MEKTUPLARIYLA FREUD-JUNG İLİŞKİSİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Adem Beyaz*

    20. yüzyılın en etkin entelektüelleri arasında sayılan Dr. Sigmund Freud (1856-1939) ile Dr. Carl Gustav Jung (1875-1961) arasındaki doğrudan temas işte bu mektupla başladı. Dolaylı temas ise çok daha eskilere dayanır.

    19. yüzyılın bitimine doğru Freud muazzam bir yalnızlığa mahkûm olmuştu. Kariyerinde hüsrana uğramış, umduğu gibi bir araştırmacı olamamış, üniversitede de bir kadro bulamamıştı. Josef Breuer (1842-1925) ile birlikte Histeri Üzerine Çalışmalar başlıklı eseri yayınlanmış fakat hak ettiği değeri görmemişti. İlk kez 1896 yılında “psikanaliz” ifadesini kullandı, daha sonraki on yıl boyunca da psikanaliz tekniğini geliştirdi. 1900 yılında Rüyaların Yorumu yayınlandı, kitap çok satmadı. Freud hâlâ çok yalnızdı.

    Neyse ki 1902 yılında Viyana Üniversitesi’nde bir kadro çıktı. Talihi dönmüştü. Aynı yılın güz aylarında Wilhelm Stekel’in (1868-1940) teklifi üzerine “Çarşamba Toplantıları” başladı. Stekel’in yanı sıra Rudolf Reitler, Max Kahane ve Alfred Adler gibi psikanalize meraklı olanlar bu toplantıların ilk katılımcılarıydı.

    Freud’un şöhreti yavaş yavaş Viyana sınırlarını aşmaya başlamıştı. Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme yayınlandı (1905). Psikanalizin kurucusunun ismi artık iğrençlikle bir tutulur olmuştu, çünkü bu çalışmasında çocuklardaki cinsel içgüdüler hakkındaki bulgularından bahsediyordu.

    Freud’un yakın çevresi dışında psikanalize ciddi biçimde ilk dikkat kesilen yer Burghölzli Akıl Hastanesi oldu. Burası, Zürih Üniversitesi’ne bağlı bir psikiyatri kliniğiydi. 1860’ta kurulmasına rağmen, ileri araştırma ve tedavi yöntemleri sayesinde kısa süre içinde uluslararası bir ün kazanmıştı.

    Genç Jung, 1900 yılında Burghölzli’de yardımcı hekim olarak ilk görevine başladı. Basel Üniversitesi’ndeki tıp eğitimini daha yeni bitirmişti. Üniversitede okurken de çok parlak bir öğrenciydi. Başta hocaları olmak üzere yakın çevresi onun çok iyi bir cerrah olacağını düşünüyordu. Fakat o, doktorlar arasında görece düşük bir alan olarak görülen psikiyatriye yöneldi. 1902 yılında verdiği doktora tezinin başlığı “Okült Denen Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstüne” idi. Hocası ve hastanenin müdürü Eugen Bleuler, Freud’un Rüyaların Yorumu çalışması üzerine bir inceleme yazmasını istedi. Aslında bu kitabı çıkar çıkmaz okumuştu, doktora tezinin özellikle değerlendirme ve sonuç kısımlarında bu esere sık sık atıf yapmıştı ama tam hazmedememişti. 1903 yılında tekrar incelediğinde bu eserin kendi düşünceleriyle çok fazla ilişkili olduğunu keşfetti. Bu sebeple, 1905 yılına kadar ürettiği yayınlarda Freud’un cinsellik teorisi hariç diğer düşüncelerine çok fazla atıf vardır.

    Freud’un Bir Histeri Vakası Analizi adlı çalışması 1905 yılında yayınlandı. Jung da “Psikanaliz ve Çağrışım Deneyleri” adlı makalesini yazarken hemen bu çalışmadan faydalanmaya başladı. Bu makalede saplantılı bir nevroz vakasından bahsediyordu, hastayı önce çağrışım testlerine sonra psikanalize tabi tutmuştu. Hastayı nihayetinde iyileştirmiş ve vakayı özetlerken de Freud’un psikanalizini kolaylaştırmak ve kısaltmak adına çağrışım testinin faydalı olabileceğini söylemişti. Girişteki mektubun hemen başında anılan Tanısal Çağrışım Araştırmaları çalışması bu makaleyle son bulur.

    Girişte sunduğumuz Freud’un mektubu 11 Nisan tarihli olmasına rağmen Jung’un cevabının gelmesi 5 Ekim tarihini bulur. Çünkü Jung o yaz Erken Bunama Psikolojisi adlı monografisini tamamlamakla meşguldü. 1903’ten beri toplanan malzemeyle yazılan kitap, Freud’dan alıntılar ve onun düşünceleri üzerine uzun tartışmalar içeriyordu. 1906 Temmuz tarihli önsözde şunları der:

    Benim çalışmama şöyle bir göz gezdirdiğinizde bile Freud’un parlak fikirlerine ne kadar minnettar olduğumu hemen fark edersiniz. Freud, hak ettiği tanınmayı ve takdiri almış olmadığı gibi, en yetkin çevrelerden muhalefet görmeye devam ediyor, bu çalışmamla onun tarafında olduğumu umarım anlatabilmişimdir. Benim Freud’a olan ilgim Rüyaların Yorumu çalışmasıyla başladı, sonrasında diğer yazılarını da okudum. Size açık konuşayım, başlangıçta ben de literatürde Freud’a karşı yapılan itirazları pek tabii enine boyuna değerlendirdim. Ama sonra psikanalitik yöntemi durmadan kullanan ve Freud’un yaptığı gibi gerçekten keşifler yapan birinin ancak Freud’u reddedebileceğini söyledim kendime. Tabii bu da günlük yaşamın, histerinin ve rüyaların Freudcu bakış açısıyla uzun ve sabırlı araştırmasını yürüten kişi demekti. Bunları yapmayan ya da yapamayan kişi Freud üzerine tek söz söylememeli, yoksa Galileo’nun teleskobundan bakmaya tenezzül etmeyen şu kötü şöhretli bilim adamları gibi olur. Freud’a hakkını teslim etmek, elbette, çoğu kişinin korktuğu gibi, bir dogmaya kayıtsız şartsız bağlanmak anlamına gelmez; isteyen, bağımsız bir hüküm elbet yürütebilir. Örneğin rüyaların ve histerinin kompleks mekanizmalarını kabul ediyor olmam, çocuklukta cinsel tramvaya müstesna bir önem atfettiğim anlamına gelmiyor, ki Freud tam da bunu yapıyor. Cinselliği ön planda çok baskın bir yere yerleştirdiğim veya ona psikolojik bir evrensellik atfettiğim de söylenemez, her ne kadar Freud, cinselliğin ruhta oynadığı devasa rolü varsayıp böyle bir evrenselliği iddia ediyor olsa da. Freud’un tedavi yöntemine gelirsek şayet birçok mümkün yöntem arasından bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz en fazla; teoride ondan beklediğimizi pratikte her zaman vermiyor da olabilir. Bununla birlikte, Freud’un en büyük kıymeti, psikolojik ilkeleri keşfetmesinden ileri gelir; bu ilkelere kıyasla, milletin söylediği şeyler ıvır zıvırdan ibarettir, ama eleştirmenler ilkelere nispetle bu söylenenlere itibar ediyorlar. Freud’a karşı hakkaniyetli olmak isteyen kişi Erasmus’un sözlerini ciddiye almalı: “Unumquemque move lapidem, omnia experire, nihil intentatum relinque” [Her taşı oynat, her şeyi dene, teşebbüs etmediğin hiçbir şey kalmasın].

    Belirli ihtiyatlara rağmen, Jung’un Freudcu düşünceleri hem teoride hem de pratikte savunması Freud tarafında da yankı bulmuştu. Sonraki yazılarında psikanalizin yayılmasında Zürih Ekolünün —özellikle de Bleuler ve Jung’un— çok etkin olduğunu her fırsatta belirtmişti. Yalnızlık dönemi zaten sona ermişti. 1902’den beri psikanaliz kuramı adına sevindirici gelişmeler de yaşanmıştı. Sonraki yaşananları Otobiyografi’sinde şöyle anlatır:

    “1907 yılında, beklentilerin aksine, durum tümden değişmişti. Bleuler’den gelen bir mektuba göre, benim çalışmalarım Burghölzli’de inceleniyor ve kullanılıyordu. 1907 Ocak ayında Zürih kliniğinden ilk doktor beni ziyaret etti—Dr. Eitington. Sonra diğer ziyaretler peşi sıra geldi. Canlı bir fikir alışverişi yaşadık. Nihayet, C. G. Jung’un daveti üzerine, 1907 baharında Salzburg’da ilk buluşmamız gerçekleşti.”

    Jung, otobiyografisinde Freud’la aralıksız 13 saat sohbet ettiğini söyler. Tartıştıkları her konuda kendini belli eden zekâsına hayran kalmıştı. Freud da ondan büyülenmişti. Bu buluşmadan sonra, mektuplar üzerinden yürüyen mesleki ilişki artık kişisel bir ilişkiye de dönüşmüştü. İki güçlü figür arasında karşılıklı güven ve samimiyet tesis edilmişti. Artık birbirlerine aile meselelerinden bile bahsediyorlardı. Tabii bunun yanında mesleki konularda görüş alışverişinde bulunmayı da unutmuyorlardı. Psikanalizin taraftarları ve düşmanları üzerine gözlemlerini paylaşıyorlar ve bu psikanaliz hareketini hızla yayabilecek yöntemleri tartışıyorlardı. Freud, Jung’da bir vâris potansiyeli olduğunu anlamıştı. Viyana’nın Yahudi gettosunda filizlenmiş psikanaliz, zenginliğiyle ünlü Zürih’teki genç ve parlak bir Hristiyan doktor sayesinde hak ettiği mevkiye ulaşabilirdi. Böylece, antisemitizmin giderek yükseldiği Cermen dünyasında psikanaliz bir Yahudi bilimi yahut hurafe diye kapı dışarı edilemeyecekti.

    Jung, çok geçmeden Çarşamba Toplantılarına dâhil edildi. Birlikte kongre ve seminerlere katıldılar, seyahatlere çıktılar. Aynı yıl Amsterdam’a, 1909 yılında Amerika’ya gittiler. 1908 yılında, Jung çok meşgul olmasına rağmen, Freud’un ısrarları üzerine, uluslararası bir psikanaliz dergisi olacak Jahrbuch’un hem kuruluşunda hem de idaresinde görev aldı. Günümüzde hâlâ çok güçlü bir kurum olan Uluslararası Psikanaliz Cemiyeti 1910 yılında kuruldu, ilk başkanı Jung oldu. Otobiyografisinde de dediği gibi artık “vâris Prens”ti.

    Fakat bu iki karizmatik kişilik arasındaki iş birliği ne kadar güçlüyse farklılıklar, ayrışmalar ve yanlış anlamalar da o kadar kuvvetli oldu. İlk mektubundan da gördüğümüz üzere Freud patron olduğunu hissettirmişti ve öyle kalmaya da kararlıydı. Fakat otuzlarındaki keskin zekâlı ve yetenekli İsviçreli psikiyatr da daha o zamanlardan kendi çağrışım yöntemiyle uluslararası bir şöhrete kavuşmuştu. Bunun yanında Jung, Freudcu teoride cinsellik unsurunun merkezde durmasına her zaman ihtiyatla yaklaşmıştı, Freud’la kurduğu yakın münasebet bile fikirlerini değiştiremedi. Her şeyden önemlisi, Jung’un psikanaliz dâhilinde akıldışı unsurlara çok fazla yer vermesi Freud’u fazlasıyla kaygılandırıyordu. Jung daha sonra akıl unsurlarını tam manasıyla teşhis etmek ve onlar üzerindeki spekülasyonları temizlemek için akıldışı unsurlarla meşgul olduğunu defalarca söylemiş olsa da Freud’un başlangıçtan beri süren korkusu depreşiyordu: Psikanaliz bir bilimdi, bilim olduğunu ispatlaması gerekiyordu. Hurafe söylentileriyle yıllarca uğraşmışken, disiplinin altını oyacak düşüncelere artık tahammülü yoktu. Bu uyuşmazlıklar bir türlü giderilemedi. Hatta vakit geçtikçe daha da katmerlendi ve mesleki ilişkiler bile artık kişisel bir hâl aldı. Jung’un mektubundan da anlayacağımız üzere iki doktor 1912 yılının sonlarında kopma noktasına gelmişti:

    1003 Seestrasse, Küsnach-Zürich
    18 Aralık 1912
    Sevgili Profesör Freud,
    Tüm samimiyetimle size birkaç şey söyleyeyim mi? Size karşı olan hislerimin muğlaklığını kabul ediyorum, ama mevcut durumu dürüstlükle ve mutlak açıklıkla görmekten de kendimi alamıyorum. Sözlerimden şüphe ederseniz gerçekten yazık olur. Fakat, takipçilerinizi hastalarınızmış gibi tedavi etmeyi içeren tekniğin bir hata olduğunu size belirtmeliyim. Bu şekilde sadece ya aşağılık evlatların ya da edepsiz köpek yavrularının türemesine sebep olursunuz. Küçük hilenizi görecek kadar tarafsız bakıyorum duruma. Gezmeye çıkıp çevrenizdeki tüm semptomatik eylemleri kokluyorsunuz, böylece herkesi hatalarının varlığını utanarak kabul eden evlatlar seviyesine indirgiyorsunuz. Bu arada siz de baba gibi en tepede gayet rahat oturuyorsunuz […]
    En içten saygılarımla,
    Jung

    Freud, bu mektuba cevabında, dergiyle alakalı bazı sorulara yanıt verdikten sonra Jung’un ithamlarına karşılık verir ve ilişkilerini kesmeyi teklif eder:

    Viyana, 3 Ocak 1913
    Sayın Başkan,
    Sevgili Doktor,
    […] Önceki mektubunuzdaki bir noktayı ayrıntısıyla cevaplamak isterim. Takipçilerime hastalarımmış gibi davrandığım yönündeki ithamınız tamamen yersizdir. Stekel ve Adler’in suistimalleri yüzünden sorumlu tutuluyorum; aslında Stekel’e analizi hakkında tek kelime etmiş değilim, çünkü analiz biteli neredeyse on sene oldu, Adler’in analiziyle ilgili de konuşmadım, çünkü kendisi hiç benim hastam olmadı. Onlar hakkında yaptığım analitik tespitler başkalarına yönelikti ve çoğu zaman onlarla iş birliğini kestiğim zamanlarda bu tespitleri yapmışımdır […].

    Biz analistler, kendi nevrozundan utanma duygusuna asla kapılmamalıyız, bu bizim aramızdaki bir anlaşma gibidir. Fakat, anormal davranırken normal olduğunu çığırmaya devam eden biri, kendi hastalığına karşı düzgün bir fikre sahip olmadığı şüphesine zemin hazırlar. Hâliyle, kişisel ilişkimizi tamamen kesmeyi öneriyorum. Ben bundan bir şey kaybetmem, çünkü sizle olan tek duygusal ilişkim uzun zamandır ince bir bağdan ibaret —o da zaten geçmiş hayal kırıklıklarının geçmek bilmeyen etkisi. Önünüz açık, geçenlerde Münih’te ortaya koyduğunuz tespitler bunun göstergesi. Bir adamla olan samimi ilişkiniz, bilimsel özgürlüğünüzü engellemesin […].
    Saygılarımla,
    Freud

    6 Ocak tarihli mektubunda Jung, Freud’un kişisel ilişkileri kesme teklifini kabul eder. Fakat Jahrbuch editörlüğü ve cemiyet başkanlığı işleri devam eder. Bu konularda profesyonel ilişkilerden taviz vermezler. Uluslararası Psikanaliz Cemiyeti’nin yeni yayını olacak olan ve uzun zamandır hazırlığı yapılan Internationale Zeitschrift für Psychoanalyse [Uluslararası Psikanaliz Dergisi] için Freud’un yazdığı mektup bunun göstergesidir:

    Viyana, 27 Ocak 1913
    Sayın Başkan,
    Sevgili Doktor,
    Yeni yayınımız Zeitschrift’in ilk sayısı önümde duruyor. Bu vesileyle, başkan olarak esirgemediğiniz dostane desteklerinizden dolayı size teşekkür etmek istedim. Başlangıçtan beri, herkesi tatmin etmesini umduğumuz bir politikayı hayata geçirmemize yardımcı oldu.

    Değişiklik ve geliştirme önerileriniz için hem editörler hem de idareci size minnettardır. Jahrbuch incelemesi bir sonraki sayıda devam edecek, o sayıda ayrıca sizin libido üzerine yazdığınız makale de editörlerden biri tarafından incelenecek. Üçüncü sayıda Amerikalı meslektaşlarımızın katkıları olacak.
    […]

    Ortak girişimlerimizi temel alıp tatminkâr bir anlayışa erişeceğimizi umut ediyorum.
    En içten saygılarımla,
    Freud
    […]

    Bu Freud’un Jung’a yazdığı son mektuptur. Mesleki ilişki devam edecek gibi görünür fakat Jung’un kulağına gelen bir söylenti bütün ilişkiyi bitirecektir. 27 Ekim 1913 tarihli kısa mektubunda şöyle der:

    “Dr. Maeder vasıtasıyla işittim ki size olan sadakatimden şüphe etmişsiniz. Keşke bunu bana doğrudan söyleseydiniz. Çünkü bu bir insanın görüp görebileceği en büyük hakarettir. Mümkün iş birliklerini de imkânsız kılar. Bu sebeple bana emanet ettiğiniz Jahrbuch editörlüğünü bırakıyorum.”

    Jung’la birlikte Bleuler de idarecilikten ayrılır, Jahrbuch ancak bir sene daha yayın hayatına devam edebilir. Jung daha sonra 20 Nisan 1914 tarihli mektubunda cemiyet başkanlığından da istifa eder:

    Sayın başkan,
    Son gelişmelerden sonra gördüm ki benim görüşlerimle Cemiyetimizin üyelerinin çoğunluğunun görüşleri arasında keskin farklılıklar var, bu yüzden kendimi başkanlık için uygun kişi olarak görmüyorum. Dolayısıyla, cemiyet şubelerinin başkanları konseyine istifamı sunuyorum. Şimdiye kadar gösterdiğiniz itimat için müteşekkirim.
    En derin saygılarımla,
    Dr. C. G. Jung

    Cemiyetin altı Avrupa şubesine —Berlin, Budapeşte, Londra, Münih, Viyana, Zürih— gönderdiği 30 Nisan 1914 tarihli mektubunda Freud, başkanlar konseyinin toplanmasını ve kendisinin sadık öğrencilerinden olan Karl Abraham’ı geçici başkan seçmelerini rica etti.
    Temmuz sonunda Jung, konuşma yapmak üzere Britanya Tıp Cemiyeti tarafından İskoçya’nın Aberdeen şehrine davet edildi. “Psikopatolojide Bilinçdışının Önemi” başlıklı bir konuşma sundu, “Rüyaların önemine dikkat çektiği için Freud’a çok şey borçluyuz.” diye kısa bir atıf yaptı ama psikanaliz kelimesini hiç kullanmadı. Aslında bunu bizzat Freud talep etmişti. Kendi teorilerini paylaşmayan uzmanların psikanaliz ifadesini kullanmasını istememişti. Uzun zamandır sadık takipçisi olan ancak yine Freud’la anlaşmazlık yaşayıp onun yolundan ayrılan Alfred Adler de aynı akıbete uğramıştı.

    Jung, o günden sonra yaptığı işe “analitik psikoloji” adını verdi. Gerçekten de Freud’un dediği gibi bilimsel özgürlüğüne kavuşmuştu, zira zamanında akıldışı unsurlarla meşgul olmakla itham edilen Jung, bu tavrını daha da ilerletti. Anima/Animus, arketip, kolektif bilinçdışı, persona ve telafi gibi hep bilimsel olmamakla itham edilen kavramlar üretti. Psikanaliz içindeki Freud’a özgü kavramları ve anlayışları da kendi psikoloji anlayışı içinde dönüştürdü. Dahası, sadece bir psikiyatr olarak kalmadı; din, antropoloji, kültür tarihi, uygarlık vs. gibi alanlar üzerine analizleri sayesinde yetkin bir düşünür karakterine büründü.

    İkili, 1914’teki kopuştan sonra bir daha görüşmedi. Tek irtibatları 1923 yılında Jung’un Freud’a gönderdiği bir mektuptan ibaret. Onda da belirli bir hastayla ilgili mesleki bir soru soruyor. Freud’un sonraki çalışmalarında Jung’a herhangi bir atıf bulunmaz, sadece anılarında geçmişte nasıl bir hata yaptığını anlatmak için Jung’dan bahseder. Jung ise en başta takındığı tavrı neredeyse hayatının sonuna kadar devam ettirir, başta cinsellik teorisi olmak üzere ustanın bazı düşüncelerine katılmaz, ama makul bulduklarını sonuna kadar işlemeye ve genişletmeye çalışır. Hem 18 ciltlik Toplu Eserler içinde hem de ölümünden sonra yayınlanmaya başlayan ve yaklaşık 40 cildi bulan seminerler ve konferanslar içinde Freud’a ve psikanalizine her zaman saygılı ve eleştirel atıflar vardır.

    *Editör, çevirmen