AVMOSTALJİ: FENOMENOLOJİK BİR İNCELEME
Yazar: Dylan Trigg
White Flint Alışveriş Merkezi’nin Harabeleri
Washington’ın yaklaşık 19 kilometre kuzeyinde, Bethesda Softworks’un hemen ilerisinde, arazinin üzerinde hareketsiz bir şekilde White Flint Alışveriş Merkezi’nin harabeleri durur. Bu yerden geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Burada sadece, kendisini etrafındaki çorak topraklardan ayırabilmeyi başarmış ve neredeyse terk edilmiş Lord&Taylor mağazası durur. Bu harabe içinde White Flint’in bir zamanki ihtişamını hatırlatan izler görülebilir. İtalyan mermer parçaları ve 1994 yılından kalma Pepsi kutuları, karanlık bir evrende parıldayan cevherler gibi, bu kutsallığı kirletilen manzarada etrafa yayılmıştır.
1977 yılında açılan ve 2015 yılında yıkılan White Flint’in otuz sekiz yıllık ömrü, daha ziyade çocukluğun geçtiği eve karşı hissedilen nostaljiyle ilgili bir his olduğunu ortaya koydu. Yakın bir zamanda yıkılacağı haberleri yayılmaya başladığı zaman, Amerika Birleşik Devletleri’nin her yerinden insanlar buraya, bu alışveriş merkezinin son anına tanıklık etmeye geldi. Alışveriş merkezinin kolay tüketim atmosferi, çürüyen neon ışıklarına benzeyen soluk ve mat renkte bir göğün altında, matemli bir nostaljiyle zenginleşti.
Yıkılışından önceki aylarda alışveriş merkezi hayaletsi bir boyut kazanmıştı. Ne şimdiye ne de geçmişe ait bu yer bir alacakaranlık kuşağına girmişti. Yürüyen merdivenler ve asansörler çalışmaya devam etse de çoğunlukla boştu ve özel olarak kimseye hizmet etmiyordu. Bir zamanlar alışveriş merkezinin pièce de résistance’ı [en göz alıcı özelliği] olan yemek bölümünde tekinsiz bir sessizlik hâkimdi. Burada bir zamanlar Sbarro Pizza’nın bulunduğu boş koridor artık siyah perdelerle kaplıydı. Bazı yollar yapay kapılarla kapatılmıştı ve terk edilmiş bir film seti izlenimi uyandırıyorlardı. Bir zamanların hayranlık nesnesi olan mankenler de boş mağazaların içine üst üste yığılmıştı. Parçalanmış çıplak bedenleri, atılan küçük eşyalar ve bölünmüş manken bedenleri arasında yatıyordu.
1989 yılında White Flint AVM çok canlıydı. Tape World ve Contempo Casuals mağazalarının içinde ve çevresinde farklı sosyal zümrelerden gençler farklı çeteler oluşturur, her bir çete bölgesini bir kızartma dükkanını temel alarak belirlerdi. Yemek bölümünden sıkıldıkları zaman AVM’nin alt kattaki ana alanına inerlerdi. Oradaki süslü havuzun çevresinde AVM’nin güvenli ortamını daha sonra bir kutlama alanına dönüştürecek bir anlaşmaya vardılar.
White Flint Alışveriş Merkezi’nin genç kitlesi, yetişkin olduklarında, eskiden sık sık gittikleri bu yeri saygıyla karışık bir huşuyla hatırlardı. Gece olup da dünya sessizliğe büründüğünde White Flint AVM’nin imgesi, yanan bir kor gibi masumiyetin anısında parlardı. Bethesda’dan çok uzak şehir ve ülkelerde yaşasalar da White Flint’in düzenini, kokusunu ve tadını en ince ayrıntısına kadar hatırlayabiliyorlardı. Hayatın sıkıntılarından kaçan bu orta yaşlı yetişkinler o büyüleyici koridorları ziyaret eder ve onlarda, dönüştükleri insanın özünü bulurlardı.
Başka Yerlerin Hatırası
Hafızayla ve mekânla kurduğumuz ilişki hem karmaşıktır hem de iç içe geçmiştir. Etkisiz ve zararsız bir şekilde hayatlarımızın etrafında dönen geometrik bir alan değildir mekân. Üzerinde hayatın oynadığı bir arka plan olmanın çok ötesinde bir şey olarak anlam ve önem yüklüdür. O kadar ki kim olduğumuz, hatırladığımız yerlere koparılamaz ve ayrıştırılamaz bir biçimde bağlıdır. Bu mana ve önemin en çok ifade edildiği yer ise fenomenoloji tarihidir. Bachelard’ın evin bir anılar koleksiyonu olmasındaki ısrarından Merleau-Ponty’nin Paris’i duygulanımsal [affective] değerin taşıyıcısı olarak okuduğu derin analizlere kadar fenomenoloji, gelişimi içerisinde, mekânın dinamik yapısını dile getirdi. Bu tarz bir yaklaşım, mekânsallığı insan tecrübesinden ayrılabilir münferit bir nesne olarak ele alan üçüncü şahıs uzam ve mekân analizleriyle keskin bir karşıtlık içindedir.
Fenomenoloji mekânın önemini odağına alsa da yöntemi itibarıyla – en başta ev olmak üzere – belli tarz mahalleri ön plana çıkarırken diğer tür başka mahalleri göz ardı etti. Bachelard, Heidegger ve Merleau-Ponty’nin yazdıklarından ilham alan, insan coğrafyası ve mimari fenomenoloji çalışan çağdaş araştırmalar da, kendiliği parçalamaktansa onu pekiştiren ve kendine geri veren, bütünleşmenin ve birliğin sabit bir noktası olarak mekân kavramını ön plana çıkaran bu geleneği devam ettiriyorlar (krş. Karsten Harries 1997; Norberg-Schulz 1980; Pallasmaa 2005; Zumthor 2006).
Mekânı bir sabitlik yeri olarak ele alan bu yaklaşım, evin alanının dışına düşen mekânlar hakkında bulaşıcı bir şüpheye yol açtı. Bundan dolayı da fenomenoloji tarihinde park alanlarının önemine, kapalı sitelerin estetik değerine ya da homojen otel lobilerinin hatırlanabilirliğine dair oldukça az araştırma var. Bu tarz mekânlar daha ziyade olumsal, değiştirilebilir ve hatta mekânın bütünlüğünü tehdit eden yerler olarak önemsenmediler (krş. Bachelard 2014). Bu husus Foucault’nun dikkatinden kaçmadı ve haklı olarak fenomenolojiyi, çoğunlukla iç ve domestik alanda kalarak “bizi kendimizden dışarı çıkaran” (Foucault 1986, 23) uzamlara önem vermeyen kendi geçmişiyle yüzleşmemekle eleştirdi. Mekân ve mekânsızlık (ya da başka bir ifadeyle yer ve “yok-yer”) arasında yapılan meşhur fenomenolojik ayrım, dışarıyı “hiçbir yerin coğrafyası” (krş. Augé 1995; Kunstler 1994; Relph 1979) olarak gören bu şüphenin en açık ifadesidir.
Mekân üzerine bu fenomenolojik düşünceler, fenomenolojik yöntemin hafızayı ele alış biçimiyle koşutluklar taşır. Bu ele alış, geçmişi şimdiye gelen sürekliliğini sağlayacak bir çerçeve içine alır (Bachelard 2014). Lakin mekânın ve hafızanın yapısını tecrübeden evvel betimlemek, dış dünyanın kendisini bize nasıl sunduğunun karmaşık ve ilişkisel yapısını kavramak noktasında yetersiz kalır. Bir şahsiyet hissinin oluşumunda kurucu olmuş mekânların hatıraları, sadece klasik yerin ruhu [genius loci] ifadesiyle sınırlı değildir; aynı zamanda aradaki çatlak ve sınır uzamlarını da kapsar. Ev ocağından tutun da herhangi bir özelliği olmayan isimsiz koridorlara kadar kişilik oluşumunda kurucu bir rol oynamış mekânlar, her zaman bilinçli bir şekilde ortaya çıkmamış, hele hele keyfî bir etik ya da estetik tasavvur sonucu oluşmamıştır. Bu mekânlar içimizdeki mevcudiyetlerini daha ziyade, genellikle durum ve alışkanlık arasında kendiliğinden gelişen bir karşılaşma vesilesiyle kazanırlar. Bu karşılaşma öyle bir şeydir ki mekânların kendileri hafızayla ayrılmaz bir biçimde iç içe geçer.
Avmostalji
Bu anlamda bir alışveriş merkezi için hissedilen bu nostalji örneği öğreticidir. Nasıl olur da görünürde heterojenlikten ve dolayısıyla da hatırlanabilir boyutlardan yoksun bir şekilde planlanmış – fenomenolojik anlamda gerçekten de mekânsız – bir alışveriş merkezi bir kimsenin hayatında ev kadar merkezî bir yer üstlenip bir nostalji nesnesine dönüşebilir? Bu soru doğrudan, fenomenolojinin kendi metodolojik ufku içerisinde mekâna dair daha geniş bir tasavvur oluşturabilme ihtiyacına işaret ediyor. Aslında alışveriş merkezleri için nostalji hissetmek ne yeni ne de tuhaf bir şey; “ölü alışveriş merkezleri” denilen yerlerden büyülenme en azından 2000 yılından beri var. Bir terim olarak “ölü alışveriş merkezi” ifadesi, – tamamen olmasa da yoğun olarak Kuzey Amerika topraklarında yer alan – hem ekonomik hem de sosyal anlamda geri dönüşsüz bir çöküş hâlindeki kapalı alışveriş merkezlerini ifade ediyor. Tamamen terk edilmiş olmasa da nüfusu oldukça düşmüş bu yerlerin arazi üzerindeki görünüşleri artık ulaşılması imkânsız bir geçmişi, tarihe karışmayı reddeden ama gözden çıkarılmış bir iz olarak geçmişi işaret ediyor. Fakat terimin kendisi oldukça yanıltıcı. Henüz “ölü” olmayan bu boş alışveriş merkezleri, büyürken vakitlerini burada, yapay bitkilerle hayvanlar ve süslü havuzlar etrafında, parlak ışıklarla aydınlatılmış yemek bölümlerinde geçiren kişiler üzerinde atmosferik bir etkiye sahiptir. Geçtiğimiz son on-on beş yıl içerisinde, bu yeni yeni oluşan nostaljinin kanıtı olarak, alışveriş merkezi imgesini kayıp bir masumiyetin örnek figürü olarak gören bir estetik dünya görüşü oluştu (Glitsos 2018; Tanner 2016).
Washington D.C.’nin yaklaşık 19 kilometre kuzeyinde yer alan White Flint Alışveriş Merkezi, bu bayağılık ve pathos dolu estetik tasavvurun bir örneği. 2015 yılındaki yıkılışından önceki yıllarda, alışveriş merkezinin yemek bölümü, 1980’lerin ortalarındaki kültüre ait her şeyi düzenli bir şekilde barındıran bir miras alanı hâline gelmişti. Büyük bir oranda boşaltılmış ve restoranların büyük bir kısmı tamamen kapanmış olsa da yemek alanındaki neon ve florasan ışıkların çubukları sağlamdı; ve bunlar, yaşayanlar ve ölüler arasındaki bir bölgeye yerleşen birer müze parçası gibi görünüyorlardı. Amerikan toprakları üzerindeki sayısız diğer alışveriş merkezi gibi, bir zamanlar insanlarla dolu plazaların ve koridorların düştüğü tekinsiz çürümenin görüntüsü melankolik bir nostalji hissine yol açtı.
Bu “avmostalji” karşısında bir dizi gözlem yapma imkânı doğuyor. Bunlardan ilki, nostaljinin özelliklerinden birinin, birbirinden farklı iki ya da daha fazla durum arasında bir ayrım içermesi. Klasik nostaljide bu ayrım genellikle bir kişinin vatanından fiziki olarak ayrılması/ayrı kalması yönünden anlaşılırdı. Yani orada değil de burada olma hissi olarak. Nostaljinin tarihsel gelişimi değiştikçe bu coğrafi bir ayrılık fikri değişerek zamansallığa hitap eden bir anlayışa evrildi; böylelikle de nostaljinin farklı kutupları bir şimdi ve o zaman noktasında bir çerçeveye oturtuldu. Tüm geri döndürülemezliğiyle geçmişlik, kelime anlamıyla ifade ettiği ev olarak değil de nostaljik arzunun odak noktası hâline geldi. Bu gelişmeyle beraber nostalji pazarlama anlamında bir marka değişimi geçirdi. Son 20 yıl içinde bir orada bulunmayış ve kayıpla ilişkili acıdan, eve dönüş ve kültürel tüketim temaları ile bağlantılı bir tür bir duygusallığa evrildi.
Şimdi ve o zaman, burada ve orada arasında alışveriş merkezleri için hissedilen nostalji tüm net ayrımların altını oyuyor gibi görünüyor. İlk bakışta AVM’lerin gelişim yıllarında yer aldığı dünya ile kendini şimdi içinde bulduğu dünya arasında bir ayrım yapabileceğimiz doğru. Bu fikri devam ettirdiğimiz zaman ölmekte olan alışveriş merkezlerinin, geride sadece bir harabe olarak kalan bir dünyanın kalıntısı işlevini gördüğünü söyleyebiliriz. Böyle bir kayıp dünya, şimdiki zamandan, geniş anlamıyla şimdiki zamana tercih edilen bir dünya olarak kabul edildiği dizinlerde ayırt edilebilir. Bu şekilde düşünüldüğünde, AVM imgesi, internet ve sosyal medya tarafından henüz şekillendirilmemiş bir dünya gösterir. Kitlesel terörizmin ve ekonomik belirsizliğin, daha sonradan edinecekleri merkezî konumu henüz elde etmediği geçip gitmiş bir zamana işaret eder. Bu dünya geniş anlamıyla kaygısız, masum ve henüz yazılmamış bir geleceğin vaadiyle dolu olarak nitelenir.
Bu tarz motifler nostaljik özlemin oluşumu noktasında rol oynasa da nostaljik bir imgenin irademiz dışında bizi nasıl etkilediğini kavrama noktasında yetersiz kalır. Çoğu durumda nostalji, geçmiş ve şimdi arasındaki ayrımın bilinçli bir şekilde değerlendirmesiyle değil, geçmişin şimdinin üzerindeki yayılmış ve tasarrufumuz dışındaki sürekliliğiyle ilgilidir. Bu geçmişin neşet ettiği bir yer yoktur ve değerlendirebileceğimiz belirgin bir muhtevadan da yoksundur. Nostaljik gösteriyi, anlatısal sınırlardan kurtulmuş bir dünya olarak öylece karşımızda buluruz. Nostalji tam da geçmiş karşımıza gayri iradi bir şekilde ve buyurgan bir muhtevadan yoksun olarak çıktığı içindir ki, şimdinin iradi bir şekilde değerlendirilmesiyle işleseydi sahip olamayacağı bir güce sahip olurdu.
Gündelik için Nostalji
Ölen alışveriş merkezinde, geçmişin şimdiden kopukluğu ya da burada ve orada’nın ayrılabilir olduğu fikri sınırına kadar götürülmüştür. Alışveriş merkezi, gündelik işlevi içerisinde kendini arka planın zararsız bir figürü olarak sunar. Alışveriş merkezleri esas itibarıyla otoparklardan, asansörlerden, mağaza camlarından, yemek katlarından ve zevksiz döşemelerden oluşan tek tip bir derlemedir. Tüm bunlar homojen ve monoton Muzak fon müziğiyle doldurulur, hiç azalmayan bir ışıkla aydınlatılır ve değişmeyen bir ısıda tutulur. Ayrıca burası, kendisini çevreleyen dünyanın dertlerinden koparılmış ve dışında kalan hayatın tehlikelerine karşı bağışıklık kazanmış bir kozadır. Bu rastgele düzenleme bir alışveriş merkezine özgü bir şey değildir; her AVM’de bu düzen tekrar edilir. Her AVM diğer birinin kopyasıdır; her biri oranın dışında saldırgan olan bir dünyaya karşı, birbirinden neredeyse hiçbir farkı olmayan, özel/kutsal bir yerdir [sanctum].
Ve sonra alışveriş merkezi ölmeye başlar. Ama sessizliğe gömülmek yerine başka bir hayat başlar onun için. Nüfusu azalmış ve tükenmiş hâldeki karakteri olmayan döşemeler, zevksiz dekor ve boş dükkân önleri çevresindeki manzaranın dışına çıkar ve bu çıkışla birlikte hafızanın kazılmış harabelerinden yontulan yeni bir varoluş ortaya çıkarır. Sonuç, gündeliği sıradanlığın alanından, yeri kolay belirlenemeyen bir anlamla doyurulmuş bir dünyaya dönüştüren uyutucu [hypnagogic] bir atmosferdir. Kayıp bir kültürün bulunan nesneleri – bozuk atari oyunları, yapay havuzlar, sönmüş neon ışıklar – artık o bölgeye ait bağlılıklarından kurtulmuş yeni bir mekân algısına şahitlik eder. Telafisi mümkün olmayan bir biçimde kaybolmuş bir döneme ait bu totemler algı alanında bir süreklilik değil, aksine bir kırılma olarak ortaya çıkar ve burada ve orada arasındaki sınır çizgisini bozuntuya uğratır.
Mevcudiyetin tahrifi zaman için de aynı derecede geçerlidir. Boş yemek alanları ve yanıp sönen neon ışıkları arasında geçmiş, ardımızdaki bir tecrübe alanı değil anıların daima üst üste binen izleri olur ve bu izler şimdinin içine sızar. 1987 yılına ait o dünyalar şimdide gözle görülür bir gölge çizgisi oluşturur. Buna paralel olarak geçmişlik [pastness], ancak namevcudiyet ve mevcudiyetin aynı yapay manzarayı paylaştıkları bir şimdide bir ufuk noktasına dönüşmek suretiyle maddeye bürünebilir. Yaşayanlar ve ölenler artık belirgin ve birbirlerinden bağımsız değildir; bunun yerine aynı varoluş düzeninin altbölümlerinin bir dizisine dönüşürler.
***
Ölü alışveriş merkezinin bir hafıza, nostalji ve mekân fenomenolojisi için ortaya koyduğu ders böyle bir şey. Fenomenoloji bilindiği üzere hatırlamayı, şimdide sürekliliği sağlayan ve yenileyen anları olaysal [episodic] anımsama olarak anlama eğiliminde oldu. Aynı zamanda nostaljiyi de bir âşıkla ilk ya da son karşılaşma gibi kurucu olaylara bilinçli olarak yönelme noktasından bir çerçeveye oturttu (Hart 1973). Fakat, bu verimli bakış açısı, hatırlamanın ve nostaljik arzunun sıklıkla mevcut bir kültürün sıradan ve geçici eserleri tarafından kurulduğunu dikkate almaz. Bu mevcut kültürün önemi sadece geriye dönük olarak ve bir atmosfer olarak açığa çıkar. Fenomenoloji aynı şekilde, mekâna ve mekânsızlığa olan bağlılığında da kamusal alanın, özellikle de ara alanların, en az özel alan kadar anlamlı olabileceğini göz ardı etti. Bu manada ölen alışveriş merkezi, geçmişin kalıntılarını, şimdinin sıfır noktasını ve yakın gelecekteki bir çöküşü aynı mercekte toplayan, hafıza ve mekânın özel bir biçimini sunar. Bu aynı mercek bizi zamanın içinde konumlandırdığı kadar zamanın dışında da konumlandırır.
* Dr., Viyana Üniversitesi, Felsefe Bölümü