BATI FELSEFESİ TARİHİNDE BİLİMLERİN SINIFLANDIRILMASINA KISA BİR BAKIŞ
Bilimlerin sınıflandırılmasının, Antik Çağ’dan beri Batı felsefesi tarihinde tartışılan bir konu olduğu görülür. Devlet’in VII. kitabında Platon ideal şehir-devlette yurttaşların eğitiminde yer verilmesi gerekecek “hakiki” bilimlerin ne olduğunu uzun uzun sorgular. Onun sorgulamasından çıkardığı sonuç, elbette ki duyulardan gelen algıların yanıltıcılığından vareste konuları olan matematik, geometri ve astronomi yanı sıra, harmoni ile diyalektiğin öğretilmesi gerektiğidir. Ona göre matematik ve geometri, sırf akılla kavranılır olan ve duyusal dünyanın değişime tabi nesnelerinden farklı olarak değişmeden kalan şeylerin bilimidir. Platon astronomiden de, günümüzdeki gibi gözleme dayalı bir bilim yerine gökcisimlerinin dönüşlerinin ilkelerinin bilimini anladığından, onu da duyusal nesnelerden yakasını sıyırmış hakiki bir bilim olarak değerlendirir. Sonuçta, Platon’un bilim anlayışında, değişime tabi varlıkları konu edinen fizik, biyoloji gibi doğal veya tarih gibi beşerî alanların hakiki birer bilim olarak asla yeri yoktur. Aristoteles ise hocasından farklı olarak, duyusal dünyanın pekâlâ da bilimin konusu olduğunu savunur. Aristoteles’in Metafizik’te ve Nikomakhos’a Etik’te bilimler hakkında söylediklerine bakıldığında, onun bilimleri şu üç ana grupta sınıflandırdığına hükmedilir: [1] Teorik bilimler: Fizik, matematik ve teoloji. [2] Pratik bilimler: Politika, ekonomi ve ahlak. [3] Poetik bilimler: Diyalektik, retorik, poetika. Aristoteles’in bu tasnifindeki poetika, müzik ve heykeltıraşlık gibi sanatsal yaratımla ilgili bütün alanları kapsayan bir başlıktır.
Aristoteles’in yukarıdaki tasnifi, bir yandan günümüzdeki dar anlamıyla “bilim” mefhumundan farklı ve hayli geniş bir bilim anlayışına dayanmaktadır: Sanatsal alanlar da bilim olarak mütalaa edilir. Yediyıldız’ın da altını çizdiği gibi (1991: 3), Rönesans’ın sonuna kadar “bilim” mefhumundan anlaşılan şey, bir hayli müphem olmuştur: «Zira, bu mefhum metotlu bir araştırma kadar mantıklı ve insicamlı her nutku ve hatta düzenli bir eylemi de belirtiyordu. […] Fiilen, Rönesans’ın sonuna kadar, bütün ilimler aynı noktada idi: Teşebbüste ciddiyet yokluğu, el yordamıyla araştırma, şüpheli sonuçlar» (1991: 3). Diğer yandansa Aristoteles’in tasnifinde günümüzdeki bilimlerin çoğunun esamesi okunmamaktadır. Felsefe tarihinde dört başı mamur bilim sınıflandırmalarının teklif edilmesinden önce elbette, doğa bilimlerinin ve beşerî bilimlerin hepsinin teşekkülü gerekmiştir.
Her iki bilim türünün doğuşu için de XVII. yüzyıl gerçek bir dönüm noktası olmuştur: Galilei’nin matematiksel fiziği ve Descartes’ın ruh-beden veya zihin-beden düalizmi o yüzyılın eseridir. Yediyıldız’ın da belirttiği gibi (1991: 3) bir yandan Galilei’nin çalışmalarından ve bu çalışmaların sunduğu yeni perspektiften başlayarak doğa bilimleri muazzam bir hamle yapar; diğer yandansa Descartes’ın ruh-beden veya zihin-madde düalizmi, kendisinden bir asır sonra “manevi bilimler” [sciences morales] denecek olan bir bilim fikrinin teşekkülüne zemin hazırlar. XVIII. yüzyılda başta teoloji, psikoloji, tarih ve ahlak olmak üzere beşerî ve sosyal olayları konu edinen alanların Fransızcada yaygın biçimde sciences morales ya da sciences de l’esprit adlandırmalarıyla anıldığı görülür. John Stuart Mill’in System of Logics başlıklı eserinde kullandığı the moral sciences teriminin Almancaya Geisteswissenschaften olarak tercüme edilmesinin ardından, bilhassa Dilthey tarafından benimsenerek kullanılmasıyla Almanca terminolojiye XIX. yüzyılda yerleşir. XIX. yüzyıl aynı zamanda pozitivizmin doğduğu bir çağdır. Kartezyen düalizmin olanca yükünü sırtlanmış bu terimler, o yüzyılın sonlarına doğru yerlerini yavaş yavaş daha “nötr” adlandırmalar olan sciences humaines, human sciences, Humanwissenschaften, yani “beşerî bilimler”e terk edecektir. XIX. yüzyıl pozitivizm akımı, ona tepkileri de beraberinde getirmiştir: Comte’un sosyal fenomenlerin bilimini, fiziği model alarak tesis etme teşebbüsü karşısında, beşerî bilimleri doğa bilimlerinin sultasından kurtarmaya yönelik felsefi tartışmalar yoğunlaşmıştır. Bu bakımdan XIX. yüzyıl, felsefe tarihindeki geçmiş çağlarla mukayese kabul etmeyecek sayıda bilimler tasnifine sahne olur. Öyleyse, pozitivizmin beşerî bilimleri sekteye uğratmasına gösterdiği tepkiyle bilinen Dilthey’ın bilim sınıflandırmasıyla başlayalım.
Alman filozof Wilhelm Dilthey (1833-1911) tek tek bilimlerin bağımsızlıklarını Orta Çağ’ın sonunda kazanmaya başladığı, fakat bu bilimler arasında toplumu ve tarihi konu alan bilimlerin XVIII. yüzyıla kadar metafiziğin eski güdümünde kaldığı tespitinde bulunur (1999: 12). Dilthey doğa bilimlerinin serpilen gücünün, toplumu ve tarihi konu alan bilimleri bu kez de doğa bilimlerinin güdümüne soktuğunu kaydeder. Dilthey bilimlerin yöneldiği iki olgu türünden ilkinin “doğal olgular” olduğunu, fakat buna karşılık ikinci olgu türüne henüz bir ayırıcı işaret konamadığını belirtir (1999: 27). O böylece, yöneldikleri farklı olgu türlerine göre bilimleri iki grupta sınıflandırır: [1] Doğa bilimleri [Naturwissenschaften]: Fizik, kimya, biyoloji gibi, konu edindikleri olguları genel yasalar altında açıklayan bilimlerdir. [2] Manevi bilimler [Geisteswissenschaften]: Tarih, sosyoloji, psikoloji gibi bilimlerdir. Bu bilimler, doğa bilimlerinin genelleyiciliği karşında, “tekil olan”ı konu edinirler. Dilthey manevi bilimlerin bu ayırt edici özelliğini şöyle tarif eder: «Şimdi, tekil kişilerin ve genellikle insan varoluşunun büyük formlarının bilimsel bilgisinin nasıl elde edileceği sorusuyla karşı karşıyayız. Böyle bir bilgi mümkün müdür? Ve bu bilgi neyi ifade eder? Onu elde etme konusunda hangi araçlara sahibiz? Bunlar, çok büyük öneme sahip sorulardır. Eylemlerimiz her yerde, diğer insanların anlaşılmasını gerektirir. İnsan mutluluğunun önemli bir kısmı, diğer insanların psişik hâllerine katılmaktan, bu psişik hâlleri kendimizde hissedip yaşamaktan kaynaklanır; filolojik ve tarihsel bilginin tamamı, bu tekil anlamanın objektiflik düzeyine yükseltilebileceği varsayımına dayanır. […] Ve sistematik manevi bilimler1 tekilin bu objektif kavranılışından hareketle bağıntılar ve kapsamlı ilişkiler ortaya koymak istedikleri sürece, açıklama yanında anlama da bu bilimler için temel yöntem olarak kalacak demektir» (1999: 83-84). Dilthey manevi bilimlerin, doğa bilimlerinin yetindiği açıklama yöntemine ilaveten anlama yöntemini kullandığını vurgular. Doğa bilimciden farklı olarak beşerî bilimci, incelediği olguları salt neden-sonuç ilişkileriyle açıklama biçiminde nesnel ve mesafeli bir tavırla yetinemez. Onun incelediği olguların kendisinde birtakım hisler uyandırması, söz gelimi incelediği bir tarihsel şahsiyetin eylemlerini anlamak üzere onunla duygudaşlık kurması kaçınılmazdır. Dilthey şöyle der: «Bu anlama, bir çocuğun agulamasını anlamaktan Shakespeare’in Hamlet’ini […] anlamaya kadar uzanır. Taşlarda, mermerde, müzikal biçim verilmiş seslerde, jestlerde, sözcüklerde ve yazılarda, eylemlerde, ekonomik düzenlerde ve anayasalarda aynı insan Geist’ı bizimle konuşur ve bunlar açımlanmayı/yorumlanmayı beklemektedirler.» (1999: 87). Böylece, üst düzeyde bir anlama faaliyeti olarak yorumlama ve onun bilgisi olan hermeneutik Dilthey için manevi bilimlerin metodolojisini meydana getirmektedir.
İngiliz sosyolog ve filozof Herbert Spencer (1820-1903) The Classification of the Sciences başlıklı eserinde bir bilimler tasnifi sunar ve bilimleri şu üç gruba ayırır: [1] Soyut bilimler: Bu bilimler, fenomenlerin bize göründükleri formları inceleyen bilimlerdir. Mantık ve matematik birer soyut bilimdir. [2] Soyut-somut bilimler: Unsurlarında göz önünde bulundurulan fenomenlerin kendisini inceleyen bilimlerdir. Mekanik, fizik, kimya, vb. [3] Somut bilimler: Bütünlüklerinde göz önünde bulundurulan fenomenlerin kendisini inceleyen bilimlerdir. Spencer somut bilimler arasında astronomi, jeoloji, biyoloji, psikoloji ve sosyolojiyi sayar (1893: 6). Spencer’ın bu tasnifinde daha önce Comte’un teklif etmiş olduğu “soyut bilimler” ile “somut bilimler” ayrımını kendisine eleştirel hareket noktası aldığı ve onda tespit ettiği eksikliği gidermeye çalıştığı açıkça görülmektedir.
Alman düşünür Wilhelm Windelband’ın (1848-1915) bilimler tasnifi ve onun ışığında farklı bilimler arasındaki ilişkilere dair tahlilleri 1894 yılında Strasbourg Üniversitesi rektörü seçilmesini müteakiben yapmış olduğu “Geschichte und Natur Wissenschaft” başlıklı konuşmada yer alır. Windelband ilk olarak bilimleri “akli bilimler” [rationalen Wissenschaften] ve “tecrübi bilimler” [Erfahrungswissenschaften] olarak iki ana gruba ayırır (1894: 4). Matematik ve felsefe deneyim alanından yola çıkmamaları itibariyle akli bilimlerdir. Tecrübi bilimler ise tam aksine, deneyim alanından yola çıkar ve kendi içinde iki alt kategori meydana getirir: [1] Nomotetik bilimler: Windelband bu gruptaki bilimlerin “yasa bilimleri” olduğunu belirtir (1894: 6). Yasa bilimleri her zaman olan şeylerle ilgilenir. Nomotetik bilimlerin amacı doğanın yasalarını keşfetmek ve olguları yasalar altında açıklamaktır. Windelband, nomotetik bilimlerin soyutlamaya dayalı çalıştığının altını çizer (1894: 10). Fizik, kimya ve biyoloji nomotetik bilimlere örnektir. [2] İdiografik bilimler: Windelband bu gruptaki bilimlerin karakterini “olay bilimleri” diye nitelendirir; bunlar sadece bir kez olan şeylerle tekilliği içinde ilgilenir (1894: 6) ve soyutlamaya değil içgörüye [Anschaulichkeit] dayalı çalışır (1894: 10). Oluşu sadece tarih olarak ele alan idiografik bilimler, belirli bir dil, belirli bir din, vb. tekilliklerle ilgilenir. Böylece, tarih mükemmelen bir idiografik bilimdir. Windelband’ın bu tasnifi ışığında sonuçta göstermek istediği şey ise, bilimlerin apayrı kompartımanlarda yer alan şeyler gibi düşünülmemesi gerektiği olacaktır. Zira, bir doğa bilimi de pekâlâ idiografik yaklaşımdan ve bir beşerî bilim de nomotetik yaklaşımdan yararlanabilir: Bir doğa bilimi olan biyolojinin belirli bir türün evrimini incelediği sırada yaptığı şey ve bir beşerî bilim olan psikolojinin çocuğun ruhsal gelişim evrelerini genel ilkelerle açıklarken yaptığı şey de budur. Üstelik bu iki bilim grubunun her ikisi de nihayetinde, ortaya koydukları bilgilerin mantıksal tutarlılığını sınamada akli bir bilim olan felsefeden ve bazıları da bağıntıları formüle etmede matematikten yararlanır. Böylece Windelband bilimler arasındaki ayrımın, konu edindikleri şeylerin farklılığından ziyade, kendilerine has yaklaşım tarzlarından kaynaklandığını göstermeye çalışır.
Yine bir Alman düşünür olan Heinrich Rickert’in (1863-1936) Die Grenzen der Naturwissenschaftlichen Begriffsbildung başlıklı eserinde takdim ettiği bilimler tasnifini, büyük oranda Yediyıldız’ın Beşerî Bilim Teorileri başlıklı incelemesinden yararlanarak özetleyeceğiz. Rickert adı geçen eserinde bilimleri [1] doğa bilimleri [Naturwissenschaften] ve [2] kültür bilimleri [Kulturwissenschaften] olmak üzere iki grupta tasnif eder (1896: 24). Windelband’ın adlandırmasını benimseyen Rickert, doğa bilimlerinin nomotetik, kültür bilimlerininse idiografik karakterde olduğunu savunur. Yediyıldızın veciz ifadesiye (1991: 68) Windelband’ın sadece zihinlerde uyandırdığı şeyi, Rickert sağlamlaştırmaya ve felsefi olarak gerekçelendirmeye teşebbüs eder. Rickert doğa bilimlerinin incelediği şeyleri kavramsallaştırma tarzının “genelleştirici” bir karakter taşırken kültür bilimlerininkinin “bireyselleştirici” karakterde olduğuna dikkat çeker. Doğa bilimleri genel yasalar ortaya koyar, kültür bilimleriyse tekili tasvir etmeye yönelir. Bu iki bilim türü şu surette birbirlerini sınırlar: Genelleştirici bilginin sınırı tekil olandır, bireyselleştirici bilginin sınırı da genel olan (Yediyıldız, 1991: 70). Aslında iki bilim grubunun da incelediği ve kendi tarzında kavramsallaştırdığı realite, bir ve aynı realitedir. Bilimlerin bu iki gruba ayrılmasının sebebi de Windelband’ın anladığı gibi “yaklaşımsal” farklılıkları değil, “kavramsallaştırma” farklılıklarıdır. Doğa bilimsel kavramsallaştırma ile kültürcü kavramsallaştırma arasındaki farklılık, mekanik açıklama ile gaî/teleolojik açıklama arasındaki karşıtlıkta çok net görünür: Mekanik açıklamada değerler ve anlamlar işin içine karışmazken gaî açıklamada onlar tam olarak iş başındadır: Bir kültürel fenomeni, ona anlam kazandıran değerlere başvurmaksızın incelemek imkânsızdır. Neticede her realite, ilk kavramsallaştırma tarzının da ikincisinin de konusu olabilir (Yediyıldız, 1991: 73). Örneğin psikoloji veya sosyoloji sadece ne doğa bilimleri ne de kültür bilimleri grubuna dâhil edilebilir, zira psişik ve sosyal fenomenler hem mekanik hem de gaî kavramsallaştırma tarzlarıyla incelenmeye müsaittir.
İki yöntemden hangisinin seçileceğiyse tamamen bilim insanının tercihine kalır. Buradan çıkan sonuç da bilimlerin sınıflandırılmasının sanıldığı kadar önemli olmadığıdır. Böylece Rickert, açıklama ile anlama arasındaki karşıtlığın, iki bilim grubu arasındaki farklılığı meydana getiren şey olduğunu reddeder. Bir kültürel fenomeni sadece anlamak yetmediği gibi, doğal bir fenomeni sadece açıklamak da yetmez (Yediyıldız, 1991: 73). Şöyle ki, tarihçi incelediği bir olayı sadece anlamaya çalışmakla yetinmez, aynı zamanda onu geçmiş olaylar ile nedensellik ilişkisi kurarak açıklamaya da çalışır.
Fransız matematikçi, sosyolog ve düşünür Edmond Goblot (1858-1935) Türkçeye İlimler Sistemi başlığıyla tercüme edilmiş olan Le système des sciences: le vrai, l’intelligible et le réel isimli kitabında bir bilimler tasnifi sunmaktadır. Goblot bilimleri şu üç gruba ayırır: [1] Matematiksel bilimler: Aritmetik ve geometri. Goblot, matematiksel bilimleri, “ampirik” olmadıkları için “salt” bilimler diye nitelendirir. [2] Doğa bilimleri: Goblot “ampirik” olma özelliğinin altını çizdiği doğa bilimlerini iki grupta tasnif eder: [i] Kozmolojik bilimler: Fizik, kimya, astronomi, fiziksel coğrafya, jeoloji. [ii] Hayat bilimleri: Fizyoloji, biyoloji, psikoloji (Goblot psikolojiyi fizyolojinin özel bir şekli olarak değerlendirir), anatomi, botanik, zooloji, paleontoloji, biyolojik coğrafya ve biyolojik tarih. [3] Manevi bilimler: Sosyoloji ve ekonomi-politik.
Fransız fizik ve matematik bilgini, bilim tarihçisi ve filozofu olan Pierre Maurice Marie Duhem (1861–1916) da bir bilimler tasnifi yapmıştır. Onun tasnifi, Bordeaux’da Katolik Üniversiteliler Derneği’nin davetlisi olarak 1915 yılının Şubat ayının son haftası ve Mart ayının ilk üç haftasında verdiği dört konferansında anlattıklarını içeren La Science Allemande başlıklı kitapta yer almaktadır. Duhem burada bilimleri üç grupta toplar: [1] Muhakeme bilimleri [sciences de raisonnement]: Aritmetik ve geometri, muhakeme bilimleridir. Duhem bu bilimlerin müteşekkil olduğu önermelerin şu iki kategoriye ait olduğunu belirtir: Aksiyomlar ve teoremler (1915: 4). Aksiyomlar, teoremlerin kaynakları veya ilkeleridir ve aksiyomları kabul eden onların sonuçları olan teoremleri de kabul edecektir. Muhakeme bilimleri tümdengelim yöntemini esas alır. [2] Deneysel bilimler [sciences expérimentales]: Deneysel bilimlerde ilkeler artık aksiyom olarak adlandırılmaz; hipotez veya varsayım diye adlandırılır ve onlara “deneysel yasalar” veya “gözlemsel hakikatler” de denir (Duhem, 1915: 25). Deneysel bilimler, hipotezlerin deney ve gözlem yoluyla test edilmesiyle çalışır. Fizik, kimya ve biyoloji deneysel bilim örnekleridir. [3] Tarihsel bilimler [sciences historiques]: Tarihsel bilimlerdeki hakikatler de, deneysel bilimlerdeki gibi deneyime dayalı hakikatler olmakla birlikte, olguların gözlemlenmesiyle değil, abidelerin incelenmesiyle, vesikaların deşifre edilmesiyle üretilir (Duhem, 1915: 53). Kaldı ki bunlar da zaten birer olgudur. Duhem tarihsel bilimler alanında çalışan kimsenin arşiv tarama ve kazı becerisini, iz süren bir köpeğin koku almadaki hassasiyetine benzetir (1915: 54). Özel olarak da tarihçinin bir vesika karşısındaki takınması gereken tutumu, tanık olmadığı şeyleri uydurarak anlatan, Türkçedeki güzel ifadeyle “bire bin katan” bir şahit karşısındaki sorgu hâkimine benzetir (1915: 55). Bu eleştirel ve sorgulayıcı tavır tarihi, tipik örneğine Herodot tarihinde rastlanan kurmaca ile karışık dramatik tarihsel öykülemecilikten vareste kılarak bilimsel titizliğin şartlarına mümkün olduğunca yaklaştıracaktır.
Yukarıda incelediğimiz bilim sınıflandırmalarının ardından, günümüzde yaygın kabul gören bilimler tasnifini ele alarak bitirelim. Bilim, olgular arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini doğrudan veya dolaylı gözlem verilerine dayalı olarak rasyonel biçimde açıklama faaliyeti olarak tarif edildiğinde, eski bilim tasniflerindeki iki başlığı artık dışarıda bıraktığı görülür: Bunlardan ilki, Aristoteles gibi bazı kadim filozofların “poetik bilimler” olarak nitelendirdiği sanatlardır. İkincisiyse, makalemizde adı geçen düşünürlerce “salt bilimler”, “akli bilimler”, “muhakeme bilimleri”, vb. diye adlandırılan aritmetik, geometri ve mantık da olguları açıklama saikiyle hareket etmediklerinden, aslında dar anlamında “bilim” değildir. Bu alanlar günümüzde “aksiyomatik disiplinler” ya da “formel disiplinler” diye anılmaktadır. Onların dar anlamda bilim olmamaları elbette ki değerlerinden hiçbir şey eksiltmez.
Böylece, bilimler günümüzde “doğa bilimleri” ve “beşerî” ya da “sosyal bilimler” olarak iki ana grupta sınıflandırılmaktadır. Doğa bilimleri sınıfında, fizik ve kimya gibi maddeyi konu alan bilimler yanında, en basit olanından en gelişmişine bütün canlı organizmaları inceleyen biyoloji ile, sinir sisteminin ve beynin fonksiyonlarını inceleyen nöroloji gibi yaşam bilimleri bulunmaktadır. Doğa bilimlerinin yüksek nesnelliği ve genel yasalar altında açıklamalar yapmaya imkân vermesi, insani ve sosyal fenomenleri konu edinen alanların uzunca bir süre “bilim” vasfını kazanmasının önünde engel de teşkil etmiştir. XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarından itibaren birer birer sahneye çıkmış olan, psikoloji, lengüistik, sosyoloji, antropoloji, ekonomi gibi bilimler de beşerî bilimler başlığını meydana getirmektedir. Eski adlandırmayla “idiografik” bilimler olan bu bilimler, genel yasalar altında bir çırpıda açıklanamayan olguları ve olayları konu edinirler. Bu bilimlerin olguları, doğa bilimlerinin olgularından farklı olarak, birbirine benzemekle birlikte mükemmelen aynılaştırılamayan, daima bir kendine özgülük ve biriciklik arz eden olgulardır. Dolayısıyla da beşerî bilimler “sıkı-geçerli yasalı bilimler” değildir. Bunun tipik ve özel bir örneği, beşerî bilimlerin en kadimi olan tarihtir: Ama az ama çok hep taşımak zorunda olduğu öznelliği, ele aldığı olayları doğrudan gözlemleyememesi ve de tarihsel olanın genel yasaları bulunmaması itibariyle tarih, itirazlara muhatap olmuştur. Fakat bu gibi itirazlar, ondan ancak konusunun imkan tanıdığı oranda bir nesnellik talep edilebilecek bir saha olarak tarihin bir beşerî bilim oluşunu değiştirmemektedir. Zira, mitostan, kurmacadan, fanteziden veya saf rivayetten faklı olarak tarih, vesikalara, tanıklıklara ve geçmişten günümüze intikal eden objelere dayalı olarak tarihsel olayları çoğul ve girift sebep-sonuç ilişkileriyle açıklamaya çalışmaktadır.
KAYNAKÇA
ARİSTOTELES (1935) Métaphysique, Fr. çev: J. Tricot, Paris: Vrin.
_____________ (1959) Ethique à Nicomaque, Fr. çev: J. Tricot, Paris: Vrin.
GOBLOT Edmond (1954) İlimler Sistemi, çev: Fethi Yücel, İstanbul: Maarif Basımevi.
DILTHEY Wilhelm (1999) Hermeneutik ve Tin Bilimleri, çev: Doğan Özlem, İstanbul: Paradigma yay.
DUHEM Pierre (1915) La Science Allemande, Paris: Librairie scientifique A: Hermann&fils.
PLATON (1833) “République” in Œuvres de Platon, tome: IX, Fransızcaya çev: Victor Cousin.
RICKERT Heinrich (1896) Die Grenzen der Naturwissenschaftlichen Begriffsbildung, Freiburg und Leipzig: J.C.B. Mohr.
SPENCER Herbert (1893) Classification des Sciences, Fransızcaya çev: F. Réthoré, (5. basım), Paris: Félix Alcan.
WINDELBAND Wilhelm (1894) “Histoire et Sciences de la Nature”, Fransızcaya çev: Silvia Mancini, dijital nüshası: http://www.jstor.org/stable/20849318 Almanca orijinali: http://digi.ub.uni-heidelberg.de/diglit/windelband1894
YEDİYILDIZ Bahaeddin (1991) Beşerî Bilim Teorileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu yay.
*Doç. Dr. Galatasaray Üniversitesi
1 Yararlandığımız Doğan Özlem tercümesinde geçen “tinsel bilimler” terimini, makalemizin bütünüyle tutarlı olması için “manevi bilimler” ile değiştirdik.