CORNELIUS BISCHOFF’UN TÜRKÇEDEN ALMANCAYA EDEBİYAT TERCÜMELERİNE KATKISI
Türkçeden Almancaya yaptığı edebiyat çevirileriyle Türk ve Alman edebiyatına büyük katkıları olan ünlü çevirmen Cornelius Bischoff, Hamburg yakınlarındaki evinde 27 Haziran 2018 günü vefat etti.
Bu yazı aslında “90 kere maşallah!” başlığıyla Cornelius Bischoff’un 90’ıncı yaşgününe denk getirilerek onun Türk edebiyatından Almancaya tercüme uğraşlarını dile getiren bir tebrik yazısı olacaktı. Şimdi, ölümünün ardından; usta edebiyat çevirmenini hem bir anma yazısı hem de bir vefa ödevi olma niyetinde.
Bu vesileyle, Türk edebiyatının Almancaya çevrilme uğraşlarının geçmişine kısa değindikten sonra; Cornelius Bischoff’un hayatını ve onun Türk edebiyatından yaptığı çevirilerin muhasebesini de yaparak, Türk edebiyatının Almanca konuşulan ülkelerde yaşayan Türklerin edebiyatıyla beraber tüm Türkçe edebiyatın bu ülkelerdeki hem Türkçesinin hem de Almancaya tercümesinin geleceği konusundaki tespit ve önerileri muhatap alıcıları için not düşmek.
En son ayrılırken: “İnşallah, yine görüşme dileğiyle” veya son telefonla Türkçe sohbet biterken, her ne kadar: “Bak, İstanbul’a gitmiş gibi oldum. Yine ara!” isteğini formüle etse de; ecel çoğu dünyevi emellere sınır koyduğunu bir kez daha gösterecek ve kendisine coğrafi uzak tanıdıkları, dostları ve arkadaşları; sağlık sorunlarını da göz önüne alarak, çekine çekine de olsa telefon sohbetlerini artık tekrarlayamayacak.
1492 İspanya sürgünüyle Osmanlı’nın Leskofça’sına sığınarak dericilikle uğraşan bir sülaleye mensup anneannesi Dona bir İstanbul beyefendisiyle evliliğinden 1908 yılında annesi Berta’yı doğurmuş. Babası Eduard, Hamburg’tan 1924 yılında Istanbul’da gelip dülgerlik yaptığı yıllarda annesiyle 1927’de evlenen Alman Bischoff ailesinden. Bu evlilikten 4 Eylül 1928 günü Hamburg’da doğup, okula orada başlayan; İstanbul’da büyüyen; delikanlı çağında Çorum’da at koşturup, yörenin bozlak türü uzun hava türkü söyleyişini öğrenen ve yetişkin yaşamının kırk yılından fazlasını Türk edebiyatından kimi yazarların eserlerini Almancaya kazandıran “Eduardzade Cornelius Efendi” de ötelere gitti.
Cornelius Bischoff, İkinci Dünya Paylaşım Savaşının hemen öncesinde baba yurdu Almanya’daki Nazi rejiminden tüm ailesiyle daha on bir yaşındayken kaçarak 1939 yılında ana yurdu İstanbul’a sığınırlar. Türkiye’de toplam dokuz sene yaşar. Bu süre içinde orta öğretimini İstanbul’da bitirir. İstanbul’da başladığı hukuk öğrenimini 1949 yılından sonra -savaşın da sona ermesinden dolayı- Hamburg’da devam ettirerek 1954 yılında bitirir. Kısa süre avukat olarak ve sonraları ticaretle uğraşsa da; müziğe, sanata ve edebiyata olan yatkınlığı ve tabi kaderin de cilvesiyle, ömrünün son kırk yılından fazlasını Türk edebiyatından belli isimlerinin kitaplarını Almancaya çevirerek, bu yazarların ve eserlerinin Almanca edebiyat dünyasında tanınmasına vesile olur.
Türkiye’deki edebiyat kamusunda “edebiyat muhitleri” ve “edebiyat kanonu”yla beraber “kültleştirilecek” ve “ikonlaştırılacakları” belirleyenlerce gözardı edilen hikâyeci ve şair İzzet Yasar veya İsmet Özel gibi şairlerin ya da Kemal Tahir gibi usta bir romancının bile hiç görmezden gelinmesi misali; Türkçeden Almancaya tercüme edilecek isimler ve eserleri seçim kriterileri de, ne sadece edebiyat pazarı veya yetkin edebî bir metin ustası isim olmak değil, aksine belli partikular enterese gruplarının zevki, tanışıklıkları; siyasi ve kültürel olarak gelenekseli dışlamayan bir duruştan çok, “evrensel” denerek aslında “Avrupamerkezci” düşünüşe ve bakışa yatkınlık ve kriterleri şeffaf olmayan karar süzgecinden isim ve eserlerin geçirilmesi şeklinde olmuştur. Bunların neler olduklarını, geçmişte kimlerin ve hangi eserlerinin ne zaman çevrildiklerini bilmek; konuya vâkıf olmak isteyene epeyce yol gösterir.
Almanlar ile Osmanlı/Türklerin Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’ndaki “ortak” olmalarından da önce başlayan kültürümüze ilgi, savaş esnası ve ertesinde eski şarkiyatçı bakışla Türkçeden Almancaya akademik malumat ve kültür veri çevirisi uğraşlarından çıkarak, gittikçe artık edebî eserlerin de Almancaya çevirilerine yönlendirmiş. 19. yüzyılın ve bu baptaki ilk dönem Türkçeden Almancaya edebiyat çevirileri değerlendirildiğinde, toplam 130 kadar çeviri olduğu tespit edilebilir. Türk edebiyatından yoğun ilk çeviriler, yine de daha çok silah arkadaşlığının gelişmesine ve pekişmesine yardım eden uğraşlar: Mehmet Emin Yurdakul’un (savaş öncesi) şiirlerinin, Halide Edib’in Yeni Turan (1916) çevirisi bunlara ilk örnek. Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı eseri ya da Ömer Seyfettin’den çeviri hikâyeler de muhtemel silah “arkadaşı” ve daha sonraki “ortağın” edebiyatına seçici ilginin Alman geniş kamuoyuna da mal edilmesinin savaşın öncesindeki diğer örneklerini teşkil ediyor. Konu hakkında edebiyat araştırmacılarının kapsamlı ilgilenmesi umuduyla, başlangıcından günümüze Türkçeden Almancaya diğer önemli edebiyat tercüme eserler ve antolojiler listesi özetle şöyle verilebilir: Kara Fazlı’nın Gül-ü Bülbül’ü Hammer-Purgstall tarafından Rose und Nachtigal adıyle 1834 yılında; Nasreddin Hoca’dan fıkra seçkileri Meisters Nasreddins Schwänke adıyle 1855 yılında W. V. Camerloher tarafından; Battal Gazi’nin hikâyeleri Die Fahrten des Sajjid Bathal ismiyle 1871 yılında H. Ethe ve Bâkî Divan’ı Rudolf Dvorak tarafindan 1908-1911 yıllarında tercüme edildi. J. Ignacz Kunos’un 1905 yılında İstanbul Masalları tercüme seçki antolojisi ve yine Halide Edib’in diğer eseri Ateşten Gömlek Heinrich Donn tarafından Das Flammenhemd adıyla 1923 yılında yayımlanması birer işaret taşları. Daha sonra Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu Max Schulz imzasıyla Der Zaunkönig adıyla Almanca okuyucuya ve Türk Dil Kurumunun kurucu üyesi de olan Yakup Kadri’nin Kadınlık ve Kadınlarımız (1923) aynı yıl içinde Eine Weibergeschichte und andere Novellen von Yakup Kadri adıyla Türkolog Herbert W. Duda tarafından çevrilmiştir. Yaban (1932) Max Schultz’un Der Fremdling başlığıyla 1939 yılında Leipzig’de yayımladıktan sonra Nur Baba (1922)’nın bir başka Türkolog, yani Annemarie Schimmel tarafından Almancaya Flamme und Falter (1947) adıyla tercüme edildiği görülür.
Yakın tarih Türk edebiyatından Almancaya çeviriler ise, daha çok ideolojik ağırlığı olan edebiyatçıların; mesela 1959 yılında Nazım Hikmet’in şiirlerinden şeçkiler ve yine onun 1960 yılında bir tiyatro eserinin (Doğu Almanya’da) çevirisiyle başladı. Batı Almanya’da ise 1962 yılında Yaşar Kemal’in Teneke romanının Horst Wilfried Brands tarafından Anatolisches Reis adıyle çevirisi; N. Hikmet’ten (bu sefer 1963 yılında Batı Almanya’da) In Jenem Jahr 1941 adıyla bir başka şiir tercüme kitap ve 1965 yılında Aziz Nesin’den Zübük roman çevirisini köy edebiyatının temsilcisi Mahmut Makal’ın Bizim Köy (1950) adlı kitabının Nermin Faruki tarafından 1971 senesinde Unser Dorf adıyla tercümesi takip etti. 1971 yılında Yüksel Pazarkaya’nın Mordern Türk Şiirlerinden Örnekler şeçki tercümeleri ve Orhan Veli Kanık’ın Garip adlı şiir kitabının yine Pazarkaya tarafından 1984 yılındaki çevirisi, Türk edebiyatının belli yelpazesine odaklanmış çeviri örneklerindendir.
Zafer Şenocak’ın Yunus Emre’den Der Kummerrad (Dertli Dolap) adlı (1986) şiir tercüme kitabı; Annamarie Schimmel’in aynı yıl içendeki 13. Yüzyıldan Günümüze Türkçe Şiirler seçki tercümeleriyle, yine onun 1989 yılındaki Wanderungen mit Yunus Emre adlı Yunus Emre’den tercüme şiirler antolojisi; Beatrix Caner’in 2001 yılındaki Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Yaz Yağmuru’nu Sommerregen adıyla çevirisi; 2008 yılında Sabine Adatepe tarafından Mustafa Kutlu’nun Yıldız Tozu adlı eserin Sternenstaub (2008) adıyla tercümesi ve aynı yıl içinde Mustafa Ruhi Şirin’den Sara Haigl’ın Guguklu Saatin Kumrusu kitabının Die Turteltaube der Kuckucksuhr adlı çocuk edebiyatı çevirileri ve 2017 yılında yine Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’sinin Binooki yayınevince Wie mein Vater Sozialist wurde und ich mich verliebte adlı -Türkçe adlandırmasına oldukça uzak bir başlıkla da olsa- çevirileri Türk edebiyatına eski dönemlerdeki taraflı bakış açısının artık biraz olsun genişleyerek Türk edebiyatındaki diğer renk ve yelpazelelerin ve muhitlerin de görülür olmuş olmalarına işaret eden nadir örneklerdendir. Ana ve baskın tercüme akımının kriterleri yine de bellidir: Robert-Bosch Vakfı Türkiye’nin 2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarında konuk ülke olması vesilesiyle “Türkische Bibliothek / Türk Kütüphanesi” projesine azımsanamayacak fon sağlamış ve 2005 ile 2010 arası seçtiği 20 Türkçe eseri Almancaya çevirterek Unionsverlag tarafından yayınlanmasına (800.000 Avro) destek vermiştir. Eserleri çevrilen isimler: Hülya Adak, Halide Edip Adıvar, Adalet Ağaoglu, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Leyla Erbil, Aslı Erdoğan, Memduh Şevket Esendal, Ayşe Kulin, Murathan Mungan, Hasan Özdemir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hasan Ali Toptaş, Ahmet Ümit, Halid Ziya Uşaklıgil ve Murat Uyurkulak.
Türk kültür ve edebiyatıyla akademik olarak Almanca uğraşların ve çevirmenlerin öncüleri Johannes Leunclavius (1541-1594), H. Megiser (1554-1614), H. F. von Diez (1751-1817), Freiherr von Hammer-Purgstall (1774-1856), Wilhelm Radloff (1837-1918), Martin Hartmann (1851-1919), Oscar Rescher (Osman Reşer 1883-1972), Karl Steuerwald (1905-1989) gibi isimleri Otto Spies, Hans Joachim Kissling, Herbert W. Duda, Franz Taeschner, Horst Wilfried Brands, Annemarie Schimmel, Klaus Detlev-Wannig, Klaus Liebe-Harkort takib eder. Günümüzde yaşayan Türkolog veya Türkçe edebiyat tercümesiyle uğraşanlara ise Erika Glassen, Beatrix Caner, Marc Kirchner, Catharina Dufft, Monika Carbe, Barbara Yurtdaş ve Sabine Adatepe gibi isimleri sayabiliriz. Bunlara, Almanya’daki Türk edebiyatının duayen yazar ve şairi Yüksel Pazarkaya başta olmak üzere diğer Türk kökenli edebiyat çevirmenler de eklenebilir.
“Akademik ağırlıklı” bu tercüme geleneğinin üzerine, kendisine gelen tercüme tekliflerini “çarıklı” bir edebiyat çevirmeninden beklenmeyen edebiyat tercüme kabiliyetiyle en güzel şekliyle yerine getirerek katkıda bulunan Cornelius Bischoff; Türk kültürü ve edebiyatının Almanca konuşulan coğrafyalarda tanınmasına öncü olan bir edebiyat tercümanıydı. Geride ilginç bir yaşam, sayısız dostluklar ve epey tercüme ve telif eser bıraktı.
Cornelius Bischoff arkadaşı ressam Orhan Peker’in önerisiyle ilk defa Çetin Öner’in Gülibik adlı çocuk hikâyesini Türkçeden Almancaya Gülibik, der Hahn (1977) adıyla çevirip Anrich Verlag tarafından yayınlanması ve Alman kamu televizyonunda çocuklar için televizyon filmi olarak uyarlanmasını da sağlayarak başlamış oldu. Daha sonraları Almanya’daki Türkçe edebiyatın ilk nesil yazarlarından Aras Ören’in göçmenlikle ilgili öykülerini Bitte nix Polizei adıyle (1981) Claassen yayınevine; Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı adlı tiyatrosunu Die Ballade von Ali aus Keşan adıyla 1985 yılında Frankfurt’taki Dağyeli yayınevine çevirdi. Diğer edebiyat çevirileri şunlardır: Haldun Taner’in hikâyelerinin bir bölümünü 1984 yılında Lachend sterben adıyla; Aysel Özakın’ın Gurbet Yavrum romanını Rohwolt yayınevin’e Der Fliegende Teppich (1987) adıyle; Aras Ören’in Kaybolan Şefkat adlı eserini Aus dem Leben verbannt (1994) adıyle, onun diğer bir hikâyesini Ein Frühstück in Kaş (1999) ismiyle Berliner Handpresse için ve Necati Cumalı’nın Nalınlar komedi oyununu 1993 yılında T.C. Kültür Bakanlığı için Holzpantinen adıyle; Çetin Öner’in Mavi Kuşu Gören Var Mı? eserini Sieht jemand den blauen Vogel? adıyla 2010’da Önel yayınevine ve Çetin Öner’in Dağlara Yazılıdır adlı romanını Der letzte Tscherkesse (2004) adıyla Literaturca Verlag için; Rıfat Ilgaz’ın çocuk kitabı Öksüz Civciv’i Das Waisenküken adıyla 2010 yılında Önel yayınevine çevirdi. Ülkü Tamer’in Memik; Haldun Taner’in Şeytan Tüyü; Aras Ören’in Ömrünün Sürgünü diğer çevirdiği kitaplar.
Yaşar Kemal’den Almancaya İsviçre’deki Unionverlag yayınevine çevirdiği romanlar ise şunlar: Ölmez Otu / Das Unsterblichkeitskraut – Die Anatolische Trilogie III (1986), Yer Demir Gök Bakır / Eisenerde, Kupferhimmel – Anatolische Trilogie II (1986), İnce Memed / Das Reich der vierzig Augen (1993), Auch die Vögel sind fort (1994), Deniz Küstü / Zorn des Meeres (1996), Yılanı Öldürseler / Töte die Schlange (1997), Das Reich der vierzig Augen – Memedromane III (1997), Salman (1999), Karıncanın Su İçtiği / Die Ameiseninsel (2001), Karıncanın Su İçtiği II / Der Sturm der Gazellen (2002), Höyükteki Nar Ağacı / Der Granatapfelbaum (2002), Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / Memed-Der letzte Flug des Falken – Memedromane IV (2005), Der Sturm der Gazellen – Die Inselromane II (2006), Die Hähne des Morgenrots – Die Inselromane III (2008).
Bunların haricinde kendi yazdığı Eine Liebe in Istanbul / İstanbul’da Bir Aşk adlı uzun hikâyesini (1996) aynı adla senaryolaştırarak uzun metrajlı bir televizyon filmi (rejisör: Jürgen Haase) yapılmasına öncülük etti. Hatutaş Yanıyor adlı bir belgesel (1985) ile 1930’lu yıllarda Almanya’daki Nazi teröründen kaçarak Türkiye’ye sığınan bilim insanlarını konu edinen Exilland Türkei (Sığınılan Ülke Türkiye) adlı belgesel filmleri gerçekleştirdi.
Aldığı ödüller: 1978 yılında Gülibik çocuk kitabının çevirisi için Padua Üniversitesi Şeref Ödülü; 1995 yılında T.C. Kültür Bakanlığı’nın Onur Ödülü ile teşekkür belgesi; 2011’de Çorum Fahri Hemşehrilik ünvanı ve 2012 yılında Türkçeden Almancaya yaptığı tüm çeviriler için Tarabya Büyük Çeviri Ödülü.
Dedesi bir İstabul beyefendisi; anneannesi önce İspanya’dan Osmanlı’nın Rumeli’sindeki Leskovaç’a; oradan da Balkan Bozgunu dolayısıyle İstanbul’a sığınmış bir Musevi aileden ve 1908 yılında Kuledibi’nde annesi Berta’yı doğurur. Babası Hamburglu Bischoff ailesinden 1924 yılında İstanbul’a “gurbetçi dülger kalfası” olarak çalışmaya gelmiş bir zanaatkâr: İstanbul Beykoz petrol depolarının yapımında çalışır ve annesiyle 1927 yılında İstanbul’da evlenir. Anne ve babası evliliklerinin ertesi Hamburg’a taşındıktan sonra, Cornelius 1928 yılında ilk çocukları olarak 4 Eylül günü doğar. Okula burada 1935/36 ders yılında başlar. Okulda ve toplumdaki Nazi propagandasıyle gittikçe “ırkçı ve Yahudi düşmanı” kesilen çocuk Cornelius’u ebeveynleri daha da “kaybetmeden” bu ülkeden kaçalım düşüncesini; önce babası Alman makamlarından İstanbul’a gidiş vizesi alarak; onun ardından da anne ve kardeşiyle beraber o sıralar Paris’te oturan anneannesinin yanına trenle -çıkış vizeleri olmadığı hâlde insancıl bir kontrol memurunun toleransıyla- kaçarak realize ederler. Üç ay kadar orada kaldıktan sonra bir gemiyle Marsilya üzerinden İstanbul’a, muhacir babasının yanına varırlar. Cornelius İstanbul’a 1939 yılında geldiğinde daha 11 yaşında. Önce Tarabya’da, sonra Kuledibi’nde otururlar. Nazi Almanya’sına bağlı İstanbul’daki Alman okullarına güvenemediklerinden önceleri annesi Berta’nın da okuduğu Avusturya’nın hem Türkçe hem de Almanca eğitim veren İstanbul Sankt Georg Lisesine kaydolur: “O zamanki Tarabya sanki İstanbul’a yakın bir balıkçı köyü idi. Akran çocuklarla çok çabuk kaynaştım ve bir yaz boyunca beraberce oyunlarda, yüzmede Türkçe’yi epey öğrendim ve böylece okuldaki hazırlık sınıfına da gerek kalmadan derslerde pek az zorlandım.”
Babası Kuledibi’ndeki Yazıcı Sokağı’nda bir mobilya üretim dükkânı açar. 1944 yılında Almanya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkiler kopup Alman vatandaşlarının çoğu tekrar Almanya’ya geri dönmek de istemeyince; ailesiyle “haymatlos / tabiyetsiz” statüsüyle 18 ay Çorum’a enterne edilirler.
“Çoğu muhacir aile Çorum Alaybey sokak veya çevresinde kaldılar. Merkezdeki saat kulesi ve belediye ile Çarşı Hamamı’na da yakındılar. Biz, biraz daha iktisatlı olan ve şehrin askerî kışla yakınında manda ahırı da olan bir ev kiraladık. Anadolu insanı, garib olana vermesini bilen; hâlden anlayan insanlardı. Kızılay’ın da yardımı oldu ama manda ahırı temizliği yaparak karşılığında evimize bazen yoğurt bazen de süt götürür oldum. Kimi akranlarımla (Hilmi, İhsan, Fuat) tanışıp arkadaş olduk. Beraber “güleşir”, ata biner, bazen de “mavzer” ile ava bile çıkardık. Uzun hava türkülerini; yıldızlardan ertesi günün hava durumunu tahmin etmeyi bile orada öğrendim. Kaynamış pekmezin taze kokusunu ilk orada algıladım.”
Cornelius Bischoff şahsiyetindeki hem Alman hem de Türk kültürüyle her iki ülkedeki gelişmeleri ilgiyle ve yakından takip etti. “Türkiye bana ve atalarıma hayat verdi. Türkiye benim ikinci vatanım. Ben Türkiye’ye söz ettirmem. Annemin atalarını İspanya’nın Orta Çağ zulmünden; beni, annemi, babamı, kardeşimi Nazilerin elinden kurtardı.” diyen çevirmen; “Almanların en Türk’ü, Türklerin en Alman’ı” olarak bilinirdi. Nasıl ki Sait Faik, bir tarih kitabını Yaşar Kemal’e: “Kürtlerin en Türk’üne; Türklerin en Kürd’üne” diye ithaf edip imzalamış olduğu gibi; Yaşar Kemal de Cornelius Bischoff’a: “Almanların en Türk’üne, Türklerin en Alman’ına” diye ithafından beri Cornelius Bischoff da “Almanların en Türk’ü” olarak bilindi.
Ressam Mustafa Pilevneli gibi Türkiye’den kimi sanatçıları evinde sık sık misafir etti. Gerek Almanya’daki gerkse Türkiye’deki Türk edebiyatçı ve sanatkârların çalışmalarına sürekli destek oldu. Bu sanatçıların başında İstanbul’da 1942/43 ders yılında sınıflarına Trabzon’dan yatılı gelen ve sonralarının ünlü resamı Orhan Peker idi. Her ikisinin de müzik ve sanata yatkınlığı, resim yapma merakı; bu arkadaşlığı bir ömür sürecek dostluğa ve dayanışmaya dönüştüren başka bir nedendi. Peker’in ‘Cornelius Bursu’ dediği yardımları ve desteği ile (Orhan Peker: Cornelius Bischoff’a Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları, 12 Temmuz 1964 tarihli mektup) ressamın Türkiye dışında birçok resim sergisi açmasına da vesile oldu.
Orhan Peker’den Cornelius Bischoff’a bohem üslup mektuplardan biri: “16 Aralık 1952. Ulan Buba, …şuraya buraya gittim geldim. İş yok. Hoca olup da Siirt’e gidemem ya. Gece yarısı kurtların seranatını dinlemeye hiç niyetim yoktu. İnanır mısın, bir ara kalkıp Hamburg’a gelmek aklımdan geçti. …Derken iyi bir teklif aldım. Bizim külüstür Şehir Tiyatrosu’nu ıslah etmek için Viyana’dan gelen rejisör Max Meinecke’nin bir tercümana ihtiyacı varmış… Uzatmayalım işe başladık. Günde yedi lira… Bir pipo gönderir misin? Hamburgvari. Artık adam olduk, rejisörlere asiste ediyoruz. Lazım pipo…”. Garbzede Peker ne tam Batılı olabildi ne de tam yerli kalabildi. Cornelius Bischoff’a ise Alman toplumunda, gerçekten “Almanların en Türk’ü” olduğu En Alttakiler’in çakma Ali’sinden daha da çok ve daha “entelektüelce” hissettirildi.
Üç beş sene avukatlıktan sonra Hamburg istasyonunda büfecilik ile sanat ve edebiyat (küçük öyküler, şiirler ve film senaryoları) uğraşlarını beraber götürmeye başladı. Bohemlerin, Hamburg sanat çevresinin uğrak yerlerinden “Först-Kaete” lokalinin sahibi ve “her şeyi” Karin Gutte ile 1967 yılında tanıştılar. Ölünceye kadar, tam elli bir yıl beraber yaşadılar. Birçok ortak özelliklerinden biri, ikisinin de dayanışmacı oluşu: Demirtaş Ceyhun’un oğlu Ozan’dan Zülfü Livaneli’ye kadar Türkiye’den Avrupa’ya ilticacı olanları uzun süre evlerinde misafir ettiler, onlara yardım ettiler.
Toplumların geçmişlerine ve geleceklerine aynı anda ayna olan kültür ve onun en önemli ögesi edebiyat, bir yandan o anki yaşanılana, diğer yandan da gelecekteki muhtemel yaşam biçimine şimdiden yön veren en önemli sanat dallarındandır. Geçmişi sorgulayarak; yayınevlerinin, yazarların, dergi mutfaklarında özveriyle uğraş verenlerin; kısacası tüm edebiyat kamuoyunun ve okuyucuların Almanya’daki Türk edebiyatı ortak noktasında birlikte ivedi bir beyin fırtınası yapmalarının hem Türk edebiyatının geniş yelpazesiyle Almancaya tercüme istikametini sahih ve kuşatıcı bir çizgide sürdürme çabasına hem de Avrupa’daki Türk kültürünün önemli sütunlarından Türkçenin yeni nesillere her iki dilde aktarımına iyi bir köprü olacaktır.
Türk edebiyatını hem Türkiye’deki hem de Almanya’daki söz ve yazın varlığını kalıcı bir şekilde sürekli takip eden, değerlendiren çok az edebiyat eleştirmeni ve akademik edebiyat araştırıcısı olması bir derdimiz; kültürden sorumlu karar verici makamların tanıtım ve yetkin tercümeye ilgisizliği ise başka bir büyük bir derdimiz. Ellerindeki helal kazanç varlıklarıyle himmet ve vakıf kültür değerlerini yaşatmanın örneği olacak edebiyatsever girişim sahiblerinin bu dertlerimize ortak olana kadar, kültürümüzün en önemli taşıyıcı sütunlarından biri olan edebiyatımızın hem Türkiye’deki hem de Almanya’daki her iki dildeki geçmiş önemli evrelerini; unutulmaması gereken isimleri, eserleri ve o eserler üzerinden Türk Edebiyatının anavatandaki ve artık yerleşilmiş olunan yeni yurttaki geleceği konusuna ışık tutmak ve yetkin eserleri Almancaya çevirmek hep birkaç elit seçicinin taraflı veya idealist insanların mütavazı uğraşı olarak kalacak.
Türk kültür kurumlarının, paydaşlarının yaşarken kıymetini pek bilemediği, ikincisi de olmayan ilginç simalardan biriydi Cornelius Bischoff. Türk edebiyatının kimi yazarının yıllarca Almanca klavyesi ve sesi olan usta çevirmen sustu: Yaradan merhametiyle muamele etsin. Edebiyat tercüme uğraşına ‘mektepli’ olarak değil “çarıklı” başlamıştı ama çoğu akademik kariyerli çevirmenin aksine dilin hakkını, edebî üslubun inceliğini en iyi şekilde Almancaya aktaran edebiyat çevirmenlerinin başında gelirdi. Türk edebiyatının Almanya’da tanınması, Türkiye ile Almanya arasında kültür ve edebiyat köprüsünün kurulup geliştirilmesi Cornelius Bischoffsuz, kesin daha da eksik olurdu.