MESNEVÎ’DE DÜNYA HAYATINA DAİR BİRKAÇ METAFOR VE “NEY”İN SEYRÜSEFERİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • “Sufi kimdir?” veya “Tasavvuf nedir?” soruları klasik tasavvufi metinlerde en çok sorulan sorulardandır ve bu sorular zaman zaman “Kur’an’ı ve sünneti yaşamak,” zaman zaman “güzel ahlak” bazen de kişinin “tûl-i emelden korunması” veya “mâsivâdan yüz çevirmek” olarak cevap bulmuştur. Bu cevaplardan anlaşılacağı üzere “tasavvuf nedir?” yahut “sufi kimdir?” sorularının cevabı birbirinden kopuk olmamakla birlikte her sufiye göre farklı bir perspektiften yorumlanmıştır. Ancak gerçek şu ki cevapların her birisi insana matuftur ve insanın etrafında dönmektedir. Aynı zamanda bu sorunun cevabı züht döneminden günümüze değişik aşamalardan geçerek genişlemiş daha ontolojik ve epistemolojik bir içerik kazanmıştır. “Mâsivâdan yüz çeviren,” “sufi kimdir?” sorusunun efradını câmi ağyarını mâni nitelikte bir tanımlanmasıdır. Bu tanımın bir diğer izah biçimi şöyledir: “Tasavvuf Maşuk’tan (Allah’tan) başkasından yüz çevirmek, dikkatini tek olana teksif etmek, düşünsel anlamda toparlanmak, sufi ise; Maşuk’tan başkasından yüz çeviren kişi, zihinsel ve düşsel yetilerini “Bir” de toplayan çokluktan sıyrılıp “vahdet”i bulabilen, dağınıklıktan vehim ve vesveselerden kurtulabilen kişidir.

    Eğer tasavvuf mâsivâdan yüz çevirmek, Hakka yönelmek, yüzünü yalnızca Maşuk’un veçhine dönmek olarak kabul edilirse bu tanımlama ilk planda Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerini akla getirir. Âşık ve maşuk onun eserlerinde iki temel kavram olarak ortaya çıkar ve bu anlamda “dinle neyden” (Far. bişnev ez ney) hitabı Maşuk’tan ayrı düşme, bir eksilme, bir parçalanma öyküsünün kelimelere bürünmesidir ve yukarıdaki sorularının “insan/insân-ı kâmil nedir?” ve “insanın/insân-ı kâmilin hikâyesi nasıl başlar, nasıl biter?” sorusuna evrildiğinin işaretidir. Aynı zamanda Mesnevî’ye bu şekilde başlamak insanın konumunu sorgulaması kendi hayat hikâyesini anlamlandırma çabasıdır. Çünkü âşıkın maşuktan ayrı düşmesiyle insanın büyük ve derin yalnızlığı başlamıştır ve insanın bu rüyalar âlemindeki, (Mesnevî Cilt 3, beyit:725) suretler âlemindeki (Mesnevî Cilt 1, beyit: 1142), bu oyun yerindeki (Mesnevî Cilt 1, beyit: 3430) bütün çabaları, yani sevgileri, sevinmeleri, arayışları, kaçmaları bu boşluğu doldurma bu eksikliği giderme çabasına dönüşmüştür. Bedene hapsolan ruhlar bir diğer deyişle özel anlamda âşık, genel anlamda insan artık gurbettedir bu gurbetin kasvetini en aza indirgemek için uğraş vermektedir. Bu sarp yokuş, bu dünya, insanın yarasını tedavi etme, ayrılığın izlerini silme yeridir ve aramakla başlayan bulmakla son bulan ve bulmakla son bulması ümit edilen bir yolculuktur. Bu ayrılığı, yolu ve yolcuyu Mevlânâ “ney” metaforuyla sembolize eder.

    Bu durumda “ney” hususi anlamda insân-ı kâmili sembolize etse de umumi anlamda ayrılığın farkında olan ve aramakla meşgul olan her bir insan ferdini temsil eder. Nitekim her iştiyakla arayan hamlıktan olgunluğa seyrüsefer eylemeye, kendisini ve Maşukunu bulmaya namzettir. Ayrıca “dinle” hitabıyla başlamak “oku” hitabına matuf bir incelik ve nezakettir ki oku diye indirilen Kur’ân-ı Kerîm’e yönelik bir cümledir. Mevlânâ “ney” metaforuyla insân-ı kâmilin, âşıkların ve arayanların aczini ve feryadını anlatır. Bir başka açıdan o aslında kendi ayrılığını ve özlemini anlatır.

    İnsanın kavuşma iştiyakını ve ayrılığını yani dünyadaki konumunu Mevlânâ eserlerinde farklı sembollerle anlatmaya devam etmektedir. Onun sembolik ifadelerinden anladığımız, gerçekte her insanın fıtratında “büyük yalnızlığın” mevcut olduğudur ve insanoğlu bu hasretle baş etmek için çabalamamasıdır. Ancak buna rağmen kimilerinin arayışları yansımalarla gölgelenmektedir. Buna ilaveten yolda sadece onun veçhini arayan ve yüzünü sadece onun veçhine dönen âşıklar vardır ki onların arama ve bulma çabaları biteviye devam etmektedir. Ayrıca bu aramanın dairesel bir boyutu olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bu durum şöyle formüle edilir:

    “Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.” (Mesnevî Cilt 1, beyit:1741)

    Mevlânâ bu döngüsel arama ve bulma eylemini gece ve gündüz misaliyle sürdürür. Gündüz ile gece bir bütünlük ve bir süreklilik oluşturur. Bu yönüyle nasıl gece ve gündüz birbirlerinden ayrı ve uzak kalamazlar birbirlerini biteviye takip ederlerse susuzların hâli de buna benzer ve susuzlar suyun peşinde su da onların peşinde arama eylemi bir bütünlük ve süreklilik içinde devam eder. (Mesnevî Cilt 6, beyit:2675-2679)

    Ama yolun nimetleri yahut külfetleri, renkler yahut yansımalar hiçbir şekilde susamışların susuzluğunu gidermeye yetmez. Onların suya iştiyakı ancak suya vasıl olmakla dindirilebilir. Bu açıdan suya vasıl oluncaya dek yoldaki nimetler âşık için seraplar şeklinde temayüz eder. Mevlânâ bu durumu şöyle açıklamaktadır.

    “Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.” (Mesnevî Cilt 1, beyit: 897)

    “Ney” metaforuyla başlayan âşıkların veya insanın dünya yolculuğu Mesnevî’de su ve susuz metaforlarıyla farklı perspektiflerden ısrarla dile getirilir. Hazreti Mevlânâ başka beyitlerde susuzluğun emarelerinden bahseder. Ona göre kimin dudakları daha kurumuşsa o daha çok susamıştır. Kim çok susuzsa aşkla ve yana döne arayan da odur. Bu arama eylemi kavuşmanın anahtarı, suyun habercisidir (Mesnevî Cilt 3, beyit: 1440-1443). Çünkü nerede dert varsa derman oraya gider, nerede yoksulluk varsa nimet orayı bulur. Soru nerede olursa cevap oraya ulaşır, gemi nerede olursa su da orada bulunur. Bebek dünyaya gelmedikçe anneden süt geldiği de vaki değildir (Mesnevî Cilt 3, beyit: 3209-3211). Bu açıdan susamak âşıkların en bariz meziyetidir.

    Mevlânâ Celâleddîn Rûmî su ve susuz metaforunu pekiştirmek için Mesnevî’de suya yakın olan bir ceviz ağacına çıkarak ceviz ağacını silkeleyen bir kimseden bahsetmektedir. Ceviz ağacından düşen her bir ceviz, ağaçtaki kişiyi mutlu etmekte ve cevizler düştükçe o kişi suyun sesine kulak vermekte, sudan oluşan haleleri seyretmektedir. Oradan geçmekte olan birisi ceviz düşüren kişiyle alay ederek bu şekilde ceviz elde edemeyeceğini, suyun akıntısının ceviz tanelerini alıp götüreceğini belirttiğinde, o kişi ceviz düşürmekten maksadının ceviz toplamak değil, suyun sesini işitmek olduğunu vurgulamıştır. Bu meselde olduğu gibi Hazreti Mevlânâ bu şekilde susuzların gerçekte her an su sesini aradıklarını her daim suyun etrafında dönüp dolaştıklarını vurgulamaktadır ve şöyle demektedir: Hacılar nasıl Kâbe’nin etrafında döner dururlarsa susuzlar da suyun etrafında dönüp dolaşmaktadır (Mesnevî Cilt 4, beyit: 745-754).

    Su ve susuz metaforlarıyla farklı perspektiflerden anlatılan “ney”in ayrılığı, su ve balık metaforuyla bir başka boyuta evrilir. Mevlânâ Celâleddin Rûmî bu sefer balık ve deniz sembolleri üzerinden konuyu aktarmaya devam eder ve der ki balıkların ünsiyetleri yalnızca denizedir ve deniz olmasaydı balık da varlığını sürdüremezdi (Mesnevî Cilt 6, beyit:4045).

    Mesnevî’de birbirinden bağımsız beyitler genel bir perspektifle ele alındığında açık bir şekilde ayrılık ve kavuşma teması işlemektedir ve bazen sembollerle yahut metaforlarla bazen de hikâyelerle bu iki ana tema pekiştirilir. Mevlânâ’nın anlatım biçiminde şiirsel vurgu güçlü bir şekilde kullanılır ve çarpıcı bir retorik ve mantıksal işleyiş vardır. “Büyük yalnızlık“ zaman zaman karamsar bir anlatımla ele alınsa bile bu anlatım biçimi ayrılığın, yalnızlığın ve iştiyakın şiddetinin iyice vurgulanması içindir. Çünkü gerçekte âşık için karamsarlık söz konusu değildir. Asıl olan yolda olmak, hasretle aramak ve verilen ahdi unutmamaktır. Bu açıdan nefsin hileleri yahut dış dünyanın renkleri, çokluk âlemindeki ışıltılar birer perdedir ve her perde, her duvar insanın aşması için, vuslata giden birer adımdır. Mahlukatın içinde fıtraten engelleri aşma gücü mündemiç olan en önemli varlık insandır.

    Celâleddîn Rûmî’nin “ney” metaforunu daha kapsamlı bir şekilde kavrayabilmek için onun Mesnevî’de dünya hayatına yüklediği anlamlara, dünya hayatı için kullandığı metaforlara da göz atmak gerekir. Onun dünya tanımlamaları “ney”in, âşıkların ve bir açıdan da insanın büyük yalnızlığını anlamak konusunda önem arz etmektedir. Mesnevî ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde Hazreti Mevlânâ’nın dünya hayatını büyük bir gurbet olarak tasavvur ettiği aşikârdır ve bu vurgulamalar genellikle metaforlarla pekiştirilir. Bu metaforların hepsini alıntılamak yerine Mevlânâ’nın dünya tasavvurunu kapsamlı bir şekilde anlamayı sağlayacak belli başlı birkaç metaforik anlatımla yetineceğim. Bunlardan anlaşılır ki genel anlamda onun dünya tasavvuru üç biçimde kategorize edilebilir.

    Bir yönüyle dünya hayatı türlü nimetlerle ve gıdalarla dolu bir bağ ve bahçedir (Mesnevî Cilt 5, beyit: 300). Her ne kadar bu gıdalar, bu nimetler, cismani ve ruhani şeklinde iki kısımdan oluşsa da âşığın beslendiği gıda onun maşuka olan hasretini dindirmez. Ancak hemen fark edilir ki gerçekte Hazreti Mevlânâ dünya hayatını anlatırken bile hemen her zaman âşıktan bahsetmekte daima insanın/âşığın etrafında dönmektedir. Dolayısıyla Hazreti Mevlânâ her ne kadar âşıktan söz ediyorsa da gerçekte maşuktan söz etmekte, vuslattan bahsederek insana ait olduğu asıl vatanını hatırlatmakta, bazen doğrudan bazen dolaylı olarak sözü âşık ve maşuk etrafında döndürmektedir. Aynı zamanda yoldaki nimetlerin, âşığın/insanın iç alemindeki izdüşümüne vurgu yapmaktadır. Özelde âşığa genelde insana kendisini süflileştiren, kendisini aşağıya çeken ve vuslatı geciktiren dünya nimetlerini anlatırken nefsin boyutlarını anlatmakta ve bunu yaparken metaforlardan faydalanmaktadır.

    Diğer yandan Mevlânâ’ya göre “ney”in dünya yolculuğu sadece nimetlerden teşekkül etmez. Bu açıdan dünya, nimetleri ve külfetleriyle kabz ve bast hâlinde med-cezirlerden oluşmaktadır. Bu med-cezir hâli Mevlânâ’nın perspektifinden “dar ayakkabı-geniş ova“ (Mesnevî Cilt 3, beyi: 3547-3550) metaforlarıyla açıklanır. Yani bu dünya hayatı, bu gurbet, âşık için geniş bir ovada dar ayakkabıyla yürümeye benzer. Uzaktan gören onun darlığını (dar ayakkabısını) bilmez de genişliğine (geniş ovaya) gıpta eder.

    Bu, aynı zamanda sebeplerin yani darlık ve genişliğin, meşakkat ve ferahlığın sürekli yaratılma hâlinde olması anlamına gelir ki bu âşıkla maşuk arasında sürekli aksiyonun ve akislerin zuhurudur.

    Bu dış yansımalar âşığın iç âleminde bir adım daha ileri taşınır ve pekiştirilir ve bu şekilde âşık ile maşuk arasındaki ilişki daha da derin bir boyuta taşınır. Çünkü hadiste “Müminin kalbi Allah’ın iki parmağı arasındadır ve Hakk nereye dilerse onu oraya çevirir“ denilmiştir.1 Genel bir perspektiften bakıldığında bu Celâleddîn Rûmî’nin eserlerinde âşıkların gönül âlemi maşuğun elinde yoğrulur şeklinde karşılık bulmaktadır. Hadisteki iki parmak Hakkın Cemâl ve Celâl sıfatlarını sembolize etmektedir ve bu anlamda yansımalar kederle sürur, nimetle külfet arasında birbirini tamamlayan bütünlük arz ederek âşıkların yolunu renklendirmektedir.

    Hazreti Mevlânâ’nın bu beyitleri yine aynı şekilde Yunus Emre’nin şu şiiriyle de örtüşmektedir.
    Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur,
    Bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir giryân olur.
    Bir dem sanasın kış gibi, şol zemherî olmuş gibi,
    Bir dem beşâretten doğar, hoş bağ ile bostan olur.
    Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez,
    Bir dem dilinden dûr döker, dertlilere derman olur.

    Yukarıda birisi yolun nimetlerini diğeri külfetini anlatan bu iki betimleme dışında Hazreti Mevlânâ’nın dünya tasavvurunu anlatan en kapsamlı örneklerden birisi şu şekildedir. Mesnevî’de dünyanın ne olduğunu sorarak şöyle cevaplamaktadır:

    Dünya ne mal ne para ne mevki ne şöhret ne de kadındır. Dünya gerçekte Hakk’tan gafil olmak, Hakkı bilmemektir. Nitekim malını hayırlı işlerde kullananlar için Hz. Peygamber: ‘Bu ne güzel, ne hayırlı mal.’ diye buyurdu. Geminin içindeki su gemiyi batırır Geminin altındaki su ise gemiyi kaldırır, sırtında taşır.(Mesnevî Cilt 1, beyit: 984- 987)

    Bu örnekte olduğu üzere, dünya hayatı nimetleriyle yahut külfetleriyle değil, âşığın/insanın gönül dünyasındaki yansımalarıyla birlikte yorumlanmalıdır. Su geminin içine sızmadıkça gemiye zarar vermediği gibi dünyanın nimetleri de âşığın/insanın gönül dünyasını perdeleyerek maşukla olan rabıtasını zedeleyemez. Bu açıdan dünya hayatı diye adlandırılan bu gurbet yolu âşık için olumlu veya olumsuz bir konumda değil nötr bir konumdadır.

    Bu perspektiften bakıldığında âşık/insan, Hazreti Mevlânâ’ya göre özne ve aktif bir durumdadır, pasif ve edilgen değil. Ayrıca bu beyitlerden anlaşılacağı üzere Mevlânâ âşığın daha genel bir ifadeyle insanın, dünya ile temasını anlatırken ruhbanlıktan uzak bir dünya tasavvurundan bahsetmektedir. Bu açıdan dış dünyanın (dünya hayatının/gurbet hayatının) renkleri ve yansımaları yolda olanın aşkına ve susuzluğuna göre şekillenmekte ve eşyanın mahiyeti ve değeri hem niceliksel hem de niteliksel olduğu minvalde kalmaktadır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî beytin devamında Süleyman peygamberden söz ederek Süleyman peygamberin mal mülk sevgisini gönlünden çıkardığı için kendini fakirlerden kabul ettiğini belirtir. Bu beyitlerden yola çıkarak denebilir ki yoksunlar/yoksullar yani kendi kemalini noksan görenler âşıktır ve sadece onlar yana yakıla maşukun peşinde aramaya devam ederler ve ahdi unutmazlar.

    Kaynakça:
    Mevlânâ Celâleddîn Rûmî: Mesnevî-i-Ma’nevî, Tashih: Adnan Karaismailoğlu, Derya Örs, Konya (Konya Büyükşehir Belediyesi).
    Kuslu, Abdullah: Die Korrelation zwischen dem Schöpfer und der Schöpfung in Masnavī von Rūmī: Bonn Üniversitesi İslam Bilimleri (Basılma aşamasında Doktora Tezi) 2016.
    Schimmel, Annemarie: Mystische Dimension des Islam: Die Geschichte des Sufismus. Leipzig: Insel Verlag, 1995.



    1. 1 Müslim, “Kader” 17; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13; Tirmizî, “Da’avât”, 89, “Ķader”,7.