Kıyamet ve İstanbul
Mehmet Kandemir*
Arapça “kıyâm” kökünden isim veya mastar olan “kıyamet” kelimesi “dirilip mezarından kalkma, Allah’ın huzurunda durma” veya “bu olayın başlangıcını teşkil eden kozmik değişikliğin vuku bulması” anlamına gelir. Dünya hayatının son bulması ile başlayacak olan hayatı ifade eder.
Kıyamet inancı hemen hemen bütün dinlerde muhtelif şekillerde bulunmaktadır. Hinduizm ve Budizm dinlerinde kıyamet belli aralıklarla gerçekleşmekte, her seferinde yeni bir dünya hayatına başlanmaktadır. Semavi dinlerde ise kıyametin vuku bulmasıyla birlikte dünya hayatı bir daha geri gelmemek üzere son bulur ve ebedî bir hayat başlar. Kur’an’da kıyametin kopuşu kırk yerde geçen “sâat/es-sâa” kelimesiyle anlatılır ve vaktinin yakın olduğu, ansızın geleceği ve alametlerinin belirdiği (Muhammed suresi, 47:18) ifade edilir. Ancak bu alametlerin nelerden ibaret olduğu açık bir şekilde haber verilmemiş, sadece Ye’cûc ve Me’cûc’ün gelişiyle (Enbiyâ suresi, 21:96) dâbbetü’l-arzın çıkışı (Neml suresi, 27:82) kıyamet alameti olarak kabul edilebilecek bir bağlam içinde zikredilmiştir. Bunun yanı sıra göğün insanları saracak bir duman (duhân) yayacağından (Duhân suresi, 44:11-12) ve ayın yarılacağından (Kamer suresi, 54:1) bahsedilmiştir.
Hz. Peygamber’in kıyamet alameti olarak zikrettiği rivayet edilen olayların başlıcaları şunlardır: İlmin ortadan kalkıp cehaletin yerleşmesi, sarhoşluk veren içkilerin yaygınlaşması, zinanın aleni hâle gelmesi, köle kadının efendisini doğurması, çobanların zenginleşerek bina yapmakta yarışması, zekât verilecek kimse bulunamayacak kadar servetin çoğalması, aynı davayı güden iki büyük topluluğun birbiriyle savaşması, adam öldürme olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması, elli kadına bir erkek düşecek şekilde kadın nüfusunun artması, Müslümanların kıldan ayakkabı giyen, küçük gözlü ve geniş yüzlü insan gruplarıyla savaşması, insanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta etmesi, Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı deccalin türemesi, yeryüzünde “Allah” veya “lâ ilâhe illallah” diyen bir kimsenin kalmaması, gece ile gündüzün birbirine eşit hâle gelip kopuş zamanının yakınlaşması, Ye’cûc ve Me’cûc Seddi’nin açılması, (Suriye’de bulunan) Busrâ’daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateşin Hicaz bölgesinden çıkması, depremlerin sıklaşması, güneşin batıdan doğması, dâbbetü’l-arzın zuhur etmesi, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında kara parçalarının batması.1 Hadislerde belirtildiğine göre kıyametin kopuşu ansızın vuku bulacak, bu sırada alışveriş yapanlar işlerini bitiremeden, yemek yiyenler lokmasını ağzına götüremeden, havuz yaptıran kişi havuzuna giremeden ve devesinin sütünü sağan kimse bunu misafirine ikram edemeden kıyamet kopacaktır.2
Kıyamet alametleri bağlamında İstanbul şehri de farklı geleneklerde muhtelif şekillerde sıklıkla zikredilmiştir. İslami gelenekte İstanbul ve kıyamet konusunu bir arada zikreden iki hadis ön plana alınmış ve bu hadisler ile geliştirilen yorumlar daha İstanbul’un fethedilmesinden önce Osmanlı dinî literatüründe yer bulmuştur. Bunlardan ilkinde Rumların A’mak ve Dabık bölgelerine inmesine kadar kıyamet kopmayacağı, onlara karşı Medine’den bir ordu çıkacağı, Rumlarla Müslümanların dövüşeceği, Müslümanların üçte birinin yenileceği, üçte birinin öleceği ve son üçte birinin galip gelip hiç yenilmeyeceği, Konstantiniyye’yi alacakları ve kılıçlarını zeytin dallarına asıp ganimeti paylaştıkları bir sırada İblis’in onlara bağırıp Mesih’in indiğini haber vereceği, bunun üzerine oradan ayrılacakları, Şam’a gidecekleri ve orada Deccal’in görüneceği gibi hususlar belirtilir.3 İkinci hadiste Hz. Peygamber’in “Bir tarafı karada ve bir tarafı denizde bulunan bir şehirden bahsedildiğini duydunuz mu? Benî İshak’tan 70.000 kişi o şehre taarruz etmeden kıyamet kopmayacaktır.”4 ifadeleri yer alır.
“Melahim”5 konusuna müstakil bir başlıkla yer veren Ebû Dâvûd, kıyamet alametlerini anlatırken Beyt-i Mukaddes’in onarılması, Medine’nin harap edilmesi, Konstantiniye’nin fethedilmesi ve Deccal’in ortaya çıkışını sıralayarak, “Rumların pek yakın bir yerde mağlubiyetlerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekleri” hususunu belirten Rûm suresinin 2-4. ayetleri uyarıca Rumlarla yapılacak savaşı büyük melhame olarak adlandırır, bu büyük melhame ile (melhametü’l-kübra), Konstantiniye’nin fethi ve Deccal’in zuhurunun altı ay içinde belireceğini yazar. Bu son süre hakkında altı yıl, yedi ay gibi başka rivayetler de vardır.6
Yazıcıoğlu kardeşler olarak da bilinen Yazıcıoğlu Ahmed Bican ve Yazıcıoğlu Mehmed İstanbul’un fethi ile kıyamet hususunu kitaplarında ele almışlardır. Onları İstanbul ve kıyamet ilişkisi bağlamında önemli kılan husus fetih esnasında hayatta olmaları, fetih öncesinde ve sonrasında bu konu hakkında yazmış olmalarıdır. Büyük kardeş olan Yazıcıoğlu Mehmed fetihten dört sene önce yazmış olduğu meşhur eseri Muhammediye’de yukarıda zikredilen birinci hadisi manzum hâle getirmiş ve birkaç ekleme yorum yapmayı da ihmal etmemiştir. Hadiste geçen “Rumlar” ifadesini Yazıcıoğlu Mehmed “Benî Asfar” (sarışın halk) olarak aktarmıştır. Ona göre eğer şehir tamamen harap hâle getirilerse ve yıkılırsa o zaman kıyamet kopmayacaktır. Ayrıca şehri alanlar ise Deccal’in belirmesi üzerine Şam’a dönmekle işlerini yarım bırakmışlardır. Bundan dolayı Peygamber kıyamet alametlerinin belirdiğini söylemiştir. Burada Yazıcıoğlu Mehmed’in yorumu, zihinlerde İstanbul ile ilgili herhangi bir beklentinin olmadığı döneme ait bulunmaktadır. Fakat İstanbul’un düşüşü ile kıyamet alametinin zuhur edeceği beklentisi Osmanlı entelektüel dünyasında önemli bir yer edinmiş ve hafızalara yerleşmiş olmalıdır.7
Yazıcıoğlu Ahmed Bican’a ait meşhur eserlerden olan Envâru’l-Âşıkîn’de de kıyamet alametleri ile ilgili bölümler vardır. Ahmed Bican bu eserinde ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmed’in kıyamet alameti olarak zikrettiği hususlarla örtüşen ifadelere başvurur; ayrıca ümmet-i Muhammed’in Doğu’ya ve Batı’ya hükmedeceği, bütün dünyayı kâfirden alacağı, ancak üç şehrin geride kalacağı, bunların İstanbul, Roma ve Amuriyye olacağı, ondan sonra hükmün kâfirlere geçeceği ifadelerine yer verir.
Ahmed Bican’ın kıyamet ile İstanbul’u ilişkilendirme usulü onun Dürr-i Meknûn adlı eserinde bambaşka bir hâl alır. Eserde İstanbul daha inşası sırasında lanete uğramış bir şehir olarak takdim edilir. Burada, “…pes ol vakitten berü ol şehre niçe kerre belâ ve kazâ, gâh ta’ûn ve gâh zelzele ve gâh ateş harab olup ve bir an olmadan ceng dahi eksük olmaz…” iken Konstantin adlı bir padişahın gelip imar ettiği, ama “…ahir zamanun şerrinden niçe bunun gibi hadiseler olıserdi…” denilerek bu uğursuzluğun sürdüğü ima olunur. Ahmed Bican daha sonra Rum’da Konstantiniye padişahının Süleyman Peygamber mescidine nazire bir mescit yaptığını, dairesinde 10.000 hücre olduğunu, şeytanın o kavmi azdırıp dinden çıkardığını, padişahının kendi suretinde bir sütun inşa ettirip halkı buna taptırttığını, 400 yıl küfr üzre kaldıktan sonra büyük bir zelzele olduğunu ve 60.000 keşişin o yapılan tapınağın altında kaldığını belirtir ve ardından Ayasofya’nın inşası hikâyesine geçer. Yapılan mabedi İslami motiflerle süsleyerek anlatır. Hatta Hz. Peygamber dünyaya geldiğinde yıkılan kubbesi bir türlü tamir edilemeyince, sonradan onun bir avuç toprak vererek bunu kirece katmalarını söylediğini, bunun üzerine kubbenin yapılabildiğini, ashabın şaşkınlıkla niçin böyle bir yardımda bulunduğunu sorduğunda ise, “… anı kâfirler için vermedim, bir zaman gele ümmetim anda namaz kıla ve tilavet-i Kur’an edeler…” dediğini ifade eder. İlerleyen bahislerde ise bu defa yine Muhammediye ve Envâru’l-Âşıkîn’deki gibi aynı üslupta kıyamet alametlerini söz konusu yapar. Burada diğerlerinden farklı olarak bir tarihlendirme dikkati çeker. Hz. Peygamber’e atfen hicretin 900’ünden sonra zamane halkının kibirlenip ulema sözü dinlememeye başlamaları, sonunda veba ve diğer salgın hastalıkların çıkacağı, çok yağmur yağıp seller olacağı, olumsuzlukların devamı üzerine devletin kâfirlerin eline geçeceği, Hristiyanların önce Mısır’a sonra Kudüs’e ardından da Rum ülkesine gelip “İslambol’u” alacakları, İslam askerinin Halep’e çekileceği, burada büyük bir cenk olacağı, Benî Asfar’ın onların ardından geleceği, Medine’den İslam askerinin çıkıp 70.000 kişi hâlinde Benî Asfar’ın karşısında duracağı, Benî Asfar’ın onlara elçi gönderip kendileriyle düşmanlıkları olmadığını bildireceği ve Müslümanların üç bölük olup bunlardan bir bölüğünün bunu makul görerek gidecekleri, diğerinin ise cenk edecekleri, kâfirIeri kovarak “İslambol’a” tıkacakları, şehri kuşatacakları, içeri girip ganimet toplamaya başlayacakları, şeytanın yüksek bir yere çıkıp Deccal’in belirdiğini ve evlerini harap ettiğini söyleyeceği, bunun üzerine İstanbul’u bırakıp dönecekleri, ondan sonra ise halkın azacağı ve kıyamet belirtilerinin görüleceği anlatılır.8
Tarihçi Feridun Emecen İstanbul’un fethinden sonra kaleme alınmış olan Dürr-i Meknûn’da kıyamet başlangıcının dolaylı olarak fethe karşı bir tavırla işlenmiş olduğunu söyler. Emecen aynı zamanda yukarıda bahsi geçen iki hadisin farklı kesimlerce nasıl yorumlandığına dikkat çeker ve fethe muhalif tavrın siyasi, sosyal ve ekonomik gerekçelerin yanında dinî endişelerle de beslendiğini söyler. Zira “İstanbul’un daha kuruluşunda lanetli olduğu ve burayı ele geçirmekle kıyamet alametlerinin belireceği düşüncesi, fethe farklı gerekçelerle de olsa karşı çıkan gruplarca öne sürüldüğü gibi, fetihten çok sonra bile, büyük bir şehrin sürekli karşı karşıya kaldığı salgın hastalıklar, yangınlar, sel felaketleri, zelzele gibi tabii afetler vesilesiyle daima hatırlanmıştır ve yaygınlık kazanarak zihinlere yerleşmiştir. Bununla beraber bu teze karşı olanların da yine dinî kaygıları ön plana çıkararak, şehri alıp tamamen harap ettikten sonra üzerindeki lanetin kalkacağı görüşünü savundukları dikkati çekmektedir. Bu bile kıyamet senaryolarının İstanbul ile bağlantılı ayağının ne kadar etkili bir tema hâline geldiğinin bir başka yönüdür.”9
Kıyamet senaryolarının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Zamanla bütün dinler/gelenekler birbirlerinin kıyamet tasavvurlarından etkilenmiş ve bunları benimseyerek kısmen kendisine göre uyarlamıştır. Örneğin Müslümanların 667-669 yıllarında İstanbul’u kuşatmaları sırasında Süryanice yazılan bir risalede, yukarıda zikredilen hadise çok benzer ifadeler yer alır: “İşte o zaman İsmailoğulları binlerce araba ve atla gelecekler, dokuzuncu dilimin ilk ayında gelecek, Anadolu şehirlerini ele geçirip işgal edecekler, üç kola ayrılacaklar, birincisi Efes, ikincisi Bergama, üçüncüsü ise Malagina’da kışlayacak, talihine küs Firigya, Pamfilya ve Bitinya, çünkü don olduğundan İsmail seni ele geçirecek, önüne gelen her şeyi yakan bir alev gibi ilerleyecek ve 70.000 denizcisiyle adaları ve kıyıları yakıp yıkacak, talihine küs Bizans çünkü İsmail seni de ele geçirecek, İsmail’in her atlısı denizi aşacak, bunları başı karşında çadır kuracak…” 10 Yahudilik ve Hristiyanlıktaki kıyamet tasavvurlarında, günahlarından arınma şartı olarak yerle bir edilmesi gereken imparatorluk başkentleri görülmektedir. İstanbul da bu bağlamda hem Bizans hem Hristiyan hem de İslam eskatolojisi bağlamında kıyamet senaryolarından en çok nasibini alan şehirlerden biri durumundadır.
* Bochum Ruhr Üniversitesi’nde Şarkiyat bölümü yüksek lisans öğrencisidir.
1. Buhârî, Fiten, 4-5, 22, 24; Itk, 8; Cihâd, 95; Nikâh, 110; Müslim, İlm, 8-10; İbn Mâce, Fiten, 25-36; Tirmizî, Fiten, 35, 42-43.
2. Buhârî, Fiten, 25.
3. Müslim, Sahih, III, 2221.
4. Müslim, Sahih, III, 2238.
5. Fitne zamanı ortaya çıkan büyük olay, ölü sayısı fazla olan savaş veya bu tür hadiselerin vuku bulduğu yer anlamına gelir.
6. Emecen, Feridun, Lanetli Şehir Düştü: İstanbul’un Fethi ve Kıyamet Senaryoları, İnalcık, H., Erünsal İ. E. ve diğerleri (ed.), Osmanlı Araştırmaları XXII (s. 196 ff), İstanbul, 2003.
7. Emecen, age., s. 200 ff.
8. Emecen, age., s. 196 ff.
9. Emecen, age., s. 201 ff.
10. Yerasimos, Stefanos, Konstantiniye ve Ayasofya Efsaneleri, trc. Ş. Tekeli, İstanbul 1993.