Her nefis ölümü tadacaktır
Ahmed Milad Karimi
“İnsanlar fanidir. Onlar ölümlü oldukları için adları fanidir. Ölmek demek, ölümü ölüm olarak kabullenmektir. Ölümlü olan sadece insandır.”
Martin Heidegger
İslam insanı bir bütün olarak ele alır ve İslam’da insanın varlığı ancak tam anlamıyla Allah’a teslimiyet ile anlam kazanır. Bu anlamda İslam, insanın ahiret gününü bekleyerek Allah’ın isteklerine koşulsuz teslim olması demektir. Kur’an’da belirtildiği gibi tek ve diri olan Allah ölüm ve fanilik de dâhil olmak üzere her şeyin hâkimidir: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.”1 Allah Kur’an ile insanın takdir edilmiş ecelini açıklamakta ve “sarhoşluğu gerçeğin anlaşılmasını sağlayan”2 ölümün bir son olmadığını, hiçbir şeyin yok olmadığını ama aynı zamanda bundan bir kurtuluş da olmadığını belirtmektedir. Ancak ölüm insanın dünyevi kaderidir. Pindar’ın söylediği gibi: “Günlük bir varlık: İnsan nedir? Ne değildir? Rüyada bir gölge – İnsan.”3
Kur’an’ın indirilmesi ile Allah’ın varlığının dünyada anlaşılması, Müslümanlar için dünyevi hakikatin kutsal olduğu anlamına gelmektedir. 20. yüzyılın önde gelen İslam bilginlerinden Muhammed İkbal (vefat 1938) şöyle yazmıştır: “Hakikat özünde manevidir.”4 Dünyanın yaratılmış olduğu ve insanın da kendisine şah damarından daha yakın5 olan bu yaratıcının yarattığı bir varlık olduğu gerçeği, insanın idrakini kapsamlı bir şekilde etkileyen, amaca ilişkin bir bakıştır.
Kişinin kökeni, sılaya dönüşü, gerçeği göremeyişi, cehennem azabı ve bağışlanması da insan olmanın bir parçasıdır. Ama her şeyden önce, yaşamdan ayrılış olgusunun üzeri örtülmediği veya bu olgu görmezden gelinmediği ve bu hususa özel bir anlam yüklendiği için insan varlığının sınırlarına ilişkin sorular kesinlikle farklı bir anlam kazanmaktadır. Bu sebeple Allah kelamında kullarına, ölümün bir hiçlik, bir yokluk ve bir felaket olmadığını, evet bir son; ancak dinî realitede yaşamın özüne dönüşü ve her şeyden önce “sılaya dönüş” olduğunu bildirmektedir.6 Böylece vahiy, hakikatinin anlaşılması ile birlikte “Hak ile bâtılı birbirinden ayıran” (al-Furkan) ismini kazanmaktadır. Bu Kur’an’da şöyle yer almaktadır: “Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı indiren (Allah) ne yücedir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. Ona mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. O’nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler.”7 Yani Kur’an teorik (doğru/yanlış), pratik (iyi/kötü) ve estetik (güzel/çirkin) olarak ayırıcı mercidir ve mükemmel bir ölçü olarak (Arapça: al-Mîzân) işlev görmektedir. Tüm bunlar insanın yaratılış amacını bulması içindir. Zira İslam gerçekten de ete bürünmeyi, ancak Allah’ın değil, insanın ete bürünmesini ele alan bir vahiy dinidir.
Fakat bu insanın ölümlü bir varlık olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Kur’an’da “Her nefis ölümü tadacaktır.”8 ayeti mevcuttur.
Her insan varlık amacını gerçekleştirmek için çabalamaktadır. Bu, gelişim sürecine yön vermektedir. Gelişim süreci, yani insanın gelişimi varoluş uğruna gerçekleşmektedir, varoluş gelişim uğruna değil. Bu anlamda ulaşılması gereken gerçeklik ihtimallerden önce gelmektedir. İnsan somut olarak olduğundan daha fazlası olma potansiyeline sahiptir; henüz gelişimini tam anlamıyla tamamlamamıştır. İnsanın, kati tanımlardan ve ampirik yöntemlerden uzak olan ölümü bile, onu tatmak bir şeref olduğu ve yeniden diriltilen insan öğretilmiş ve sınanmış olacağı için insanı zenginleştirecektir.
İnsanın kurtuluşa ermesi için, ruhunun iyiye dönüşmesi, benliğinin mükemmelleşmesi olmazsa olmazdır. İnsan diriltme, hayata döndürme eylemi sayesinde mutlu olur, tıpkı Aristoteles’in dediği gibi mutlu olmak ve diri olmak aynı şeydir. Peripatos okulu gibi Kur’an da ruhun içsel çok anlamlılığını takdir eder. Bu anlamda pek çok ayet ruh gerçeğini ele alır, fakat asıl kavram olan nefis (artık ruh olarak da adlandırılmaktadır) dar bir anlamda kullanılmamakta, daha çok nefsi nefis yapan kader için farklı mana alanları kastedilmektedir. Kur’an’da ruhun ölüme ilişkin kaderine değinilmektedir: “Bir görsen o zalimleri, ölüm sıkıntısı içindeyken; melekler ellerini uzatmış: Çıkarın canlarınızı! diye.”9 “Allah, canları, ölümleri sırasında alır.”10 veya kısaca ifade edildiği gibi: “Nerede olursanız olunuz ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!”11 “De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm kesinlikle size ulaşacaktır. Sonra, görülmeyen ve görülen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size neler yaptığınızı bildirecektir.”12 Ruh ölüm anında bile pasif bir alıcı değildir, mağdur değildir, aksine: “Her nefis ölümü tadacaktır.” Evet ölüm, gelişim süreci yolunda ruhu zenginleştirecektir.
Rainer Maria Rilke, “Herkesin içinde taşıdığı bir meyvedir ölüm ve her şey onun etrafında döner.” der. Her şeyin etrafında döndüğü bir meyve olarak ölüm, hayatın bunun (ölümün) dışındaki düzenini anlamsız kılmaktadır. Hegel’e göre hayat anlamsızdır, çünkü hayat tikelin aksine tümeli temsil etmesine rağmen hayat süreci tikel ve tümel arasında sürekli bir uyumsuzluk meydana getirmekte ve dolayısıyla hayat ilk önce tikel yani tek olarak amacına ulaşabilmektedir. Yaşayan herkes ölümü içinde taşır; ölüm esas teşkil eden bir an olarak yaşamın bir parçası olan, “doğumsal bir tohumdur.” Sören Kierkegaard’a göre “Ölümcül Hastalık” insanın varlığının başlangıcında sahip olduğu içsel bir zorunluluktur. Yani Hegel’e göre ölüm önemsiz bir formalite değildir. Hegel Ansiklopedi’de şöyle yazar: “İnsan öldürülebilir, ancak bu formalite bir tesadüftür; gerçek şudur ki insanın ölüm sebebi kendisidir.”13 Buna göre ölüm yaşayan bir varlık olan insanın içinde taşıdığı içselleştirilmiş bir harabedir. Bu anlamda insanın varoluşsal karakteri gerçekten mantıksızdır, kusurludur.
İnsan kendi kendini öldürerek tamamlanır. Ölüm kemale ermek olarak onun sonudur. Homer insanları “ölümlüler” olarak tanımlamıştır. Allah’ın kendini bu âciz ölümlülere anlatmasındaki, onlara katlanması ve onları teselli etmesindeki sırrı nedir? “Kıyameti” konu alan Amerikan dizisi Six Feet Under, Mevlana Celaleddin Rumi’nin mezarında Divan’ından Allah katında insanın faniliğini ve onun vahyini konu alan dizeler dile getirilir: “Ölümümüz ebediyetle kıyılan nikâhımızdır. Bu sır nedir: O Allah’tır, tek olan.” Bu anlamda ölüm insanın ölümünü, tamamlanışını değil, insan olmanın en uç noktasını temsil eder.14 Kur’an ayetleri ile ifade edecek olursak: “Her nefis ölümü tadacaktır.”15 Bu dünyevi son insan olarak insana ait bir olgudur. İnsan sonunu içinde taşır ya da daha doğrusu insanın sonu kendisidir. Demek ki ölüm, geldiği vakit insan tarafından kabul edilen bir araçtır. Bu anlamda Zebur’u hatırlayalım: “İnsana gelince, ota benzer ömrü, kır çiçeği gibi serpilir, bir nebze rüzgâr üzerine esince yok olur gider, bulunduğu yer onu unutur.”16
Mantık bilimlerinde şunu okuyabilirsiniz: “Bu çok önemli bir husustur; fakat faniliğin mutlak olduğuna ilişkin bir bakış açısı elbette herhangi bir felsefeye veya bakış açısına veya zihne atfedilmek istenmemektedir. Fanilik iddiasında kesinlikle bunun aksi söz konusudur; fani olan sınırlıdır, geçicidir; fani olan sadece fanidir; bu onun kaderinde vardır ve o bundan ibarettir. Ama asıl önemli olan fanilik gerçeği bakış açısında ısrar edilip edilmediği, faniliğin devam edip etmediği veya fanilik ve yok oluşun yok olup olmadığıdır.”17 Peki, faniliğimizle nasıl başa çıkıyoruz?
Fanilik düşünürü olarak kabul edilen Martin Heidegger Avrupa’nın en önemli filozoflarından biridir. Heidegger insanın sonu ölümle gerçekleşmesine rağmen, insanın kendi ölümünü deneyimleyemediğini kabul eder. Kişi kendi ölümünün deneyimlemeyi beceremez. Ölüme ilişkin bireysel varoluşa açık olan tek deneyim “başkalarının ölümüdür.” İnsan burada mevcudiyetini nasıl kaybettiğini deneyimler; varoluş ölümle birlikte basit bir mevcudiyete dönüşür. Ölü beden veya ceset artık varoluş değil, sadece basit bir mevcudiyettir. Hatta: “Kimse bir başkasının yerine ölemez.”18 İnsanın kendi başına yaşaması gereken tek şey hayat değildir, aynı zamanda insanın sonu da sadece kendisine aittir. Yani insan sonunu beraberinde taşır, daha doğrusu bu onun sonudur. İnsanın ölümden kaçışı yoktur. “Varoluş mevcut olduğu sürece ölür.”19 Varoluş ölüme doğru oluş ile karakterizedir, çünkü varoluşun amacı mevcudiyet ile potansiyel olanaklarını bulmaktır. Varoluş dünyada olmaya mahkûmdur. Varoluş “ölüme doğru oluşu hususunda daima öyle ya da böyle karar vermiştir.”20 Bu kararlılık varoluşun, sonsuz olmak için kendine özgü ve aşılamaz tutumudur.
Kur’an da insanın ölümlü oluşuna aynı derecede önem verir, ancak İslam’da ölüm ruhun bu dünyadaki son idraki olarak telakki edilir. Ölüm tadılır fakat İslam inancını benimseyenler ölümü bir son olarak değil, bu âlemin son meyvesi olarak görürler; Hz. Peygamber’in tavsiyesi de bunu göstermektedir: “Ölmeden önce öl!”
1. En’âm suresi, 6:162.
2. Tâhâ suresi, 20:19.
3. Pindar, Pythien, VIII, 95.
4. Iqbal, M., Wiederbelebung des religiösen Denkens. Trc. Axel Monte ve Thomas Stemmer. Berlin 2003, s. 98.
5. Kâf suresi, 50:16.
6. Mâide suresi, 5:35.
7. Furkân suresi, 25:1-3.
8. Âl-i İmrân suresi, 2:185.
9. En’âm suresi, 6:93.
10. Zümer suresi, 39:42.
11. Nisâ suresi 4:78.
12. Cumâ suresi, 62:8.
13. Hegel, G. F. W., Werke. In 20 Bänden. Auf der Grundlage der Werke von 1832-1845 neu hg. v. E. Moldenhauer und K. H. Michel, Frankfurt a. M. 1969-71 (abgekürzt: Hegel, Theorie Werkausgabe); c. 9, § 266.
14. Heidegger, Sein und Zeit, GA, c. 2, hg. von F.-W. v. Herrmann. Frankfurt a. M. 1977, S. 263.
15. Ankebût suresi, 29:57; Âl-i İmrân suresi, 3:185; Enbiyâ suresi, 21:35.
16. Mezmur 103,15-6.
17. Hegel, Theorie Werkausgabe c. 5, s. 140f.
18. Heidegger, Sein und Zeit, s. 240.
19. Age., s. 251.
20. Age., s. 259.