KUDÜS’TE RAMAZAN
Ramazan Kerîm” (kelimesi kelimesine “Ramazan cömerttir”) ifadesi Müslümanların Ramazan ayında birbirlerini selamlarken kullandıkları ifadedir. Bu selama “Allah Ekram” diye karşılık verilir, yani “Allah daha cömerttir.”
Deyim hâline gelmiş bu karşılıklı konuşma, gündüz vaktinde bir konuk gelirse onu sıcak ve kibar karşılamanın asli kalıbı olmuştur. Oruç devam ederken, normalde âdet olduğu üzere, konuğa soğuk bir içecek veya kahve teklif etmek ince bir davranış sayılmaz. Bunun yerine ev sahibi “Ramazan Kerîm” diyerek özür beyan eder ve karşısındaki de “Allah Ekram” diye yanıt verir. Deyim hâline gelmiş bu karşılıklı konuşma dildeki bir son ek vazifesini üstlenir âdeta; ifade, Müslüman takvimindeki özel ve eşsiz bir dönemi gösterir, belirtir ve niteler.
Ramazan’ı kutlamak için Kudüs başındaki o dalgın melankoliyi atıp neşeli, bayram kıyafetlerini kuşanır. Ramazan fenerlerinden (fevânisü Ramazân) çok şık, süslü ışık huzmeleri sarkar; aralarına temsili hilal ve yıldızların serpiştirildiği kırmızı, yeşil ve sarı titrek ışık huzmeleri… İftardan sonra dükkanlar yeniden açılır; satıcılar katayef, nammurah satar ve her yanda başka hamur işleri… Ramazan macunu (şa’r el-benât) satanlar çevirirler çarklarını sanki macunu dokuyorlarmış gibi. Elma şekeri sinileri de katılır şenliğe. Her köşede, gösterişli giyinmiş adamlar, sırtlarında süslü mü süslü, parlak gümüş rengi güğümlerde keçiboynuzu, Hint hurması ve badem özünden yapılmış soğuk şerbet satarlar.
Eski şehrin dar sokaklarında, yol boyunca sarkan rengarenk ışıklı fener saçaklarının altında gezintiye çıkılır. Farklı mahallerinin gençleri yaşadıkları yerleri süslemede birbirleriyle yarışırlar. Genellikle hilal -ki İslam’ın simgesidir- şeklinin hâkim olduğu ışıl ışıl, renkli ışık cihazları Kudüs gecelerini gündüze çevirir. Kudüs’ü Filistin’in geri kalanından yalıtan kısıtlamanın hâlen sürmesine rağmen Mescid-i Aksâ’da dua etmek, Kur’an okumak, tefekküre dalmak ve teravih namazını eda etmek için akın eden binlerce dindar erkek ve kadını yine de sıcak bir atmosfer karşılıyor burada. Zira, günlük beş vakit namaza ek olarak, özel bir anlamı olan teravih namazı Ramazan’a özgüdür.
Teravih namazı, evde oruçlar açıldıktan sonra yatsı namazıyla birlikte genellikle camide eda edilen bir namazdır. Camide eda edilmesi âdet hâline gelmiş bu namaz toplu, dinsel bir ritüeldir. Dolayısıyla dükkanlar da gece boyunca açık olur. Bu namaz genel olarak diğer namazlardan uzuncadır. Teravih kelimesi Arapça “râha” kelimesinden türemiştir, bu kelimenin anlamı da rahatlamak, dinlenmek demektir. Her dört rekâttan sonra bir müddet durup dinlenilir, biraz tefekkür edildikten sonra namaza devam edilir.
Teravih namazında her gece belirli sayıda Kur’an ayeti okunur. Ramazan’ın 27. gecesine gelindiğinde Mekke ve Medine’deki camilerle eş zamanlı olarak Kur’an’ın tamamı bitmiş, hatmedilmiş olur. Zira bu gece “Kadir Gecesi” olarak diğer gecelerden farklıdır.
Toplu yemekler Ramazan’a özgü bir başka gelenektir. Her yanda Mevâ’ıdü’r-Rahmân (kelimesi kelimesine Rahman’ın Sofraları) kurulur. Eski şehirde, çeşitli aş evlerinde ve Harem-i Şerif’te her gün yaklaşık yedi bin iftar yemeği hazırdır. Bu muazzam kalabalığın aynı anda oruçlarını açmalarından doğan manzara huşu uyandırır. Memluk çeşmesinin önüne ve Kubbetü’s-Sahrâ’nın parıldayan altın sarısının yanındaki Mescid-i Aksâ’ya düzenli bir şekilde sıralanmış birbirlerine paralel hatlarda, ulu mavi göğün altında müminler güneşin batmasını beklerler.
Ramazan Kerîm:
Ben de duruyorum damımda güneşin batmasını bekleyerek. Etrafımdaki binalar buzul maviyle sarılı.
Ezânü’l-Mağrib’i, günün bittiğini ve orucun açılma vaktini haber veren, güneşin batımında okunan o ezanı bekliyorum. Kur’an tilavet ediliyor çeşitli minarelerden, biri bitiyor öteki başlıyor, tetikliyorlar birbirlerini. Bu karışım kontrapun gibi bir ezgi doğuruyor âdeta. Kargaşa diniyor bir anlığına. Bakıyorum ki komşularım akşam sofralarının başında. Kafamı nereye çevirsem babalar, anneler, kız ve erkek kardeşler bir Ramazan gününün daha nihayete erdiğini ilan eden ezanın bitmesini bekliyorlar.
İşte Ramazan, Kudüslüler oruçlarını açmayı topun patlamasına göre ayarlıyorlar; benim kuşağımın Ramazan deyince aklına gelen bir âdet bu. Son olarak bir şeyler yemek için, yani sahur için kalkıyorlar ta ki ilk top patlayıncaya yiyecekler, sonra tekrar uyumaya geçiyorlar ve imsak başlıyor. Yani topun ikinci kez patlamasına kadar yeme içme yok artık.
Musahher denilen sarıklı bir adam tek başına, dökümlü bir cellabiye giyinmiş, bir elinde tefe benzeyen davulla dolambaçlı Kudüs sokaklarında bir aşağı bir yukarı dolanıyor. Herkesin sahura kalktığından emin olmak istiyor. Birçokları için hayal meyal hatırlanacak bir imgeye dönüşen bu adam Ramazan’ın sonunda idieh ile ödüllendirilecek, yani bir miktar para toplayacak. Uyuyanlara kalkıp dua etmeleri için yaptığı uyarıcı çağrıların yankıları hâlâ kulaklarımda; Es-salâtü hayrun mine’n-nevm; namaz uykudan hayırlıdır ve yâ nâim vahhid ed-Dâim; ey uyuyan kişi, Dâim olanı birle, O’na dua et.
Oruç ibadeti için temel olan bir öğe de Allah’ın asli sıfatlarından biri olan, kendi kendine yeterlik yani es-Samed sıfatıdır. Kur’an’daki Es-Samed (İhlas) Suresinde Allah şöyle buyurur; “Kul hüve Allâhü ehad. Allahü es-Samed. Lem yelid ve lem yûled, ve lem yekün lehû küfüven ehad.” Burada Allah’ın bölünemez bir varlık oluşu vurgulanırken, bunun yanında O’nun doğmamış ve doğrulmamış (tüm teolojik derin imalarla birlikte) oluşu bildirilir. Aktarılan dördüncü nitelik olan “Es-Samed” ise Allah’ın kendi kendine yeter olduğunu, O’nun hiçbir şeye ihtiyacı olmayıp arzu duymanın ötesinde olduğunu vurgular. Oruç ibadeti sırasında Müslümanlar, Allah’ın asli sıfatlarından olan “Es-Samed”e öykünür. Böylece oruç bir feragat edimi olmaktan çok bir aşma, kişinin kendi bilincini arzunun ötesinde kılma edimi olarak anlaşılır. O hâlde oruç, Tanrı’ya öykünerek arzudan etkin bir şekilde vaz geçme eylemidir.
Ramazan Kerîmdir (cömerttir), çünkü Kur’an Ramazan ayındaki özel bir gecede; 27. gece olan Kadir Gecesi’nde indirilmiştir. Yaygın inanca göre bu gece boyunca gökler açılır ve bu mucizevi olaya tanıklık edenin dileği yerine gelir. İnsanlar isteklerinin verileceğine dair tanrısal bir işaret görmeyi umarak Kubbetü’s-Sahrâ’ya akın ederler ve gece boyunca dua ederler.
Kadir Gecesi; Kader Gecesi: Gökler açılmış ve Kur’an’ın inişi tamamlanmıştır; bu yüzden Leyletü Nuzûlü’l-Kur’ân’dır. İslam inancında Kur’an’ın belirli bir anda yaratılmadığına, aksine onun ezelden beri var olduğuna inanılır. Bu yüzden ısrarla “vahiy” terimi kullanılır.
Çocukken babama, göklerin ona hiç açılıp açılmadığını sormuştum. “Açıldı,” demişti. “Peki,” dedim “ne gördün, ne istedin?” Cevabı esrarengizdi; ışık görmüş ama hiçbir şey istememiş. “Nasıl olur, niye milyonlarca Dinar istemedin?” diye başının etini yedim. Manzara o kadar güzelmiş ki hiçbir şey isteyememiş babam. O anın görkemi kendinden geçirmiş onu.
Babam sürekli, Tanrı’dan tek isteğinin sutrah, yani hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayıp böylece gurur ve haysiyetini muhafaza etme duygusu, olduğunu tekrarlardı. Hayatın sutrahdan ibaret olmadığını, bundan daha fazlası olduğunu söyleyerek karşı çıkacak olsak kişinin sahip olduğuyla yetinmesi gerektiği cevabını verirdi babam. “Çünkü,” derdi, “içsel tatmin, kanaat tükenmez bir hazinedir (el-kanâ’atü kenzün lâ yefnâ).”
Babamın dedikleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor; “er-rızâ hayrun mine’s-se’âdeh,” yani seçim yapıp seçimine inanmak, rıza hâli, kabulleniş “es-se’âdeh”ten yani mutluluktan hayırlıdır.
Ramazan Kerîm:
Bu deyim bende bir dizi çeşni ve tatla yakından bağlantılı. Ramazan tatlıları -atayef ve mevardieh (kayısı tatlısı)- ve şerbet frikeh (kepekli unla yapılan çorba) hemen aklıma gelenler. Akşamları şehrin her yanında atayef tezgâhları türer ve bu taze pişmiş tatlılar kiloyla satılır. Klasik Arapça’da atayef “kaf” harfiyle telaffuz edilirdi. Kudüs lehçesinde bu “kaf” harfi “ah” hecesine yumuşar ve kelime “atayef” olur. Gazzeliler ise “kaf” harfini “gah”a dönüştürürler, kelime “katayef” olur. Köylüler de “gaf”ı “kef”e çevirir ve kelime “ketayef” olur. Atayef, öğütülmüş cevizle doldurulan ve epeyce şekerle, tarçınla tatlandırılan bir tür krep gibidir. Atayef yarım ay şeklinde kıvrılır ve samneh baladieh (sade keçi tereyağı) ile kızartılır veya fırınlanır, servis edilmeden önce bir müddet atere yani ağdaya batırılır. Ramazan boyunca sofralarda menü hayli resmîdir. Filistinlilerin aslında genellikle soğuk günlerde tükettiği çorba (şurbah) sofraların vaz geçilmezidir. Neneler, şerbet frikehin (kepekli unla yapılan çorba) Ramazan’da en az üç kere yapılmasında ısrarcıdır.
Felafel, sambuşek, tabbûleh gibi mezeler ve her türlü turşu günlük sofralarda yerlerini alır. Ramazan’da tabaklar mevsimlik sebzelerle dolar, bunlardan mataşi, dolmalar, yakhani ve haşlamalar yapılır. Filistin yemekleri de mevsimliktir; menüler ziraat ürünleri takvimine göre düzenlenir.
Ramazan ayrıca neşelidir. Bu mübarek ay yalnızca oruç, ibadet, tefekkür ve toplumsal yardımlaşmadan ibaret olmayıp ayrıca yoğun bir toplumsallaşmayı da ifade eder. Yılın geri kalanında, o sıradan günlerde kişinin toplumsal yaşamı aile üyeleri ve yakın arkadaş çevresiyle sınırlıdır genellikle. Ramazan’da, bu mübarek günlerde ise çember olabildiğine genişler ve uzak akrabaları, komşuları ve eş dostu da içine alır. Ailenin tek başına oruç açtığı nadirdir. Zira iftar yemeklerinin merkezi, toplumsal bir yeri vardır. Her gece arkadaş ve akrabalar oruç açmak için başka bir evde toplanırlar. Bu günlerdeki şenlikli toplantılara ziyafetler ve özel yemekler eşlik eder.
Kudüs’ün İslam âlemindeki yüksek konumu Mescid-i Aksâ’da kılınacak namazlara özel bir değer katar, sanki burada kılınan namazlar Mekke ve Medine’de kılınan namazlar gibidir. Ramazan’da Mekke ve Medine’yi ziyaret eden birçok kişi bu mescitte dua eder. Filistin’de Cuma günleri ve Mescid-i Aksâ’da kılınan teravih namazı böylece özel, simgesel bir anlam kazanır. Bu küçük, günlük haccın zirvesi ise Kadir Gecesi’dir. Ramazan’ın coşkusu bir Müslüman için Kudüs’ün dışında tam yaşanmış sayılmaz.
Genel siyasi duruma rağmen Ramazan muazzam bir coşkuyla karşılanır. İçe dolan bu kutsiyet duygusu bugünkü zorlu vaziyeti önemsiz bir ayrıntıya indirger Müslüman Kudüs’te.
Bu günlerde zaman bambaşka bir hızla ilerler; hayatın her aşamasına bir coşku yayılır. Kur’an okurken, Harem-i Şerîf’te inzivaya çekilip tefekküre ayrılmış uzun öğle sonlarında, akşam teravihlerinde ve sahur dualarında Yüce’yle kurulan ilişki “öteki”ne dair bilinci artırır; Müslümanların Tanrıyla, kendileriyle ve başkalarıyla söyleşme yollarını daha bir renklendirerek dinsel duyguları derinleştirir.
*Antropolog ve ressam