GÖNÜL KULAĞINLA DİNLERSEN ŞARKILAR O’NU SÖYLER!
Peygamber Efendimizin Medine’yi ilk teşrifini beklerken günlerdir gözü yollarda kalan Muhacir ve Ensar O’nu “Vedâ Dağı’ndan üstümüze Bedir doğdu!” diye karşılamıştı. “Mehtâb” istiaresi, naat üslubunda kullanılan ilk metafor sayılabilir. O günden bugüne Hz. Peygamber’i metheden sayısız naat yazıldı.
Divanların başında bulunan naatlarda ayet ve hadis remizleriyle Hz. Peygamber’in mübarek bedeni (saçı, kaşı, gözü, dudağı, boyu, hattı, göğsü vb.) türlü benzetmelerle belli bir üslupta methedilmiştir. Zamanla her naatta, O’nu methetmek için kullanılan lafızlarda gerçekten mecaza doğru bir kaçış gözlendi. Öyle ya derinliği olamayan bildik sözlerle birini methetmek, insanoğlunun doğası gereği; bir süre sonra usanç verir ve aksine konuyu sıradanlaştırır. Sözün çağrışım gücü yüksekse cazibesi artar. İşte bu nedenle naat şairleri imgenin ve mazmun olarak sözü en güzel söylemenin peşine düştüler.
Özellikle Fars edebiyatında sonra klasik Türk edebiyatında tasavvufi kaynaklardan beslenen şiirlerde tekrara düşmemek ve belli sınırlar içinde yine, yeni şeyler söyleyebilmek isteyen şairler özellikle naat konulu gazellerde âşık-maşuk-şarap sembolizmine sarıldı. Böylece, sadece Dîdâr-ı Hakk ve Hz. Peygamber’in değil; mürşitlerin de giderek alımlı bir sevgili olarak methedilmesi geleneği oluştu:
Ey bize zamane güzellerinin peşinden gitme diyen kişi
Şu tefekkür denizinde biz neredeyiz sen nerede?
Bu yüzdeki ben çene, dağınık zülfün kıvrımı değildir
Mana ehlinin gönlünü alıp götüren ilahî sırlardır (Sa’dî-i Şîrâzî)
“Senin yüzünün (güzelliğini) vasıtasız olarak anlatmam mümkün değil. (Onun için) güzel yüzlülerden övgüyle bahsederim; ama senin güzel yüzünü kastederim.” (Hâlid-i Bağdâdî Hâlidî-i Nakşibendî/ö.1827)
Bundan sonra artık gazellerde anlatılan sevgilinin mecazi/dünyevi aşkı mı yoksa ilahî aşkı mı anlattığını kimse sorgulamadı. Bu şiirler, Hakk âşıklarının aşkını artırırken sadece güzeller peşinde koşanlar da bu sembolizmden istifade etti:
V’ey risâlet bûstânında hırâmân serv-kad
V’ey nübüvvet ravzasında yâsemen-bû lâle-had (Dede Ömer Rûşenî)
*
Şerbet-i la’lün ki derler çeşme-i hayvân ana
Ol verür cân dem-be-dem uşşâka vü men cân ana
…
Aks-i rûyun suya salmış sâye zülfün toprağa
Anber etmiş toprağın adın suyun ismin gül-âb (Fuzûlî)
*
Kâmeti ey bûstân-ı lâ-mekân pirâyesi
Nûrdan bir servdir düşmez zemîne sâyesi
Yûsuf’ı gerçi görenler ellerini kesdiler
Gün yüzün gördü senin şakk oldu bedrin âyesi (Zâtî)
Mademki şairler Hz. Peygamber’e olan sevgilerini daha remizli daha saklı kelimeler ardından anlatabilmişler, biz de herhangi bir sevgili için söylenen güfte-beste uyumu açısından sanat değeri yüksek şarkıları Hz. Peygamber’e olan sevginin ifadesi için kullanmak istedik. Hatta Hz. Peygamber’in siyer-i şerîfinden tablolar; yine bazı şarkılar sayesinde daha güzel idrak edilebilir kanaatindeyiz. Bunu bazı çarpıcı örneklerle inceleyelim:
a. Muhabbet Bağı
Merhum Hafız Sadettin Kaynak, yaşlılık zamanlarındaydı. Talebesi Hafız Ahmet Bey, onu sık sık ziyarete gider, hocasının hizmetini görürdü. Sadettin Kaynak, onu “Hafızım” diye çağırırdı. Yine ziyaretine gittiği bir gün, Ahmet Bey hocasını ağlarken ama sevinçli bir hâlde buldu. Sadettin Kaynak, talebesini görünce “Gel Hafızım! Lütfettiler, bu gece rüyamda Peygamber Efendimizi (sav.) gördüm, O’nunla sohbet ettim, bak bu şarkıyı O’na yazdım ve besteledim” der ve hicaz makamındaki şarkısını okumaya başlar:1
Muhabbet bağına girdim bu gece
Açılmış gülleri derdim bu gece
Vuslatın çağına erdim bu gece
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
Ararım, ararım, ararım seni her yerde
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde
Açıldı bahtımın gonca gülleri
Gönül dalında ötsün bülbülleri
Aşkıma sarayım hep gönülleri
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
(Nakarat)
Muhabbet uğruna verdim varımı
Gönülde buldum anladım yârimi
Neyle söndüreyim ben bu narımı
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
(Nakarat)
b. En Güzel Sevgili
Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Kurulur kalplere sevda otağın otağın
Kim bilir hangi gönüldür durağın
Her gören göğsüme taksam seni der
Kimi ateş gibi yaktın beni der
Kimi billûr bakışından söz eder
Kim bilir hangi gönüldür durağın
Güfte: Melek Hiç Beste: Âmir Ateş (Muhayyer Şarkı)
Yukarıdaki şiirin sözlerinde kıpkırmızı gül dudaklı herkes tarafından arzu edilen, şuh bir güzel anlatılır. Ancak bu güzel hafif-meşrep olmalı ki canı yanan âşıklar bile, o gülü sinesine almak ister; herkes onun güzelliğinin dedikodusuyla vakit geçirir. Bu şarkı meşhur olduğunda bestekâr Âmir Ateş güftenin yazılış hikâyesini anlatmasaydı, çoğu kişi güftede bahsedilen güzeli böyle anlayacaktı. Oysa güfte sahibi Melek Hanım, kendisinin kadın olması bir yana bu şiiri bir gece rüyasında Hz. Peygamber’i (sav.) görmenin şevkiyle yazmış.
c. Hz. Bilâl-i Habeşî’nin Feryadı
Asr-ı saadetten bugüne Müslümanlar ikiye ayrılabilir: O’nu sadece sıradan bir Allah’ın elçisi olarak görenler; bir de saçının telini yere düşürmeyecek kadar etrafında gece gündüz pervane olan, O’nu kendi canından üstün tutan âşıkları. Hz. Peygamber âşıkları içinde Hz. Bilâl-i Habeşî’nin ayrı bir yeri vardır.
Müslümanların ilk müezzini2 güzel ve gür sesli Bilâl-i Habeşî tam bir Hz. Peygamber âşığıydı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısına tahammül edemez olmuş, bir daha ezan okuyamamıştır. Resûlullah’a (sav.) olan muhabbetiyle her gün yanıyor, gözyaşı döküyordu. Sonra da Medine’de kalmaya tahammül edemediği için Hz. Ebubekir’den müsaade alıp Şam’a gitmeye karar verdi. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sadece 2 yıl yaşayabilen Ebubekir’in vefatından (634) sonra, Hz. Ömer devrindeki Hz. Bilâl cihatlara da katıldı. 637’de Hz. Ömer’in maiyetinde Kudüs’ün fethine şahit oldu.
Bilâl-i Habeşî Şam’da kısa bir süre kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber’i (sav.) gördü. Fahr-i Kâinat kendisine “Beni ziyaret etmeyecek misin ya Bilâl” buyurmuştu. Bunun üzerine hemen Medine-i Münevvere yoluna düştü; varır varmaz da Ravza-i Mutahhara’da Sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfine niyaza gitti. Resûlullah ile geçirdiği günleri yâd edip hasret ve muhabbetle ağladı, ağladı. Bu sırada Peygamber efendimizin gözünün nuru torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra.) onu görüp boynuna sarıldılar. Medine ahalisinin ısrarıyla Bilâl-i Habeşî bir sabah namazı vaktinde ezan okumaya başladı. Ensar ve Muhacirden kadın, çocuk herkes sokağa fırladı. Hz. Bilâl’in Mescid-i Nebevî’den yükselen güzel sesi, onlara Hz. Peygamber’in (sav.) sağ olduğu günleri hatırlatmıştı. Medine ahalisi gözyaşları içinde feryat figan ezan-ı Muhammedî’yi dinledi.
Fakat Bilâl-i Habeşî “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” derken tıkandı, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ezanı tamamlamak istediyse de hıçkırıklara boğuldu. Bu ezan Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezan oldu. Birkaç gün Medine’de kaldıysa da artık bu şehrin kendine dar geldiğini biliyordu, duramadı, Şam’a döndü. Fakat yolda çok hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini geçirirken Hz. Peygamber’in yıllar önce kendisine dediği “Ya Bilâl! Ben cennette, senin ayakkabılarının tıkırtısını önümde duydum” sözünü hatırladı. Vefat ederken Hz. Peygamber’e ve dostlarına kavuşacağı için sevinç içinde olduğu söylenir. Hz. Bilâl, sevgili Peygamberimizin vefatından sonra sadece 9 yıl yaşayabilmişti (v.641).
Aşağıdaki şarkı, Hz. Bilâl’in hikâyesiyle daha anlamlı hâle geliyor. Şarkının sözleri, Hz. Bilâl’in Medine’yi ziyareti sırasında Ravza-i Mutahhara’ya gözyaşları içinde varıp Hz. Muhammed’e (sav.) niyaz ettiği anda dilinden dökülen sözlerle birebir eşleştirilebilir. Hele şarkının başındaki “Aaah!” nağmesi ruh hâlini çok güzel temsil etmektedir:
Aaaaaah!
Söyleyin nerde o göz nuru gönül sevgisi yâr
Onu kimden sorayım, hangi diyara gideyim
Nazlı ahu sizi terketti mi ey hatıralar?
Anayım hoşça geçen günleri feryâd edeyim
Leyla’mı ezelden sevdim bu yerde
Sevdası yadigâr kaldı da gitti
Ten diri kalır mı ruhu gider de
Ecel gibi cana saldı da gitti
Bu bağın goncası hare mı kaldı
Hicranı yürekte yâre mı kaldı
Ümitsiz kalana çare mi kaldı
Onu benden eller aldı da gitti
Güfte: Vecdi Bingöl
Beste: Hâfız Sadettin Kaynak (Acemkürdî şarkı) İcra: Melahat Gülses
d. Hz. Ukkaşe’nin Derdini Anlayan Yakîne Gelsin!
Hz. Peygamber’in (sav.) hastalığının ilerlediği günlerdi. Feth suresi (İzâ câe) nazil olduğunda Hz. Peygamber vefatını hissetmişti. Sahabeler arasında da hüzün dolaşıyordu. Mescid-i Nebevî’de toplanan Müslümanlara Allah Resulü zorlanarak da olsa son konuşmalarından birini yapacaktı. Mescidin minberine çıktığında şöyle seslendi:
– Ey Müslüman topluluğu! Sizin üzerinizde bulunan hakkım ve Allah adına sizden kime bir haksızlık yaptıysam kıyametten önce şimdi onunla helalleşmek isterim. Kime vurduysam işte sırtım, gelsin vursun! Kimin benden alacağı varsa işte malım, gelsin alsın!
Ukkaşe adlı yaşlı bir sahabe ayağa kalktı: – Ey Allah’ın elçisi! Eğer ısrar etmeseydin senin karşına çıkıp bir şey istemeyecektim. Bir savaştan sonra gazilerin arasındaydım. Devemden indim ayağını öpmek için sana yaklaştığımda değneğini kaldırdın ve sırtıma vurdun. Kasten mi vurdun, bilmiyorum, deyince Peygamber efendimiz: – Ey Ukkaşe sana kasten vurmaktan Allah’a sığınırım. Kısas yapalım. Ey Bilâl git, bir değnek getir, dedi. Bütün sahabeler şaşkındı, itiraz edenler olsa da Hz. Peygamber kararlıydı. Hz. Peygamber mübarek sırtını döndü:
-Ey Ukkaşe! Haydi, vur, deyince Hz. Ukkaşe: – Ey Allah’ın elçisi! Bana vurduğunda üzerimde elbise yoktu dedi. Peygamberimiz mübarek sırtını açtı. Hz. Ukkaşe Peygamberimizin beyaz sırtına baktı ve hasretle peygamber mührü üzerinden öpüverdi ve “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın elçisi, sana kısas yapmaya kim cüret edebilir?” dedi. O zaman Peygamber Efendimiz -kim cennetteki arkadaşımı görmek isterse bu adama baksın, diye müjde vermişti.
Bazı kitaplarda Hz. Ukkaşe’nin “Ya Resûlallah! Senin mühr-i şerîfini öpeni cehennem ateşi yakmaz, işte o yüzden böyle davrandım.” dediği rivayet edilir. Bize göre Hz. Ukkaşe’nin derdi başkaydı. O, Hz. Peygamber vefat edecek, bari gitmeden mühr-i şerîfini bahaneyle öpeyim de cehennemden azat olayım, diyecek kadar menfaatperest bir sahabe değildi. O’nun derdi yakında veda edeceği sevgiliye bir veda busesi verebilmek, böylece yüreğindeki yangına biraz su serpmekti. Bu bir yorum; lakin bize göre Hz. Ukkaşe Hz. Muhammed’in meftunu âşıklardandı. Bedir Savaşı’nın yiğit gazilerinden Hz. Ukkaşe akıncı, yiğit bir sahabeydi. Nitekim o da Hz. Peygamber’in (sav.) vefat ettiği sene, dudaklarında Kevser-i la’lin tadıyla bir savaşta şehit oldu (v.632).3
Hz. Ukkaşe’nin derdini anlamak için bir Fahr-i Kâinât, Sebeb-i Hilkât Efendimizin âşığı, şehit bir zat olan Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi Esad Erbilî’nin bir şiirine yapılan besteyi ve merhum Hâfız Sâmi ve Hâfız Burhan’dan şu gazelleri dinlemenizi tavsiye edebiliriz:
Gönül nûr-ı cemâlinden Habîbim kibriyâ ister
Gözüm hâk-ı rehinden ey tabibim tûtiyâ ister
N’ola bir kerre şâd olsa cemâl-i bâ-kemâlinle
Ki kemter bendeniz Esad sana olmak fedâ ister
Güfte: Esad Erbilî
Beste: Dr. Abdullah Uysal (Bestenigâr ilahi)
*
Bir elif çekti yine sîneme cânan bu gece
Pek sarıldı bana ol serv-i hırâmân bu gece
Ayın on dördü gibi dün gece mecliste idi
Kande akşamlayacak ol meh-î tabân bu gece
Hâfız Burhan (v.1943) (Neva Gazel)
Beste: Hacı Sâdullah Ağa (Muhayyer Yürüksemâî)
*
Derdime vâkıf cânân beni handân bilir
Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir
Söylesem te’siri yok sussam gönül râzı değil
Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah’ım bilir
Hâfız Sâmi (v.1943) (Hicazkâr Gazel)
e. Mehmed Akif’in Şehîd-i Aşka Şahitliği
Mayıs 1915’te Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref’le Necid (Riyad) seyahatini gerçekleştiren Akif ve yanındakiler, Şerif Hüseyin İsyanı’nda Osmanlı’ya sadık kalan Necid Emiri İbnürreşid ile görüştüler ve Medine’yi ziyaret ettiler. Mehmed Akif, bu manevi hissiyatı yoğun seyahatte yaşadıklarını Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde4 anlatmıştır. Mekke Şerîfi Ali Haydar Paşa’ya ithaf ettiği bu şiirinde Mehmed Akif, Hz. Peygamber’e olan sevgisini en duru en gerçek hâliyle anlatır.
Şiirde kavurucu bir günde uçsuz bucaksız çölü geçmeye çalışan Akif ve arkadaşları, türlü sıkıntılarla karşılaşırlar. Derken karşıdan Kubbe-i Hadrâ, Tûr-ı Sînâ gibi göründüğünde bu cehennem vadi Akif için artık cennettir. Şevk ile kendini Ravza-i Mutahhara’ya atar:
…
Menâhâ’dan geçiyorduk ikindi olmuştu
Çıkınca karşıma Cânân’ımın yeşil yurdu
Gözüm karardı atıldım haîm-i cazibine
Yarıp cemaati düştüm direklerin dibine…
Hz. Peygamber’e arz u tazimini iletirken vaktin nasıl geçtiğini anlamaz. Sonra etrafındaki farklı milletlerden insanlara gözü takılır. Tunuslu, Çinli, Kaşgarlı, Cavalı, Balkanlı nice Müslüman kardeşini görmek onu sevindirmiştir. Sanki Sur’a üfürülmüş, mahşer yerinde müminler toplanmıştır. Ezan-ı Muhammedî okunurken “Nasıl uyanmadı bilmem ki uykudan Canan” diye Hz. Peygamber’i düşünür. Gözyaşları sel olur, I. Dünya Savaşı sebebiyle ümmetin düştüğü sıkıntılar şairi hüzünlendirmiştir. “O nuru gönder İlahi, asırlar oldu yeter/Bunaldı milletin afakı bir sabah ister” diye gözyaşlarıyla dua, yakarış, feryat içindeyken birden cengaver bir Sudanlı “Ya Resûlallah!” diye kükreyerek önüne düşer. Üç ay boyunca Tihame Çölü’nü binbir zorlukla yürüyerek geçen bu siyahi genç, fenafi’r-Resûl olmuştur. Cebhe-yi Dîdâr’ın demirlerine yapışır, inleyerek yüksek sesle niyaz eder:
…
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın…
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada
Yetişmeseydin eğer ya Muhammed imdada…
Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden
Nedir o meşale? Nurun mu ya Resûlallah!…
Bir an siyahi genç susar, sonra kesik bir ah! çekip yere düşer. Mehmed Akif gözlerine inanamaz. Sapasağlam bu genç Sudanlı, Hz. Peygamber’in türbesi önünde vefat etmiştir. Aşk şehidi olan bu Sudanlı; Sevgili’ye vuslata tahammül edememiştir. Bu hatırayı hissiyatıyla anlamak için güftesi Hikmet Şinasi Önol’a, nihavend bestesi Avni Anıl’a ait şu eseri merhum Bekir Sıtkı Sezgin hocadan dinlemek latif olur:
Her seher gonceler açtıkça solan gül dökülür
Eski sevda yarasından yeni bir aşk görünür
Dost elinden kimi hasret kimi vuslattan ölür
Eski sevda yarasından yeni bir aşk görünür
Ez-cümle, biz de bunca güzel hatıradan sonra Habibullah’ın âşıklarına birkaç dinleti önerisi verelim:
“Gönül hûn oldu şevkinden boyandım ya Resûlallah”
Şiir: Yaman Dede
İcra: Hâfız Celal Yılmaz (Gazel)
*
Hicaz Şarkı
“Severim her güzeli senden eserdir diye”
Güfte: Bedri
Ziya Aktuna
Beste: Lem’î Atlı
İcra: Ahmet Özhan
*
Rast İlahi
“Ey güzellerden güzel ruhum Resûl-i Kibriyâ”
Güfte: Rufâî
Şeyhi Hayrullah Taceddin
Beste: Hüseyin Sebilci
İcra: Ahmet Özhan
*
Hicaz Şarkı
“Hastayım yalnızım seni yanımda sanıp da bahtiyâr ölmek isterim”
Güfte: Rıza Tevfik Bölükbaşı
Beste: Lem’î Atlı
İcra: Dilek Türkan
*
Muhayyer /Hicaz İlahi
“Şûrîde vü şeydâ kılan yârin cemâlidir beni”
Güfte: Yunus Emre
Besteler: Zekâî Dede (v.1897)
*
Rast Şarkı
“Yüzündür cihanı münevver eden”
Güfte-Beste: Hammâmizâde İsmâil Dede
İcra: Bekir Sıtkı Sezgin
*
Şehnaz Şarkı
“Beni ateşlere salan o kapkara siyah gözler”
Güfte: Necati Tokyay
Beste: Zeki Arif Ataergin
İcra: Zeki Müren (taş plak kaydı)
*
Nihavend Şarkı
“Biraz kül biraz duman o benim işte”
Güfte: Ümit Yaşar Oğuzcan
Beste: Avni Anıl
İcra: Ahmet Özhan
*
Segâh Yürüksemâî
“Etti o güzel ahde vefa müjdeler olsun”
Güfte: ?
Beste: Ebubekir Ağa
*
Hüzzam Şarkı
“Ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır”
Güfte: Mithat Sağlık
Beste: Yesari Asım Arsoy
*
Hüzzam Şarkı
“Kalbimin sâhibi sensin”
Güfte: Muazzez Kürdan
Beste: Şekip Ayhan Özışık
*
Nihavend Şarkı
“Unutturamaz seni hiçbir şey”
Güfte:?
Beste: Ekrem Güyer
*
Hüzzam Şarkı
“Dün gece mehtaba dalıp seni andım”
Güfte: Mahmut Nedim Güntel
Beste: Semâhat Özdenses
İcra: Ahmet Özhan
*
Hüzzam Şarkı
“Sen olmasaydın eğer aşka inanmazdım”
Güfte-Beste: Yesari Asım Arsoy
İcra: Ahmet Özhan
*
Hüseynî Türkü
“Bugün ben bir güzel gördüm”
Güfte: Erzurumlu Emrah
Beste: Anonim
- 1 Hafız Ahmed Bey’in yakın dostu Prof. Dr. Alaaddin Yavaşça’dan aktarılmıştır.
- 2 Bilâl-i Habeşî’den başka Abdullah b. Ümmi Mektûm, Ebû Mahzûra, Sa’du’l Karaz da Hz. Peygamber’in müezzinlerindendi.
- 3 Gaziantep’in Nurdağı ilçesinde Ukkâşe makamı vardır. Halkımız bu sahabeye hürmeten çocuklarına Ökkeş ismini verirler.
- 4 Mehmed Akif Ersoy, Safahat, haz. Ertuğrul Düzdağ, İz Yay., İstanbul, 1991, s.326-332.