İSLAM DÜŞÜNCESİNDE DİLİN KAYNAĞI MESELESİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • 1Bu makalede doktora tezimizden faydalanılmıştır. Bkz.: Ramazan Demir, Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin Kaynağı Meselesi, (Basılmamış Doktora Tezi, MÜ SBE Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı), İstanbul, 2008.

    Yazar: Ramazan Demir*

    İnsanın düşüncelerini, duygularını ve meramını ifade etmek üzere sesleri, heceleri, kelimeleri ve cümle gruplarını anlamlı ve ahenkli bir şekilde bir araya getirerek oluşturduğu semboller bütünü diye tanımlayabileceğimiz dil, onun kendi varoluşunu ifade etmesi açısından olmazsa olmaz unsurlardan biridir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve onu ayrıcalıklı hâle getiren en önemli unsurlardan birisi dildir. İnsanın olmadığı yerde dilden; dilin olmadığı yerde de insandan bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple insan için son derece önem arz eden dilin nasıl oluştuğu sorusu her zaman merak uyandırmış ve güncelliğini hep korumuştur.

    Dil ve düşünce, insanı insan yapan onu diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerdir. Aslında düşünme ve konuşma aynı olayın farklı görünüşleridir. Çünkü ifade edilemeyen bir düşüncenin bir anlamı yoktur. İnsanın kendisini, düşüncesini ve duygularını ifade etme vasıtalarının en önemlisi, en kolayı ve en kullanışlı olanı şüphesiz dildir. Burada dilden kastımız sese dayalı konuşma düzenidir. Bu sebeple son derece önem arz eden dilin kaynağı ve kökeni sorusu, insan düşüncesi için her zaman garip ve büyüleyici etkisi olan bir soru olmuştur. Düşüncenin ilk parıltılarıyla birlikte insan, bu sorun üzerinde düşünmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu problem insanlık tarihi kadar eski olup güncelleğini korumaya devam edecek gibi görünmektedir.

    İslam düşüncesinde ele alınan en temel konulardan birisi de dildir. İslam düşüncesinin teşekkülüyle birlikte Müslüman âlimler ilk dönemlerden itibaren dili hemen hemen tüm yönleriyle bilimsel inceleme konusu yapmışlardır. Dilin kaynağı meselesi de incelemeye tabi tutulan konular arasında yer almıştır. Bu bağlamda mesele Müslüman dil bilginleri tarafından tartışılmış, bu tartışmalar neticesinde de çeşitli görüş ve düşünceler ortaya çıkmıştır.

    Varlık sorunu ile dilin kaynağı sorunu iç içe olan ve birlikte ele alınması gereken iki sorundur. Yani insanın yeryüzünde nasıl ortaya çıktığı açıklanmadan dilin ortaya çıkışı açıklanamaz. İnsanoğlunun aşkın bir varlık olan Allah tarafından yaratıldığını kabul etmeyenler için dilin menşei konusu bir muammadır.

    Açık bir şekilde ifade edelim ki, bu çalışmanın amacı dilin kaynağı problemini çözmek değildir. Yani çalışmamızda bu problemi çözme iddiasıyla yola çıkılmamıştır. Çünkü kanaatimizce insanın varlığı yani yeryüzünde nasıl ortaya çıktığı; aklın, düşüncenin, bilincin, idrakin ve diğer psikolojik yetilerin kaynağı açıklanmadan dilin kaynağının açıklanması mümkün görünmemektedir.

    Bu sebeple bu makalenin temel amacı İslam düşüncesinde dilin kaynağı hususunda görüş bildiren bilginleri tespit etmek, söz konusu bilginlerin konuyla ilgili olarak sahip oldukları görüşleri kanıtlarıyla birlikte ortaya koymak ve bilimsel açıdan değerlendirerek bir bütünlük içerisinde okuyucuya sunmaktır.

    Arap dilbilimcileri arasında dilin kaynağı konusuyla ilgili olarak taraftar bulan dört temel görüş bulunmaktadır. Bu görüşler şunlardır: Vahiy ve ilham (tevkîf) görüşü; uzlaşma ve anlaşma (ıstılâh) görüşü; birleştirici görüş ve bu üç görüşün herhangi birisine taraftar olma noktasında çekimser kalan (tevakkûf) görüş. Burada zikri geçen tezlerin genel çerçevesi çizilecektir.2İslâm düşüncesinde dilin doğuşu görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz.: Ramazan Demir, Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin Kaynağı Meselesi, (Basılmamış Doktora Tezi, MÜ SBE Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı), İstanbul, 2008.

    Vahiy ve İlham (Tevkîf) Görüşü
    Bu görüşe göre dil tevkîfîdir, vahiy ve ilhama dayanır. Başka bir deyişle dil insanoğluna Yüce Allah tarafından öğretilmiştir. Bu tezin ilk defa Ebu’l-Hasan el-Eş‘ârî (v. 324/935-36) tarafından dile getirildiği kabul edilmektedir.

    Dilin vahye dayandığı görüşünün ilk temsilcisi olarak Eş‘âri’yi kabul etsek de Eş‘ârî ve Ebû Hâşim el-Cübbâî (v. 321/933)’in yaşadığı dönemden önce bu görüş kelam çevrelerinde tartışılmıştır. Daha da önemlisi söz konusu görüş er-Râzî tarafından Ebû Âli el-Cübbâî (v. 303/916)’ye nispet edilmektedir.3er-Râzî, et-Tefsiru’l-kebir (Mefâtîhu’l-ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, 1934, II, 175. İbn Teymiyye (v. 728/1328)’de, Ebû Âli el-Cübbâî’nin öğrencileri olan Ebû Hâşim ile Eş‘ârî arasında dilin kaynağı konusunda tartışmalar yaşandığını belirtir.4İbn Teymiyye, el-İmân, (thk. Muhammed ez-Zebîdî), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1414/1992, s. 103-104. Nitekim Weiss, bu görüşle ilgili olarak hiçbir ilk dönem kelamcısından bahsedilmemiş olmasından ve hiçbir yerde böyle olduğu konusunda kesin bir ifade bulamamış olmakla birlikte kelam çevrelerinde onu ilk ortaya atan kişinin Ebû Âli el-Cübbâî olduğu yargısıyla baş başa kalındığını belirtmektedir.5Bernard George Weiss, Medieval Muslim Discussions of The Origin of Language, (ZDMG, Sayı: 124), Wıesbaden, 1974, s. 36.

    Bununla birlikte İslam düşüncesinde dilin kaynağı ile ilgili olarak “dil vahyî mi yoksa ıstılâhî mi” başlığı altında yapılan tartışmalarda bu tezin baş temsilcisi olarak İbn Fâris (v. 395/1004) zikredilmektedir. Bu görüşü kesin bir şekilde savunan Müslüman bilginlerden birisi de İbn Hazm (v. 456/1064)’dır. el-Âmidî (v. 631/1233) de diğer tezlere nazaran bu tezin daha güçlü olduğunu kabul eder. Ehlisünnet âlimlerinin çoğunluğu da bu görüştedir.6Suyûtî, el-İķtirâh fî ‘ilmi usûli›n-nahv, (thk. Mahmûd Süleyman Yâkût), Darü’l-Ma‘rifeti’l-Câmiiyye, İskenderiye, 1426/2006, s. 26 vd.; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 38.

    Bu tez Ebû Âli el-Cübbâî ve Eş‘ârî’ye nispet edilmekle birlikte görebildiğimiz kadarıyla onların görüşleri ve ileri sürdükleri deliller hususunda kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu sebeple aşağıda İbn Fâris, İbn Hazm ve Seyfeddîn el-Âmidî’nin konu ile ilgili düşünceleri ve ileri sürdükleri argümanlar ele alınacaktır.

    İbn Fâris (v. 395/1004), dilin tevkîfî bir şekilde oluştuğunu yani Yüce Allah tarafından Hz. Âdem’e öğretildiğini kesin bir ifadeyle dile getirmektedir. Bu görüşüne Bakara suresinin 31’inci ayetinde yer alan “(و علّم آدم الأسماء كلها – Allah, bütün isimleri Âdem’e öğretti.)” ibareyi delil olarak gösterir. İbn Abbâs’ın bu ayet için yaptığı tefsiri de bu görüşünün hemen peşinde zikreder. İbn Abbas’a göre bu ayette geçen isimlerle (esmâ), insanların birbirleriyle iletişim kurarken kullandıkları hayvan, yer, dağ, ova, deve, merkep gibi kelimeler kastedilmektedir.7İbn Fâris, es-Sâhibî fi fıķhi’l-luğa ve süneni’l-‘Arab fî kelâmihâ, el-Mektebetu’s-Selefiyye, Kahire, 1324/1910, s. 5; İbn Hacer el-‘Askalânî, Fethu’l-bârî bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (thk. Abdülazîz b. Abdillâh b. Bâz), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1414/1993, IX, 10; … Continue reading

    İbn Fâris, söz konusu ayette geçen isimlerin (esmâ) yorumuyla ilgili başka rivayetler de nakletmektedir. Bu rivayetlere göre Allah, Hz. Âdem’e her şeyin ismini; meleklerin ya da bütün zürriyetinin isimlerini öğretmiştir. İbn Fâris, yukarıda aktarılan rivayetlerden İbn Abbâs’ın yorumunu tercih eder. Ancak İbn Fâris’e göre tevkîfî yolla oluşan dil, defaten yani bir tek seferde değil de tedrici bir şekilde peyderpey vahyedilmiştir.8İbn Fâris, a.g.e, s. 6; Suyûtî, el-Muzhir, I, 9.

    İbn Hazm (v. 456/1064), el-İhkâm isimli eserinde “Dillerin ortaya çıkışının keyfiyeti tevkîfî midir yoksa ıstılâhî midir?” başlığı altında meseleyi ele almaktadır.9İbn Hazm, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Matbaatu’l-‘Âsıme, Kahire, 1970, I, 28. İbn Hazm, konuya insanların bu meseleyle ilgili birçok şey söylediğini ancak ileri sürülen görüşler içerisinde doğru ve sahih olanın dilin tevkîfî olduğu yani Allah’ın bildirmesiyle gerçekleştiğini vurgulayarak giriş yapar. O, tevkîf nazariyesini akli ve naklî delillerle savunur. Naklî delili, “Allah, bütün isimleri Âdem’e öğretti.”10Bakara, 2/31. ayetidir.

    Akli delilini ise dilin uzlaşma ve anlaşma sonucu oluştuğunu savunan görüşü eleştirirken bize sunar. Buna göre dilin bir uzlaşma ve anlaşma sonucu gerçekleşebilmesi için akli ve zihnî melekeleri kemale ermiş, ilmî seviyeleri derin, eşyanın hakikatini idrak etmiş, eşyayı bütün ayrıntılarıyla bilen bir topluluk bulunmalıdır.

    Ancak apaçık bir şekilde biliyoruz ki, insanoğlunun böyle bir yeteneği kazanabilmesi için çok uzun zaman geçmesi gerekir. Bu zaman zarfında insan, başkasının bakımına, eğitimine ve gözetimine ihtiyaç duyar. Çünkü insan ancak doğumundan yıllar sonra kendi kendine yetebilir. Ebeveynin, çocuğun bakımını üstlenen kişilerin ve dadıların bir arada yaşamlarını sürdürebilmeleri için üzerinde uzlaştıkları bir dil olmalıdır. Söz konusu dil, geçimlerinin kaynağı olan çift sürme, koyun besleme, ekip biçme gibi tarım ve hayvancılık ile ilgili arzu ve isteklerini birbirlerine anlatmak içinde gereklidir. Ayrıca hastalıklar ve yırtıcı hayvanlardan korunmak; soğuk ve sıcak sebebiyle karşılaştıkları güçlüklerle baş edebilmek için aralarında iletişimi sağlayacak isimlerin mevcudiyeti de lazımdır. Ancak insan, bebeklik döneminde anlama kabiliyetinden yoksun olup başkasının bakımına ihtiyaç duyduğu için dili uzlaşma yoluyla gerçekleştirmesi mümkün değildir.11İbn Hazm, el-İhkâm, I, 28.

    Öyleyse akli ve zihnî melekeleri olgunlaşmış, evrende bulunan eşyanın bilgisine vâkıf olmuş ilk kişi Hz. Âdem (a.s)’dir. Bu da Allah’ın onu yetiştirmesi, ona bildirmesi ve öğretmesi sayesinde gerçekleşmiştir.12Vedi’ Vâsıf Mustafa, İbn Hazm ve mevķifuhu mine’l felsefe ve’l-mantıķ, Abudabi, 2000, s. 269.

    İbn Hazm, dilin Yüce Allah tarafından öğretildiği görüşünü savunmakla birlikte, ilk dile vukûfiyetlerinden sonra insanların bu dili geliştirmeleri ve ondan farklı dilleri ortaya çıkarmaları hususunda uzlaşabileceklerini kabul eder. Bu onun şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “İnsanların eşyanın mahiyetini, keyfiyetini, tanımını ve sınırlarını kendisiyle kavrayacakları ilk ve tek dile vâkıf olduktan sonra farklı dilleri oluşturmaları konusunda uzlaşıp anlaşmalarını inkâr etmiyoruz.”13İbn Hazm, el-İhkâm, I, 30.

    Seyfeddîn el-Âmidî (v. 631/1233), el-İhkâm fî usûli’i-ahkâm isimli eserinde dilin orijini problemini ele alır. Konuyla ilgili görüşleri serdettikten sonra söz konusu görüşlerin delillerini tartışarak dili orijin itibarıyla Allah’a dayandıran görüşün kesin bir şekilde ispatlanamazsa da tercih edilebilirlik yönünden insana dayandıran görüşten daha güçlü delillere sahip olduğunu, bu sebeple de daha güçlü bir tez olduğunu vurgulamaktadır.14El-Âmidî, el-İhkâm, I, 104-112.

    Uzlaşma ve Anlaşma (Istılâh) Görüşü
    Bu görüşe göre dil Allah tarafından vahiy ve ilham yoluyla öğretilmemiştir. Dil, insanlar arasında gerçekleşen uzlaşma ve anlaşma sonucu ortaya çıkmıştır. Bu görüş, Ebû Hâşim el-Cübbâî (v. 321/933)’ye ve Mu‘tezîleye mensup bazı bilginlere nispet edilmektedir.15Suyûtî, el-İktirâh, s. 27; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 44 vd.

    İbn Teymiyye, Müslüman bilginler arasında Ebû Hâşim el-Cübbâî’den önce dilin menşeinin insanlar arasında gerçekleşen bir uzlaşmaya dayandığı tezini savunan kimseyi bilmediğimizi açık bir şekilde dile getirir. Yani İbn Teymiyye’ye göre İslam düşüncesinde adlandırma işinin uzlaşma yoluyla yapıldığını ilk savunan kişi Mu‘tezileye mensup bir âlim olan Ebû Hâşim el-Cübbâî’dir. Dilin vahye dayandığı görüşünün ilk temsilcisi olan Ebu’l-Hasan el-Eş‘ârî ile uzlaşma sonucu oluştuğunu dillendiren görüşün ilk temsilcisi kabul edilen Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin her ikisinin Mu‘tezilî olan Ebû Ali el-Cübbâî (v. 303/916)’den ders aldıklarını belirttikten sonra Eş‘ârî’nin mu‘tezile ekolünden ayrılıp birçok konuda onlara muhalefet ettiğini; Ebû Hâşim ile Eş‘ârî arasında dilin kökeni konusunda tartışmalar yaşandığını ve bu tartışmaların daha sonra da devam ettiğini ifade eder. Ayrıca dilin bir kısmının vahye geri kalanın uzlaşmaya dayandığının savunan üçüncü ve ilk üç görüşün hepsinin mümkün olduğunu kabul eden bu sebeple de tevakkûf görüşü diye isimlendirilen dördüncü bir görüşün de bulunduğunu aktarır.16İbn Teymiyye, el-Îmân, 103-104.

    Fahreddîn er-Râzî’nin tefsirinde anlatıldığına göre Eş‘ârî, Ebû Âli el-Cübbâî ve Ebu’l- Kâsım Abdullah b. Ahmed el-Ka‘bî (v. 319/931)’nin dilin menşeinin Allah’ın bildirmesi veya muktedir kılmasıyla (tevkîf sonucu) oluştuğu tezini savundukları; Ebû Hâşim’in ise isimlere anlam yüklemenin uzlaşma yoluyla gerçekleştiğini savunduğu bildirilmektedir.17er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, II, 175.

    Birleştirici Görüş
    Bu görüş, dilin Yüce Allah tarafından öğretildiğini kabul eder. Ancak uzlaşma tezini de reddetmez. Böylece yukarıda bahsi geçen her iki görüşü birleştirmiş olur. Bu görüşe göre dilin insanlar arasında anlaşmayı mümkün kılacak kadarını Allah öğretmiştir. Geri kalan kısmın ise her iki şekilde (tevkîfî ya da ıstılâhî) oluşması mümkündür. Bu görüş Ebû İshak el-İsferâyinî tarafından dile getirilmiştir.18el-Âmidî, el-İhkâm fî usûli›l-ahkâm, Dâru’l-Kutubi’l-Hidiviyye, Kahire, 1332-1914, I, 106; Suyûtî, el-Muzhir, I, 20; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 46-47.

    Ebû İshak el-İsferâyinî’ye göre dilin insanlar arasında anlaşmayı mümkün kılacak kadarını Allah öğretmiştir. Geri kalan kısmın ise her iki şekilde (tevkîfî ya da ıstılâhî) oluşması mümkündür.19Suyûtî, el-Muzhir, I, 20. El-İsferâyinî, görüşünü şöyle ispatlamaktadır. Dilin, insanın başkasını uzlaşma ve anlaşmaya davet edecek kadarının ıstılâhî bir şekilde gerçekleşmiş olması daha önce yapılmış başka bir uzlaşmanın var olması ihtiyacını doğurur ki bu da bizi içinden çıkamayacağımız sonucu olmayan bir teselsüle ve kısır döngüye götürür.

    Hüseyin Küçükkalay, Kur’an Dili Arapça isimli eserinde konuyla ilgili görüşleri inceler ve İsferâyinî’nin dile getirdiği tezle örtüşen aşağıdaki tercihi yapar.

    “Bizce dil, bütünü değilse de bir kısmı, Allah tarafından Âdem’e vahiy ve ilham yoluyla öğretilen ve daha sonra zamanla, şartlar müsait olduğu nispette gelişip büyüyerek insanların anlaşmalarına vesile olan, belli başlı bir hayata sahip sesler mecmuasıdır. Böyle mükemmel bir düzenin hiç konuşma bilmeyen birkaç insan tarafından meydana getirilmiş olduğuna şimdilik taraftar değiliz. Bu hususta varit olan şeri deliller, bütün dillerin Cenâb-ı Hak tarafından vahiy ve ilham yoluyla öğretilmiş olduğunda kati değilse de Hz. Âdem’e bazı şeylerin öğretilmiş olduğuna mutlak surette delalet etmektedir.”20Hüseyin Küçükkalay, a.g.e, s. 15-16.

    Çekimserlik görüşü
    Bu görüş ise, yukarıda sayılan her üç görüşten hiçbirisinin diğerinden ispatlanabilirlik açısından daha kesin olmadığını savunur. Bu nedenle ilk iki şıkta yer alan dilin vahiy kaynaklı ya da insan ürünü olduğu yönündeki görüşlerin eşit ihtimalde kabul edilmesi gerektiğini kabul eder. Bu görüş yukarıda sayılan tüm tezleri imkân dâhilinde gördüğü ve bu sebeple onlardan herhangi birisini tercih etme noktasında çekimser kaldığı için tevakkûf eden görüş adını almıştır.

    Bu görüşü dile getiren ilk Müslüman âlim Ebû Bekr el-Bâkıllânî’dir. İslam düşüncesinde Bâkıllânî’den sonra Cüveynî, Gazzâlî, Fahreddîn er-Râzî, Ali Kuşçu ve birçok fıkıh usülcüsü dilin menşei problemine Bâkıllânî’nin düşüncesiyle paralellik arz eden bir şekilde yaklaşmışlardır.

    * Prof. Dr., Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.



    1 Bu makalede doktora tezimizden faydalanılmıştır. Bkz.: Ramazan Demir, Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin Kaynağı Meselesi, (Basılmamış Doktora Tezi, MÜ SBE Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı), İstanbul, 2008.
    2 İslâm düşüncesinde dilin doğuşu görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz.: Ramazan Demir, Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin Kaynağı Meselesi, (Basılmamış Doktora Tezi, MÜ SBE Arap Dili ve Belâgatı Bilim Dalı), İstanbul, 2008.
    3 er-Râzî, et-Tefsiru’l-kebir (Mefâtîhu’l-ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, 1934, II, 175.
    4 İbn Teymiyye, el-İmân, (thk. Muhammed ez-Zebîdî), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1414/1992, s. 103-104.
    5 Bernard George Weiss, Medieval Muslim Discussions of The Origin of Language, (ZDMG, Sayı: 124), Wıesbaden, 1974, s. 36.
    6 Suyûtî, el-İķtirâh fî ‘ilmi usûli›n-nahv, (thk. Mahmûd Süleyman Yâkût), Darü’l-Ma‘rifeti’l-Câmiiyye, İskenderiye, 1426/2006, s. 26 vd.; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 38.
    7 İbn Fâris, es-Sâhibî fi fıķhi’l-luğa ve süneni’l-‘Arab fî kelâmihâ, el-Mektebetu’s-Selefiyye, Kahire, 1324/1910, s. 5; İbn Hacer el-‘Askalânî, Fethu’l-bârî bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (thk. Abdülazîz b. Abdillâh b. Bâz), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1414/1993, IX, 10; ‘Aynî, ‘Umdetu’l-ķâri şerĥu Sahîhi’l-Buhârî, (thk. Sıdkî Cemî ‘Attâr), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1422/2002, XII, 415; Kastallânî, İrşâdu’s-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, (Muhammed Abdulazîz el-Hâlidî), Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1416/1996, X, 10; Suyûtî, el-Muzhir, I, 8.
    8 İbn Fâris, a.g.e, s. 6; Suyûtî, el-Muzhir, I, 9.
    9 İbn Hazm, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Matbaatu’l-‘Âsıme, Kahire, 1970, I, 28.
    10 Bakara, 2/31.
    11 İbn Hazm, el-İhkâm, I, 28.
    12 Vedi’ Vâsıf Mustafa, İbn Hazm ve mevķifuhu mine’l felsefe ve’l-mantıķ, Abudabi, 2000, s. 269.
    13 İbn Hazm, el-İhkâm, I, 30.
    14 El-Âmidî, el-İhkâm, I, 104-112.
    15 Suyûtî, el-İktirâh, s. 27; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 44 vd.
    16 İbn Teymiyye, el-Îmân, 103-104.
    17 er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, II, 175.
    18 el-Âmidî, el-İhkâm fî usûli›l-ahkâm, Dâru’l-Kutubi’l-Hidiviyye, Kahire, 1332-1914, I, 106; Suyûtî, el-Muzhir, I, 20; Kâsid Yâsir ez-Zeydî, a.g.e, s. 46-47.
    19 Suyûtî, el-Muzhir, I, 20.
    20 Hüseyin Küçükkalay, a.g.e, s. 15-16.