Osmanlı Kudüs’ünden Bir Kesit: Osmanlı Eğitim Reformu ve Bazı Şahsiyetler
Khalil Assali*
Günümüz entelektüel Kudüslü karakteri tarihsel olarak Osmanlı devrinden gelmektedir. Bu karakterin oluşması Memlûk ve erken Osmanlı döneminde başlamış ve on dokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde Tanzimat ile beraber tam anlamıyla meyve vermiştir. İdari ve hukuki yenilikler Osmanlı mirasının şekillenmesinde ve genel anlamda Arap dünyasının modernleşmesi için ön ayak olması hususunda büyük bir rol oynamıştır ve bilhassa bu, Kudüs’ün karakterinin oluşmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bu yenilikçi tavır İngiliz mandası zamanında da devam etmiş, kültürel ve entelektüel rönesansın temelini oluşturmuştur.
Eğitim alanındaki düzenlemeler belki de Kudüslülerin hayatına en çok etki eden şeylerden birisidir. 1869 yılında Osmanlı Devleti’nin Levant’ta (Bilâdü’ş-Şâm) yürürlüğe soktuğu eğitim kanunları bu bölgenin eğitiminin tekâmül etmesine yardımcı olmuştur. Kanuna göre bu bölgede daha fazla okulların inşa edilmesi ve ilkokuldan yüksek tahsile kadar talebelerin ihtiyaçlarına göre düzenlenen yeni bir eğitim sisteminin tesis edilmesi gerekmekteydi. Kudüs’teki Osmanlı eğitim kanunu büyük oranda İslami Arap kültürüne dayanmaktaydı ve bu bakımdan eğitim için birçok Arapça eser kullanılmaktaydı. Bununla beraber, Türkçeyi bu okullardaki eğitim ile yaymayı amaçlamaktaydı. Örneğin 1889 yılında Kudüs’te, 1895 yılında Akka ve Nablus’ta liseler açıldı.
Osmanlı devrinde Kudüs şehri özellikle Suriye, Mısır ve Fas’tan gelen zamanın münevverleri, âlimleri ve talebeleri için bir kültürel merkezdi. Kudüs’te fıkıh, hadis, Arap dili, nahiv ve edebiyat eğitimleri veren medreseler bulunmaktaydı. Kudüs’ün 1869 yılındaki kanundan önce sabit bir eğitim şekline sahip olmadığını belirtmek gereklidir, fakat bu kanunla beraber eğitim alanında birçok yenilik ve düzen uygulamaya konulmuştur. Bu anlamda, bir eğitim nizamnamesi yürürlüğe girerek devlet okullarını, medreseleri, Fransizkan misyoner okullarını ve Aşkinazî Yahudi okullarını düzene sokmuştur.
Mescid-i Aksa, Kudüs’teki en önemli eğitim merkezidir, çünkü buradaki eğitim 1098 yılından beri hiç durmadan devam etmektedir. Sadece bazı Kudüslü aileler burada eğitim verebilmekteydi ve birçoğu Osmanlı sultanları tarafından doğrudan maddi olarak desteklenmekte ve bazen de farklı kişilerce bağışlar almaktaydılar. Birçok meşhur âlim Mescid-i Aksa’da hocalık yapmıştır. Es-Salt şehrinin valisinin oğlu olarak bilinen Salih Efendi, Halil Abdullatif, Abdurrahman El-Mübarek bunlardan bazılarıdır. Evliya Çelebi’nin 1684 yılındaki kayıtlarına göre sekiz yüzden fazla imam ve elli civarında müezzin Aksa ve çevresindeki medreselerde bulunmaktaydı. Bu bakımdan Mescid-i Aksa’nın Kudüs’ün en görkemli kültür ve eğitim merkezi olduğunu ve burada tahsilin herkes için mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun yanında Mescid-i Aksa, tahsil halakalarının oluştuğu tek mekân değildi, başka birçok yerde tahsil hizmeti devam etmekteydi. Fadıleddin Ağa’nın hocalık yaptığı Sinan Camisi bunlardan birisiydi. Bu caminin civarında “katatib” denilen ilk dinî eğitimin verildiği okullar vardı. Buradaki hocalara “şeyh” denilirdi. Bir Kudüslü ilk başta katatib denilen bu okullarda eğitimine başlayarak Kur’an, kıraat, yazma ve matematik öğrenirdi. Kudüs’teki eğitim kurumları Sünni eğitim vermekteydi ve bu tercih, sultanların iradesi altında gerçekleşmişti.
On sekizinci yüzyılın ortalarında, münevverlerin sayısı önceki yüzyıldan daha fazlaydı. Şehirdeki kötü ekonomik şartlardan, fakirliğin yayılmasından ve maddi kaynakların kesilmesinden dolayı bazı medreselerin kapılarına kilit vurulmuştur ve medrese sayısı otuz beşe kadar düşmüştür. Tankazi medresesi bu sebeplerden dolayı kapanmıştır ve binası bugün hâlâ Adliye olarak kullanılmaktadır.
Kudüs’teki medreselerden ve diğer tahsil kurumlarından mezun olanlar yüksek tahsillerine devam edebilmek için İstanbul ve Beyrut’taki kurumlara gitmekteydi. Bu şekilde tahsiline devam eden bazı meşhur münevverler ve bilim adamları şöyledir: Kudüs Belediye başkanlarından Yusuf el-Akh, Ali Rihawi, yazar ve dilci Asaf Neşaşibi, yazar Halil Sakakini ve Hana Efendi Batato.
Bu şekildeki tahsil sadece bir sosyal sınıfa özel değildi ve toplumun bütün fertleri için mümkündü. Daha önceden genellikle sadece müderrislerin oğulları İstanbul’da daha iyi bir eğitim alma imkânına sahipti, fakat bu dönemdeki Kudüs’teki Osmanlı eğitim reformuyla, her Kudüslü bu eğitim hakkına sahip oldu. Bu yüzden Osmanlı eğitim politikasının başarılı olduğunu, birçok Kudüslü talebenin daha sonradan devlette yüksek konumlara atanmasından görebilmekteyiz. Osmanlı payitahtı o devirlerde Arap öğrenciler ile doluydu ve bu öğrenciler yüksek tahsillerini tamamlayıp devlette yönetici pozisyonlarında çalışabilmek için İstanbul’a gelmişlerdi. Meşhur Kudüslü tarihçi Arif el-Arif buna iyi bir örnektir. Mütevazi bir manavın oğlu olan Arif, gerekli ilk eğitimini Kudüs’te aldıktan sonra İstanbul’a giderek yüksek tahsilini tamamlamıştır. Arif daha sonradan Kudüs’e dönmüş ve Filistin’in çeşitli bölgelerinde kaymakamlık vazifesini sürdürmüştür. Devletteki vazifesinin dışında çok takdir gören bir tarihçidir ve Kudüs, Aşkelon ve Sina’daki Bedevi kabileleri hakkında referans kabul edilen önemli eserler telif etmiştir.
İstanbul’da tahsil gören diğer meşhur bir şahsiyet, Filistinli siyasetçi Ragıp Neşaşibi Bey’dir. Ragıp Bey yüksek tahsilini tamamlamak için Kudüs’ten Asitane’ye gitmiş ve İstanbul’da mühendislik tahsili almıştır. Daha sonradan Meclis-i Mebusan’da Kudüs mebusu olmuştur ve Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda memur olarak hizmet etmiştir. Savaştan sonra Kudüs’e dönerek, Kudüs bölgesindeki kamu işletmelerinde mühendis olarak çalışmıştır. İngiliz mandası zamanında Kudüs belediye başkanı olarak atanmış ve Kudüs’ü modern bir şehre dönüştüren adam olarak Kudüs tarihine geçmiştir. İstanbul’da aldığı iyi eğitim sonucunda, yol inşaatları, musluk suyu, lağım borularının tesisi ve belediye konağı gibi günümüzde hâlâ kullanılan ve Kudüs’ün modern bir şehir olması için ihtiyaç duyduğu alt yapı çalışmalarını tamamlamıştır.
El-Şeyh Muhammed Said El-Hatib de İstanbul’a eğitim için giden Kudüslü şahsiyetlerdendir. El-Hatib, İstanbul’da Darülfünun’dan mezun olduktan sonra onursal temsilci olarak Arap beldelerine gönderilen şeri tebliğler için çalışmıştır ve daha sonra Darü’l-Fetva’da görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı başladığında 27. Alay’a imam olarak tayin edilmiş ve daha sonra yedek subay ve teğmen olmuştur.
Birçok Kudüslü Osmanlı Devleti’nde resmi konumlara atanmıştır. Bunlardan birisi de meşhur bir bilim adamı ve fakih olan Musa El-Halidî, Sultan II. Mahmud’un saygısını kazanmış ve Anadolu kazaskeri olarak Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiştir.
Bu önemli zaman diliminden de önce, Kalem ve Acının Bir Aşığı isimli eserimde Nasreddin Neşaşibi’nin naklettiği üzere Kudüs Osmanlıların dikkatini celbetmiştir. Tarihte Kudüs’e ilk defa “Kuds-ü Şerif” diyen Osmanlılar olmuştur. Yine Neşaşibi’nin bildirdiğine göre, Osmanlı ordusu Kudüs’e savaşsız girmiş ve Kudüslüleri tebrik ederek Aksa’da namaz kılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise Kudüslüler en müreffeh vakti yaşamışlardır. Ticaret genişlemiş ve ekonomi düzelmiştir. Bu devirde kanunlar ve düzenlemeler şehre tekrardan nizam getirmiş ve Bedevi kabilelerinin şehre saldırıları önlenmiştir.
Ayrıyeten tarihçi Muhammed Ahmed’in
Osmanlı Devrinde Kudüs isimli eserinde ifade ettiği üzere, Aksa Camisi her zaman sultanların ilgisini çekmiştir. Cami, III. Mehmet, Sultan Ahmet, I. Mustafa gibi sultanlar tarafından farklı zamanlarda tadilat görmüştür.
Osmanlıların Kudüs’e gösterdikleri ilgi ve özen Kudüs’te yeni eğitimli bir sosyal sınıfın doğmasına yol açmıştır. Bu sosyal değişim daha sonraki devirlerde ortaya çıkan tercüme ve Araplaşma hareketini ortaya çıkarmış ve böylece Kudüslüler için zengin bir kültürel hayat ortaya çıkmıştır. Bu devirlerde, kayıtlara göre Kudüs’te elli umumi kütüphane ve binlerce kitap varmış. Bunların yanında Süleyman Efendi, El-Büdeyri ve Ebu El-Suud kütüphaneleri gibi büyük Kudüslü ailelerin hususi kütüphaneleri varmış. Bunlardan birisi, Kudüs’ün en eski ve Kudüs’te ilk defa ödünç alma sistemini uygulayan El-Halilî kütüphanesidir. Eş-Şeyh Muhammed Halilî kendi kütüphanesini, bütün kitapların helal parayla alındığını söyleyerek tasvir etmektedir. Ayrıca Osmanlı eğitim yıllıklarında bahsedildiği üzere, Kudüs’te, 1901 yılında Ragıp el-Halidî’nin annesi tarafından tesis edilen özel bir kütüphane daha varmış.
Kudüslülerin Türkiye’ye karşı sevgisinin tarihsel kökleri yüzyıllar öncesine kadar gitmektedir. İstanbul daha Bizans İmparatorluğu’nun ve Ortodoks Hristiyan dünyasının başkenti iken Hz. İsa’nın şehri olan Kudüs ile Konstantinapol arasında güçlü bir ilişki vardır. Daha sonra Konstantinapol’ün İstanbul olmasıyla Kudüs ile İstanbul’un ilişkisi daha manevi ve dinî bir hâle gelmiştir, çünkü Kudüs, Hz. Peygamber’in İsra ve Miraç hadiseleri ile beraber anılmaktadır. Kudüslü bir antropolog olan Ali Qleibo bu açıdan şöyle demektedir: “Türkiye’nin Avrupa’nın hasta adamı olduğu argümanı kabul edilemez. Bu yakıştırma Osmanlıların itibarının altını oymak isteyen ve kendi müdahaleleri ile genişlemeci politikalarını meşrulaştırmaya çalışan Batılı oryantalistlerin siyasi ve ekonomik söylemidir. Bu ‘hasta adamın’ Kudüslülerin hayatında yarattığı müspet değişimler ve eğitime yaptığı katkılar, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan ‘Filistin Rönesansı’ denebilecek hareketin doğmasına yol açmıştır. Bu kültürel, sosyal ve siyasi hareketin kalbi olarak görülebilecek Kudüs’ün eğitimli seçkinleri Osmanlı’nın katkılarıyla ortaya çıkmıştır. Bizim Kudüs’teki manevi ve kültürel mirasımız, âdetlerimiz, göreneklerimiz, sosyal ritüellerimiz ve hatta mutfağımız bile Türk âdet ve estetiğinden yoğun bir şekilde etkilenmiştir. Bugün hâlâ yaşlıların elini öpmek, bayram kutlamaları gibi geleneklerde Osmanlı’nın büyük tesiri görülmektedir.”
Kudüslüler hâlâ Türk seyyah Evliya Çelebi’nin Kudüs hakkında yazdıklarını ezbere bilmektedirler. Kudüs’ü 1670 yılında ziyaret eden Evliya Çelebi’nin bu şehre dair yazdıkları sayfalar günümüzde Rockefeller Müzesi’nde sergilenmektedir. Evliya Çelebi Kuds-ü Şerif’i şöyle anlatmaktadır: “Yüksek bir tepeye inşa edilen Kudüs muhteşem bir şehirdir, havası temiz, suyu tatlıdır ve insanı da tatlı tebessüm eder. Birçok gönlün beytidir, sadece mübarek olduğundan değil, ticaret ve toprağının cömertliğinden dolayı insanların gönlünü fethetmiştir. Gıdasının ve meşrubatlarının kokusu ile rengi eşsizdir. Bunlarla beraber iyi şekil almış sabunları, parfümleri ve tütsüleriyle de bilinir. Dağları zeytin ağaçları ile kaplı, tarlaları ise üzüm bağları ve bostanlarla doludur.”
Kısacası Kudüs’e “Kuds-ü Şerif” diyen Osmanlılar buraya her zaman özel bir ihtiram ve ihtimam göstermişlerdir. Şehrin mamur edilmesi ve her yönden güçlenmesi Osmanlıların idaresinde gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın Kudüs’e gösterdiği bu ilgi, on dokuzuncu yüzyıldaki eğitim politikaları sonucunda yeni bir vücut bulmuş ve bu şehirde Türkçe de öğrenen talebeler İstanbul’da yüksek tahsillerini tamamlayarak devlet içinde farklı kademelerde çalışmışlardır. Bu talebeler İstanbul’da yakaladıkları vizyonla, Osmanlı sonrası Kudüs’üne de birçok alanda hizmet etmişler ve şehri âdeta kültürel bir merkez hâline getirmişlerdir. Osmanlı’nın yüzyıllarca gösterdiği ihtimamdan doğan Osmanlı’nın aziz hatırası bugün hâlâ Kudüs’te sadece mimari yapılarla değil, şehrin kültürüne ve dolayısıyla insanların hayatlarına nüfuz etmiş güzellikler ile hatırlanmaktadır.
*Kudüslü bir gazeteci ve yazar olan Khalil Assali, Osmanlı-Kudüs ilişkileri üzerine çalışmalar yapmaktadır. Bu alanda çeşitli kitapları vardır.