“Ölmeden önce öl” Şeyh Hasan Dyck söyleşisi
Ali Mete
1946 yılında Berlin’de doğan Hassan Dyck üniversitede müzik eğitimi aldı. 20 yaşında tasavvuf ile tanışan Dyck 1975 yılında Müslüman oldu. 1995 yılında Eiffel şehrinde “Osmanische Herberge“ (Osmanlı Misafirhanesi) isimli İslam Merkezi’ni kurdu. Hâlen bu merkezin başında bulunmaktadır.
İnsanların hemfikir olduğu çok az konudan biri de ölüm olmasına rağmen günlük yaşamımızda yer etmemesini neye bağlıyorsunuz?
İnsan ölümün ne kadar farkında olursa, yaşam o kadar güzel olur. Ben başıma aynı zamanda kefenim olan bir sarık takıyorum. Aniden vefat etmem durumunda mecbur kalınırsa onun içine sarılarak defnedilebilirim. Ama daha da önemlisi: Kefen sayesinde ölüm daima benim yanımda olan bir yoldaşım. Aynaya her baktığımda kafamın üzerindeki kefeni görüyorum.
Peygamber insanlara ölümü her gün düşünmelerini tavsiye etmiştir. İnsan günde birkaç defa ölüm hakkında düşünmezse imanı zayıflar. İman ancak baskı altında olduğumuz zaman kuvvetlenir, ölüm ise en büyük baskıdır. Bu sebeptendir ki, hastayken veya ölmeden kısa bir süre önce ruhani deneyimler yaşayan birçok kişi vardır. Fakat bu kişiler sağlıklarına tekrar kavuştuklarında bu deneyimleri unuturlar ve dünyevi işlere dalarlar. Modern insanda özgürlük isteği çok ön plana çıkıyor. İnsan, ilâhî yardım olmadan sadece maddi şeylerle asla huzura ve kurtuluşa eremeyeceğini unutuyor. Bununla birlikte özgürlük kavramı ile sadece egonun dizginlenmemiş, sınırsız özgürlüğü kastediliyor. Günümüzde ölçüsüz mantığın aşırılıklarını görüyoruz. Ego dizginlenmezse günün birinde kendi kendini yer bitirir. Kendi kendini yok eder. Esas olarak tüm dinler bunu önlemek için gönderilmiştir. Onların amacı, özellikle ölümü, ahireti ve faniliği hatırlatarak egoyu dizginlemektir. Ancak dinlerin birçoğu geçen zaman içinde modern insanı kabullendi ve hayatta kalmaya çalışıyor. Bir tek İslam için bu geçerli değil. İslam egonun kendini yüceltmesine karşı koyacak güce sahip. Ego merkezli olanların İslam’ı reddetmesinin sebebi de bu karşı koyuştur.
İnsanların dünyaya düşkünlüğü ve egolarının kölesi olması onların gaflete dalmasına sebep oluyor. Bizi bu gaflet uykusundan uyanmaya zorlayan şey ölümdür. Bu sebeptendir ki Peygamber, “Ölmeden önce öl.” demiştir.
Bu ne anlama geliyor?
Bunu size Hz. Ebû Bekir (r.a.) örneği üzerinden açıklayayım. Bir gün Resûlullah (s.a.v.) ashabına sordu: “Yürüyen bir ölü görmek ister misiniz?” Ashap şaşırmıştı. “Ebû Bekir’e bakın.” diye ekledi Hz. Peygamber. Zira Ebû Bekir (r.a.) neyi var neyi yoksa dağıtmıştı. Başlarda varlıklıydı, sonunda ise Allah dışında hiçbir şeyi kalmamıştı. Hz. Peygamber kendisine, ailesine ne bıraktığını sorduğunda verdiği cevap şuydu: “Allah ve Peygamber onlara yeter.” Bu idrak sadece çok az kişiye nasip oluyor. İnsan ancak manevi bir rehberi varsa ve ancak Allah isterse bu hâle erişebilir. Bazı evliyalar bu hedefe ulaşmış ve Hz. Peygamber’in gerçek olan bu sözünü uygulamışlardır. Onlar tamamen Allah’a teslim olmuş ve Allah sevgisinden başka bir gayeleri kalmamıştır. Ve bunu öyle bir samimiyetle yapmışlardır ki, Allah bunu kabul etmiştir. Bu evliyalar Hz. Peygamber’in yolunda hizmet ederler ve onun mesajını devam ettirirler. Kişinin hayatında bu farkındalığa ulaşması insanın takdirinde değildir. Önemli olan, insanın buna niyet etmesi ve Hz. Peygamber’in izinden gitmek için elinden gelenin en iyisini yapmasıdır. O zaman birçok kişi ölüm öncesinde ölmeyi beceremeden ölür. İnşallah bu insanlar, ruhları temizlendikten sonra cennete girerler. Cehennem ruhun ateş ile arındırıldığı bir yerdir. Çünkü kirli olan, cennet gibi pak bir yere giremez.
Ölüm ahiretten çok bu dünyaya ilişkin bir olgu mudur?
Ölümün hatırlanması sadece imanın kuvvetlenmesine yardımcı olmakla kalmaz, ölümün ne olduğunu araştırmaya da teşvik eder. Hz. Peygamber, “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” demiştir. Bu, bizim gerçek olarak gördüğümüz hayatın gerçek olmadığı anlamına gelir. Hayat duyuların zemininde cereyan eden bir yanılsamadır, zira bir gün sona erecektir. Gerçek varlık ebedîdir. Tek ebedî varlık Allah’ın varlığıdır. Bu sebeple “Lâ ilâhe illallah”, yani “Allah’tan başka ilah yoktur.” deriz.
Günümüz insanının ölüme bakış açısı nedir?
Bu anlamda büyük bir pervasızlık söz konusudur. Bu pervasızlık, Müslümanlar da dâhil olmak üzere tüm insanlık için geçerlidir; bir ölüm deneyimi ile yaşamlarını değiştiren insanlar hariç. Geri kalanların hepsinde asıl olan niyettir. Hz. Peygamber’i örnek alarak daha iyi bir insan olma niyetiyle yaşayan kişiye yardım edilir ve o ahirette de ödüllendirilir. Öldüğümüz zaman bilgimizin veya kendimizi nasıl adlandırdığımızın bir önemi yoktur. Allah bize sadece tek bir şey sorar: “Benim rızamı kazanmayı istedin mi? Seni yarattığım için kalpten minnet duyduğun bir an oldu mu? Yoksa her şeyi sadece egon için mi yaptın?” Maalesef dindar olan birçok insan da sadece egoları için çalışmaktadır.
Filozoflar, yazarlar ve mutasavvıflar daima “ebedî hayat” hakkında düşünmüşlerdir. İnsanlar akla gelen her yolla ömürlerini uzatmaya çalışırlar. Neden?
Biz insanlar yaşamayı severiz, çünkü yaşamın zevklerine tutkunuzdur. Hayata alışmışızdır ve ondan ayrılamayız. Çok acı çeksek bile yaşamayı ölmeye tercih ederiz. Diğer taraftan, ki bu çok daha önemlidir, yaşamı severiz çünkü ruhumuzun derinlerinde onun çok değerli olduğunu biliriz. Sonuç olarak yaşam Allah’ın bize bir hediyesidir. Hayattaki en değerli şey Allah’ı tanımak ve aslında alınan her bir nefesin çok değerli olduğunun farkına varmaktır. İnsanların birçoğu bunun farkında değildir ama ruhumuzun derinliklerinde bunu biliriz. Ben Allah’ın bunu insanın fıtratına yerleştirdiğini düşünüyorum. Davud Peygamber Rabbi’ne neden her şeyi yarattığını sorduğunda kendisine şu cevap verilmişti: “Ben gizli bir hazineydim ve bilinmek istedim.”
Ölümü hatırlamanın yolları ve yöntemleri var mıdır?
Herkese günde birkaç defa oturup ölümü düşünmelerini öneriyorum, böylece hayatın illüzyonunun bilincine varılır ve insanın diğer yönü güçlenir. Bizim şeyhimiz başka yöntemler uygulanması konusunda çok ısrarcı olmamıştır. Bunun sebeplerinden biri Hz. Peygamber’in de ifade ettiği gibi çok yozlaşmış bir zamanda yaşıyor olmamızdır. O bu ahir zamanı cahiliye devri, yani cehalet ve umursamazlık devri olarak tanımlamıştır. Bu sebeple günümüzdeki müminler her şeyden önce katlanma ve tahammül edebilme becerisine sahip olmalıdır, tüm hataları ile kendilerine ve tüm kötü yönleri ile çevrelerindeki insanlara.
Tarikatların önemli bir yöntemi inzivaya çekilmektir. İnziva sırasında mürit şeyhin buyruğu üzerine 40 günlük bir süre için günlük hayatından uzaklaşır ve dünyevi hayattan tamamen sıyrılır. Bu süre zarfında bir nevi ölüm taklit edilir. Kişi dünyevi olan her şeyden uzaklaşarak ve kendini maneviyata vererek egoyu ölene kadar zayıflatır. Sonuç kişinin öz benliğinden kurtularak mutlak özgürlüğe kavuşmasıdır.