İLK ÇAĞ’DA HAFIZA
Yazar: Dmitri Nikulin
Ne ve kim olduğumuz çoğunlukla ayrı ayrı taşıdığımız ve toplu olarak paylaştığımız hafızamız tarafından belirlenir. Düşünürken sadece hatıralarımıza sürekli atıfta bulunmuyoruz, aynı zamanda ne olduğumuzun önemli ve akılda kalıcı bir tecrübesi olan hatıralarımızı da düşünüyoruz. Her kültür her zaman hafızayı düşünmeye yer ayırmıştır. Fakat hafıza üzerine felsefi düşünceler ve hafızanın var olanlar için oynadığı rolü düşünmek ilk kez antik felsefede ortaya çıkar. Hafızayı ifade eden mnēmē kelimesi, Sophocles ve Euripides’in antik trajedilerinin yanı sıra, Epicharmus, Democritus, Pythagoras, Xenophanes, Heraclitus, Parmenides ve Anaxagoras gibi Sokrates öncesi olarak anılan düşünürlerde de bulunur. Yine de hafıza üzerine ayrıntılı bir felsefi inceleme Platon ve Aristoteles’in eserlerinde karşımıza çıkar.
Platon ve Aristo’da Hafıza ve Hatırlama
Hafızayı felsefi bir kavram olarak inceleyen ilk düşünür Platon’dur. Theatetus diyaloğunda tartıştığı üzere Platon için hafıza, sanki balmumu içine basılmış izler, mühürler, tablar veya kaşeler varmışçasına suret ve izlenimlerin korunması ve bir yerde tutulma kapasitesidir. Bu noktada Sokrates ayrıca bu kapasiteyi, farklı türde kuşların tutulduğu ve ihtiyaç duyulduklarında tekrar alınabilecekleri bir kafesle karşılaştırır.
Hafıza tartışması incelikle işlenmiş bir şekilde ayrıntılandırılmamış olsa da, Platon’un sistematik olarak başka bir diyalogda (Meno), ayrıntılı olarak anlattığı hatırlamanın (anamnesis) zıddı olarak ortaya konulur. Formlar veya idealar teorisiyle birlikte, hatırlama öğretisi de Platon’un eserlerinde karşımıza çıkan en meşhur öğretilerdendir. Platon için hakiki bilgi başka şekilde olamayan şeylerin bilgisidir ve bu bilgi bizatihi hatırlama yoluyla elde edilir. Hatırlamanın nasıl çalıştığı Meno’daki meşhur matematik probleminin çözümü örneği ile gösterilir. Kolayca “evet” veya “hayır” cevabı verilebilecek birkaç basit soru sorarak Sokrates, matematiği hiç bilmeyen ve yalnızca kare kavramını anlayan bir çocuğa karenin alanını iki katına çıkarma problemini çözdürür.
Bu örnekle söylenmek istenen, bizim tüm bilgileri önceden haiz olduğumuz fakat bunu bir şekilde unuttuğumuzdur. Ve bu bilgi Platon’un diyalektik adını verdiği doğru sorgulama yoluyla geri getirilip açığa çıkartılabilir. Bu anlamda bilgi, öğrenme ve hatırlama olan akletme yoluyla elde edilir. Yani bilmek bize ait olanı ve her daim bizim olmuş bulunanı hatırlamak, eski hâline getirmek ve fark etmektir.
Fakat böylesi bir bilgi Sokrates’in de meşhur formülasyonuyla gösterdiği gibi paradoksaldır: Henüz bilmediğimiz bir şeyle başlıyorsak eğer, ne aradığımızı nasıl bilebiliriz? Ve eğer bilgiye ulaştıysak, başlangıçta ne aradığımızı bilmediğimiz için, bu bilginin bizim aradığımız bilgi olduğunu nasıl bilebiliriz? Sokrates bu paradoksu, yalnızca daha önceden zaten bildiğimiz şeyleri bilebileceğimiz öne sürerek çözmüştür. Bir şeyi öğrenmeye ve bilmeye çalışırken, neyi bildiğimizi henüz bilmesek de, bildiğimizi biliriz. Dolayısıyla sadece başka türlü olamayacak olan şeyleri öğrenmek ve bilmek mümkündür, ki Platon bunlara form adını vermiştir.
Bu yüzden, sorulana kadar bilmeden sahip olduğumuz bu bilgi, hatırlama olarak öğrenmenin bir varsayımı hâline gelir. Platon’a göre her bir ruh ölümsüz olduğu ve şimdi içine girdiği bedenden önce de var olduğu için her şeyi önceden öğrenmiştir; fakat bedene girdiği andan itibaren daha önce öğrenmiş olduğu her şeyi unutur. Dolayısıyla insan ruhunun bir zamanlar ebedî hakikatleri kavramış olması gerekirdi, fakat kaynağa dair öğrenme veya bilgi eylemi herhangi bir zamana atfedilemediğinden ve hatırlama bir süreç ve zaman içinde gerçekleştiğinden, ilk hafıza doğru bir şekilde tarif edilemez. Bu nedenle bir mit, makul ancak bağlayıcı olmayan bir hikâye olarak sunulur. Bu mit ve hikâyeler mantıksal olarak ikna edici yapılar ortaya konulmadığında hep kurtarıcı olarak gelir. O hâlde, felsefi hatırlamanın rolü örtük/saklı olan bilgiyi görünür kılmasıdır.
Hafıza ve Hatırlama Üzerine adlı kısa denemesinde Aristoteles hatırlama ve hafıza arasında önemli bir ayrım yapar. Hafızanın yalnızca geçmişin hafızası olabileceği gözlemini yapan Aristoteles hafızanın ne fiilî bir duyumsal algı ne de bir yargı olduğunu öne sürer. Aksine, önceki bir bilgiye, yargıya ya da duyumsal algıya karşılık gelen görüntüleri korumamıza ve saklamamıza izin veren bir durum ya da hexis olan kazınmış izdir. Kelimesi kelimesine çevirecek olursak “sahip olmak” anlamına gelen hexis kavramı Aristoteles’in önemli kavramlarından biridir. Mesela, bir kişi çalışarak konuşma yetisini ya da hexis’ini kazanabilir ve o kişi o anda onu kullanmıyor olsa bile, bu yeteneğinin bir kenarda tutabilir ve gerekli olduğunda kullanabilir. Aristoteles için hafıza tam olarak, böyle bir durum ya da hexis’tir. Hafıza, gerektiğinde tekrar erişebileceğimiz ve geri getirebileceğimiz, bir olay veya kişinin görüntüleriyle ilişkilidir. Hafıza önerme mantığıyla hareket etmez ve bir eylem olarak gelir.
Hafızanın aksine hatırlama bir süreçtir. Hatırlama adım adım tertip edilmiş bir akış ve yöntem izleyen bir tür soruşturma veya araştırmadır. Bu yöntem ve akış, fikirlerin birbirine iliştirilmesi temeline dayanır ki bu fikirler de belirli bir silsile şeklinde ilerleyen adım veya hareketler düzenini takip eden suretlerdir. Bu açıdan, hatırlama iyi düzenlenmiş ve kendi kendini yöneten akıl yürütmeye ya da mantıktaki kıyasa benzer. Aristoteles için kıyas bilgi edinme ve şeylerin hakikatine varma yöntemidir. Kıyas, birincil ve ikincil olmak üzere iki öncüle ve bu önermelerden mecburi olarak çıkacak olan bir sonuca dayanan yapısal olarak tertip edilmiş bir akıl yürütme veya argümandır. Birincil terim sonucun yüklemi, ikincil terim ise öznesidir. Her iki öncül de, sonuçta belirtilmeyen fakat kıyası bir arada tutan bir orta terim içerir. Benzer şekilde hatırlama, bir başlangıç seçip ardılına doğru hareket ederek (dışlanan “orta terim”) sonuca veya hatırlanana ulaşırken bir düzen takip eden bir arama ve mantıktır. Bu nedenle, hafıza ve hatırlama, belirli bir algı ve bilgiyi tutma ve geri getirme açısından hem birbirlerine zıttırlar hem de birbirlerini tamamlayıcıdırlar.
Hafıza Sanatı
Hafıza ve hatırlama, hatırlayabilme kapasitemizi geliştiren ve “hafıza sanatı” olarak adlandırılan yöntemin kullanımında önem kazanıyor. Bunun keşfi, meşhur antik lirik şair Simonides’e atfedilmiştir. Hikâye şöyle cereyan eder, Simonides bir ziyafete davet edilir ve kısa bir süreliğine yemek salonundan ayrılmak zorunda kalır. Döndükten sonra, yemek salonunun yıkıldığını ve salonda bulunan herkesin bu yıkıntının altında kaldığını anlar. Ancak cesetler teşhis edilemeyecek kadar şekillerini yitirmiştir. Yine de Simonides kimin kim olduğunu çıkarır çünkü davet başladığında kimin nerede oturduğunu hatırlamaktadır. Böylelikle Simonides hafıza sanatı ya da ars memoriae’yi icat eder. Quintilian ve Cicero’nun da aktardıkları üzere hafıza geliştirme sistemleri bilhassa daha sonraki Latin retorik geleneği açısından oldukça önem kazanır. Hâlen yaygın olarak kullanılan ve belki de en etkili hafıza geliştirme yöntemi, hafıza yerleri ve orada hatırlanan şeyler ya da oraya yerleştirilmiş kelimeler arasındaki farka dayanan “hafıza tiyatrosu” yöntemidir.
Yapay hafıza, memoria artificiosa, yerler ve imgelerden oluşur. Böylelikle hatırlama yöntemi yerler ve o yerlere yerleştirilenler, yer ya da konum ve imge ya da benzerlik arasında bir ikilik kabulünden yola çıkar. Yapay hafıza, hayal gücünün yaratıcı bir şekilde üretmesi ve şeylere işaret gibi eklemesi gereken imgelerle uğraşır. Aksi takdirde, balmumu tabletlerinden silinen harflere benzer şekilde imgeler kaybolabilir ve silinebilir. Yapay hafıza, üzerine yazı yazmak veya mühürlü yüzüğün üzerindeki şekilleri damgalamak için kullanılan, Platon’un hafızanın metaforu olarak sunduğu balmumundan yapılma tabletlere benzer. Bu durumda hafıza yerleri balmumu tabletlerine veya kâğıt parçalarına; görüntüler de harflere benzer.
Memoria artificiosa, bu nedenle hayalî alanlara yerleştirilen ve korunan şeylerin izlerini veya kalıntılarını üreten bir tür hayalî yazıdır. Yapay hafıza, tanık olduğumuz belirli şeyleri ve olayları hafızamızda tutmamıza ve erişmemize yardımcı olabilir. Bununla birlikte retorik hafızanın amacı yazılı metinlerin öğrenilmesi ve hatırlanmasıdır ki bu yazılı metinler de zaten yapaydır ve şeylerin hatırlanması, yani unutulmaktan kurtarılması için yazılmıştır. Dolayısıyla, yapay hafıza bir tür içselleştirilmiş ve hayalî yazı hâline gelir.
Yine de görüntüleri yerlere tayin etmek yeterli değildir; yerlerin ve imgelerin tertibinin sistematik bir şekilde düzenlenmesi ve belli bir sıraya konması gerekir; bu da anımsamayı ve hatırlamayı mümkün ve etkili kılar. Böylesi bir düzen ise, doğrudan veya dolaylı olarak, mekânların hayalî bir ev, kamu binası, sıra sütunlar, yol, pazar veya resimdeki yerlerine göre dağılımı ile önerilebilir. Bu durumda yerlerin sırası ve düzeni, hatırlama sırası ve düzenini tanımlar. Quintillan bu duruma örnek olarak, masa oyunu (satranç ya da tavla gibi) oynama becerisiyle meşhur ve oyunun tamamını hafızasından geri getirmeyi başararak, tam olarak nerede yanlış hamle yaptığını belirten Scaevola’nın öyküsünü anlatır.
Bu yöntem, ya da hatırlananı hatırlama ve geri getirme, elinde tuttuğu kâğıttan okumak yerine, dikkatlice hazırlanmış bir konuşmayı tekrarlayıp kamuya açık bir siyasi veya hukuki toplantıda hafızasından konuşması beklenen konuşmacı için merkezî hâle gelir. Cicero, kelime hafızası ile nesne hafızası arasında bir ayrım yapar ve hatip için nesne hafızasının daha önemli olduğunu iddia eder çünkü nesne hafızası belirli bir sıradaki hafıza yerlerine tahsis edilen görüntüler yoluyla fikirlerin kavranmasına olanak tanır. Bir anlamda, şeylerin hafızası görsel hafızadır (yüz, durum, olay), kelimelerin hafızası ise işitme hafızasıdır (ayet, cümle, konuşma). Birinciye görsel hafıza ikinciye anlatı hafızası denilebilir; ya da görmenin hafızası veya işitmenin hafızası da denilebilir. Cicero’nun açıkladığı gibi, duyular tarafından verilenleri en iyi şekilde hatırlarız. Tüm duyular arasında görme en keskin olanıdır. Bu nedenle, duyduğumuz veya düşündüğümüz şey en iyi, hayal gücünün iç bakışıyla görülür. Veya Quintilian’ın aforizma şeklindeki formülünde gördüğümüz üzere “Gözler kulaklardan daha hızlıdır”. Bir başka şekilde ifade edecek olursak yapay hafıza, belirli bir düzen içindeki hatırlama hareketlerini oluşturan bir dizi hayal edilebilir eylemler aracılığıyla algılananın ve düşüncenin temsilinin depolanması/akılda tutulması ve ardından açılmasıyla gelen hatırlamaya izin verir. Bu yaklaşım Aristoteles’in hatırlamayı düzenlenmiş ve makul bir akıl yürütme olarak görme fikrini destekler, ki bu fikre göre hatırlama ezberlenen ve hatırlananların sırasını belirleyip yoğunlaştıran bir “kıyastır”.
Yer ve yerleştirilen (imge) arasındaki ikilik hatırlananın “nesine” ve “neresine” denk gelir: “ne” ancak sağlam bir yeri varsa geri getirilebilir, çünkü böyle olmaması durumunda düşüncemize yerleştirilmiş ya da hatırlanmış olmaktan çıkar.
Sanat doğayı hem taklit ediyor hem de tamamlıyorsa, o hâlde ars memoriae de bizim hatırlama kapasitemizi geliştirir ve çoğaltır. Eğitilmiş hafıza, halka hitapta ve konuşmada, şiirde ve retorikte güvenilir bir yardımcı olur. Daha sonra, modern bilimsel yöntem için prototip hâline gelen (tartışılan şeylerin listelerini veya numaralandırılmasını veya bir argüman adımlarını tam bir sırayla vermeyi temel alan) evrensel bir dil ortaya çıkarır.
Kolektif/Toplu Hatırlama
Kendi zamanımıza yaklaştığımızda, ilk kez sosyolog Maurice Halbwachs tarafından tanıtılan kolektif hafıza kavramının çağdaş hafıza tartışmalarına egemen olduğunu söylemeliyiz. Yine de, Aristoteles’ten öğrendiğimiz gibi hafıza bir durumdur. Kolektif olarak paylaşılan hafızaya uygulandığında, bir olayın hatırlandığı ve kolektif olarak üretilmiş bir durum olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, çoğu kez üzerinde düşünülmeden ve eleştirel olmayan bir şekilde kabul edilip iletilmiş bir dizi şüpheli toplumsal ve siyasal yorumlara açıktır. Kolektif hafızanın yerine, farklı bir kavram olan kolektif hatırlamayı önermek istiyorum.
İhtiyaç duyduğumuzda harekete geçirebileceğimiz suretler/görüntüler biçiminde geri getirilen geçmişin hatıralarını elde etmemizi sağlayan kolektif hafızanın aksine, kolektif hatırlama, geçmişin düşünüp taşınılarak birlikte (ki geçmişi başkalarıyla hatırlar ve anlarız) ve dikkatli bir şekilde yeniden inşa edilmesi sürecidir. Kolektif hafıza, çoğu zaman çağdaş bir siyasi gündem tarafından taraflı hâle getirilmiş olanı hatırlarken; kolektif hatırlama, kaynaklarının tartışılmasına ve temel varsayımlarının kamusal, karşılıklı ve şeffaf gerekçelendirme standartlarına göre incelemeye alınmasına izin verdiği (ya da vermesi gerektiği) müddetçe çok büyük önem taşır. Kolektif olarak gerçekleştirilen böyle bir hatırlama katılımcı, herkese açık ve dolayısıyla demokratik olabilir. Dahası kolektif hatırlama, ortak olarak bir muhakemeyi öngördüğünden hatırlamak için sebepler de sağlar. Prensipte bu tür bir kamusal akıl yürütmeye her zaman rasyonel bir şekilde itiraz edilebileceği için rasyonel (karşı) argümana ve eleştiriye tabi tutulabilir.
Bu nedenle, kolektif hatırlama paylaşılan bir kamusal süreçtir, ancak asla verili bir şey değildir. Bu şekilde anlaşılırsa, kolektif hatırlama, çağdaş sosyal ve politik tartışmalarda faydalı ve vazgeçilmez bir kavram hâline gelebilir.
*Prof. Dr., New York New School, Felsefe Bölümü