HANİFLERİN (VEYA THEOSEBESLERİN) TARİHÎ VE TEMEL ÖZELLİKLERİNE DAİR: PAGANİZM, YAHUDİLİK, HIRİSTİYANLIK VE İSLAM’DA HANİFLERİN İZLERİ
Bu çalışmada Antik Çağ’da Yahudiliğin kimliklerini muhafaza etme ve Roma toplumunda tutunabilmesi, Geç Antik Çağ’da hem Gentile-Hıristiyanlığının yayılmasında hem de İslam’ın zuhurunda önemli rol oynayan ve monoteist (tek tanrılı inancın) Arap Yarımadasındaki temsilcileri olarak bilinen Haniflerin kısa tarihi, temel inanışları ve mahiyeti hakkında bilgi verilmesi amaçlanmaktadır. Bize göre İslam kaynaklarında mutlak tevhit inancını benimseyen ve Kur’an’da kökenleri Hz. İbrahim’e dayandırılan Hanifler, Yahudi, Grek ve Hıristiyan kaynaklarında benzer (aynı) özelliklerle tasvir edilen “Theosebes”lerle aynı gruplardır. Batı dillerinde “God-Fearers”, “Gottesfürchtige” veya Grekçe “Theosebes” olarak bilinen gruplar Türkçe kaynaklarda “Tanrıdan korkanlar” olarak zikredilir. Pavlus Hıristiyanlığının Anadolu’da yayılmasında önemli fonksiyona sahip olan bu zümrenin, Hıristiyanlık öncesinde Greko-Romen ve Yahudi kaynaklarında da yer almaları, onların sadece Hıristiyanlık için değil, Roma ve Roma İmparatorluğu hudutları içerisinde yaşamış olan Yahudiler için de önemli olduklarını göstermektedir. Ayrıca İslam öncesi Arap Yarımadasında da varlığını sürdürdükleri ve Hz. Peygamber’in hanif inancına sahip olduğuna dair rivayetler ve Kur’an’da zikredilen ayetler göz önünde bulundurulduğunda, Haniflerin İslam’ın yayılması için son derece önemli bir role sahip olduklarını söylememiz mümkündür. Haniflerin tarihini, yayılışını, temel inançlarını bilmek ve özellikle yukarıda bahsettiğimiz bağlamda Yahudi, Hıristiyan ve İslam için önemini kavramak, bu dinlerin birbiriyle münasebetlerini anlamaya ışık tutacağı gibi, etkileşimlerinin, benzerliklerinin ve bilhassa siyasi tartışmalarına aydınlık getirecektir.
Giriş:
Geç Antik Çağ’da, yani M.S. 7. yüzyılda monoteist dinlerin “son halkası” olarak telakki edilen İslam’ın Arap Yarımadasında ortaya çıkmasıyla birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığın yanında bölgede tevhit inancını savunan bir dinî inanış ve sistem kurulmuş ve yayılmıştır. Özellikle Kur’an’ın bir çok ayetinde son vahyin, kendinden önce gönderilen kutsal kitaplara dayanarak indiği, musaddık ve müheymin olarak indiği bildirilir. Binaenaleyh, Kur’an’ın muhtevası ve mahiyeti nazil olduğu dönemdeki muhatapların aşina oldukları minvalde şekillenmiştir. Bunun dışında Hz. Peygamber’in hayatını konu alan siyer kitaplarında Hz. Peygamber’in 40 yaşında, 610 yılında ilahi vahye muhatap olmadan önce Hz. İbrahim’in dinî geleneği olarak kabul edilen Hanifliğe mensup olduğu, belirli aralıklarla kendini inzivaya çektiği, diğer Arap kabilelerin çoğu gibi putlara tapmayıp, bir tek Allah’a inandığı aktarılmaktadır. Ancak Haniflik olarak tanımlanan dinî inancın mahiyeti ve tarihî kökenleriyle ilgili bilgilere rastlamak, İslam kaynakları açısından son derece güç bir meseledir. Yahudi ve Hıristiyanlarca da bilinen Haniflerin izini sürebilmek için, İslam kaynakları dışında, tarihî, arkeolojik ve diğer din ve medeniyetlerin, İbranice, Grekçe, Latince, Hıristiyan, Yahudi ve Pagan kaynaklarına da bakmak gerekmektedir. Arkeolojik verilerde Anadolu’nun muhtelif yerlerinden (yazıtlarda), Eski Ahit’te ve Yeni Ahit’in Resullerin İşleri gibi önemli kaynaklara bakıldığında, Kur’an’da zikredilen ve bahsedilen Haniflere benzer bir grupla karşılaşmaktayız. Grekçe yazıtlarda Theosebesler olarak bilinen bu grubun Haniflerle ilişkili olması büyük bir olasılık, hatta daha da ötesi.
İslam’ın doğuşunda Arap yarımadasında etkin olan Süryani Hıristiyanların Kitâb-ı Mukaddesi Süryaniceye çevirileri olan Peşitta’da, Theosebeslerin “hanpa” kavramıyla anılmaları Theosebes-Haniflik bağlantısı konusundaki sezgilerimizi güçlendirmektedir. Nitekim İslam kaynaklarında “Hanif” kelimesinin muhtemel etimolojik kökenlerinden biri olarak zikredilen Süryanice “hanpa” kelimesi kesişmenin habercisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eski Ahit’te “Yirei Hashem” ismiyle zikredilen Theosebesler, M.Ö 3. yüzyıldan itibaren Yahudi kaynaklarında geçmektedir. Roma İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin misyonerlik faaliyetlerine ışık tutan ve Roma devletiyle münasebetlerinde etkin olan Theosebeslerin, aynı zamanda sinagoglarda da ibadet ettiklerini görebilmekteyiz. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yapılan arkeolojik çalışmalar bize sadece ibadetler için sinagoglarda bulunmadıklarını, din ve mabet görevlerini de icra ettiklerini göstermektedir
Kur’an ve Hadislerde Hanifler:
Kur’an’da putperest Arap toplumun1 dinine, Yahudiliğe1, Hıristiyanlığa, Mecusiliğe atıfta bulunulduğu gibi Sabiîlik ve Haniflikle de ilgili örnekler verilir. Hanifliğin (ve Sabiîliğin) diğer zikredilen dinlere nazaran ayrı bir öneme sahip olduklarını görebilmekteyiz. Zira diğer dinler, sapkın, tahrif edilmiş ve geçersiz kılınmış olarak prezente edilirken, Hanifliğe vurgu yapılarak geçerliliğini koruduğu bildirilir aslında.
Hanif kavramının Kur’an’da kullanımı farklı ve anlamlıdır. Kur’an’da kullanımıyla Hanif kelimesi âdeta Müslüman inancına göre Hz. Peygamber’e 610 yılında inen vahiy öncesi hem Peygamber’in hem de tek tanrılı inanca sahip olan Arapların dini olarak gösterilmekteydi. Bu bağlamda özellikle Hz. İbrahim’e atıfta bulunarak “İbrahimî din veya gelene” olarak telakki edilmiştir. Hanif kelimesi “hanîf” tekil olarak on2, çoğul olarak (hünefa) 2 yerde geçmektedir.
Her ne kadar Hanifliğin müstakil bir din olduğu tartışılsa da3, Kur’an’a baktığımızda Hanifliğin ayrı bir din olarak ifade edildiğini görmekteyiz. Bunun en başında Bakara Suresi 135. ayetteki “Hanif olarak İbrahim’in dini..” ibaresi zikredilebilir. Bu ayetin haricinde Hanif olarak Hz. İbrahim ve dini şu ayetlerde zikredilir.: 3/67, 2/135; 3/95; 10/105; 30/30
“İbrahim ne bir Yahudi idi ne de bir Hıristiyan. Fakat o, sadece Hanîf bir Müslümandı. O müşriklerden değildi.”4
Burada özellikle “hanifen müslimen”- “Hanif bir Müslümandı” şeklinde gelmesi ve ayetin sonunda “müşriklerden” yani – “puta tapanlardan değildi” denilmesi bize göre çok önemlidir. Zira “Hanif bir Müslümandı” ifadesinde “Hanif” olması vurgulanmaktadır. Her ne kadar tefsir ilminin konusu olsa da, bizim açımızdan burada Kur’an’ın Theosebeslerin (Haniflerin) tarihi seyri (kronolojisi) ve akıbeti hakkında da bilgi verdiğini düşünmekteyiz. Zira daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Hanifler (Theosebesler) kaynaklarda önce Yahudiler, sonra Hıristiyanlar ve en son da Müslümanların arasında zikredilmektedir. Yahudiler Theosebesleri kendi inançlarına (tevhit) inancına sahip oldukları ve kendileriyle birlikte sinagoglarda ibadetlerde bulunduklarından dolayı kendilerine yakın görür.5 Hıristiyanlar da M.S. 2. yüzyıldan itibaren Theosebesleri kendilerine yakın görür ve âdeta şöyle tanımlar: “Theosebesler ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı…”. Aynı şekilde Kur’an’da da Hz. İbrahim bağlamında Hanif olarak tanıtılan Hz. İbrahim’in “O ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı” denilmesi çok manidardır. Farklı yorumlara müsait bir ayet olsa da konumuz bağlamında Kur’an’ın Haniflerin seyrini anlattığını (Hz. İbrahim örneği üzerinden alegorik bir anlatım) ve artık Hanifliğin İslam’ın içerisinde yer aldığını vurgulamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’de tıpkı daha önce Yahudiler ve Pavlus liderliğinde Gentile-Hıristiyanların yaptığı gibi mesajını yaymasında ve ilk muhatap kitleleri oluşturmasında Theosebesler (Hanifler) önemli rol üstlenmişlerdir.
Theosebesler Hıristiyanlık için de ayrı bir öneme sahiptir. Hıristiyanlığın Anadolu’da kök salmasında önemli gruplardan birisi olduğunu söylemiştik. “Pavlus’un, Yahudiliğin elinden kopardığı” Theosebesler, “zamanla tamamen Hıristiyan cemaatlerinde asimile edildiler”.6
Dolayısıyla Theosebesler Pavlus’la beraber Hıristiyanlığın içerisinde önemli fonksiyon icra etmiştir.
Kanaatimizce aynısı İslam’ın ilk yılları için de geçerlidir. Hanifler (Theosebesler) Roma hudutları içerisinde olduğu gibi, Arap Yarımadasında da toplumunda önemli konumlara sahip, etkin ve yetkili kişilerden oluşmaktaydı. Bundan dolayı İslam açısından bakıldığında, mesajın yayılması ve yeni bir dinî cemaatin oluşmasında Haniflerin önemli bir konumu vardı.
Bunu İslami kaynaklarda (Kur’an ve Sünnet) geneline baktığımızda net bir şekilde müşahede edebilmekteyiz. Kur’an’da başka yerlerde Peygamberlerin veya müminlerin vasıfları sıralanırken bu tarz bir vurguya rastlamamaktayız. Dolayısıyla burada Kur’an’da Hanif kelimesinin özel bir amaç doğrultusunda kullanıldığını söyleyebiliriz. Buna yukarıda zikrettiğimiz ayetin sonundaki “puta tapanlardan değildi” ifadesini de eklediğimizde çok daha net bir tablo ortaya çıkmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Hanifler putperest bir toplumun içerisinde monoteist inançlarını muhafaza etmiş ve bir bakıma ilk Müslüman muhatap kitlesinin ana gövdesini oluşturmuştur. Hz. Peygamber bu inancına mensup iken daha sonra İslam’ın ortaya çıkışı (vahiyle birlikte) Hanifliği İslam inancına dâhil etmeye gayret göstermiştir. Bize göre Kur’an’daki Haniflerle ilgili ayetler de bu gayreti desteklemek amaçlı nazil olmuştur. Dolayısıyla monoteist dinlerin atası olarak kabul edilen İbrahim (a.s)’a dayandırılması ve “Hanifler Müslüman’dı” veya “Hanifler Müslüman oldu” demenin yerine “İbrahim Hanif bir Müslüman’dı” denilmesi manidardır. Hanifliğin İslam’la özdeşleştirme gayretini İslam kaynaklarında Kur’an haricinde hadislerde de görebilmekteyiz.
İslam öncesi Arap Toplumunda Hanifler ve Özellikleri:
Genel anlamda İslam öncesi Arap Yarımadasında putperest bir toplumda tek tanrılı inanca sahip olan dört büyük ve önemli Haniflerden bahsedilir (Hünefa-i Erbaa). Bunlar, Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin Cahş, Zeyd bin Amr bin Nufeyl ve Osman bin Huveyris’tir.7 Putperest bir toplumdan gelen, ancak tek tanrıya inancını muhafaza etmeler, temiz (helal/koşer) yemek kurallarına uymaları, namaz/dua kılmaları (ibadet etmeleri) en temel özellikleri arasındadır. Kaynaklarda hünefa-i erbaa (dört “büyük” Hanif) haricinde zikredilen Haniflerin özelliklerine baktığımızda, özetle şu profil, inanç ve ibadet esaslarına sahip olduklarını söyleyebiliriz:
1. Monoteist İnanç:
Theosebeslerin inançları kapsamında zikrettiğimiz gibi, Arap Yarımadasında da Theosebeslerin/Haniflerin en temel özellikleri monoteist bir tanrı inancına sahip olmalarıdır. Putperest bir toplumda tek tanrılı inanca sahiptirler. Kur’an’da Hz. İbrahim’le ilgili yer verilen ayetlere bakıldığında, tek tanrılı inancı savunduğunu görebilmekteyiz. Hz. İbrahim’in Kur’an’a göre babasına “Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.”8 ve “babacığım şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti”9 demesi gibi.
2. Kutsal Kitapları/Yazıları:
Daha önce Theosebesler kapsamında zikrettiğimiz gibi, doğrudan Haniflere (Theosebeslere) nispet edilebilecek herhangi bir kutsal metni atfetmek zordur. Ancak tarihsel ve arkeolojik veriler ışığında bir analizde bulunduğumuzda, Arap Yarımadasında yaşayan Haniflerin, özellikle İslam öncesi Arabistan’daki Arap Hıristiyanların elinde belirli kutsal saydıkları parşömenler, nüshalar vardı. Varaka bin Nevfel örneğinde olduğu gibi kimilerinde Kitâb-ı Mukaddes’ten (Yeni ve Eski Ahit’ten parçalar olmak üzere) nüshalar bulunduğu rivayet edilmektedir. Arabistan’daki Hıristiyanların bedevi halka nazaran (onlar şifahi geleneğe ağırlık vermekteydiler), yazılı geleneğe de önem vermekteydiler. Ancak bunun haricinde Haniflerin elinde farklı metinlerin de olmuş olma ihtimali gözetilmektedir. Nitekim Kur’an’a göre Hz. İbrahim’e sahifeler (suhuf)10 verilmiştir. Necm (36-37) ve A’la (199)’da Hz. İbrahim’e, Nîsâ (54)’te ona ve ailesine kitap ve hikmetin verildiğinden bahsedilir. Dolayısıyla Kur’an’a göre Haniflerin bir kutsal metinleri vardı.12
3. Peygamber Fikri
Daha önce Theosebesler çerçevesinde herhangi bir Peygamber inançlarının olup olmadıklarına dair bilgiye yer vermedik. Bunun sebebi, Grek, Roma, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında olduğu gibi, arkeolojik buluntular neticesinde de Theosebeslerin (Haniflerin) peygamber fikrinin olup olmadığıyla ilgili bilgi vermemiz mümkün olmamıştır (kaynaklarda hiç bir şekilde ifade edilmez). Ancak kaynaklarda ifade edilmediği, onların bir peygamber (veya buna benzer, tanrıdan gelen emirleri insanlara aktaran bir aracı figür) fikrine sahip olmadıkları anlamına gelmez. Muhtemelen Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında yer aldıklarından dolayı peygamber fikrine benzer bir takım inanışlara sahip oldukları muhtemeldir. Bununla birlikte, eğer onlarda peygamberliğe benzer bir inanış vardıysa, muhtemelen bu semitik peygamberlik anlayışından farklı olmalıdır. İslam kaynaklarında ise Haniflerin peygamberlik müessesine inandıkları bildirilir. Örneğin Şehristanî, Sabiîlerle Haniflerin arasında farklılıklara değinirken, ayrıştıkları en temel konunun Peygamberlik müessesinin olduğunu söylemektedir.13 Ona göre Hanifler bir peygambere inanırken, Sabiîler inanamamaktadırlar. Kur’an’a göre Haniflerin peygamberlik müessesi ile ilgili düşüncelerini analiz edecek olursak, en başta Hz. İbrahim’e inandıklarını söylemekle peygamber inancına sahip olduklarını vurgulamaktadır. Ayrıca İslam kaynaklarında zikredilen (Müslüman olan) Haniflerin de Hz. Peygamber’i kabul etmiş olmalarından yola çıkarak, bir peygamber inançlarını olduğunu söylemek olasıdır.
Son olarak, Kur’an bağlamında değerlendirdiğimizde (Şuârâ 82-87 ve İbrahim 41.), Haniflerin melek, ahiret, cennet, cehennem gibi inançlara da sahip oldukları söylenebilir.14 Ancak bu inançların hem uygulanışı hem de Kur’an harici diğer kaynaklardaki mevcudiyeti hakkında neredeyse hiç bir bilgi bulunamadığından, burada sadece kısaca değinip diğer hususa geçmek istiyoruz.
4. İbadet Şekli: Salat
Yukarıda Theosebesler bağlamında dinlerde ibadetin önemine ve ehemmiyetine değinmiştik. Bu bağlamda Theosebeslerin de belirli ibadet türlerine (dua gibi) sahip olduklarını söylemiştik. Aynı şekilde İslam kaynaklarında da, Haniflerin belirli ibadetlere sahip oldukları aktarılmaktadır. Nitekim İslam kaynaklarında risalet öncesi Hz. Peygamber’in belirli aralıklarla Hira dağına inzivaya çekildiği ve tek olan Allah’a ibadet ettiği rivayet edilir.15 O’nun bu âdeta, atası Hz. İbrahim’in dini olan Haniflerin bir özelliği olarak zikredilir. “Mekkeliler arasında, Receb ve Ramazan gibi senenin belirli aylarında inzivaya çekilen bazı hanîfler bulunuyordu. Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib de bunlardan biriydi ve Allah’ın varlığına, ceza ve mükâfat yeri olarak ahiretin mevcudiyetine inanmış, zaman zaman Hira dağındaki mağaraya çekilip kendini ibadete vermişti”.16 Hz. Peygamber’in Hira’da ne tür ibadet yaptığı ile ilgili net bilgiler yoktur. Bazı kaynaklara göre orada İslam’da namazın farz olmasından önce 2 rekâtlık namaz türü bir ibadeti yerine getirirdi17, bazı kaynaklara göre ise belirli “sadık rüyalar” görür, yani bir nevi vahye benzer mesajlar alırdı.18
Bu halvet ve inziva hâliyle uzun zaman geçirdiği rivayet edilir.19 İslam öncesi Kureyşlilerin de belirli ibadetlere sahip olduklarını Kur’an da bildirmektedir.20 Ayrıca sadece putperest Araplar değil, Yahudi ve Hıristiyanların da kendilerine göre ibadetlerinden bahsedilir.
Cevat Ali’nin de ifade ettiği gibi, “Araplardan Yahudi ve Hıristiyan olanlar (…), mabetlerinde icra ettikleri dini ayinleri veya ibadetleri vardı. (Bir başka ifadeyle) kendilerine özgü yöntemleriyle ibadet ve ritüeller icra etmekteydiler.”21 Ayrıca Kur’an’da İslam öncesi Arabistan’da Kureyşlilerin de salat (namaz) ibadetini olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla Haniflerin de bir ibadet türüne sahip olması gereklidir.
Ayrıca Kur’an’da Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in de “namaz” (salat) kıldığı ifade edilir.
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
“Ve o vakit Kabe’yi insanlar için dönüp varılacak sevap kazanma ve güvenilir bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgâh edinin! Ve İbrahim ile İsmail’e şöyle emir verdik: Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rüku ve secdeye varanlar için tertemiz bulundurun.”22
Ancak bu ibadet şeklinin nasıl ve hangi vakitlerde icra edildiklerine dair herhangi bir bilgi yoktur. Bununla ilgili ipucu sunabilecek başka bir gelenek ise Süryani Hıristiyanlığıdır. Her ne kadar kaynaklar açısından doğrudan bir etkileşimden bahsetmek mümkün değilse de, İslami açıdan Müslüman geleneğine benzer bir ibadet türünün İslam’dan da önce varlığını kabul etmek bir sıkıntı doğurmayacağını düşünmekteyiz. Zira namaz gibi ibadetler her dinde bir şekilde mutlaka var olan ibadet şekillerinden birisidir.
Sonuç:
Tarih boyunca kaynaklarda farklı kavramlarla anıldıklarından dolayı, çoğu zaman müstakil bir grup olarak algılanmamış ve uzmanlarca tarih (dinler tarihi) ve arkeoloji araştırmalarında Yahudiliğin içerisinde bir grup olarak görülmüştür. Ancak çalışmamızda göstermeye çalıştığımız gibi, Theosebesler sadece marjinal bir grup değil, Antik Çağ’da Yahudilerin Pagan toplumuna entegrasyonunu sağlayan, Hıristiyanların da Pavlus sonrası evrensel bir yorum kazanması ve özellikle Anadolu’da kök salması için köprü vazifesi görmüş önemli bir gruptur.
İslam kaynakların geneline baktığımızda, ne Yahudi, ne de Hıristiyan, ama tek tanrılı inanca sahip bir dinî grup olarak karşımıza çıkan Haniflerin, İslam’ın ortaya çıkışında önemli fonksiyona sahip olduklarını ve Hz. Peygamber’in ilk muhatapları arasında yer aldığını gördük. Bu bakıma Theosebeslerin Hıristyanlığın ilk dönemlerinde ve Pavlus’un ilk muhatapları olmalarını da göz önünde bulundurduğumuzda, Hanifler ve Theosebesler’in aynı grup olduğu iddiamızın desteklendiğini görmekteyiz. Buna, özellikle Hıristiyanlarla ilişkilendirildiğini, hatta Arap Yarımadasında etkinlik gösteren Süryani Hıristiyanların Kitâb-ı Mukaddes tercümesi olan Peşitta’da Theosebesler için kullanılan “hanpa” kelimesinin “Hanif” kelimesine kaynaklık teşkil ettiğini göz önünde bulundurursak, Haniflerle Theosebeslerin aynı grup olduğu iddiası daha billurlaşmış olur. Bundan da öte, Peşitta’da bahsedilen ve “hanpa”nın Theosebesleri ifade ettiğini bildiğimizde, İslam kaynaklarında bahsedilen Haniflerin aslında Theosebes olduklarını söyleyebiliriz. Bu minvalde nasıl ki Theosebesler Yahudilerin topluma adaptasyon sağlayabilmeleri ve kendi kimliklerini sağlayabilmede rol oynadıysa, aynı şekilde Pavlus’un da Gentile-Hıristiyanlığını yaymada yine Theosebesler önemli bir rol oynamıştır. İslam’ın Arap Yarımadasında yayılmasıyla birlikte, Hz. Peygamber’in kendi mesajını yaymasında, bir ayağı ile Yahudilik, diğer ayağı ile Hıristiyanlıkta olan ve tevhit inancına sahip olan Theosebesler, yani Hanifler, İslam’ın yayılmasında da önemli rol oynamıştır.
Konuyla ilgili bk.
Tuğrul Kurt, Anadolu’da Hıristiyanlığın Erken Dönemleri- Theosebesler, Ayışığı Kitapları, İstanbul: 2017
Demirci, Kürşad – Tuğrul Kurt, “Theosebesler ve Erken Hıristiyanlık”, İslâmî İlimler Dergisi, 2016, cilt: XI, sayı: 2, s. 47-67
Tugrul Kurt, “The Hanifs (Theosebes/God-fearers) as a Common Link between Judaism, Christianity, and Islam in its Historical and Qur’anic Context”, Maydan, An online publication of Ali Vural Ak Center for Global Islamic Studies at George Mason University
- 2 Kur’an’da Yahudilik’le ilgili bk. Kai Borrmann, Jews in the Quran, Norderstedt: Books on Demand, 2016.
- 3 Bakara 2/135; Âl-i İmrân 3/67,95; Nîsâ 4/125; En’âm 6/79, 161; Yunus 10/105; Nahl 16/120, 123; Hac 22/31.
- 4 Konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Şaban Kuzgun, İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, İstanbul: Bilge Kültür Sanat yayın, 2015.
- 5 Al-i İmran 3/67. Rudi Paret özellikle pagan ve Hanif kelimelerine vurgu yapar. Tanrıya şirk koşmayanlar olarak vasıflandırır Hanifleri. Bk. Rudi Paret, Der Koran, 11. Baskı, Stuttgart: Kohlhammer, 1979. s.48. ayrıca bk. Rudi Paret, Der Koran- Kommentar und Konkordanz, 8. Baskı, Stuttgart: Kohlhammer, 2012.
- 6 Çeşitli İbrani kaynaklarında “biraz Pagan biraz Yahudi olan gruplar”, “yirei shamayim” – “Sema’dan korkanlar” adıyla anmıştır.
- 7 Demirci, a.g.e s.387.
- 8 İbn Hişam, a.g.e. s .252. İslam kaynaklarında ve Batılı araştırmacılara göre haniflerin değeri ve önemi ile ilgili bk. Hüseyin İlker Çınar, Die Religionen der Araber vor und in der frühislamischen Zeit, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag 2007.
- 9 En’âm, 6/74
- 10 Meryem 19/44.
- 11 Kutsal metinleri ifade eden bir Kur’an terimi. (bkn. Ömer Dumlu, “Suhuf”, DİA, SUHUF Ankara 2009, 37, 477.
- 1112 Kuzgun, a.g.e. s.176.
- 13 Şehristânî, el-Milel ve’n Nihal, C.II,1.
- 14 Kuzgun, a.g.e. s.179.
- 15 Ahmed Zeynî Dahlan, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, 81.
- 16 İbn Hişâm, I, 50 vd., naklen Fuat Günel, a.g.e. s.121.
- 17 “Namaz, Hz. Muhammed’in, İslam’dan önceki günlerine kadar uzanır. Bütün sağlam hadisler, Hz. Muhammed’in, bazı dindar Mekkelilerin yaptıkları gibi her yıl, birkaç gün, Mekke yakınında bulunan Nur dağındaki Hira Mağarası’na çekilir. (Toshihiko Izutsu, God and Man in the Quran, Islamic Book Trust, 2002, s.159.)
- 18 Günel, a.g.e. s.121. ve Cevad Ali, a.g.e s.23.
- 19 Azık olarak yanına çok az miktarda süt, kurutulmuş et veya zeytinyağı ile kuru ekmek alır, bunlar tükenince evinden yenisini tedarik edip tekrar mağaraya dönerdi. (bkn Günel a.g.e. s.121.)
- 20 وَمَا كَانَ صَلاَتُهُمْ عِندَ الْبَيْتِ إِلاَّ مُكَاء وَتَصْدِيَةً فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ Beytin huzurunda namazları ise ıslık çalıb el çırpmaktan başka bir şey değil, o hâlde küfr-ü küfranınızdan dolayı tadın azâbı (Enfal 8/35.)
- 21 Cevad Ali, “Cahiliyye’den İslam’a İbadet Tarihi”, Ankara Okulu, Ankara, 2015, s.18.
- 22 Bakara 2/ 125. Elmalılı Hamdi Yazır