyesi