Edebiyat ve Bilgi
Sadık Yalsızuçanlar
Edebiyat kelimesinin kök anlamı “edep ilmi”dir. Edep kavramı, geleneksel anlam dünyası bakımından terbiye, eğitim, görgü, sınırlarını bilme, haddini bilme, eşya bilgisi, varoluşsal bilgi vs. gibi anlam çerçevelerine sahiptir. Bu bağlamda edebiyatı, en genel biçimde, “insanın varoluşuna ilişkin sorular sorması ve cevaplar araması” biçiminde tanımlamak mümkün görünüyor. Bu tanımın daha çok geleneksel dünyaya özgü olduğu ayrıca vurgulanmalıdır.
Edebiyat söz konusu olunca, aslında, “eserin kuraldan önce geldiği” göz önünde bulundurulmalıdır.
Sadece kural değil, her türden tanım da bu bağlama çekilebilir.
Dolayısıyla edebiyatın yapılacak her türden tanımını daima indirgemeci bir tuzak bekler.
Bu girişten sonra edebiyatın bilgiyle ilişkisini, edebiyat bilgisinin ne olduğunu tartışabiliriz.
Edebiyat bir bilgi, bilgilenme alanı mıdır?
İlk soru bu olmalıdır.
Edebiyatın bir bilgi ortamından çok, duyularla ilgili bir kişisel iletişim ortamı olduğunu sanıyorum.
Bu kişiselliğin en yoğunlaştığı alan ise şiirdir. Şiir en şahsi dildir, diyebiliriz. Bu bireysel dilin de birincil iletişim dili olmadığı kesindir. Gündelik yaşamda kullandığımız ve daha pratik gerekçelerle ilgili olan birincil iletişim dili ile edebiyatın dili arasında abartılı bir fark vardır. Bu yüzden, örneğin gündelik sözlükte kelimelerin kullanımı ile bir öykü ya da şiirdeki kullanımı tümüyle değişebilir.
Edebiyatın daha çok duyulara seslenen bir dilinin olması onun “bilgi” dışı bir alan olduğunu da göstermez. Fakat belirttiğim gibi, edebiyat ile söz gelimi bilimin “bilgi”den anladığı tümüyle farklıdır.
Edebiyat bize ne türden bir “enformasyon” iletir?
Buna enformasyon demek doğru mudur?
Mesela kitlesel iletişim ortamlarında (tv, radyo, internet, gazete vb.) dolaşıma giren içerikle edebiyatın malzemeleri arasındaki ayrım nedir?
Bu soruya da ilk elden şöyle bir cevap verilebilir: “Kitlesel iletişim ortamlarında doşalabilen “bilgi”, daha çok Türk dilinde, “malumat”la karşılanan, bilginin en alt kategorisini oluşturan içeriktir. Ama edebiyatın (türler arasında nüanslar olmakla birlikte) ilettiği/içerdiği “bilgi” Türkçede “ilim” kelimesiyle ifade edilen bilgi kategorisidir.
Burada kullanılan “ilim” sözcüğüyle deneysel, gözleme dayalı, akıl yürütmelerin de desteklediği pozitif bilim olmadığı açıktır.
Bu ilim, -gerçek edebiyat eserlerini kastedersek- bir bakıma varlığa ilişkin sorudur, varlığın özüne yönelik soruşturmadır, varoluşsal bilgi, yani bir tür bilgelik, hikmettir.
Edebiyat söz konusu olduğunda “hikmet” kelimesi özellikle gelenekte aynı dizinde yer alırdı.
Modern edebiyatın egosantrik karakteri ve özellikle roman gibi türlerin bir tür “estetik ögeleri yönetme” performansına dönüşmüş olması onu “hikmet”in dışına savurmuştur. Tam da burada, edebiyatın, “sahih bilgi” ile ilişkisi zaafa uğramıştır. Yani geleneksel edebiyat ile modern edebiyat arasındaki en temel ayrım, nesnellik iddiasındadır.
Sonuç olarak, edebiyatın bir bilgi alanı olduğunu, bu bilginin ise duyular yoluyla gerçekleşen bir niteliği bulunduğunu söyleyebilirim.