İNDİRGEME VE YOK SAYMA PROBLEMİ BAĞLAMINDA “İYİ OLAN”IN ONTİK STATÜSÜ VE DOLAYIMLARI
Kübra Bilgin Tiryaki*
İçine doğduğumuz ve varlığımızı sürdürdüğümüz dizge her ne ise onun farkında olmak açısından “o dizgeyi aşan” bir bilince sahibiz. Ancak genel gidişat içerisinde o bilinci fark etmek ve hatta fark ettiğimiz üzerine düşünebilmek çoğu zaman mümkün olmaz. Zira hayatın akışı, eylem anlarının hızlı karar almayı gerektiren durumları, birbiri üzerine aralıksız bir şekilde eklenen hadiseler toplamı, onları dışsallaştırıp üzerine düşünme imkânı için bir aralığa fırsat vermez. Bu aralığın oluşması için özel bir çaba gereklidir. Hadiselerle karşılaşan, sürekli oluş-bozuluş hâlindeki evren içerisinde kendisine bir yer tayin etmeye çalışan bu bilinç, hazırda bulduğu şartların ne anlama geldiğini ve olan bitenin kendisi üzerindeki kaçınılmaz etkisini bilmeye teşnedir. Odaklandığı nokta ise mevcut olanın kısıtlılığı ve belirlenmişliğidir. Bir eylemler bütününü ve buna dayanarak tekil yaşamları ortaya çıkartan durumlar; doğa, aile-çevre, toplum ve daha geniş biçimiyle mevcut dünya algısı ve sınırları tarafından kuşatılmıştır. İnsan bu kuşatma içinde soluk alıp verir, davranır ve sınırları zorlamayı da bizatihi bu sınırlar içerisinde gerçekleştirir. Bu bağlamda en önemli meselelerden birisi, insana özgü erdemin ve bunun sonucunda mutluluğu ortaya çıkartacak iyi eylemlerin neye göre belirleneceği sorusudur. Eylem alanında neyin iyi olduğu ve yapılması gerektiği, neyin kötü olduğu ve yapılmaması gerektiği, insan teki bu dünya üzerinde yaşadığı sürece her bir durum ve olayda karşısına çıkabilecek bir sorudur. Şimdi neyi, nasıl yaparsam iyi davranmış olurum? İyinin kaynağına ilişkin soru ve cevapların her biri iyiye dair bir dolayım barındırır. İyi olanın kaynağına ilişkin aşağıda sıraladığım muhtemel cevapların her biri, olgusal durumun bir yanını göstermesi bakımından doğru ancak iyinin bütününü kuşatması bakımından eksiktir. Bu bağlamda iyinin kendisi parça-bütün ilişkisine de indirgenemez. Zira dolayımlardan her biri parça olarak kabul edilecek olsa bu parçaların bir araya gelmesi iyinin var olmasını gerektirmez ancak ona işaret eder. Parça-bütün anlatımı üzerinden gidecek olursak iyinin bulunacağı nokta, her bir parçanın oluşturduğu bütüne tamlığını veren ve onu mümkün kılan zeminin kendisidir. Bunu dikkate aldığımızda her birine belli düzlemlerde yer verebileceğimiz cevaplar, mutlak olarak iyinin kendisi olarak kabul edildiğinde sorun teşkil ederken; onların her birinin müstakil olarak değerlendirilmemesi ise ayrı bir sorun oluşturur. Böylelikle parçaların eksik bırakıldığı bir bütün olamayacağı gibi, parçalardan birine veya birkaçına indirgenmiş bir iyilik zemini de kendi kendisini ortadan kaldırmakla sonuçlanır. İyiyi aramaya dönük her bir çaba başka tür bir indirgeme ile sonuçlanmaya mahkûm olur. Her biri müstakil inceleme konusu olan iyiye dair dolayım alanlarını şöyle sıralayabiliriz:
- İyi olan vicdanı rahatlatandır. İyilik yaptığında kişi kendisini mutlu ve rahatlamış hisseder: İçsel duygu durumlarının tamamını bu kapsamda değerlendirebiliriz. Vicdan ve duygu, hissetmesi bakımından kişiye özgü olması ve aktarılamazlığı açısından iyi olan ile özdeş kabul edilemez. İyi bir eylemin vicdanı rahatlatması ve buna dair oluşan ortak anlam, onu hisseden bireyden bağımsız olan ontik bir düzlem varsaymayı gerektirir. İyilik karşısında bireylerin vicdanlarında oluşan rahatlama ve içsel huzur, iyiye dair bir ortak anlam varsaymaksızın tecrübeye konu edinilemez. Aksi hâlde bireyin vicdanını rahatlatan bir eylemin -bireyde tecrübe edildiği hâliyle olmasa da içsel huzur anlamı itibariyle- diğer bireyler tarafından anlaşılması mümkün olmazdı.
- İyi olan hem iyiliği yapan kişiye hem de kendisi dışındakilere fayda sağlayan şeydir: Birçok eylem kendi sonucu itibariyle fayda üretir ve faydanın yayılmasını kolaylaştırır. Bu durum eylemin kendisi değil, ona bağlı olarak ortaya çıkan sonuçlardan birisidir. O yüzden iyi eylemin fayda ile özdeş kabul edilmesi kategorik olarak yanlıştır. Zira iyi olan ve karşılıklı fayda doğurmayan durumlar vardır. Hiçbir fayda gözetmeden, karşılık beklemeden yapılan eylemler kasıttan bağımsız ve ikili ilişkileri aşan türev faydalar ortaya çıkartabilirler. Bu da yine eylemin başında tasarlanan ve o eylemin kendisine yüklenen değil; ona ilişen bir şeydir. İyinin çoğunluğun faydasına olan şeye indirgenmesi ise çoğunluğun dışında olan muhtemel iyilere ilişkin imkânı ortadan kaldırır. Ayrıca tek tek bireylerin kendilerine ilişkin “yakın fayda”yı terk ederek çoğunluğun faydasına olacak “uzak fayda”yı tercih etmelerini gerekli kılan herhangi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Böyle bir tercihin uzun vadede bireyler için de iyi sonuçlar doğuracağı yine şartlar çerçevesinde bir öngörüden ibarettir. İyiyi bu anlam üzerinden mutlaklaştırmak en iyi ihtimalle iyinin anlamını daraltmakla sonuçlanır. Fayda, eyleme ilişkin sonuçlardan sadece birisidir ve iyi tam da bu sebeple fayda ile özdeş kabul edilemez. Dolayısıyla iyinin ontik konumu faydaya indirgenemez.
- İyi olan çoğunluğun kabul ettiği, alışılagelmiş yapı ve gelenekler ile uyumlu olandır: İyi olan mevcut yapılar ile uyumlu olabileceği gibi uyumsuz da olabilir. Mevcut olandan başkalık, aykırılık ve salt bir farklılık olarak ortaya çıkmaz. Müşahede edilene dair tespit edilen sorunlar onunla ilgili ahlaki pozisyon almayı zorunlu kılar. Bu noktada aykırı olma dikkate alınmadan ne gerekiyorsa onu yapma üzerine odaklanılır. Dolayısıyla ne bütünüyle mevcut olanın dışına çıkmaktan imtina ederek uyum hattını benimsemek ne de aykırı olmak adına gösterilecek bir farklılık asli gaye olabilir. Toplumsal düzlemler ve dönemlere göre yer yer ikisinden birinin baskın olduğunu gözlemlediğimiz alışılagelmiş olana uyum ve ondan farklı olma hâli, sebepleri dikkate alınarak değerlendirilmeli ve zaman zaman iyinin ontik düzlemini belirleme baskınlığı gösterecek ölçüde mutlak bir tavrı yansıtabileceğine dikkat edilmelidir. Mevcut kabullerden farklılaşmanın yahut belirli ölçüde alışılagelmiş ile uyum hattında oluşun “duruma göre iyi olarak” kabul edilmesi tıpkı ilk iki maddede olduğu gibi bir olgusal gereklilik olarak ortaya çıkabilir. Ancak onların iyi olanla özdeş kabul edilmesi, fark ve uyum ile açıklanamayacak durumları görmezden gelmekle sonuçlanır. Bu da iyiye ilişkin dolayımın diğer alanlarını yok sayarak onu bir dolayım üzerinden mutlaklaştırmak anlamına gelir.
- İyi olan, bizzat yaşamdaki şeylerin ilişkiselliği içerisinde ortaya çıkar: İnsanın yaşamın organik bir parçası olduğu ve onun diğer parçalarından ayrı varsayılmamasından doğan bu yaklaşım, bütünün içerisinde bulunan tüm unsurlarının uyum içerisinde olduğu bir ilişkiselliğin takip edilmesiyle iyiye uygun bir yaşamın ortaya çıkacağını söyler. İnsanın akıl sahibi canlı olması bakımından diğer türlerden hiyerarşik olarak üstte olduğunu reddeden bu yaklaşımda, iyi üzerinde düşünebilme ve iyiyi fark edebilme imkânı olabildiğince silikleştirilerek türsel bir yakınsama yapılır. Türler birbirlerine yakınlaştığı oranda Aydınlanmacı akla sahip insanın diğer türler üzerindeki tahakkümünün ortadan kalkacağı ve bu bağlamda ortaya çıkan kötülüklerin giderileceği varsayılır.[1] İlişkiselliğin varsayıldığı her durumda öznelerin kendilikleri reddedilerek onların kendi mevcudiyetlerini bizatihi ilişkisellik içerisinde var ettikleri üzerinde durulur. Oysa ilişkinin ortaya çıkabilmesi en az iki mevcudun gerçekliğini kabul etmeyi zorunlu kılar. Dolayısıyla iyinin vazgeçilemez dolayım alanlarından birisi olan ilişkisellik, ilişkiyi mümkün kılacak hakiki özneler varsayılmadığında ve ilişkinin kendisi iyi ile özdeş kabul edildiğinde iyinin ontik statüsünde bir kaymaya yol açar. Bu durum diğer canlıların birbirleri arasındaki ilişkide çıkan sorunlar bir yana; insanın salt canlı oluşa indirgenmesi ve onun “kendilik bilinci”ne sahip oluşunun göz ardı edilmesi ile sonuçlanır. İnsanın durumlar karşısında “orada bulunuşuna ilişkin” idraki üzerine düşünebilmesi, onu kendisi dışındaki tüm canlılardan farklı kılan özelliğidir. İnsanın muhatap olduğu iyiyi yaşamın ilişkiselliğine indirgemek, ona özgü farkındalığı yok saymak ve onu dolayımın içine hapsetmek olacaktır. Buradaki sorun, yaşamın ilişkiselliğini fark edip onun doğal akışında ortaya çıkacak iyiyi dikkate alma nosyonunu, insani bilinci yok sayacak şekilde mutlaklaştırmaktır.
- İyi olan inanılan dinin söylediği buyruktadır: İyinin kaynağı olarak dinin görülmesi de öne çıkan dolayım alanlarından birisidir. Bir dine mensup olmanın doğrudan atıfta bulunduğu dolayım da doğrudan iyi ile özdeş kabul edilemez. Zira iyiyi kabul etme ve ona dair teklifi alabilme imkânı, onun ontolojik statüsüne ilişkin bir ön-bilinç durumunda bulunmayı gerektirir. Dinin iyiyi vazetmesi de ancak bu vasatın ilksel olarak kabul edilmesi sonucunda ortaya çıkar. Dolayısıyla iyinin ontik statüsü insan olmanın yalın ve zorunlu anlamında bulunur ve dinin iyiye ilişkin ilke ve buyruğu da o düzlem üzerinde bir karşılık bulur.
Beş kategori üzerinden görüleceği üzere iyinin ontik düzlemi, tüm bunları bir dolayım olarak kabul etmeye imkân verecek şekilde onların zemininde bulunmak zorundadır. Yukarıda işaret edilen bağlamlardan birinin ihmali ise eyleyenin kendisi ve eylemine konu olan kişi/olay/durumların sahih bir zeminde ortaya çıkmasına engel olur; iyinin tezahür alanlarını kısırlaştırır. İyinin ontik düzlemi, dışta tümel olarak bulunan bir anlam değildir. Her bir tekil eylemde tekrar tekrar gözlenmesi, bağlamları cihetinden incelenmesi gereken bir düzlemdir. Bu sebeple kendisi itibariyle dolayımsızdır ama ona ilişenler ve sonuçları itibariyle dolayımdan bağımsız ele alınamaz. İşaret edilen beş kategori, karşı karşıya kalınan durum ve ortaya çıktıkları bağlam dikkate alındığında iyinin ilişenleri veya sonuçları olarak kabul edilebilir. İster idrak etsin isterse de etmesin her insan ahlaki dolayım alanı ile karşı karşıyadır. Kişinin tikel bir durumda yukarıda işaret ettiğimiz beş boyutun tamamını her zaman kuşatamaması, bu dolayımları ortadan kaldırmaz. İyinin ontik düzlemi, içinde bulunanın kuşatamadığı, bilincinin eşlik etmediği için es geçtiği durumlara dair bir başkasına nesnel bir biçimde anlama imkânı verir. Bu imkânı elde etmek ise öncelikle iyinin kendiliği ve dolayım alanlarını birbirinden ayırmaktan ve her bir dolayımı dikkate değer olarak kabul etmekten geçer. İnsana bunu fark etme yetisi veren ise, her türlü dolayım karşısında geliştirebileceği “mesafe” ve olayların dışında kalarak bakma imkânıdır. Aksi bir durum ise iyinin tespit edilememesi, dolayımlar arasında kaybedilmesi ve sürekli birinin merkeze alınıp diğerinin yok sayılması sonucunda kuraklaşan bir ahlaki düzleme götürür.
*Doktor Adayı, İstanbul Üniversitesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, İslam Felsefesi.
[1] Yaşam ortaklığı ve türlerin ilişkiselliğini bitkilere yakınsama üzerinden kuran bir yaklaşıma örnek olarak bkz. Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği, Emanuele Coccia, çev. Kağan Kahveci, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul: 2021.