ÇAĞDAŞ FELSEFEDE YENİ REALİZM TEŞEBBÜSÜ BAĞLAMINDA MARKUS GABRİEL’İN ANLAM ALANLARI ONTOLOJİSİ
İbrahim Bahçi
Ontolojik Paradigmadan Mentalistik Paradigmaya?
Çağdaş Alman felsefeci Herbert Schnädelbach Batı felsefe tarihini bir bütün olarak dikkate alarak paradigmatik düşünsel yönelimleri cihetinden üçlü bir dönemlendirmeye tabi tutar. Aristoteles ve Eflatun gibi felsefecilerin etkin bir rol oynadığı antik dönemden modern felsefenin kurucularından kabul edilen Rene Descartes’e kadarki dönemi ontolojik paradigma olarak isimlendirir. Bu paradigmada -muhtelif metafiziksel sistemler çerçevesinde- insanın bilincinden bağımsız bir gerçekliğin olduğu ve onun bir şekilde bilinebileceğine dair genel bir savın hâkim olduğu saptanabilir. Özellikle Aristoteles’te sistemleştiği üzere düşünce ve dilin kategorileri ile varlığın kategorileri arasında bir mütekabiliyetin bulunduğu kabulünden mütevellit, varlığa/eşyanın hakikatlerine ve onların özsel hâllerine dair bilgiler elde edilebileceği kabul edilir. Farklı yaklaşımlarıyla birlikte ontolojik paradigmanın genel olarak realist bir tavrı temsil ettiği söylenebilir.
Modern veya Yeni Çağ diye adlandırılan dönemde ise felsefe-bilim tarihinde paradigmatik bir dönüşüm yaşandığı gözlemlenebilir. Descartes’in yanında örneğin John Locke, David Hume ve Immanuel Kant gibi felsefecilerde görülebileceği üzere Batı felsefesinde yaygın bir yönelim olarak idrak eden ve bilen özne merkezî konuma gelerek mentalistik paradigma diye de adlandırılan epistemoloji öncelikli felsefe tarzı gelişmiştir. Ampirizm, rasyonalizm veya Kant’ın transandantal felsefesi gibi muhtelif eğilimler bulunmakla birlikte bu paradigmada genel olarak dış-dünya gerçekliğine ve dış dünyanın kendinde olduğu hâl üzere bilinebileceğine dair daha şüpheci ve anti-realist yaklaşım şekillerinin zuhur ettiği tespit edilebilir. Mevzubahis dönüşümün numune-i imtisali ve en etkili isimlerinden sayılabilecek XVIII. yüzyılın meşhur Alman filozofu Kant bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Kendisini şeylerin mutlak hâline dair (…) bilgiler verebilecek (…) salahiyette gören mütekebbir ontoloji ismi, mütevazi olan saf aklın analitiğine yer açmalıdır.” 1
Yine Schnädelbach yaklaşık XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarından itibaren “linguistic turn” (dilsel dönüş) diye de anılan bir linguistik paradigmadan bahsedilebileceğini söyler. “Varlık olmak bakımından varlık” nedir ve varlık ne tür nesnelerden müteşekkildir? Karşı karşıya kaldığımız gerçekliğin mutlak bütünlüğü (dünya) nedir ve en genel yüklemleri nelerdir gibi sorularla başlayan metafiziksel-ontolojik serüven, modern dönemde bilen insani öznenin varlığa dair bilgisinin epistemolojik zeminin ve genel olarak kognitif yapısının analizi etrafındaki sorunsallar merkezinde devam etmiştir. Bu yönelimin daha radikalleşmiş bir formu olarak görülebilecek linguistik paradigmada ise “natık bir canlı” olarak insanın düşünsel yapısı dilsel temelleri ve belirlenimleri itibara alınarak felsefenin temel mevzusu hâline getirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla dilsel belirlenimler üzerinden insanın varlıkla ilişkisi, gerçeklik hakkında anlamlı bir biçimde konuşmanın imkânı, anlamın (Alm. Bedeutung/İng. Meaning) neliği ve dilsel lafızların gönderimi gibi konular dil felsefesi üzerinden teorik felsefenin temel gündemine taşınıyor.2
Felsefe tarihine dair bu tür tasnifler bazı yönlerden öğretici olabilmekle birlikte birçok genelleştirmeler barındırdığı aşikârdır. Bu minvalde belirli bir paradigmaya hasredilen yönelimler ve görüşler farklı dönemlerde muhtelif felsefi geleneklerde temsilcileri bulunabilir. Öte yandan ise örneğin Hume ve Kant’ın metafizik eleştirileri dikkate alınarak sonraki felsefe tarihi bir bütün olarak “post-metafizik/ontoloji” dönemi diye görülebilir. Bu tür bir yaklaşım ise Kant sonrasında -XIX. yüzyıldan XX. yüzyılın sonuna kadar- muhtelif felsefi geleneklerde geliştirilen çeşitli metafizik-ontolojik tavırların göz ardı edilmesine ve dahası düşüncesini açıkça “metafizik karşıtlığı veya eleştirisi” çerçevesinde takdim etmeye çalışan düşünürlerin kendi örtük (alternatif) metafiziksel-ontolojik varsayımlarının ve (ön)kabullerinin fark edilmemesine yol açabilir.
Bu yazı çerçevesinde Kant-sonrası dönemden XX. yüzyılın ikinci yarısından öncesine kadarki uzun dönemi dışarda tutmak gerekirse, en geç XX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Batı düşüncesinde -birçok çağdaş felsefecide- çeşitli varyasyonlarıyla genel olarak ontolojik daha hususi olarak da bir “realistik dönüşten” (realistic turn) bahsetmek mümkün gözükmektedir.
Felsefede Realizm ve Anti-Realizm Tartışması
Bu dönüşüm dil felsefesi, bilim felsefesi, epistemoloji, ontoloji-metafizik ve ahlak felsefesi gibi alanlarda takip edilebileceği gibi genel olarak felsefede farklı tür realizm tartışmalarından da bahsedilebilir. Peki felsefede nedir bu realizm (gerçekçilik) meselesi? Elbette çeşitli keskin tanımlar ve yaklaşımlar bulunmakla birlikte bu yazı bağlamında kabaca felsefede realist teorilerin genel olarak şu tür temel kabullerle irtibatlandırıldığı söylenebilir:
1. İnsanın düşüncesinden, bilincinden ve dilinden bağımsız nesnel olarak var olan bir dış-dünya gerçekliği veya şeyler/nesneler mevcuttur. (Metafiziksel/Ontolojik Realizm)
2. Prensip olarak bu şeylere/nesnelere ve özelliklerine dair bilgi elde etmek mümkündür. (Epistemolojik Realizm)3
Daha genel olarak bakıldığında farklı varyantları ile realizm “Bilincimizden bağımsız bir dış-dünya var mıdır?”, “Gerçekliğin hangi alanları bizden bağımsız olarak kendinde vardır?”, “Gerçekliğe dair neyi bilebiliriz?”, “Bilgimiz dış-dünya verilerinin zihnî temsillerinden mi ibarettir?” ve “Kavramlarımız/dilsel lafızlar varlıktaki nesnelere delalet eder mi?” türü ontolojik, epistemolojik ve semantik soruların cevaplarından müteşekkildir. Realist tezler muhtelif varlık alanlarının nesne ve olgularına dair öne sürüldüğü için tarih boyunca felsefenin çeşitli alt dallarında muhtelif realizm tartışmaları sürdürülmüştür. Öte yandan ise realizmin karşıt görüşlerini teşkil eden felsefi duruşlar geniş bir yelpazeden oluşmakla birlikte indirgemeci sayılabilecek anti-realizm kavramı altında cem edilmektedir. Bazı araştırmacılar bu karşıt cepheye idealizm, fenomenalizm, konvansiyonalizm, konstrüktivizm, rölativizm, septisizm ve nominalizm gibi muhtelif felsefi görüşleri de dâhil etmektedir.4
Modern Düşüncenin Devamı Olarak Postmodern Düşünce
İtalyan felsefeci Maurizio Ferraris -ve çağdaş “Yeni Realizm” (New Realism) ve “Spekülatif Realizm” (Speculative Realism) tartışmasına dâhil olan birçok düşünür- yukarıda mentalistik paradigma diye ifade edilen hem kıta felsefesi hem de analitik felsefe diye anılan geleneklerdeki muhtelif anti-realist ve konstrüktivist (inşacı) yaklaşımların temellerini görmektedir.5 Şöyle ki Ferraris’e göre modern felsefenin ana çizgisi insanın kavramsal şemalarına, kognitif yapısına ve duyusal idrak aletlerine gerçeklik bağlamında kurucu ve oluşturucu bir işlev yükleyerek konstrüktivizmin teorik gerekçesini sunmuştur. Düşünür bu çizginin yaklaşımını iki temel tez ile özetlemeye çalışır. Birincisi: İnsan, kendi cogitosuyla dolaysız bir irtibat içerisinde olabilmesine karşın, dünyayla/gerçeklikle ancak dolaylı bir irtibat kurabilmektedir. İkincisi: Düşünsel ve duyusal dolayımsallık tüm gerçekliği bir şekilde zihne bağlı olarak zuhur ettirmektedir.6 Bu tasvirde Descartes’le birlikte başlatılabilecek temel yaklaşım, Kant’ın felsefesinde sistematik olarak zirveye ulaşırken, Friedrich Nietzsche ve benzeri düşünürlere binaen postmodern felsefelerle zamanla daha da radikalleşme temayülleri gösterdiği düşünülmektedir. İlginç bir şekilde Ferraris’e göre yaklaşık XIX. yüzyılda temellenen ve sonraları Lyotard, Foucault, Derrida ve Rorty gibi düşünürlerin dâhil edildiği postmodernizm diye adlandırılan akım ve yaklaşım şekilleri, modern felsefeden külli bir kopuşu değil, aksine onun imalarının radikal olarak sürdürülmesini temsil etmektedir.7
Alman düşünür Nietzsche’nin “Olgular yoktur, ancak yorumlar vardır.” (Tatsachen gibt es nicht nur Interpretationen)8 yaklaşımı ve yöntem olarak felsefe tarihi boyunca geliştirilen akıl, gerçeklik, hakikat, dünya, iyi-kötü, ahlak, özne, nesnellik ve bilinç gibi temel kavramların soy kütüğünü (Genealogie) ortaya çıkarma ve insanın güdüleri, arzuları, çıkar ve iktidar-güç ilişkilerini ile irtibatlı olarak analiz etme ve hatta ona indirgeme çabası genelde farklı konstrüktivist, rölativist ve anti-realist hususi olarak da postmodern felsefeyi bugüne kadar ciddi manada etkilemiştir.9 Yine çağdaş “Yeni Realizm” tartışmasında önemli bir yeri olan Paul Boghossian felsefe tarihinde konstrüktivist düşüncelerin kökenini ararken David Hume ve Kant’tan sonra sözü Nietzsche’ye getirerek, onun konumunu söyle özetler:
“Friedrich Nietzsche kendisine şunu soran biri olarak okunabilir, biz görüşlerimize deliller yoluyla mı ulaşıyoruz, ya da başka çeşitli epistemik olmayan saikler -kişisel çıkar ya da ideoloji- mi bizi harekete geçirmektedir?”10
Analitik felsefe geleneğinde anti-realizm ve konstrüktivizm tartışmaları genelde epistemolojik bir mevzu olarak ele alınırken kıta felsefesinde mevzu aynı zamanda ideolojik, ahlaki ve siyasi cihetleri gibi farklı boyutları olan bir mesele olarak taayyün etmektedir. Bu bağlamda asıl itibariyle “gerçeklik” (Nietzsche’nin “Wille zur Macht” dediği) güç-iktidar ilişkileri yoluyla tahakküm ve hâkimiyet amacıyla inşa edilir ve bilgi özgürleşme/özgürleştirme aracından çok, gücün bir enstrümanı konumundadır.11
Çağdaş Felsefede Yeni Realizm Teşebbüsü ve Perde Arkası
Daha önce zikredildiği üzere en geç XX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özellikle analitik felsefede farklı realizm tartışmalarının ivmelendiğini görmek mümkündür. Bunun felsefi arka planı olarak klasik ampirizme ve mantıksal pozitivizme yönelik W.V.O. Quine, W. Sellars ve H. Putnam gibi analitik felsefeciler tarafından yöneltilen eleştiriler dikkate alınabilir. Buna binaen özellikle 70’lerden itibaren Anglosakson dünyada teorik felsefenin farklı alanlarıyla irtibatlı D. Davidson, T. Nagel, R. Rorty, S. Kripke, M. Dummett, J. Smart ve C. Wright gibi felsefecilerin dâhil olduğu bir tartışma alanı oluşmuştur.
Yine burada dikkat çekilebilecek yakın dönem çağdaş felsefesindeki bir eğilim, özellikle 2000’lerin başlarından bugüne süregelen -ve özellikle formasyon itibarıyla kıta felsefesine dâhil edilebilecek birçok felsefecinin de farklı tür realizmlere kapı araladığını tebellür ettiren- farklı bir realizm tartışması var. “Yeni Realizm” (New Realism) ve “Spekülatif Realizm” (Speculative Realism) gibi şemsiye kavramlar etrafında kümelenen bu eğilimin tek tip bir düşünce akımı olmasa bile müşterek bazı kaygılarla bir araya geldiği söylenebilir.12 Kendileri açısından, 2006’da Alain Badiou’nun öğrencisi olan Quentin Meillasoux tarafından yayınlanan Après la finitude gibi kitapların13 arayışları açısından önemli bir dönüm noktası görülen eğilim, önce 2007’de Londra’nın Goldsmith College’inde ve sonra 2009’da “Speculative Realism/Speculative Materialism” gibi başlıklar etrafında farklı mahfillerdeki toplantılarda bir araya gelmiştir. Meillasoux’nun yanında Graham Harman, Ian Grant Hamilton ve Ray Brassier gibi kişilerin dâhil olduğu bu eğilimin 2012’de Berlin üniversitesindeki toplantıları, Almanya’da “Realizm Şimdi! 21. Yüzyıl İçin Spekülatif Felsefe ve Metafizik” gibi bir başlık altında yayına hazırlanmıştır.14 “Yeni Realizm” ise çağdaş felsefede yeni arayışların ifadesi olarak 2011’de Ferraris ve çağdaş Alman felsefeci Markus Gabriel tarafından tedavüle sokulan ve -Umberto Eco, John Searle, Hilary Putnam ve Paul Boghossian gibi felsefecilerin katıldığı- New York, Turin ve Bonn’da yapılan farklı uluslararası kongrelerin başlıklarında kullanılan bir kavramsallaştırmayı ifade etmektedir.15 Dahası “Yeni Realizm” kavramsallaştırması bu iki düşünüre göre modern ve postmodern felsefelerin konstrüktivist ve anti-realist eğilimlerine karşı geliştirilmiş, genelde çeşitli realist teşebbüslerin, hususi olarak da kendi felsefi tavırlarının isimlendirmesidir.16 Gabriel’e göre Yeni Realizm bir tür araştırma programı olarak bir yandan postmodernizm ve konstrüktivizmin dışında ama aynı zamanda naif bir (dış-dünya) realizminin ve yine hâkim bir görüş olan natüralizmin dışında muhtelif arayışları ifade etmektedir.17
Burada Yeni Realizm teşebbüsünün bir örneği olarak Markus Gabriel’in felsefi perspektifini özetlemeden önce genelde dikkat çekilmediğini düşündüğümüz mevzubahis çağdaş realizm tartışmasının perde arkasında yatan ve ortaya çıkış kaygısının farklı bir veçhesini sunabilecek bir meseleye daha değinmekte fayda mülahaza ediyoruz.
Postmodern düşüncenin yarattığı “Zeitgeist” çerçevesinde birçok düşünür klasik felsefe ve metafizikle, hususi olarak realist bir perspektifle irtibatlı görülebilecek nesnellik, gerçeklik, rasyonalite ve hakikat gibi nosyonların özgürleşme ve özgürleştirme lehine terk edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Daha önce “postmodern durumun” oluşturduğu paradigmanın ortaya çıkardığı bazı zaafları örneğin 80’lerde “tamamlanmamış bir proje olarak modernite” adına Jürgen Habermas ve 90’larda Marksist cenahtan Terry Eagleton gibi kişiler tahlil etmeye çalışmıştı. Bu bağlamda Batı düşüncesinde muhafaza edilmesi gereken “sol/sağ” veya “aydınlanmacı/modern” değerler üzerinden yine ciddi bir tartışma yürütüldü.18 Ferraris ise 2012’de yayınladığı ve bilahare farklı dillere tercüme edilen “Yeni Realizmin Manifestosunda” (Manifesto del nuovo realismo) siyaset ve medya üzerinden postmodern umutların ve vaatlerin ciddi bir sarsıntıya uğradığını iddia etmeye çalışmıştır. Şöyle ki ona göre postmodern konstrüktivizm başka ideoloji ve sistemlerde olmadığı kadar medya popülizmi gibi olgularda -umutlarının hilafına ve tasvip etmeyeceği şekilde bile olsa- siyasi ve sosyal tahakkuk ve taayyününü yaşamıştır. Dolayısıyla “gerçekliğe veda” etmenin bu cihetten bakıldığında özgürleştirici olmaktan çok belirli söylemlerin ve pratiklerin meşrulaştırıcı aracı hâline geldiği iddia edilmektedir.19 Özellikle Trump yönetimiyle birlikte hızlanan “post-factual politics” ve “post-truth” (dönemi) gibi tartışmalar nazara alındığına meselenin nasıl bir veçhe kazandığı ayrıca tartışılması gerekir.
Yine John Searle çalışmalarında mutabakatçı doğruluk teorisi, rasyonalite ve gerçeklik gibi meselelerin onları izafileştirici felsefi tavırlara karşı savunulmasının önemi üzerinde sıklıkla durur. Zira o tavırları sadece felsefi olarak tutarsız bulmaz, aynı zamanda siyasi olarak da tehlikeli bulur. Buna göre “Batı rasyonalite geleneğinin” (Western Rationalistic Tradition) idamesi ve muhafazası için realizmin ihya edilip savunulması zorunlu gözükmektedir.20 Postmodern düşüncenin yarattığı fikrî ortama realist bir karşı duruşu tetikleyen önemli bir olay yine 1996 senesinde gerçekleşmiştir. “Sokal vakası”nda fizikçi Alan Sokal “Social Text” adlı meşhur bir sosyal ve kültür bilimleri dergisinde -sonradan tamamen kurgu olarak ifşa edeceği- “Transgressing the Boundaries: Towards a Transformative Hermeneutics of Quantum Gravity” başlıklı bir makale yayınlatmayı başarır. Bilahare uluslararası birçok tartışmaya yol açan bu olay ile Sokal parodik tarzda postmodern çevrelerde akademik standart, bilimsel kriterlere riayet, matematik-doğa bilimleri kavramlarının/teorilerinin bilgisizce istismarı gibi sorunlara dikkat çekmek istemiştir.21
Özellikle 90’lı yıllarda “demir perdenin” düşüşünden sonra Batı dünyasında Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi felaketlerin ardından bazı çevrelerde küreselleşme vasatında bir (siyasi) optimizm ve multikültüralizm yaygınlaşmaya başlıyordu. En geç ise 11 Eylül hadisesi ve sonrasındaki savaşlar, popülist medyanın tahakkümü, ekonomik ve ekolojik krizler, kognitif bilimlerin ve yapay zekâ çalışmalarının ciddi bir ivme kazanması, doğal kaynakların azalması, dünya nüfusunun artması ve kapitalist-neoliberal dünya sistemi çerçevesinde eşitsizliğin ve paylaşım kavgalarının şiddetlenmesi gibi birçok olgu ve olay birçok alanda realist teorilere yönelimi (realistic turn) etkilemektedir.
2012’de Bonn’da Yeni Realizm’le ilgili yapılan uluslararası bir kongreyi kendi girişi ile yayına hazırlayan Markus Gabriel çağdaş realizm tartışmasının kaygısını yukarıda bahsedilen noktalarla benzer şekilde şöyle bağlamsallaştırmaktadır:
“Burada belgelenen uluslararası tartışma elbette çok geniş bir münazaranın sadece bir kesitinden ibarettir. Zaten manevi bilimler gereğinden fazla bir zamandır abartılmış bir anti-realizm veya farklı bir ifade ile postmodern konstrüktivizmin muhtelif varyantları tarafından domine edildiği için bu (münazara) çoktandır zorunlu hâle gelmiştir. (…) Ama bununla sadece realizme dair sorunun -özellikle manevi bilimler için- çok büyük bir önemi haiz olduğu örtülmektedir. Artık aşikâr olmuştur ki, tarihî kazanımları ve estetik zirveleri ile insanlık medeniyeti, güç ve hayatta kalma kavgasını örtbas eden biyo-kimyevi olarak gelişmiş kolektif bir halüsinasyondan ibaret sayılamaz. (…) İnsani aklın/maneviyatın (Geist) gerçekliğini acelece hafife almamak gerekir, ki bununla tehlike altına düşebilecek tarihî kazanımlarımız, (Geist) asıl itibariyle boşlukta uçuşan konstrüksiyonlardan ibaret olduğu varsayımı ışığında değil, ahlaki emansipasyon ve hakikat adına mücadele ederek elde edilmiştir.”22
Buradan da açıkça anlaşılabileceği üzere çağdaş realizm tartışmaları -Habermas, Searle, Ferraris ve Boghossian gibi birçok düşünür açısından- teorik veçheleri yanında perde arkasında özellikle (modern) “Batı uygarlığının” ürettiği muhtelif bilimsel, siyasi (ideolojik), içtimai-hukuki ve ahlaki değerlerin izafi olmaktan çok rasyonel olduğu gibi bir kaygıdan neşet ettiği saptanabilir.
Markus Gabriel’in Anlam Alanları Ontolojisi
Yazının son kısmında çağdaş Alman düşünür Markus Gabriel’in “anlam alanları” (Alm. Sinnfeldontologie/İng. Fields of Sense) ontolojisi dediği Yeni Realizm teklifinin bazı tezleri özet mahiyetinde sunulmaya çalışılacak.
Gabriel’in yöntemsel çıkış noktasına göre herhangi bir teorik felsefe faaliyetinden önce insanın müşahede edebildiği pre-ontolojik bir tecrübesi vardır. Bu bağlamda insan bir şekilde -“dünya” (Alm. die Welt/İng. The World) denilebilecek mutlak bir bütünlüğe indirgenemeyecek- bir gerçeklik veya varlık alanları çokluğu ve bunların muhtelif nesnelerinin tezahürleriyle karşılaşabilmektedir.23 Bu indirgenemez çokluk çerçevesinde Gabrielci bağlamda çeşitli nesneler olarak görebileceğimiz ağaçlar, kediler, kâbuslar ve rüzgâr, Shakespeare’in Hamlet ve Macbeth gibi eserlerindeki roman figürleri, sayılar, Türkiye Cumhuriyeti gibi devletler, güzel, gerçek ve iyi olarak ifade edilen şeyler, diş ağrıları, proton ve nötron gibi parçacıklar vs. örnek verilebilir.24
Nesne teorisinde düşünür nesne (Alm. Gegenstand/İng. Object) kavramını belirli bir alan veya türe hasretmeksizin tanımlamaya çalışarak “doğrulanabilir bir düşüncenin gönderimde bulunabildiği her şey” gibi formel tanımlarla açıklamaya çalışır.25. Bu minvalde nesne-olmaklık (Gegenständlichkeit) sadece fiziksel (zaman-mekânsal) bir taayyünü olan volkan, elma, ay kraterleri, gezegenler ve bitkiler gibi entiteleri değil üniversite, Avrupa Birliği ve devletler gibi sosyal kurumları, tornavida ve mobilya gibi yapay nesneleri ve hatta düşünce, olgu, olay ve durum gibi unsurların hepsini kuşatmaktadır.26 Formel nesne teorisi örneğin nesne olmaklığı fiziksel olan ile özdeşleştirip öteki tüm nesne türlerini asıl itibariyle “gerçeklikte var olmayan illüzyonlar” olarak gören natüralizm türü indirgemeci yaklaşımları reddederken, muhtelif alanlara göre değişen ve dolayısıyla tüm alanlara genelleştirilemeyen lokal tatbik şartları ve spesifik özdeşlik şartları içeren bir kuram teklif etmektedir.27
Aynı şekilde bireyleşme ve fert/birey (Individuum) olma konusunda -herhangi bir alan imtiyazlı veya asli kabul edilmeksizin- kendi alanında “yeterli bir belirlenime (hinreichend bestimmt) sahip olup başka nesnelerden tefrik edilebilen” 7 sayısı, Sherlock Holmes veya Goethe’nin Faust’undaki roman şahsiyetleri, Tepegöz ve Pegasus gibi mitolojik figürlere ontolojik düzlemde eşit derecede fert muamelesi yapılıp, alanına itibarla bir gerçeklik/var oluş atfedilebilir. Gabriel herhangi bir nesne alanı, fert veya olgu türünün ayrıcalıklı bir konumda görülemeyeceğini, savunduğu nötr realizmin (neutraler Realismus) temel tezi olarak saptamaktadır.
Gabriel “dünya yoktur” (Alm. Keine-Welt-Anschauung/İng. No-World-View) tezi ile metafiziği -her şeyi kuşatan mutlak bütünlük anlamında- “dünyayı dünya olarak” (Welt als Welt) mevzu edinip inceleyen teorik çerçeve olarak reddederken ontolojiyi varlık/var olmak (Existenz) nedir sorusunun sistematik bir cevabı şeklinde meşru bir iş olarak vaz etmeye çalışır.28
Ona göre klasik metafizik ve bununla ilişkili olarak klasik (metafiziksel) realizm insanın bilincinden bağımsız mutlak bir dış-dünya bütünlüğü kabul ederek “izleyicisiz dünya” (Welt ohne Zuschauer) algısına yönelmiştir.29 Öte yandan ise modern ve postmodern konstrüktivist yaklaşımlar “izleyicinin dünyası” (Welt der Zuschauer) algısına sapmıştır. “İzleyicili dünya” (Welt mit Zuschauer) diye ifade ettiği yeni realizmi ise insan gibi kavram kullanan varlıklar olmasaydı bile birçok şeyin var olacağını iddia eden ontolojik realizm tezini tazammun etmekle birlikte -bilinç ve düşüncenin kendisi dâhil- bilinç sahibi bir varlıkla birlikte ortaya çıkan veya ona bağlı olan tüm “gerçeklikleri” realizminin parçası kılmaya çalışmaktadır. Örneğin İstanbul’da yağmur yağması ile Markus’un İstanbul’da yağmur yağmasına ilişkin düşüncesi (Gedanke) aynı şekilde nesnel olarak hakiki (wirklich) ve mutlaktır (absolut).30
Alman düşünürün ontoloji teklifinin temel tezlerinden biri kendini “Varlık/var olmak bir anlam alanında tezahür etmektir.” (Alm. Zu existieren heisst, in einem Sinnfeld zu erscheinen/İng. To exist is to appear in a field of sense) şeklindeki varlık tanımında göstermektedir. Gabriel burada Gottlob Frege’de nesnel ve kamusal kabul edilen anlam (Alm. Sinn/İng. Sense) kavramını tevarüs ederek radikal olarak ontolojikleştirmektedir. Bu çerçevede anlam alanları (Sinnfeld) belirli düzenleniş kurallarına (Anordnungsregeln) ve nesnelerinin belirli verili olma biçimlerine (Art des Gegebenseins) sahip nesne alanlarına tekabül etmektedir. Her var olan bir “şöyle-şöyle” (Gegenstände sind immer so-und-so) ve dolayısıyla zorunlu olarak “bir tasvir altına düşebilecek” şekilde vardır tezine ontolojik Deskriptivizm (tasvircilik) demektedir.31 Beş sayısının, elektron ve protonların, Alman Federal Cumhuriyeti’nin, Itrî Efendi’nin bestelerinin veya Picasso’nun sanat eserlerinin nesne olarak verili olma biçimleri -yani anlamları- çeşitli olduğu için muhtelif anlam alanlarında tezahür etmektedirler.
İşte bu yaklaşımda gerçeklik -iç-içe ve yan-yana olabilen- sınırlanamaz çoklukta anlam alanlarından oluşmakta (ontolojik Plüralizm) ve bu çokluk genel olarak insanın diskur pratiklerine, kavramsal şemalarına, epistemik sistemlerine veya Wittgensteincı “dil oyunlarına” indirgenemez yapıdadır.32
Anlam alanları ontolojisinin temel nosyonunu ortaya koyacak bir örnek vermek gerekirse: Karşımızdaki bir yapının doğru bir şekilde “Fatih Külliyesi” olarak bilinen entite olduğunu tespit ettiğimizi düşünelim. Nesnelerin birliği ve özdeşliği muhtelif düzenleniş kurallarına sahip anlam alanlarına itibarla verili hâle geldiği için, aynı sahne ve durumda -tespit edilebilecek muhtelif anlam alanlarına göre- farklı nesnelerin tezahür edebileceği sorunsallaştırılabilir. Bu bağlamda karşımızdaki “bir” şey/bütün dizayn ve şekil itibariyle mimarinin anlam alanı cihetinden bize tezahür edebilir. Dünyadan farklı insanların orayı gezmek ve görmek için geldiğini dikkate aldığımızda aynı “şey” turistik veya ticari bir anlam alanı cihetinden tezahür etmektedir. Yine oranın ibadet maksadıyla ve kutsalla ilişkili olarak dinî bir anlam alanına, kültürel ve tarihî unsurları esas alındığında kültürel bir anlam alanına ait olduğu idrak edilip “keşf” edilebilir. Bunlarla beraber tek bir bütün olarak görülen entite -aynı hakla bir gerçekliğe tekabül eden- fiziğin (doğa bilimlerinin) anlam alanı cihetinden bakıldığında salt bir atom yığınıdır. Kaldı ki “Fatih Külliyesi” nesnesinin kendisi -belirli özdeşlik, bireyleşme ve düzenleniş kurallarına sahip- cami, medrese, tabhane, darüşşifa, sübyan mektebi, hamam ve çarşı gibi çeşitli nesnelerden oluşmaktadır. Tüm bu nesneler de aslında odalar, kapılar, camlar, duvarlar ve musluklar gibi muhtelif nesnelerden müteşekkildir. Bu ilerletildiğinde tüm bu nesnelerin yine belirli materyallerden, madenlerden ve onlar çeşitli alt yapılardan ve nesnelerden müteşekkil olduğu görülür.
İşte tamda bu çerçevede “dünya-yoktur-görüşü” var olan tüm anlam alanlarını mutlak bir bütünlük olarak kuşatan veya hepsinin temelinde yatan asli ve imtiyazlı bir anlam alanının olamayacağını iddia etmektedir. Gabriel çalışmalarında meta-metafiziksel Nihilizm (“Dünya yoktur.”) olarak da ifade ettiği temel tezini matematik felsefesi gibi alanları da dikkate alarak muhtelif şekillerde delillendirmeye çalışmaktadır.33 Neticede her şeyi kuşatan mutlak bütünlük olarak dünyanın ne şeylerin toplamı (Gesamtheit der Dinge) ne Wittgensteincı anlamda olguların toplamı (Gesamtheit der Tatsachen) ne de içinde tüm anlam alanlarının tezahür ettiği tüm anlam alanlarının anlam alanı (Sinnfeld aller Sinnfelder) olarak var olabileceği sonucuna varır. Ona göre realist bir ontoloji için dünyanın –kendinde imkânsız ve hiçbir gönderime sahip olmayan bir kavram olarak– var olmadığından pozitif olarak onun dışında her şeyin ancak sınırlanamaz çoklukta (anlam alanlarında) var olduğuna varılabilir.
İnsani varoluş bir anlam alanı olmakla birlikte muhtelif anlam alanları arasında sürekli bir geçişi ve gidip gelmeyi ifade eder. Anlam alanları arasında bir hareket olarak da kabul edilebilecek hayat, Gabriel’in ifadesiyle aynı zamanda sınırsız anlam alanları arasında bir keşif ve seyahat olarak da görülebilir.34
“Anlam Alanları” ontolojisinin temel kavram ve tezlerinin geniş izahı ve farklı cihetlerden bazı değerlendirmeleri için bkz. İbrahim Bahçi, Çağdaş Felsefede Yeni Realizm Tartışmaları – Markus Gabriel’in “Anlam Alanları” Ontolojisi, (İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2018)
- 1 Immanuel Kant, Kritik der reinen Vernunft, 1787 ikinci baskı, B303.
- 2 Herbert Schnädelbach, “Philosophie”, Ekkehard Martens / Herbert Schnädelbach, (edt.) Philosophie. Ein Grundkurs. Zwei Bände, (Reinbek: Rowohlt, 1991), 37-76.
- 3 Hans Jörg Sandkühler (edt.), Enzyklopädie Philosophie, (Hamburg: Felix Meiner Verlag, 1999), (Realizm maddesi).
- 4 Mario De Caro, “Zwei Spielarten des Realismus”, Markus Gabriel (edt.), Der Neue Realismus, (Berlin: Suhrkamp, 2014).
- 5 Örneğin bkz. Maurizio Ferraris, Manifest des Neuen Realismus, terc. Malte Osterloh, (Frankfurt a.M.: Vittorio Klostermann, 2014).
- 6 Maurizio Ferraris, “Was ist der Neue Realismus?”, Markus Gabriel (edt.), Der Neue Realismus, (Berlin: Suhrkamp, 2014), 55.
- 7 Maurizio Ferraris, Manifest des Neuen Realismus, 19-20.
- 8 Friedrich Nietzsche, “Nachgelassene Fragmente 1885-1887”, Giorgio Colli, Mazzino Montinari (edt.), Kritische Studienausgabe, (München: dtv, 1980), XII, 315.
- 9 Kasım Küçükalp, Nietzsche ve Postmodernizm, (İstanbul: Kibele Yay., 2017).
- 10 Paul A. Boghossian, Fear of Knowledge. Against Relativism and Constructivism. (New York: Oxford University Press, 2006), 7-8.
- 11 Bilgi-güç yanılgısına dair bkz. Maurizio Ferraris, Manifest des Neuen Realismus, 67-82.
- 12 Detaylı bilgiler için bkz. Levi Bryant, Nick Srnicek, Graham Harman, The Speculative Turn: Continental Materialism and Realism, (Melbourn: re:press, 2011).
- 13 Quentin Meillassoux, Après la finitude: Essai sur la nécessité de la contingence, (Paris: Seuil, 2012); İngilizce tercümesi: After Finitude – An Essay on the Necessity of Contingency, (London: Continuum, 2008).
- 14 Armen Avanessian (edt.), Realismus Jetzt: Spekulative Philosophie und Metaphysik für das 21. Jahrhundert, (Berlin: Merve Verlag, 2013).
- 15 Yeni Realizm yöneliminin daha geniş tarihi için bkz. Maurizo Ferraris, “A Brief History of New Realism”, (FILOZOFIJA I DRUŠTVO XXVII (3), 2016); (ilk yayınlanmış hâli “Breve Storia del Nuovo Realismo”, Methode: Analytic Perspectives, 4: 5 (2015), De Sanctis, G. Harman (edt.), 69–74.
- 16 Maurizio Ferraris, Manifest des Neuen Realismus, 13-14.
- 17 Markus Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt, (Berlin: Ullstein, 2015), 9-10; amlf, Der Neue Realismus, (Berlin: Suhrkamp, 2014), 8-16; amlf. Sinn und Existenz. Eine realistische Ontologie, (Berlin: Suhrkamp, 2016), 7-61.
- 18 Jürgen Habermas, Der philosophische Diskurs der Moderne, (Frankfurt a. M.: Suhrkamp, 1985), 70, 80, 104, 120, 197, 210; Terry Eagleton, The Illusions of Postmodernism, (Oxford: Blackwell Publishing, 1992).
- 19 Maurizio Ferraris, Manifest des Neuen Realismus, 26-27.
- 20 Örneğin bkz. John Rogers Searle, “Rationality and realism, what is at stake?” Daedalus, vol. 122, no. 4, 1993.
- 21 Alain Sokal, Jean Bricmont, Fashionable Nonsense: Postmodern Intellectuals’ Abuse of Science, (New York: Picador, 1996).
- 22 Markus Gabriel, Sinnfeldontologie oder reformierte Metaphysik – Replik auf Le Moli, (Leiden: Brill, 2016), 110, 114-119.
- 23 Markus Gabriel, Sinnfeldontologie oder reformierte Metaphysik – Replik auf Le Moli, 116.
- 24 Dakik olarak bakıldığında muhtelif kitap ve makalelerinde nesne gibi kavramlara getirdiği tanımlarda salt lafzi bir ihtilaf olarak da sayılabilecek farklılıklar mevcuttur. Örneğin bkz. Gabriel, Die Erkenntnis der Welt. Eine Einführung in die Erkenntnistheorie, (Freiburg/München: Verlag Karl Alber, 2013), 231, 237, 240, 241; amlf., “Neutraler Realismus”, 115; amlf. Sinn und Existenz, 71-72; amlf. Warum es die Welt nicht gibt, 72, 264.
- 25 Gabriel, Die Erkenntnis der Welt, 237-239; amlf. “Metaphysik oder Ontologie?”, Perspektiven der Philosophie, Brill, (s. 42/2016), 92
- 26 Gabriel, Sinn und Existenz, 156, 373-375.
- 27 Gabriel, Sinn und Existenz, 184. Nötr Realizm’e dair daha geniş açıklama için bkz. Markus Gabriel, “Neutraler Realismus”, Thomas Buchheim (edt.), Neutraler Realismus, (Freiburg/München: Verlag Karl Alber, 2016).
- 28 Gabriel, Sinn und Existenz, 25; amlf. Warum es die Welt nicht gibt, 16, 68-69; amlf. “Der neue ontologische Realismus”, Markus Gabriel, Wolfram Hogrebe, Andreas Speer (edt.), Das neue Bedürfnis nach Metaphysik – The New Desire for Metaphysics, (Berlin/Boston: De Gruyter, 2015), 191; amlf. “Metaphysik oder Ontologie?”, Perspektiven der Philosophie, Brill, (s. 42/2016), 73-75.
- 29 Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt, 14-16.
- 30 Gabriel, Sinn und Existenz, 412.
- 31 Gabriel, Sinn und Existenz, 87, 224.
- 32 Gabriel, Sinn und Existenz, 29.
- 33 Dünya yoktur tezinin geniş izahı için örneğin bkz. Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt; amlf. Sinn und Existenz, 224-270 (§6).
- 34 Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt, 122-124, 224, 254-256.