MEKTUPLARLA İKİ FİLOZOFUN UYUŞMAZLIĞI
Adem Beyaz*
19. yüzyılda yaşamış İngiliz pozitivist filozoflardan John Henry Bridges, dönemin en önemli figürlerinden olan John Stuart Mill (1806-1873) ve Auguste Comte (1798-1857) arasındaki mektuplaşmalar için “Dünyada daha ilginç bir commercium epistolicum [mektup alışverişi] yaşanmamıştır.” demiş. Tarihte daha ilginç mektuplaşmalara elbette şahit olabiliriz ancak Bridges’ın bunu demesinin bir sebebi var: Kendi devirlerinin iki öncü filozofu bu mektuplarda çağın toplumsal, siyasi, felsefi ve bilimsel meselelerini iki karşıt ve baskın bakış açısından yani İngiliz deneyimciliği ve Fransız sistematik düşüncesi gelenekleri açısından tartışırlar. Buna karşın, alışverişin başlaması da tesadüf değil, zira iki filozofun pek çok ortak noktası vardı: İnsan ve toplum biliminin kurallarını koyma isteği ise bunların başında geliyordu.
Mill ve Comte’un somut ortak noktalarının en önemlisi Fransız Devrimine karşı bakış açılarıydı. Her ikisi de bu devrimi tarihteki bir dönüm noktası olarak görüyordu. Devrimden 33 sene sonra, 1822 yılında yazdığı ve “Temel Makale” başlığını koyduğu çalışmasında Comte “negatif” filozoflardan bahsediyor ve onları “Eski Rejimin düşüşünün doğrudan sebebi” olarak görüyordu, fakat artık bunun yerini “pozitif” düşünce almalıydı: Devrimin yıkımından sonra Pozitivizm ve bilimin yapıcı gücü gelmeliydi. Hükümetlerin ahlaki sorumluluklarını yerine getirmesine filozofların da yardımcı olması gerektiği fikrine Mill de sıcak bakıyor ve destek veriyordu. “Negatif” çağı aşmaya hazırlardı. Gelişime inananlar olarak kilise hiyerarşisi kadar Aydınlanma, Condillac ve Voltaire kalıplarına da karşılardı—Pozitivizm gelecek ve Aydınlanmanın “negatif” ve “eleştirel” ruhunu alaşağı edecekti. Farklı kesimlerden filozofların bir araya gelip “nihai” çözümler üzerinde uzlaştığı pozitif bir çağı iple çekiyorlardı.
Mill, kendinden yaşça biraz büyük meslektaşıyla Fransızca yazışıyordu. Fransızcası çok iyiydi çünkü 14 yaşındayken Fransa’da bir yıl kalmıştı. Samuel Bentham’ın (Mill ailesinin dostu olan Jeremy’nin kardeşi) misafiri olmuştu. Bu bir yıllık süre sonunda Fransız düşüncesine karşı ilgisi de çok gelişmişti; örneğin, Jeremy Bentham’ın eserlerini okumuş ve bu sayede “dönüştüğünü” söylemişti.
Mill daha sonra Auguste Comte ve pozitivizmden haberdar oldu, Comte’un öğrencisi Gustave d’Eichthal ile tanışmıştı. D’Eichthal ona Comte’un Pozitif Politika Sistemi adlı kısa çalışmasını göndermişti. Mill bu çalışmayı 1828 yılında okudu. Mantık Sistemi adlı dev eserini yazarken Comte’un ilk dönem makalelerini ve üç ciltlik Pozitif Felsefe Dersleri çalışmalarını da incelemişti. Nihayetinde Comte ile birçok düşünce paylaştığını keşfetti, her ikisi de metafizik ve teolojiye karşıydı, sistematik bir felsefe yaratarak insan bilgisini düzenlemenin yollarını arıyorlardı ve toplumu dönüştürmeyi umut ediyorlardı.
1841 yılında Mill Comte’a ilk mektubunu gönderdi, zira yıllardır onun eserlerini dikkatle okumuş ve hayranlığını bizzat dile getirmek istemişti, felsefi açıdan ona çok büyük minnettarlık duyduğunu belirtiyordu, Dersler eserinin ilk ciltlerini okuduğunda “modern zamanların temel doktrini”ni bulduğunu hissetmişti. Auguste Comte’u keşfetmesini daha sonra Otobiyografi çalışmasında şöyle anlatır:
“Uzun zamandan beri Comte’un yazılarının ateşli bir hayranıydım: Modern Avrupa uluslarının Orta Çağ boyunca maddi ve manevi kuvvetlerden ayrışması sayesinde elde ettiği faydaları anlattığı olağanüstü kısım onun İncelemesinde en çok hayran kaldığım şey olmuştur.”
İki karşıt akımın temsilcileri olmalarına rağmen Mill’in girişimiyle hızla sıcak bir dostluk gelişti. Çeşitli vesilelerle buluşmayı denediler fakat bu yüz yüze karşılaşma asla gerçekleşmedi. Yazılı eserlerinde nadiren bahsettikleri mahrem konuları mektuplarında açtılar. Özellikle mektuplaşmanın başlarında zihinsel krizlerinden, umutlarından ve korkularından mutlak bir samimiyetle bahsediyorlardı.
Bu ahengin yanında mektuplarda pek tabii birçok temel anlaşmazlığın belirdiğini de görüyoruz; bu anlaşmazlıklar esasında psikoloji, ekonomi, ve kadınların toplumsal rolünün tespiti konularında çıkmıştır.
Mill, 1841 yılında Comte’a yazdığı mektupta, tıpkı onun gibi, “Étienne Bonnot de Condillac veya Victor Cousin’in önerdiği bir psikoloji olmayan, hatta İskoç Okulunun bile olmayan pozitivist bir psikoloji” arayışında olduğunu söyler. Mill daha sonra Comte’un 1. Derste sunduğu iddia ile yani gözlemciyi gözlemlemenin imkânsızlığı iddiası ile çelişir: Mill, “iç gözlem” yoluyla zihne dair doğrudan bilgiye erişebileceğimize inanır. Ona göre psikoloji, etolojiye sevk eder. Mill “Comte’un anatomi ve fizyolojiyi cinsiyetçi bir perspektifle istismar etmesi ve psikolojiyi reddetmesi arasında doğrudan bir bağlantı var.” der. Kadınların statüsünü tartışırken ayrışmalarının esas sebeplerinden biri de buydu.
Mill ile Comte’un ayrışmalarının ana sebeplerinden biri de politik ekonomi analizinin Mill için çok önemli olmasıydı (babasından aldığı özelliklerinden biri bu). Comte buna tamamen karşıydı çünkü ekonomiyi pozitif bir bilim saymıyordu. Dersler dâhil birçok eserinde politik ekonomi mevzusunu tartışmış, hatta bazı yerlerde “pozitif ekonomi” ifadesini de kullanmıştır. Ancak Comte, çağdaş ekonomistlerin sınırlı ilkelerinden pek hazzetmiyordu. Onların araştırmaları bir bütün olarak toplumu ilgilendirmiyordu ve çok spesifikti; dolayısıyla bunlara “metafizik”, “akıldışı” nitelemeleri takıp henüz bilimsel olmadıklarını iddia ediyordu. Comte’un nazarında ekonomi hâlâ gerçek bir toplum görünümüne sevk edecek ilişkili toplumsal fenomenlerin gözlemlenmesinden ziyade mutlak ilkeler üzerine oturuyordu. Bu nedenle, ekonomiyi temel pozitif bilimler listesinden atarken hiç rahatsızlık duymamıştı.
Mill ve Comte arasındaki psikoloji ve ekonomi tartışmaları kendi çağları için gayet parlaktır fakat yine de o çağın koşullarıyla sınırlı kalır; kadının statüsü hususundaki tartışmaları ise Mill sayesinde bugünden bakıldığında bile şaşırtıcı ölçüde yenilikçidir. Üstelik bu statü tartışması toplumsal statüyle de sınırlı kalmaz; eğitim ve iş fırsatlarının yanı sıra kadınların ve erkeklerin anatomik ve fizyolojik yapıları da meselenin içine girer. Diyelim ki bazı fizyologların iddia ettiği üzere kadınların beyinleri erkeklerinkinden küçük ve bu yüzden bilimsel araştırma için yeterli değil, yine de kadınların o vakte kadar ileri araştırmalar yapmak için düzgün eğitim alamamış olması hâlâ ucu açık bir konu. Üstelik devamlı ev işleriyle uğraşmaları onlara düşünecek vakit de bırakmadığı için bilimsel araştırma yapamayacaklarını söylemek doğaları gereği değil, sadece o güne kadar bunu sistemli bir şekilde tecrübe etmedikleri için mümkün olabilir. Dolayısıyla, hak ettikleri imkânları elde ettiklerinde veya bilimsel araştırmayı tecrübe ettiklerinde durum tamamen değişebilir. Burada Mill hayret uyandıracak kadar modernist, Comte ise üzüntü verecek kadar gelenekçidir. Mill, Comte’un ilkelerinin “pozitif” olamayacak kadar yetersiz olduğu iddiasındadır; ona göre, kadınlar ve erkekler arasındaki duygular asla bir köle-efendi ilişkisi dâhilinde yürütülemez; gerçek sevgi ve karşılıklı duygudaşlık ancak eşitlik koşuluyla ortaya çıkar. Ayrıca bu konuda kendi düşünceleriyle de yetinmemiş, meselenin gerçek muhatabı olan kadınların, özellikle de erkeklerin egemen olduğu dünyada açık bir isyan hâlinde yaşayan kadınların görüşlerini hesaba katmıştır. Comte ise bu itirazlar karşısında sadece “doğal cinsiyet hiyerarşisi”nden bahsederek ya kestirme cevaplar verir ya da konuyu hemencecik kapatmaya çalışır. Onun için kadının ilk işlevi gelenekte nasılsa odur; yani annelik ve aile içinde çocuk yetiştirmek. Bu noktada Aristoteles ile mutlak uyum içindedir. O da Politika eserinde erkeklerin hem aile hem de toplum için esas olduğunu, çünkü kadınların yönetmek ve emretmek için yetersiz olduğunu söylüyordu. Aslında burada tüm kabahat Comte’un değil; o günlerde Avrupa’da tüm tıp antropologları ve fizyologlar erkek hâkimiyetini bilimsel yollarla ispatlamaya çalışıyorlardı; zoologlar bile kadın hâkimiyetinin karınca ve arı toplulukları dışında görülmediğini söylüyorlardı. Canlılar arasında katı bir hiyerarşi vardı ve erkek de aile gibi toplumu da yönetmeliydi. İşte bu sebeplerle Mill sadece toplumsal meselelere karşı bakış açımızın değil, tıp ve bağlantılı disiplinlerdeki yöntembilimin de kökten değişmesi gerektiğine inanıyordu. Bunları kendi eserlerinde açıkça dile getirmişti, ancak zamanın en parlak ve karşıt zihinlerinden birinin doğrudan onayını da almak istiyordu.
Mill’den Comte’a İlk Mektup
India House, [Londra]; 8 Kasım 1841
Bilmiyorum efendim acaba sizin hiç tanımadığınız biri çok değerli vaktinizi alıp size kendini tanıtma ve size karşı entelektüel minnettarlığını belirtme imkânına sahip mi? Fakat arkadaşım Marrast Beyin de teşvik etmesiyle, bunca büyük felsefi projeniz arasında, başka bir ülkeden sempati ve destek ifadelerimi size nakletmemin bir ihtimal sizi tamamen gücendirmeyeceğine inandım. Umarım bu mektubumu münasebetsiz bulmazsınız.
1828 yılıydı efendim, Pozitif Politika üzerine kısa makalenizi ilk defa okumuştum ve bu okuma fikirlerimi derinden sarstı. Başka sebepler de var ama devrimci ekolun Bentham kısmını tamamen terk etmemin sebebi budur, ki ben bu okul içinde yetişmiştim, hatta bu okul içinde doğdum bile diyebilirim. Benthamcılık kuşkusuz pozitif yöntemin gerçek ruhundan hep çok uzak kalmıştır ama bu doktrin bugün bile toplumsal doktrinlere uygulandığında gerçek pozitifliğin hazırlanması için bana en iyi yöntemmiş gibi geliyor.
Diyebilirim ki sosyoloji üzerine fikirlerinizin ilk eskizlerini okuduğumdan beri bu küçük kitabın zihnime ektiği tohumlar filiz vermeye devam ediyor. Fakat Dersler eserinizin ilk iki cildi ancak 1837 yılında elime geçti. Neyse ki önemini takdir edecek kadar hazırlıklıydım, çünkü temel bilimlerin birine bile tamamen yabancı değildim. Öyle ya da böyle bu bilimlerin önerebileceği metodolojiye daima dikkat kesilmişim. Bu iki kitabı okuduğum o müstesna vakitten beri yeni bir cildin çıkmasını daima büyük bir sabırsızlıkla bekledim; yenilerini de tekrar tekrar hakiki bir entelektüel tutkuyla okudum. Sizinkine oldukça yakın bir doğrultuda olan bir yola çoktan çıktığımı söyleyebilirim; ama büyük bir önemi haiz birçok meselede sizden öğrenecek hâlâ çok şeyim olduğunu da biliyorum, umarım kısa zamanda bunları öğrendiğimi size ispatlarım. Geriye ikincil öneme sahip bazı sorunlar kalıyor, bunlarda benim düşüncelerim sizinkiyle uyuşmuyor ancak bir gün bu uyuşmazlığı gidereceğimizden eminim. Sanırım en azından şunu söylediğimde çok haddimi aşmış olmam: Derinlemesine tartışmaya direnecek kadar derine kök salmış ve temelsiz hiçbir fikre sahip değilim: Fikirlerimi zaman zaman sunsam ve sizden bir açıklama talep etsem umarım size çok iş çıkarmış olmam.
Efendim biliyorsunuz din bizim ülkemizde şimdiye kadar Avrupa’da olduğundan daha derin köklere sahipti, gerçi son dönemde başka yerlerde olduğu gibi burada da geleneksel kültürel etkisini kaybetti, ve ben 20-30 yıl öncesine kadar tam faaliyet hâlinde bulunan devrimci felsefenin görevini tamamlamadan önce unutulup gitmesinden dolayı çok müteessirim. Devrimci felsefeyi pozitif felsefenin yoluyla ikame etmek şu an hiç olmadığı kadar acil bir mesele. Size büyük bir mutlulukla söyleyebilirim ki, eserlerinizin açıkça din karşıtı tutumuna rağmen, gerçekten modern felsefenin bu büyük direği burada da mesafe kat etmeye başladı, fakat bu tabii siyaset teorisyenleri arasında değil daha ziyade çeşitli bilim adamları arasında oldu. Kazara fark etmeye başladık ki fizik bilimlerini icra edenler arasında bilimsel genellemelere yönelik baskın bir eğilim var, bu da bana hayra alamet gibi görünüyor ve siyaset düşünürlerinden ziyade bilim adamlarından daha fazla şey umabileceğimize inanmaya beni teşvik ediyor. Yeni şeyleri yalnızca yeni bir doktrinle ele alabileceğimizi herkes takdir eder, ancak onların çoğu böyle yeni bir doktrinin gelişine henüz hazır değiller, hâliyle belirli bir şüphecilik içinde kalıyorlar.
Efendim, benim çok saygı duyup hayran olduğum, zamanımızın en büyük zihinlerinden biriyle doğrudan entelektüel iletişime girme cüretimi lütfen affedin ve bu isteğin gerçekleşmesinin benim için muazzam değerde olduğuna lütfen inanın.
J.S. Mill
Comte’tan Mill’e Cevap
20 Kasım 1841
Efendim, bu ayın ortasına doğru, gönderdiğiniz saygıdeğer ve ilginç mektubu alma şerefine nail oldum; fakat önüme çıkan sayısız iş hemen cevap vermekten beni alıkoydu, bu yüzden özrümü lütfen kabul edin. Böyle bir iletişimden ne kadar memnun kaldığımı belirtmekte kelimeler yetersiz kalır. Nadir bulunan alçakgönüllülüğünüz bu iletişimin sizin sayenizde kazandığı değeri ortaya koymanıza engel olmuş.
Bilinçli bir tercih gereği genel kalabalıktan, ve hatta entelektüellerden tamamen uzak bir yaşam sürüyorum. Tek eğlencem, müzik festivali esnasında İtalyan operasını düzenli biçimde takip etmek. Üç yıldan fazla bir zamandan beri bu tecrit ortamını sistematik hâlde geliştiriyorum, gazete ve dergi okumaktan dikkatle kaçınıyorum, aylık veya üç aylık olanları bile almıyorum. Bu sistematik beyin temizliği değişmem için de bana çok iyi geliyor, çünkü en soyut genellemeler ve en saf ve en tarafsız duygular alanına erişip orada çaba harcamadan faaliyet göstermemi kolaylaştırıyor.
Efendim, ne burada ne Avrupa’da yüzlerce düşünür üzerinde doğrudan etki kurma gibi bir niyetim asla olmadı. Fakat zaman zaman sizinki gibi çok kıymetli, belirleyici ve cesaret veren ifadeler duymamın benim için ne kadar mühim olduğunu tahmin edersiniz. Öncü zihinlerin benimle birlik içinde hareket ettiğini görmek beni ziyadesiyle canlı hissettiriyor. Böyle ümit veren anlar olmasa belki de ilk gençlik yıllarımdan beri kendimi adadığım bu zorlu görevi tamamlamak mümkün olmayacaktı. Burada İngiliz düşünürlere özgü minnettarlığımı da belirtmek isterim; çalışmalarım Fransa’da bile böyle canı gönülden bir destek görmemişti.
Sizin beslendiğiniz Benthamcılık, her temastan azade entelektüel eğilimlerimizin doğal uyumluluğunun bariz bir kanıtıdır; çünkü, politik ekonomi dediğimiz şeyin en önemli ürünü olan bu doktrin sanırım size olduğu kadar bana da özellikle İngiltere’de sosyolojik pozitivizmin doğrudan bir hazırlığı olarak görünüyor. Eğer ben şahsen bu aşamayı atlamışsam bunun sebebi kuşkusuz aldığım eğitime özgü durumlardır. Çocukluğumdan beri gerçek pozitivist yöntemin her esasını yedim yuttum. Böylece bu yöntemin hâkimiyetini tesis etmeye dair açık girişimlerine rağmen Bentham’ın söz konusu yöntemi tam anlamadığını da zaman içinde idrak ettim.
Efendim, aramızda ilişkiler tesis etmeye yönelik içten girişiminize nasıl kıymet verdiğimi bu özet açıklama sayesinde kolayca görebilirsiniz. Mektuplar sayesinde ve hatta yüz yüze tartışarak aynı imkânı değerlendireceğimden şüpheniz olmasın.
Mektubunuz bana ulaştığında son eserimde sunmayı planladığım önemli bir felsefi projeye son dokunuşları yapıyordum; bu proje dâhilinde, pozitivizm nihayet her sahaya bayrağını diktiğinde ya da çağımızın karmaşa ve düzensizliğinin ortasında meşalesini yaktığında, felsefi yeniden doğuşa yönelik ortak hareketimizi her alanda her daim gözetme işlevine sahip olan bir Avrupa komitesinin hemen örgütlenmesi çağrısı yapıyorum. Umarım bu benim eserlerim tamamlanınca doğal bir sonuç olarak ortaya çıkar. Bu daimî komite, en azından başlangıçta, Batı Avrupa’nın farklı halklarını temsil eden en fazla 30 civarı üyeden oluşacak, çünkü bu halklar Şarlman’dan beri az çok bir dayanışma içinde Katolik ve feodal sistemin önce yükselişine sonra düşüşüne bizzat tanıklık etmiş ve modern toplumumuzun temellerini oluşturan sanayinin, estetiğin, bilimin ve felsefenin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Avrupa’nın ve dünyanın geri kalanı bence ikimizin de mensup olduğu bu büyük Avrupa devletinin unsurlarını tesis eden bu birliğin uzun bir zaman boyunca dışında kalmalılar.
Mütevazı dostunuz
Auguste Comte
Mill’den Comte’a
13 Temmuz 1843
Sevgili Mösyö Comte,
Size son mektubumda bahsettiğim zihnimi ve bedenimi etkileyen sıkıntıdan henüz kurtulabilmiş değilim fakat iletişimimiz daha fazla akamete uğramasın diye bu mektubu yazmaya azmettim. Entelektüel faaliyetlerimin normal seyrini devam ettirebilseydim, yani giriştiğim projeyi devam ettirebilseydim ya da bağlantılı projelere vakit ayırabilseydim her şey iyiye gidebilirdi fakat şimdilik kendimde bu enerjiyi ve iradeyi bulamıyorum. Aynı sebeple, fikirlerimizin henüz uyuşmadığı önemli toplumsal sorunlar hakkında ciddi bir tartışma başlatmak da benim için imkânsız görünüyor.
Aslında bilimsel yöntemin tümü üzerinde uzlaşmaya vardığımızı ve ister devrimci ister muhafazakâr olsun her tür önyargıdan kurtulduğumuzu sanırım söyleyebiliriz. Söz konusu meseleler üzerinde bir uzlaşmaya varamıyorsak şayet bunun sebebi nihai çözümü bize verecek olan biyoloji ilkelerinin henüz yeterince gelişmemiş olması olabilir, ki bu kimseyi şaşırtmaz, çünkü biyoloji çalışmaları ancak yakın zamanda pozitif bir zemine ulaştı.
Biyoloji araştırmaları ve tıp faaliyetleri keşke bugüne kadar tamamen ayrışmış olsaydı. Bilimsel ortamın genel durumu da bunun için müsait. Ancak en azından bizim memleketimizde toplumsal planlama henüz bu noktaya erişemedi; yani bu tür bir bilim adamı sadece bu bilimle uğraşarak ya da onu öğreterek hayatını kazanamaz. Genç bir biyolog arkadaşım var, adı William Benjamin Carpenter, ülkemizde canlı bedenin yasalarını inceleyen kişiler arasında şüphesiz en felsefi bakış açısına sahip kişi olduğuna inanıyorum, genel fizyoloji ve insan fizyolojisi üzerine en iyi incelemelerin yazarı kendisi, Fransız olsaydı sizin okullarınızda en iyi kürsülerden birini elde etmekte hiç zorluk çekmezdi, ama burada bir bilim adamı olarak en mütevazı koşullarda hayatını idame ettirmenin yollarını arıyor. Kaldı ki bizim biyologlar genel itibarıyla dinî kısıtlamalardan kurtulmuş değiller, gerçi diğer bilim adamlarıyla karşılaştırıldıklarında gayet azadeler ve yeni bir felsefenin hızla gelişmesi adına umut vadettiklerini siz de yakın zamanda göreceksiniz.
Fakat sanırım bizim anlaşmazlığımız sizin son mektubunuzda işaret ettiğiniz sebeplerden daha derin köklere sahip. Tüm insan tecrübesiyle açıkça çelişen devrimci devirlerin anarşi doktrinini tüm benliğimle reddetsem de ve insan ilişkilerinin normal seyrinde koruyan ve korunan arasında (hatta köle ve efendi arasında) karşılıklı hakiki duygudaşlığın olması gerektiğine gönülden inansam da bütün bu duygudaşlığın eşitsizlik üzerine kurulabileceğini asla düşünemiyorum. Mesele hakkındaki nihai sözün bu olduğunu sanmıyorum ve insan ilişkilerinde eşitliğe de yer olacağını düşünüyorum. Bir yerde düşük tabiata sahip kişiler varsa, ya da en azından iki kişiden biri bu tabiattaysa, işte o zaman eşitlik toplumsal harmoniyle uyumsuzdur, ki bu tabiat da bencilliğin sonucudur.
Belki de ben insan doğasını çok fazla kendime göre yargılıyorum, ki benim bakış açım bazı durumlarda istisnai kaçabilir. Fakat burada yanılıyor olacağıma inanmadığım bir mesele var; böyle bir soruna karar vereceksek şayet, erkeklerin tecrübesi kadar kadınların tecrübesine de felsefenin ihtiyacı var, ama biz bu tecrübeyi henüz edinemedik. Kadınlar daha geçen gün düşünmeye başladı, daha dün fikirlerini ve daha da önemlisi yaşam tecrübelerini beyan etmeye başladılar. Yazı yazan kadınların çoğu erkekler namına yazıyor, ya da onaylanmayacağından korkuyor; bu yüzden, açıkça isyan durumunda olan az sayıdaki kadın hariç söylediklerine itimat etmek de zor. O hâlde, bence bir tür bağımlılık içindeki bir canlının mahrem ve ahlaki yaşamı üzerindeki etki sadece üstün olanların fikirlerine ve tecrübesine göre belirlenemez.
J.S. Mill
Comte’tan Mill’e Cevap
Paris, 16 Temmuz 1843
Sevgili dostum Mill,
Dün mektubunuzu almadan önce size bugün yazma niyetim vardı, ama sadece birkaç satır yazacaktım, maksadım da Mazhar Efendiyi size resmen tanıtmak olacaktı. Burada umduğundan çok fazla kaldıktan sonra nihayet yarın Londra’ya hareket edeceğini söyledi. Mektubunuzun bana ulaşması planlarımda değişiklik yapmama neden oldu, bu vesileyle size muntazam cevaplar vereyim dedim, ancak bu cevaplar normalden biraz daha az kapsamlı olacak, çünkü astronomi dersimin son oturumunu gerçekleştirmek için hemen çıkmam gerek.
Bu hususi mektubu size yazacak olmamın asıl nedeni Mazhar Efendiyi size tanıtmak; size bu mektubu o ulaştıracak. Kendisi her bakımdan Mısır’ın en güzide öğrencilerinden biridir, ben de bir zamanlar onun matematik araştırmalarına hocalık yapmıştım. Esasında pratik bir bakış açısına sahip olsa da felsefi fikirleri anlama ve değerlendirme yetisine de sahip. İster bir mühendis olarak İngiltere’yi keşfetmesine yardımcı olmak olsun, ister sohbetinize eşlik etme fırsatı vermek olsun, onun için yapacağınız her iyilik beni son derece mutlu ve memnun edecektir.
Size bir süredir ıstırap veren acılı kronik melankoli durumunuzun hâlâ devam ettiğini duyduğuma çok üzüldüm, ancak size gerçekten çare olacak tek ilaca erişemediğinizi bildiğim için de buna şaşırmadım, üstelik eğlenmeye de doğanız gereği pek az meyliniz var. Ben de ne yazık ki böyle geçici keyiflerden kendimi hep mahrum bıraktım, ancak böyle fiziksel ve ruhsal durumlarda pozitif açıdan ne kadar etkili olduklarını da her zaman hissetmişimdir.
Son mektubunuzda istemeden bahsetmiş olduğunuz toplumsal durumları etraflıca tartışacak kadar vaktim yok bugün maalesef. Bahsinizden hareketle aramızda çok bariz bir fikir ayrılığı oluştuğu belli oluyor ama bunu eleştirel açıdan değerlendirmek her ikimiz için de çok faydalı olacak. Aramızdaki ihtilaf beni hiç kaygılandırmıyor, çünkü kusursuz bir yöntem homojenliğine sahip olduğumuz için toplumsal durumlar hakkındaki ihtilafımızın da kısa sürede yok olacağına inanıyorum.
Herhangi bir açıdan tam yetkinliğe erişememiş olsa da biyoloji bence yine de cinsiyetler hiyerarşisini sıkı sıkıya tesis edebilir, hem anatomik hem de fizyolojik açıdan tüm hayvanlar âleminde, özellikle de bizim türümüzde gördüğümüz üzere kadın cinsiyeti bir tür çocukluk durumunu beraberinde getiriyor, bu da onu mütekabil erkek cinsiyetine karşı düşük hâle getiriyor. Tamamen sosyolojik bir açıdan bakacak olursak sanayi faaliyetlerinin ve pozitif ruhun belirlediği modern yaşam, cinsiyetler arası temel farklar söz konusu olduğunda geçmişteki halkların askerî ve teolojik yaşamlarındakinden daha az bir kesinlikle gelişemez. Gerçi şimdiye kadar, bu durumun yeniliğinden dolayı, bu nihai farkların yeterli bir dışa vurumu henüz gerçekleşmedi, fakat önceki farklılıkların silinip gittiği de bir gerçek. Örneğin bir kraliçe fikri, kadın papa fikri kadar olmasa da günümüzde neredeyse gülünç bir hâl aldı, çünkü bu fikir tamamen teolojik dönemden kaynaklanıyor. Fakat üç yüzyıl öncesine kadar bunun imkânı vardı.
Eşitsizlik üzerine kurulduğunda ister istemez noksan kalan hislere gelince, burada sizle tamamen hemfikirim, insan duygularının tam olması sadece ahlaki yapıları her türlü ciddi rekabet dürtüsünü dizginlemeye yeterli iki üstün kişi arasında mümkündür. Bu tür bir uyuşma bir cinsle diğeri arasında olabilecek herhangi bir uyuşmadan çok daha üstünmüş gibi geliyor bana. Fakat cinsiyetler arası hiyerarşinin çağlar içinde en güçlü bağları kurduğu bir yerde bu kuşkusuz en temel ve ortak ilişkilerin normal şekli olmayacaktır.
Eşitlik kavramı günümüzde evrensel ilişkilerin ilkesini nitelemede rahatlıkla kullanılamayacak kadar soyutlaştırıldı. Ben bunun yerine birlik terimini kullanmayı tercih ederim, ki modern halkların hepsi kendiliğinden böyle bir kullanımı hedefledi ve hedeflemeye de devam edecektir.
Çok özür dilerim, şimdi ders vermek için çıkmam gerek.
Sadık dostunuz Auguste Comte
*Editör, çevirmen