“ŞEYLER İLE ARASI HOŞ OLMAK”: TAOCU BİLİNCİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Hans-Georg Moeller

    “Doğu” felsefeleri hakkında “Batılıların” paylaştığı ortak bir önyargı var: Bu önyargıya göre, Doğulular “mistiktir” ve insan bilincini belirli bir yüksek seviyeye çıkarmaya çalışırlar, o bilinç orada tüm evrenle hemhâl olur veya sıra dışı bir aşkın duruma erişir. Önyargılarla ilgili sorun genelde büsbütün yanlış olmaları değil, gerçekliğin karmaşasını çok basit bir basmakalıba indirgemeleridir. Doğu “hikmeti” ile ilgili “mistiklik” önyargısı için de durum böyle. Doğu Asya felsefelerinde ve dinlerinde ve özellikle Taoizm ve Budizm’de mistik akımlar kuşkusuz var. Budist metinler elbette bilinç durumlarıyla en girift şekilde meşgul olurlar, Taoizm de Çincede (xin) denen ve “kalp-ruh” manasına gelen şeyle çok ilgilidir: “Kalp-ruh”, düşüncelerin ve duyguların yeridir, modern bilimde bu yer beyin olsa da hem antik Yunanistan’da hem antik Çin’de bu yer kalptir. Fakat Taocuların kalp-ruh ile ilgilenmesi asla mistik olmamıştır. Aksine, “klasik” temel Taocu metinler, ayakları yere basan siyasi, toplumsal ve varoluşsal meseleler ve sorunlara şiddetle odaklanır. Milattan önce en az 4. yüzyıla dayanan ve Tao Te Ching olarak da bilinen Laozi, ilk aşamalarında genelde siyasi bir metin ve stratejik bir elkitabı olarak anlaşılır; köken itibarıyla muhtemelen yaklaşık bir yüzyıl daha genç olan Zhuangzi de şiddet ve riyakârlık dolu şu dünyada insanın ölümlülüğü ve özellikle endişe ve hüsranla nasıl başa çıkacağımız gibi varoluşsal sorunları, ahlaki disiplin, dinî telkin ve siyasi kısıtlamalarla baskıları ele alır. Huzursuz durumlarda bir huzur formuna nasıl ulaşacağımızı keşfeder, gergin durumlarda nasıl bir zihin rahatlığına erişeceğimizi veya neredeyse çıldırmış bir toplumun ortasında ruh sağlığımızı nasıl koruyacağımızı araştırır.

    Zhuangzi, günlük yaşamda tatsızlıklarla ve sıkıntılarla yani hastalık veya ölümle, suçun cezalandırılmasıyla, toplumsal kınama ya da dışlamayla uğraşan insanların pek çok hikâyesini içerir. Genelde, bu hikâyelerdeki kahramanlar, sorunlarla başa çıkarken en sakin tavrı takındıkları için neredeyse Stoacı bir yetenekleri vardır. Bu tür insanlardan biri de Sunshu Ao, kendisi bir devlet memuru, muhtemelen siyasi amaçlar güden bir dizi işe alıma ve kovulmaya maruz kalmış.1 Şimdi bu makaleyi okuyanların bazıları da dâhil, günümüzde birçok okurun başına geldiği üzere, kariyerindeki bu yükselme ve düşüşler, büyük ölçüde siyasi iktidardaki değişimlere ve idarecilerin pişkin yanlılıklarına bağlıdır. Art arda üç defa işini kaybetmesine rağmen, Sunshu Ao duygusal bakımdan ayakta kalır. Tanıdıklarından biri olan Jian Wu isimli bir adam bu itidal karşısında şaşkına döner ve sorar: “Başta seni kuşkulu görmüştüm, ama şimdi görüyorum ki düzenli nefes alıyorsun ve rahatlamışsın. Kalp-ruhunu nasıl işletiyorsun?” İşte bu soru, zorlayıcı durumlarda “kalp-ruhunu işletme” (yong xin) meselesi, Zhuangzi felsefesinin tam merkezinde yer alır.

    Sunshu Ao da bu Taocu soruya şöyle cevap verir: “Başkalarından daha iyi olduğumu mu sanıyorsun? İş bana teklif edildiğinde, reddedilmeyeceğinin farkına vardım; iş elimden gittiğinde de tutamayacağımı fark ettim. İşi alma ya da kaybetmenin benle bir alakası olmadığını anladım, bu yüzden bir hayal kırıklığı sergilemedim, hepsi bu. Başkalarından daha iyi olduğumu mu sanıyorsun? Ayrıca, insanların bana hayranlık duymasının sebebi ben miydim yoksa bu iş mi, bilemiyorum. Eğer sebebi bu işse benle bir alakası yok; eğer sebebi bensem, işle alakası yok. Böyle bütün doğrultular arasında gidip gelirken, başkaları beni düşük ya da yüksek statüye sahip sanacak diye ben ne ara endişeleneyim?”

    Sunshu Ao’nun ifadesindeki gerçek anlamı yakalamak için birkaç şeyi aydınlatmak gerek. Diğer Zhuangzi hikâyelerindeki karakterler gibi kendi ya da sevdiği başka birinin hayatını kaybetmesiyle değil de yalnızca işini kaybetmeyle yüzleşmiş olabilir ama durum yine de kaygılanacak kadar ciddidir. Bir devlet memurluğunun kaybı sadece kendinin (ve ailesinin) maddi refahının tehlikeye girmesi anlamına gelmez, aynı zamanda, ve belki de erken dönem Çin toplumu bağlamında daha önemli bir husus olan, kendinin (ve ailesinin) toplumsal statüsü de yıkılmış olabilir. Kendinin (ve ailesinin) halk nezdindeki itibarı ve kimliğinin mahvolması manasına gelir, toplumsal bir rezalet demektir. Bu sebeple, belki de pek etkilenmemiş numarası yapmaktan ziyade gerçekten sakin kalmak ve “düzenli nefes almak ve rahatlamak” büyük bir başarı. Buna karşın, Sunshu Ao hemen “başkalarından daha iyi olmadığını” vurgular. Belirli bir bilinç durumuna ulaşan ve böylece herhangi bir dünyevi talihsizliğin erişim alanının ötesine geçen ruhani bir üstat katiyen değildir: “Zihninin işlemesi”, sıradanlığın aşılmasıyla bir ortak bağ taşımaz. Düz bir adamdır. Başkalarından daha iyi olmadığını ikinci kez vurguladığında, duygularının ve düşüncelerinin alelade olduğuna işaret etmez sadece, aynı zamanda, devlet memurluğu almak ile özel biri olmak arasında hiçbir bağ bulunmadığını da belirtir, sahip olduğu yüksek pozisyonları özellikle hiç arzulamamıştır ya da hak etmemiştir.
    Erken dönem Çin’de meslek seçme diye bir şey pek tabii yoktu. İnsanlar bir yere özgeçmişlerini gönderip niteliklerine göre bir pozisyona başvurmuyorlardı. Meslekler miras alınıyordu ya da kişiler tayin ediliyordu ve reddedilme imkânı yoktu. Nasıl ki bir erkek çocuğundan babasının ticaretini devam ettirmesi bekleniyorsa devlet memurlukları için de aynı şey geçerliydi. Hatta, daha üst bir makama tayini reddetmek sadece kişinin kendini değil ailesinin geri kalanının toplumsal statüsünü de tehlikeye atmak demekti. Sunshu Ao da zaten işini alırken ya da kaybederken çok az manevra kabiliyeti olduğunu vurgulamakta haklıdır.

    Hem işe girmesini hem de işten atılmasını belirleyen kısıtlamaları anlamak, Sunshu Ao için, en azından belirli bir seviyeye kadar kendini toplumun zorladığı rolden ayrıştırma imkânı sunar. Belki de bazı insanlar ona sırf sahip olduğu itibarlı iş sebebiyle saygı duydu, o hâlde saygıları kişisel değildi ve dolayısıyla bu saygıyı yitirmek de kişisel algılanamazdı. Başka bazı insanlar da onun pozisyonunu hesaba katmadan önemsemişlerdi onu, o hâlde sırf kovulduğu için insanlar onu artık önemsemeyecek diye kaygılanmanın da âlemi yoktu.

    Kendi ve işi arasında bir ayrım yapma kabiliyeti sayesinde Sunshu Ao, kişisel kimliğin ahenksiz olduğunu görür: İnsanın toplumsal kişiliği ile kişisel nitelikleri arasında kusursuz bir eşleşme yoktur: Toplumsal roller, toplumsal durumlara göre değişiklik gösterir, belirli bireysel vasıfların “doğal” sonuçları değillerdir. İşte tam da bu içgörü sebebiyle Sunshu Ao sakin kalır. Başına gelenleri hoş karşılar, şeylerle arası hoştur [be cool with things]; bir başka deyişle, toplumsal koşulları kabul eder ve rıza gösterir, ama aynı zamanda, onlara karşı, kelimenin mecazi anlamıyla “soğuktur” ve duygusal bakımdan o koşullarla bir ilişki kurmaz. Hem mecazi hem gerçek anlamıyla bu soğukluk, ister yüksek olsun ister düşük her toplumsal role uygulanır, ve dolayısıyla toplumsal başarı ve başarısızlık için de geçerli olur.

    Ancak, Sunshu Ao’nun sükuneti, ne duygularını uyuşturur ne de aklını. Toplumsal itibar hususunda çok kaygılanmaması, “bütün doğrultular arasında gidip gelme” imkânı sunar. Hem duygu hem zihin yönünden onu özgürleştirir, ki böylece şeyleri daha geniş kapsamlı tecrübe edebilir, onları farklı perspektiflerden görebilir, ve bu esnada toplumsal beklentiler umurunda bile olmaz.
    Rahat rahat “bütün doğrultular arasında gidip gelme”, cazibedar bir yaşam tarzı olarak tasavvur edilebilir, ancak bununla bağlantılı bir tutum olan “başına gelenleri hoş karşılama/şeylerle arası hoş olma” kolaylıkla gerçekten kaçış ya da kadercilik mahiyetinde (yanlış) anlaşılabilir, toplumsal sorumluluk pahasına bireysel mutluluk için bencil bir kaygı olarak görülebilir, hatta daha kötüsü, her tür toplumsal kötülüğün çıkmasına direnmeden ve eleştirmeden teslimiyet olarak da düşünülebilir. Bağlam dışında değerlendirildiğinde Sunshu Ao’nun “kalbinin nasıl işlediğini” açıklaması kuşkusuz böyle kınanabilir. Ancak Zhuangzi’nin hikâyesi Sunshu Ao’nun sözleriyle son bulmaz. Bu sözlerin peşinden gözden kaçmaması gereken bir yorum gelir:

    Konfüçyüs, bunu duydu ve şöyle dedi: “Geçmişte ‘hakiki insanlar’, bilgelerce ikna edilemezlerdi, güzelliklere kanmazlardı, hırsızlarca dolandırılmazlardı. Ne Fu Xi ne de Huang Di onlarla ahbaplık edemezdi. Yaşam ve ölüm kuşkusuz muazzam ama onlar için fark etmezdi. Hangi rütbe ve ödülün değeri kalır artık? Bu sayede ruhları Tai Dağını aşardı, ve orada bir engelle karşılaşmazlardı, en derin su kaynaklarına girerler ama ıslanmazlardı, en düşük ve adi konumlara gelirler ama hüsrana uğramazlardı. Semada ve arzda her yerdelerdi, başkalarını ne kadar buyur ederlerse kendileri de o kadar nasiplenirlerdi.”

    Erken dönem Çin’in tarihsel bağlamına aşina olmayan okurlar için bu yorum çok açık olmayabilir, fakat bu bağlamı açıkladığımızda hikâyenin derinlemesine eleştirel boyutu ortaya çıkar. Konfüçyüs’ün burada belirmesi açıkça hiciv niteliği taşır. Erken dönem Çin’de Konfüçyüs son derece saygı gören muhterem bir ahlaki ve ruhani figürdü, konum bakımından Hristiyanlık ya da İslam geleneklerindeki peygamberlerle ve azizlerle karşılaştırılabilir. O zaman ölçüt kabul edilen Konfüçyüsçü toplumsal ve siyasi değerler sistemi, kişinin toplumsal rollerine hem davranış hem duygu bakımından azimle bağlanmasını vurgular ki buna devlet içindeki roller de dâhildi. Buna karşın, kişiden beklenen ahlaki duruşu nükteleriyle tersyüz eden Konfüçyüs, burada Sunshu Ao’nun devletteki işinden ayrılmasını çokça över ve “geçmişteki” bazı bilge modelleri kadar bilge olduğunu söyler (“hakiki insanlar” ya da zhenren ). Gerçi bu bilgelerin “bilge-karşıtı” oldukları ortaya çıkar: Bilgenin (zhi zhe) yani geleneksel (Konfüçyüsçü) ahlaki ve siyasi öğretileri öğretenlerin herhangi bir şekilde öğretmesine karşı bağışıktırlar. Cezbedici güzelliklerle (ya da fuhuşla) ve hırsızlarla doğrudan ilişkilendirilen bu “bilge herifler” tüm çıplaklığıyla alay konusu edilirler. Alay sonra Fuxi ve Huang Di’ye döner, bu isimler kültürel ve siyasi bir rejimi vücuda getirmeye hizmet etmiş Konfüçyüsçü medeniyetin efsanevi kurucularıdır, örneğin Osmanlı Devleti’ndeki Osman Bey’le karşılaştırabilirsiniz onları. Ancak geçmişin “hakiki insanlar”ı -ki onları şimdi Sunshu Ao gibi Taocularla bağdaştırabilirsiniz- bu tür kişilerden sakınacak ve onlarla asla dostluk etmeyeceklerdir. Baskın bir kültürel geleneğin bu simgelerinden ve onların temsil ettiği ideolojiden güvenli bir mesafeye çekileceklerdir. Konfüçyüs’ün konuşmasında şairane belirttiği üzere, bu dürüstlük “hakiki insanlar”ı öyle güçlü yapmış ki hiç zarar görmeden en yüksek dağları aşarlar ve en derin sulara dalarlar.

    Konfüçyüs’ün ağzıyla hicivli bir şekilde ifade edilen Taocu toplum-siyaset eleştirisi, Sunshu Ao’nun toplumsal beklentilerden ayrışmasının daha geniş bir boyutunu açar. Rütbe ve ödüle karşı kayıtsızlığı ve “en düşük ve adi konumlarda” bile “hüsrana uğramama” kabiliyeti, yaşadığı toplum içinde toplumsal itibarın ideolojik çerçevesini tesis eden siyasi, ahlaki ve dinî ana anlatılardan eksiksiz kopuşu üzerine kurulur. Diğer taraftan, Sunshu Ao belli ki sadece sıradan bir insan; herhangi birinden daha kutsal değil. Herkes gibi o da toplumsal rollerden ve işlevlerden kaçmaz, dostlarla ve aileyle toplumsal bağlar kurar, ve sorumluluklar alır. Buna karşın, toplumunu şekillendiren hiyerarşik değerler sistemini psikolojik bakımdan içselleştirme eğilimine ve bu sistemi destekleyen baskın dogmalarla gelişigüzel özdeşleşme temayülüne karşı direnir. “Bilge”nin aşıladığı dinî, kültürel ya da siyasi öğretiler, toplumsal statülerde farklar üretir ve toplumsal bakımdan neyin kabul edilip neyin edilmeyeceğine dair katı hükümler dayatır. Fakat, Sunshu Ao, bunlara karşı hoş, kayıtsız kalır.

    Taoizmdeki “başına gelenleri hoş karşılama/şeylerle arası hoş olma” tavrı, yanlış bir ideolojiyi ya da yanlış bir kimliği doğrusuyla değiştirmeye kalkmadığı için diğer felsefi yaklaşımlardan ayrılır. Daha ziyade, herhangi bir ideolojiden ve toplumsal rollere aşırı teslimiyetten ve bunların bağlandığı inanç sisteminden sağlıklı bir mesafede durmayı işler. Tamamen köktencilik karşıtı bir yapısı vardır ve ideolojiden eleştirel bir kopuşla hem bireysel hem de toplumsal manada huzuru bulmaya çalışır.

    * Prof., Dr., Macau (Çin) Üniversitesi, Felsefe ve Din Çalışmaları Programı
    1 Zhuangzi, 21. Bölüm, 10. Kısım. Bkz. https://ctext.org/zhuangzi/tian-zi-fang