JEAN-LUC NANCY’YE VEDA

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Jacob Rogozinski*

    Yakın zamanda aramızdan ayrılan Jean-Luc Nancy, 1970-1980’li yıllarda French Theory denen akımın son temsilcilerinden biriydi; bu akım, Jacques Derrida, Michel Foucault, Gilles Deleuze, Jean-François Lyotard ve psikanalist Jacques Lacan gibi birçok isimle anılan son derece revaçta olan felsefi ve entelektüel bir akımdı ve tüm dünyada bilinir olmuştu. Jean-Luc Nancy’nin felsefesini nitelemek çok zordur, kendisi sınıfları aşan bir düşünürdür. Kuşkusuz onu bazen “yapısökümcü” olarak tasavvur ediyoruz; ne de olsa “Strasbourg Yapısöküm Okulu” denen ekolün kurucularındandı. Bununla birlikte onu Philippe Lacoue-Labarthe ve aynı zamanda Derrida’ya yaklaştıran şey, asla var olmamış bir ekole aidiyeti değil, düşünce yakınlığı vasıtasıyla ortaya çıkmış dostluklarıydı. Jean-Paul Sartre, Emmanuel Levinas ve diğerleri gibi onlar da filozof-yazar olma özelliğini taşıyordu; onlar için, düşünme faaliyeti yazma işinden ayrışmıyordu. Hakiki her filozof gibi birçok kavram ortaya koymuştu, fakat bu kavramların hiçbiri bir anahtar kelime tarzında işlememişti, bir araya getirildiklerinde de bir sistem oluşturmuyorlardı. Daha ziyade gökyüzünde bir yıldız kümesi oluşuyordu ya da yeraltında bir gövde filizleniyordu, hiyerarşi düzenine tabi olmayan bir ağ vardı, bu da devamlı bir dönüşüm içindeydi. Bunların unsurlarını Derrida “yanıp sönen yarı kavramlar” diye niteler; dakik ve stratejik icatlardır, çoğu zaman mizaha çalarlar ve bir doktrin vazetmeden düşünmeye davet ederler. Yapısöküm [déconstruction], geleneksel değerlerin ve kurumların nihilist bir yıkımı [destruction] değildir. Nancy’nin dediği gibi, “Yapısöküm demek sökmek, parçalarına ayırmak demektir, bir düzeneğe oyun alanı açmak ve bu düzeneğin parçaları arasında o düzeneği ortaya çıkaran bir imkânın oynamasına müsaade etmektir.”1Jean-Luc Nancy, La déclosion (Déconstruction du christianisme 1), Galilée, 2005, s. 215. Dolayısıyla burada olumlayıcı bir işleyiş var; bir düşüncede ya da eserde gizli kaynakları ortaya çıkarmaya çalışır. “Hristiyanlığın yapısökümü” işine giriştiğinde de Hristiyanlığı reddetme ya da lanetleme derdinde değildi, bilhassa dogmatik bir ateizm namına böyle bir işe girişmemişti; zaten bu tür bir ateizme de “deizmin baş aşağı hâli” diyordu. Hristiyanlık içinde yapısöküme direnen her şeyi ortaya çıkarmaya çalışıyordu: iman, tapınma, azizlik. “Tanrı hakkında artık söylenecek bir şey yok.”, “Tüm tanrılar [dieux] nefret uyandırıyor [odieux].” ve “Dinî tecrübe tükendi.” dedikten sonra bu tecrübeden geriye “silinmesi zor bir iz” kaldığını belirtme noktasına gelmişti. Bir duada keşfeder bu izi tıpkı Babamız gibi, duada “ilahi bir cömertliğe cömert bir terki, yalnızca tanrının terk edeceği bir sıkıntıdan kurtulma niyazını” duyar.2Jean-Luc Nancy, Des lieux divins, T.E.R., 1987, s. 38. Deist ya da ateist olmayan Nancy, diğer sorunlar gibi bu sorunda da ikili karşıtlıkları engelleyen ve buradan cömertliğe çağıran bir düşüncenin paradokslarıyla bizi karşılaştırır.

    Nancy’nin düşüncesi tek bir yol izlememişti: Her daim titizlikle ve bir yöntemle ilerlemişse bunun sebebi düşünceyi her seferinde yeniden keşfetmesi ve düşündüğü meseleye tek bir erişim yolu bulmaya kendini zorlamasıdır. Belki de bu yöntemi bir meditasyon olarak adlandırabiliriz, tıpkı bir zamanlar Descartes ya da Heidegger’in bu kelimeyi kullandığı manada. Nancy’de meditasyon bir meseleden hareket eder ve amacı da o meseleyi gözler önüne sermektir, onu kendisine karşı döndürerek ve başka meselelerle birbiri içine geçirerek ortak kavranışından onu azade kılmaktır. Başlangıç noktası bazen felsefi bir sorun olabilir, ama daha ziyade bir paradokstur; “Dünya, dünya kurma kabiliyetini kaybetti.” gibi beklenmedik bir ifadede olduğu gibi,3Jean-Luc Nancy, La création du monde, Galilée, 2002, s. 16. ya da Îsâ’nın Mecdelli Meryem’e hitap ederken söylediği ve Nancy’nin kitaplarından birinin de başlığı olan noli me tangere (dokunma bana) ifadesi gibi; ya da hatta bir başka kitabının ilk cümlesi olan hoc est enim corpus meum (çünkü bu benim bedenim) gibi.4Jean-Luc Nancy, Noli me tangere, Bayard, 2003 ve Corpus, Métailié, 2000. Bazen de bir sanat eseri ya da fotoğraftır; örneğin bir dağ gölünün fotoğrafı Nancy için kıyı, sahil, manzara, yer, yaklaşma, yakınlaşma ve dünyanın mekân hâline gelmesi üzerine derin derin düşünmek için muazzam bir fırsat sunabilir.5Jean-Luc Nancy, Le poids d’une pensée, l’approche, La Phocide, 2008, s. 111-123. Paradoks, fotoğraf ya da açılış ifadesi her seferinde serpilir, bir başka deyişle her yönde kat edilir ve gözler önüne serilir, çünkü meditasyon tortulaşmış ya da sıradanlaşmış anlamları soyup çıkararak içerdeki her unsuru ortaya çıkarır. Böylece “bu benim bedenim [corps]” ifadesi Corpus kitabı içinde —ki en güzel kitaplarından biridir— beden gizemi hakkında verimli bir soruşturmaya davet eder. Pek tabii, beden düşüncesini geleneksel kavrayışlardan kurtarmaya da çalışır, çünkü bu kavrayışlar bedeni başka bir şeyin —bir ruhun, bir zihnin ya da bir tanrının— kisvesi hâline getirmişler ve böylece bir yer edinmesini engellemişlerdir. Bedenin farklı boyutlarını yöntemli bir şekilde incelemiştir: beden-yer, ölü beden, cinsel beden ya da “zevk bedeni”, politik beden, yaralı beden, “bedenin çoğalan imgeleri”, gelen beden… Meditasyon tüm yönlerde genişleyerek başlangıçtaki ifadenin her terimini yeniden ele alır ve yeniden işler: “bu”, “ben”, “beden”. “Bedenden bedene uzanan imgeler bütünü vücuda gelir (…), köpükler, gözyaşları, dişler, balçıklar, çatlaklar, bloklar, diller, terler, sıvılar, damarlar, hüzünler ve sevinçler, ben ve sen” birer birer sıralanır.6Nancy, Corpus, s. 104. Bu seyir esnasında beden meselesi, onun düşüncesini her daim bulandıran diğer meselelerle birlikte yankılanır: dünya, bedenlerin aracısı olan topluluk, sunum, sunumun çekilme gizemindeki kutsiyet, zira “Bedenler Tanrının sunumudur.”, öyle ki “Tanrı öldü demek, Tanrının artık bir bedeni yok demektir”.

    Onun düşünce rotası bizi nereye çıkarır? Felsefesi kendi kendini iptal eden paradoksal ifadelere indirgenebilir mi (“topluluk olmadan topluluk”, “şiddet olmadan şiddet”)? Bu felsefe kendini bir çifte olumsuzluğun yani bir çifte güçsüzlüğün çıkmazına mı kilitliyor (“ve ortaya çifte bir engel çıkıyor: beden hakkında konuşma engeli ve onu susturamama engeli”7A.g.e., s. 52.)? Böyle bir şeye inanırsak hata ederiz çünkü onun düşüncesi bazen trajik olsa da çoğu zaman olumlayıcı ve neşelidir, ayrıca asla şüpheci, nihilist ya da umutsuz değildir. Nancy’nin yapısöküm uğraşı ve yüzleştiği paradokslar onu limitlerde düşünmeye itti, akıl almaz ve tiksindirici olanın kıyısında; amacı da bir yer vermek, bir beden vermek, bir anlam vermekti. Dünyanın anlamı, kitaplarından birinin başlığıydı, ve her daim sorduğu şu soruyu ifade ediyordu: Varoluşumuza nasıl anlam vermeliyiz, pisliğin [immonde] anlamsızlığına maruz kalmış dünyamıza [monde]? Topluluk sorununa eğildiğinde ise bize hemen şunu haber verir: Günümüzde kıyamet tellallarını takıntılı hâle getiren kayıp bir topluluk nostaljisi geriye dönük bir yanılsamadan ibarettir, bir mittir, Batı’nın asıl mitlerinden biridir, çünkü zamanında mutlu mesut var olmuş ama sonra yok olduğu için bizi şimdi sıkıntıya sokacak böyle bir topluluk asla var olmadı. Faşizm, kaynaştıran bir iştirak biçimi altında Ulus ve Irk topluluğunu yeniden yaratma projesi üzerine kurulur: “İştirak saplantısının tuhaf veya sefil bir sıçramasıydı.” ama miti faaliyete geçirme arzusu yalnızca bir “ölüm faaliyeti” üretti ve bu da “kendi kendini düzenleyen topluluğun intiharı” ile sonuçlandı.8Jean-Luc Nancy, La communauté désœuvrée, Christian Bourgois, 1986, s. 36 ve 46. Bu konu üzerine ayrıca Lacoue-Labarthe ve Nancy’nin denemesini de okuyabiliriz: Le mythe nazi, L’Aube, 1991. Bu sebeple tüm topluluk yanılsamalarını yapısöküme uğratmak (hatta en demokratik olanları bile), yani onları sekteye uğratmak gerekir, işte bu sebeple “mitin sekteye uğraması aynı zamanda zorunlu biçimde toplumun da sekteye uğramasıdır.” Bununla birlikte her şey göründüğü kadar basit değil: Bilmek gerekir ki “topluluğu silip süpürmek ve geriye bir şey bırakmamak bir kötülüktür”, insanlar için bir felakettir, çünkü hep toplu hâlde yaşadık, öyle ki topluluğumuz “hiç kaybolmadı.”9Nancy, La communauté désœuvrée, s. 145-146. Beden meselesine gelince yine çifte bir engelle karşılaşıyoruz, çünkü bir topluluk oluşturmak imkânsızdır —ve ölümüne tehlikelidir— ama onu sekteye uğratmak da bir o kadar imkânsızdır. İşte Nancy bu çıkmazdan kurtulmak için “topluluk olmadan topluluk” ifadesini kullanır. Bu paradoksal ifadeyle kastedilen şey aslında şu: miti olmayan, nostaljisi olmayan, bir kahramanla, bir liderle veya bir Ülküyle özdeşleşmeyen, iştirak olmadan bir topluluk. Bu topluluk belki de demokrasinin hakikatidir ama ona dönmek söz konusu bile değil, çünkü hiç var olmadı: Böyle bir topluluk “gelen bir topluluktur, yani her kolektif bünyeye hiç durmadan her daim gelir.”10A.g.e., s. 177. Ayrıca bkz. Jean-Luc Nancy, Vérité de la démocratie, Galilée, 2008. Bir çıkmazla karşılaşacağımız ana kadar bir meseleyi saçmak, sonra bir çıkış yolu bulmak için o meseleyi kendine karşı döndürmek: Görebileceğimiz üzere aynı işleyiş dünyayı, bedeni, özgürlüğü, anlamı ve Nancy’nin diğer bütün esas meselelerini düşünürken de bulunabilir. Bahsettiğimiz gibi, Hristiyanlığı yapısöküme uğratmaya çalışırken nihayetinde bu yapısöküme direnen ve “cömertliğe cömert bir terk ediş” dediği bir şey keşfeder. Herhangi bir yapısökümün imkânsızlığı bir özgürlük icrası olacaktır ki Descartes bunu yüksek bir erdem olarak görüyordu: cömertlik. Eğer Jean-Luc Nancy’nin düşüncesi bize bu kadar şey verdiyse bunun sebebi son derece cömert bir düşünce olmasıdır, düşünce cömertliğinin örnek bir tezahürü olmasıdır.

    *Prof. Dr., Strasbourg Üniversitesi, Felsefe

    1 Jean-Luc Nancy, La déclosion (Déconstruction du christianisme 1), Galilée, 2005, s. 215.
    2 Jean-Luc Nancy, Des lieux divins, T.E.R., 1987, s. 38.
    3 Jean-Luc Nancy, La création du monde, Galilée, 2002, s. 16.
    4 Jean-Luc Nancy, Noli me tangere, Bayard, 2003 ve Corpus, Métailié, 2000.
    5 Jean-Luc Nancy, Le poids d’une pensée, l’approche, La Phocide, 2008, s. 111-123.
    6 Nancy, Corpus, s. 104.
    7 A.g.e., s. 52.
    8 Jean-Luc Nancy, La communauté désœuvrée, Christian Bourgois, 1986, s. 36 ve 46. Bu konu üzerine ayrıca Lacoue-Labarthe ve Nancy’nin denemesini de okuyabiliriz: Le mythe nazi, L’Aube, 1991.
    9 Nancy, La communauté désœuvrée, s. 145-146.
    10 A.g.e., s. 177. Ayrıca bkz. Jean-Luc Nancy, Vérité de la démocratie, Galilée, 2008.



    1 Jean-Luc Nancy, La déclosion (Déconstruction du christianisme 1), Galilée, 2005, s. 215.
    2 Jean-Luc Nancy, Des lieux divins, T.E.R., 1987, s. 38.
    3 Jean-Luc Nancy, La création du monde, Galilée, 2002, s. 16.
    4 Jean-Luc Nancy, Noli me tangere, Bayard, 2003 ve Corpus, Métailié, 2000.
    5 Jean-Luc Nancy, Le poids d’une pensée, l’approche, La Phocide, 2008, s. 111-123.
    6 Nancy, Corpus, s. 104.
    7 A.g.e., s. 52.
    8 Jean-Luc Nancy, La communauté désœuvrée, Christian Bourgois, 1986, s. 36 ve 46. Bu konu üzerine ayrıca Lacoue-Labarthe ve Nancy’nin denemesini de okuyabiliriz: Le mythe nazi, L’Aube, 1991.
    9 Nancy, La communauté désœuvrée, s. 145-146.
    10 A.g.e., s. 177. Ayrıca bkz. Jean-Luc Nancy, Vérité de la démocratie, Galilée, 2008.