CELAL NURİ’DE SINAİ-HAKİKİ MEDENİYET AYRIMI VE “BATI” KARŞITLIĞI
Yusuf Ziya Altıntaş*
Celal Nuri, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Batıcı düşüncenin etkili isimlerinden biridir. Bu çalışmada Celal Nuri’nin II. Meşrutiyet yıllarında, Batıcı grubun bölünmesine neden olan “Batı” karşıtı fikirlerine, bu fikirleri ortaya koyarken Almanya’yı dışarıda bırakmasına ve dönemsel olarak düşüncelerindeki bazı gel-gitleri üzerinde durulacaktır. Öncelikle değinilecek bir husus, 1910’ların ilk yarısında, Batı medeniyetine veya Avrupa’ya nasıl bir tavır takınmalıyız sorusu etrafındaki tartışmaların hararetlendiği bir dönemde, Batıcılar olarak nitelenen grubun önde gelen isimlerinden olan Celal Nuri’nin Batıcılığının aynı zamanda ahlaki ve emperyal bir Batı karşıtlığı içermesi, hatta bu düşüncesinin onu İttihâd-ı İslam fikrine götürmesi olacaktır. Yine Avrupa’ya takınılacak tavır tartışmaları bağlamında onun sınai medeniyet ve hakiki medeniyet ayrımı önemli bir yer teşkil etmektedir. Zamanla Batıcılar arasındaki Avrupa’ya karşı teslimiyetçi tavra, diğer bir ifadeyle topyekûn Batılılaşma fikirlerine aykırı bir şekilde ortaya koyduğu düşünceleri nedeniyle Celal Nuri’nin mensubu bulunduğu Batıcı gruptan dışlandığı görülmektedir. Bu noktada Batıcı grubun bölünmesine neden olan Abdullah Cevdet ile tartışması bir dönüm noktasıdır.
Öte yandan Celal Nuri’nin bu dönemde emperyal hedeflere sahip diğer dünya güçlerinin aksine Almanya hakkındaki müspet kanaatleri de çalışmada ele alınan diğer bir konudur. Esasen Almanya’ya karşı bu tavır sadece ona has bir durum değildir. Zira bu dönemde Osmanlı aydınının giderek büyüyen ve güçlenen Almanya’ya bakışı genel anlamda olumluydu. Onun Almanya hakkındaki müspet kanaatleri dönemin siyasi şartlarına da uygun bir biçimde “emperyal hedefleri olan Batı”ya karşı bir alternatif bağlamında değerlendirilebilir. İslamcılarla zaman zaman tartışmalara giren Batıcı bir aydın olmasına karşın Celal Nuri’yi Birinci Dünya Savaşı öncesi ve süresince, İttihâd-ı İslam fikrinin bir savunucusu olarak görüyoruz. Ancak Celal Nuri, şartların değişmesiyle Cumhuriyet döneminde uygulamaya konulan Batıcı programın uygulayıcısı ve savunucusu, aslına dönmüş bir Batıcı olarak karşımıza çıkıyor. Bu çalışmada Celal Nuri’nin genel fikri dünyası, eserleri, etkilendiği düşünce akımları ve dönemindeki mütefekkirler ile tartışmalarına sadece yukarıda çizdiğimiz çerçevede değinilmiştir.[1]
Gazeteci, fikir ve siyaset adamı olarak Celal Nuri (1882-1938)
1882 Gelibolu doğumlu olan Celal Nuri’nin, kültür seviyesi yüksek eşraftan bir aile ve zengin bir kültürel ortamda yetiştiği görülmektedir. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi ve sonrasında Mekteb-i Hukuk’ta okumuş, geliştirdiği İngilizce ve Fransızcasıyla Batı’daki gelişmeleri yakından takip etme ve Batılı eserleri okuyarak kendini yetiştirme imkânı bulmuştur. Meslekî hayatına avukatlık ile başlar ancak asıl faaliyet alanı gazetecilik olur. 1909 yılında başladığı gazetecilik hayatında 1912’den itibaren yoğun bir yazım faaliyetine girer. Bu yıllardan itibaren İçtihad, Hürriyet-i Fikriyye, Edebiyat-ı Umumiyye, İkdam, Âtî (Sonraki adıyla İleri) gibi önemli kısmını kendisinin çıkardığı pek çok gazete ve mecmuada bazıları müstear isimlerle 2400’ü aşkın yazısı yayınlanmıştır. 1909-1935 yılları arasında kaleme aldığı ve her biri II. Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinin ruhunu taşıyan elliyi aşkın kitabı yayınlanmıştır. Ele aldığı konular genel olarak Osmanlı’nın çöküş sebepleri, tarih, siyaset, hukuk, din, seyahat, kadın meselesi, dil ve edebiyat, Türkçe, inkılaplar gibi meseleler üzerinedir. Genç yaşlarından itibaren Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gitmiştir. 1912-13 yıllarında seyahat ve araştırma amaçlı gittiği kuzey ülkelerine gezilerini notlar hâlinde yayınlar. Burada özellikle Almanya hakkındaki kanaatleri bu tebliğ açısından da önem taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasında mühim görevler üstlenir, inkılapların hazırlanması ve tutunmasında önemli rol oynar. Bu anlamda Cumhuriyet’in mimarlarından sayılır. TBMM’de 1935 yılına kadar iki dönem Gelibolu, iki dönem de Tekirdağ mebusluğu görevinde bulunur. Soyadı kanunuyla “İleri” soyadını alan Celal Nuri, 1938 yılında, 56 yaşında, Mustafa Kemal’den bir hafta önce vefat eder. Bu sebeple vefatı ve hakkındaki değerlendirmeler çabuk gündemden düşmüştür. Türk düşünce tarihinde muhtelif konularda en çok eser vermiş isimlerdendir. Mezarı Rumeli Hisarı’ndadır.[2]
II. Meşrutiyet dönemi fikri hareketliliği ve Batıcılık
- yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında “Osmanlı Devleti’nin nasıl kurtulabileceği” sorusuna cevap arayan Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi fikir hareketlerinin oluştuğu ve II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte bu fikrî ortamın daha da hareketlendiği görülmektedir. Esasen aynı soruya cevap arayan bu dönemin düşünürlerinin fikirlerini kesin çizgilerle ayırmak bazen zor olmakla birlikte, etrafında toplandıkları yayın organları sayesinde bir ayrıma gidilebilmektedir. Bu fikir hareketlerinin neşriyatı 1908 sonrası Meşrutiyet’in özgürlük ortamında daha da hız kazanmıştı.
Celal Nuri’nin eğitim hayatının ve okumalarının Batı’ya ilgisini besleyecek bir yapıda olduğunu görebiliyoruz. Kendisi bulunduğu çevre itibariyle, “istibdat” karşıtı bir aydın zümre içerisinde doğal olarak Batı kaynaklı bir çözüm arayışında idi. Bu nedenle de Batıcı diye nitelenen yazarlarla birlikte hareket ediyordu. Bu grubun başını Doktor Abdullah Cevdet çekmekteydi ve yayın organı İctihad dergisi idi. Bu grup 1911 yılında artık İstanbul’da yayınlanmaya başlayan İctihad dergisinde on sekiz madde hâlinde Batıcılık programını yayınlamıştı. Bu program aslında büyük ölçüde daha sonra Cumhuriyet döneminde uygulamaya konulan yenilikleri içeriyordu. Celal Nuri de 1911 yılı itibariyle derginin yazar heyetinde yer almış, 1914 yılı başlarındaki ayrılığa kadar düzenli bir şekilde yazmış, Batıcılar arasında kuvvetli bir ilişki ağı içerisinde bulunmuştu.[3]
Bu dönemde aynı zamanda Batıcı grubun, İslamcı olarak nitelenen grup ve üyeleriyle münakaşa içerisinde oldukları görülmektedir. Batı’nın maddeci ve pozitivist fikirlerini benimsemeleri ve Osmanlı’ya aktarma çabaları nedeniyle Batıcılar, İslamcılar tarafından eleştiriliyordu. Celal Nuri de eserlerinde bazı Batılı pozitivist düşünürlerin fikirlerini aktarması ve dinin ıslah edilerek ilerlemenin bir aracı olarak faydalanılması yönündeki fikirlerinden dolayı eleştirilere maruz kalıyordu. Filibeli Ahmet Hilmi de onu eleştirenler arasındaydı. Batıcı ve İslamcılar arasındaki tartışmalar sürerken, artık Batıcılar arasında da giderek artan bir şekilde emperyal hedefleriyle yüzleşilen Batı medeniyetinin mahiyeti üzerine tartışmalar başlayacaktı.
Batı’ya tavrımız nasıl olmalı? Abdullah Cevdet-Celal Nuri Tartışması
Şimdi Batı’ya karşı Tavrımız Nasıl Olmalı? Sorusu üzerinden Abdullah Cevdet ile Celal Nuri arasındaki tartışmadan bahsedelim. 1910’lardan itibaren yaşanan siyasi gelişmeler ve özellikle Balkanlarda kaybedilen topraklar, Osmanlı aydınlarının fikirleri üzerinde oldukça etkili olmuştu. Avrupa’nın Balkan devletlerini desteklediği düşüncesi ise Osmanlı Devleti’nin Batı’ya karşı nasıl bir tavır takınması gerektiği noktasında tartışmalara yol açmıştı. Bu tartışmaların etkileri itibariyle en önemlisi Batıcı hareketin önde gelen iki ismi Abdullah Cevdet ve Celal Nuri arasında oldu. Celal Nuri 1914 yılı başında İctihad’da kaleme aldığı “Şime-i Husumet” başlıklı yazısında Avrupa aleyhtarı görüşlere vurgulu bir biçimde yer verirken, Abdullah Cevdet ise bu makaleye cevap mahiyetinde kayıtsız ve şartsız Avrupa taraftarlığını savunduğu “Şime-i Muhabbet” başlıklı bir yazı kaleme aldı.[4] Bu iki yazıyla başlayan tartışma, Batıcı grubu yoğun bir tartışmanın içine çekmesi ve Şükrü Hanioğlu’nun deyimiyle tam Batıcılar-kısmi Batıcılar olarak iki ayrı gruba ayrılmasına neden olması açısından önem taşımaktadır.
“Şîme-i Husumet” başlıklı yazısı özelinde Celal Nuri’nin bu dönemdeki Batı’ya bakışını görebiliyoruz. “Şîme” kelime anlamı olarak tabiat, huy anlamına gelir. Yazının içeriğine bakıldığında, Celal Nuri Avrupa’ya karşı beslediği ve yazısının başlığında bahsettiği husumetin vatanı olarak bildiği toprakların Osmanlı yönetiminden çıkışını sebep gösterir. Bu kayıpların acısının ruhunu ve kalbini yaktığını şu kelimelerle ifade eder: “Havsalam felaketlerimizi ihata edemiyor. Ya! Demek ki Selanik, Manastır, Trablus bizim değil? Şimdi Üsküp’te kral Petro namına hutbe okunuyor? Arnavud dindaşlarımız bizden ayrıldı ve bir gayrimüslüm hükümdara biat edecekler. …Hayır. Ruhumuz, kalbimiz, milletimiz, dinimiz asla Selanik’i, Trablus’u İşkodra’yı ilâ âhirini teslim etmedi…” İşte Celal Nuri’nin bahsettiği “husumet” bu halet-i ruhiyeden, bu isyan hissinden doğmaktaydı. Fakat diğer taraftan, bahsettiği husumet ve düşmanlığın insanları savaşa sürüklemek anlamında değil, birlik ve beraberliğin temelini oluşturacak bir unsur olduğunu savunuyordu. Celal Nuri, öne sürdüğü “husumet”i aynı zamanda bir kimlik muhafazası aracı olarak görüyordu. Nasıl ki Türk düşmanlığı, Avrupalı kimliğinin oluşumunun önemli bir parçası olmuş ise Türklerin de kendi kimliklerini muhafaza edebilmeleri ve bir bilinç oluşturabilmeleri için Avrupa’ya husumet beslemeleri gerektiğini söylüyordu. Buna örnek olarak Bulgarların Türk düşmanlığı, Fransızların Alman düşmanlığını verirken, Japonya’nın başarısının arkasında Avrupa’yı hasım olarak görmesinin önemini vurguluyordu.[5]
Batı’ya yönelik tavır konusunda aslında Celal Nuri’nin İctihad’daki ilk yazılarından itibaren Avrupa’ya eleştirel bir tavır içerisinde olduğunu görüyoruz. Nitekim Avrupa’nın gelişmişliğini takdir etmekle birlikte, sömürgeci politikalarına kızıyor, Avrupa’nın zulmüne maruz kalanların birlikte hareket etmesi gerektiğini yazıyordu. Celal Nuri gibi bir Batıcıyı bu süreçte İttihâd-ı İslam fikrine götüren sebepler de esasen sömürgeci ülkelerin son yıllardaki faaliyetleriydi. Fas’ın Fransa himayesine girmesi, İtalya’nın Trablusgarb’ı işgali ve ardından Balkan Savaşları’ndaki kayıplar ile artık Avrupa’ya güven duyulmayan bir savaş dönemine girilmişti. Celal Nuri, Avrupa emperyalizmine karşı birlikte hareket etmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu bu dönemde İttihad-ı İslam başlıklı eserini yazar. Batıcı cenahtan eleştiriler alır, fakat yine esas tavrının Avrupalılık fikrine değil, Avrupa’nın emperyalizmine ve emperyalist hükümetlerine olduğunu belirtir. Bu çerçevede Nuri’nin İslam birliği fikri aslında dinî bir proje değil, vatanı savunma duygusuyla başvurulan bir araçtır.[6]
Abdullah Cevdet ise, Celal Nuri’nin “Şime-i Husumet” başlıklı yazısını yayınlamıştı, ama hiç de onun gibi düşünmüyordu. Abdullah Cevdet’in “Şime-i Muhabbet” başlıklı karşı yazısı, Celal Nuri’nin söylediklerinin zıddını söylemek üzerine kuruluydu ve sert bir üslup ile yazılmıştı. O, İslam dünyasının başına gelen felaketlerin zaten bu husumetten kaynaklandığını, bu nedenle Avrupa’ya husumetin faydadan çok zarar getirdiğini düşünmekteydi. Abdullah Cevdet’in kafasında Avrupa ve Osmanlı’nın konumu çok netti. Ona göre; Avrupa bizim hocamızdı ve biz de onun çalışkan bir öğrencisi olmak, ona muhabbet beslemek durumundaydık. Ayrıca ikinci bir medeniyet olmadığından gülü ve dikeni ile Avrupa medeniyetini kabul etmeliydik. Yine Avrupa’nın sadece trenlerini, yollarını, uçaklarını alıp kültürünü almamaya imkân yoktu, yapılması gereken tam anlamıyla Batılılaşmaktı.[7] Karşılıklı bu iki yazının ardından Celal Nuri “Abdullah Cevdet öldü!” cümlesiyle başlayan ve Abdullah Cevdet’e ağır ithamlar içeren uzunca bir risale kaleme alır. Nuri’nin bu tavrı sonrasında ikili ilişkiler kopar. Bu tartışma Batıcı aydınlar arasında da düşünsel anlamda bir ayrışmaya neden olmuş ve karşılıklı yazılarla bir süre devam etmiştir.
Celal Nuri’nin sınai ve hakiki medeniyet ayrımı
Bu tartışmada Abdullah Cevdet’in tek medeniyetin Avrupa medeniyeti olduğu ve bunun gülü ve dikeni ile alınması gerektiği fikrine karşı Celal Nuri’nin sınai ve hakiki medeniyet ayrımı öne çıkmaktadır. Aslında özellikle son asırda Batı’daki bilim ve teknik alanındaki gelişmelere bigâne kalmak pek mümkün olmadığından bu dönemde pek çok aydın, medeniyeti farklı isimlerle teknoloji ve gerçek medeniyet olmak üzere ikiye ayırıyorlardı. Celal Nuri’nin ayrımına göre teknoloji olarak da ifade ettiği sınai medeniyet matematiksel kesinliğe dayandığı için tektir ve terakki için bu anlamdaki Avrupa medeniyeti iktibas edilmelidir. Bunun bir mahzuru da yoktur ve bu açıdan Avrupa bizim hocamız olabilir. Buna karşın Hakiki medeniyet ise güzel ahlak ve fikirlerin yükseltilmesi, daha çok insani ve ahlaki değerler olup, bu anlamda bırakın Avrupa’ya yakınlaşmayı, kendimizi muhafaza etmemiz gerekir. Ona göre, “Olduğu gibi bir memleketin ahlak ve adâtını almak maymuncasına bir taklid yapmakdır”.[8]
Celal Nuri ve Almanya
Bu noktada biraz da Celal Nuri’nin emperyal hedefleri olan diğer dünya güçlerinden ayrı bir yere koyduğu Almanya hakkındaki müspet düşüncelerinden bahsedip sonuca gelebiliriz. Celal Nuri, henüz 1911 yılında Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne sunduğu metinde, Osmanlı milleti ve İslam âleminin en buhranlı döneminde olduğunu belirtip Rusya ve İngiltere’nin emperyalist politikalarına dikkat çekerken, II. Abdülhamid döneminden beri farklı alanlarda iyi ilişkiler geliştirilen, Osmanlı Devleti üzerine emperyal hedefleri olmadığı düşünülen, giderek büyüyen, gelişen ve güçlenen Almanya’yı ayrı bir yerde tutup yakın bir tavır sergilemekteydi.[9] Celal Nuri’nin Almanya’ya karşı yakın tavrı Almanya’ya gittiği seyahatinden sonra daha da güçlenmişe benzemektedir.
Seyahat Notları
Celal Nuri 1912 ve 1913 yazlarında çıktığı yaklaşık bir buçuk aylık seyahatlerinde kaleme aldığı notlarını Şimal Hatıraları ve Kutup Musahabeleri adıyla yayınlamıştır. 1913 yazındaki seyahatinin önemli bir kısmında Almanya’da kalmış ve gözlemlediği Berlin, Potsdam, Hamburg gibi şehirleri üzerinden Almanya üzerine düşüncelerini yazıya dökmüştür.
Almanya hakkındaki notlarını okuduğumuzda Batı’nın üstün sınai medeniyeti karşısında kendine acıyan bir Celal Nuri ile karşılaşırız. Berlin’de yazdığı ilk notunun başlığı “Hiss-i Hicâb”, ilk kelimesi ise “Utanıyorum!”dur, “Cinayet işlemiş bir alçak gibi utanıyorum”. Utancının gerekçesi ise etrafında gördüğü ve hayran olduğu Batı’nın sınai medeniyetinin mücessem hâlidir. Ayrıca mahcuptur, mahzundur ve kendisini Berlin’in muazzam, mücessem, müheykel medeniyet-gâhının içinde bir öksüz gibi hissetmektedir. Bu hisleri yaşamasının sebebini, bütün Osmanlı vatanının, İslam âleminin, bütün Türklüğün ızdırabını yaşamasıyla açıklar. Son tarz yapılmış bir makine gibi işleyen bir şehir gözünün önündedir ve ister istemez gördüğü birçok şeyi İstanbul ile karşılaştırır, ezilir. Güçlü görünümlü Alman askerini görür, zayıf Osmanlı askeri aklına gelir, Alman kadınlarını takdir eder, İstanbul’un geveze, dedikoducu kadınları gözünün önüne gelir. Şu Kâbe-i Muaazama-i terakkî’de dolaşmak beni fena yapıyor, her ne görüyorsam noksanımızı anlamak için bir mizansen sanıyorum.” der.
Potsdam şehrinde gördükleri ise Celal Nuri’nin kafasında başka fikirler uyandırır. Prusya saltanatının ihtişamı onu etkiler. Bu ihtişamın devletin ve makam-ı saltanatın güç ve haşmetini gösterdiğini, bunların taht-ı saltanatı ayakta tutan sütunlar olduğunu düşünür. Buradan hareketle “Biz inkılâbımızdan sonra yanlış bir yola saptık, hükümdarımıza tecavüzle beraber hükümdarlığa da tasallut ettik. Saltanat bundan müteessir oldu… Taht-ı Osmanî muhtac-ı tamirdir…” demektedir. Ayrıca buradaki saltanatı diğerleriyle özellikle Fransa ile karşılaştırmakta, Potsdam’ı Lui’lerin sarayına tercih etmeliyiz demekte ve giderek güçlenen Almanya’ya işaretle “Fransa mazi, İngiltere hâl, Almanya istikbaldir.” ifadelerini kullanmaktadır.[10]
Hamburg notlarında; Hamburg Limanı’nın Almanya’ya artık az geldiğinden bahisle, Almanya’nın Hollanda ve Belçika’ya doğru yayılmasının kaçınılmaz bir durum olduğunu şöyle ifade eder: “Almanlar taşıyor, fezeyân halindeki enhar gibi, fezeyan zamanında milletlerin de etrafa yayılması tabiidir”. Denizcilikteki gelişmelerden, büyük şirketlerden, devasa gemilerden bahsederken “Aman yârabbi! Bu ne heybet bu ne haşmet… Bunlar da adam biz Türkler de adam. Biz bir Haliç İdaresi’ni işletemiyoruz da başkalarına kaptırıyoruz, bunlar kâinatın en muazzam gemilerini inşa edip okyanusları sahipleniyorlar…” diyerek denizlerdeki İngiliz Alman rekabetine işaret etmektedir. Almanya’nın ilerleyişine hayran kalan Celal Nuri “Biz nasıl dörtnala inhitata gittiğimiz gibi, Almanlar da dörtnala, mübalağa etmiyorsam sekiz nala teâlî ve terakiye gidiyor… Düşünüyorum da Almanya bu hızla ilerleyecek olursa 10-15 seneye kadar meydan tamamen Cermen ırkına kalacak, zira Fransa günden güne eriyor, İngiltere yerinde sayıyor, Rusya henüz vahşilikten kurtulamamış bir hâlde.” demektedir…[11]
Yine Hamburg notları arasında Bismarck üzerine yazdıkları da dikkat çekicidir. “Napolyon’un ezdiği Prusya’yı, şimdi bizim hâlimizde bulunan Prusya’yı uyandırmış, çok sayıda Alman devletçiğini bir çatı altında toplamış, bugün Cihangir bir millet ve devlet hâline getirmiş” olan Bismarck’a övgüler düzer, yaptığı işin büyüklüğüne dikkat çeker. Ardından ise Allah’a yakarır ve “Ey ma’bude-i zî-mürüvvet! Türkiye’de de bir Bismarck doğur. Lütf u keremini yalnız Almanya’ya değil, biraz da memalik-i Osmaniye’ye teşmil ve ta’mim et… Türklerin de yüzünü biraz güldür.” der.[12]
İttihâd-ı İslam ve Almanya
Celal Nuri’nin toprak kayıplarının yaşandığı bir ortamda devletin kurtuluşunu İslam Birliğinde görmeye başladığından ve bunun üzerine İttihâd-ı İslam başlıklı hacimli bir eser yazdığından bahsetmiştik. Daha sonra bu esere zeyl olarak İslam Dünyası’nın Almanya ile birlikte hareket etmesini istediği İttihâd-ı İslam ve Almanya başlıklı bir eser kaleme alır. Bu zeyli kaleme almasında 1913 yılındaki Almanya seyahati ve sonraki yıl patlak veren dünya savaşı öncesi müttefik arayışının da etkisi olduğu düşünülebilir.
Burada Birinci Dünya Savaşı sırasında dünyada iki büyük devlet tanıdığını ve bunların Almanya ile İngiltere olduğunu yazar. Ona göre menfaatlerimiz uyuşmadığı için İngiltere “tabii hasmımızdır” ve bu durumda yalnız kalmamak için en uygun yol Almanya ile anlaşmaktır. Bu nedenle Almanya ile yapılan ittifaka büyük değer verir, bu ittifakta bizim için hayat vardır demektedir.[13] Bu anlamda Celal Nuri’nin devletin politikalarıyla da paralel bir tavırda olduğu görülmektedir.
Cumhuriyet ile Celal Nuri’nin kendini bulması
Cumhuriyet dönemindeki Celal Nuri’den kısaca bahsedip yazıyı tamamlayabiliriz. Celal Nuri’de Avrupa ve Batı meselesi hep gündemde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Celal Nuri’nin Avrupa’ya husumet fikrinde, artık Avrupa’ya ters düşmeyecek bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Nitekim cumhuriyetin kuruluş sürecinde emeği geçenlerden olmuş, 1924 anayasasının hazırlanmasında rol almış, 1935 yılına kadar dört dönem milletvekilliği yapmıştır.
1926’da yayınladığı Türk İnkılabı başlıklı eserinde yaşadığı dönüşümün izlerini görmek mümkündür. Burada artık Osmanlı’nın dağılışını, yayıldığı büyük coğrafi muhit ile uzlaşamamasına bağlar. Avrupalılaşmanın Türklerin bulunduğu coğrafyanın bir gereği olduğunu, bunun bir tercihten ziyade bir zorunluluk olduğunu söyler. 1910’lardan itibaren dile getirdiği sınai ve hakiki medeniyet ayrımı 1926’da artık pek de net değildir ve söyleminde Avrupa medeniyeti vurgusu artmıştır.[14] İttihâd-ı İslam düşüncesindeki değişikliği ise şu ifadelerde görebiliriz: “Türkiye kendisinden olmayan din kardeşlerine dostluk bağıyla bağlıdır, fakat artık alemşümul bir din siyaseti kalmamıştır. On milyon Türk, üç yüz milyon Müslümanın meseleleriyle uğraşmak için kendisinde maddi kuvvet görmemektedir…”[15]
Aslında farklı dönemlerde devlet politikalarına ters düşmemiş olması belki de Celal Nuri’nin tutarlı tarafı olarak görülebilir. Hem Osmanlı’nın dağılmaya yüz tuttuğu bir dönemde, hem de savaş sonrası sağlam temellere oturtulmaya çalışılan Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin temel politikalarına paralel biçimde tavır takındığı söylenebilir. Özellikle savaş yıllarında savunduğu fikirlerin Osmanlı Devleti yöneticilerinin Avrupa’ya yönelik tavrı ile örtüştüğünü görürüz. Fransa ve İngiltere’ye karşı sert tavır takınırken, Almanya ile birlikte hareket etmeyi doğru bulmaktadır. İttihâd-ı İslam ve Almanya adlı eseri de bu düşüncenin bir ürünüdür.[16]
Netice olarak Celal Nuri’nin Hamburg notlarındaki “Ey ma’bude-i zî-mürüvvet! Türkiye’de de bir Bismarck doğur. Lütf u keremini yalnız Almanya’ya değil, biraz da memalik-i Osmaniye’ye teşmil ve ta’mim et…” şeklindeki Allah’a yakarışı karşılık bulmuş olacak ki, Devlet-i Osmanî ve İttihâd-ı İslam olmasa bile en azından Anadolu’da bir Türk ulus devleti kuracak Bismarck’ını bulmuş, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte aslına dönerek uygulamaya konulan Batıcılık programının savunucusu ve uygulayıcısı olmuştur.
* Öğretim Görevlisi, İstanbul Teknik Üniversitesi.
[1] Bu çalışma Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından 6 Mayıs 2017 tarihinde “Çağdaş Türk Düşüncesinde Doğu-Batı Karşıtlığı: Kişiler ve Temalar” başlığıyla düzenlenen ihtisas sempozyumunda tebliğ olarak sunulmuştur.
[2] Recep Duymaz, “Celal Nuri İleri”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), yıl 1993, c. 7, s. 242-245; Necmi Uyanık, “Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri İleri ve Yenileşme Sürecinde Fikir Hareketlerine Bakışı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, yıl 2004, sy. 15, s. 227-274, s. 231-241; Süleyman Hayri Bolay, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, İstanbul: Yağmur Yayınları, 1967, s. 29-31.
[3] Şükrü Hanioğlu, “Batıcılık”, TCTA., c. 5, İstanbul: İletişim Yayınları, 1985, s. 1385. İlgili on sekiz madde için bkz. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul: Üçdal Neşriyat, [t.y.], s. 375-383 [Kılıçzâde Hakkı, “Pek Uyanık Bir Uyku”, İçtihad, no. 55, 21 Şubat 1328, s. 1226-8, İçtihad, No. 57, 7 Mart 1329, s. 1261-4].
[4] Tufan Buzpınar, “Öteki Üzerinden Hesaplaşma: Celâl Nuri ve Abdullah Cevdet’in Avrupa Tartışmaları Hakkında Bir Değerlendirme”, DÎVÂN İlmî Araştırmalar, sy. 19 (2015/2), s. 153-154.
[5] Buzpınar, a.g.m., s. 160-161.
[6] Buzpınar, a.g.m., s. 156-157, 176; Uyanık, a.g.m., s. 259.
[7] Beşir Ayvazoğlu, “Eski Bir Tartışmanın Düşündürdükleri”, Karar Gazetesi, 17 Eylül 2016. http://www.karar.com/yazarlar/besir-ayvazoglu/eski-bir-tartismanin-dusundurdukleri-2131; Buzpınar, a.g.m., s. 162-164; Şükrü Hanioğlu, a.g.m., s. 1386
[8] Celal Nuri, 1327 senesinde Selanik’te münakid İttihad ve Terakki kongresine takdim olunan muhtıradır, İstanbul 1327, s. 30.
[9] Necmi Uyanık, “Siyasi Düşünce Tarihimizde Batıcı Bir Aydın Olarak Celal Nuri (İleri)”, Doktora tezi, Selçuk Üniversitesi, 2003, s. 74 vd.
[10] Celal Nuri, Kutup Musahabeleri, İstanbul: Mavi Yayıncılık, 1997, s. 13-15.
[11] Celal Nuri, a.g.e., s. 20-22.
[12] Celal Nuri, a.g.e., s. 24-25.
[13] Recep Duymaz, “Celal Nuri İleri ve Âti Gazetesi”, Doktora tezi, Marmara Üniversitesi, 1991, s. 23.
[14] Buzpınar, a.g.m., 173-174.
[15] Uyanık, a.g.t., s. 344.
[16] Buzpınar, a.g.m., s. 175.