İSLAM ESTETİĞİNE KATKISI YÖNÜYLE MEVLEVÎ-GÜLŞENÎ KARDEŞLİĞİ
Türkan Alvan* & M. Hakan Alvan
Gülşenî dervîşdür gül goncelerdir Mevlevî Bülbül-i hoş-hân okur geh Ma‘nevî geh Mesnevî (Ferâgî Osman Paşa, ö.1605)
Klasik Türk musıkisinin dünya çapında eşsizliğine en büyük katkı şüphesiz Mevlevîlerindir. Âdâbı, erkânı ve folklörünü adeta sanat şölenine dönüştüren Mevleviyye’ye estetik değer açısından rakip olacak tek tarikat Gülşeniyye’dir. Lakin bu iki tarikatın rekabetten ziyade kardeşlik ile birbirine tesiri olduğunu bilmek gerekir.
Halvetiyye’nin Rûşeniyye şubesi olarak XVI. yüzyılın başında kurulan Gülşeniyye, çok etkilendiği Mevleviyye ile daima yakın ilişki içinde olmuş bir tarikattır. Mevlevî-Gülşenî yakınlığının sebebi çoktur: Dîdem ruh-ı hûb-ı Gülşenî-râ / Ân çeşm-i çerağ-ı Rûşenî-râ gazelinde Mevlana, Pîr İbrahim Gülşenî’yi ve tarîkatini yaklaşık 300 yıl evvel müjdelemiştir. Pîr İbrahim Gülşenî, Mısır’da 40 günde, Mevlânâ’nın Mesnevî’sine nazîre olarak 40.000 beyitli Farsça Manevî-i Şerîf’i yazdı. Gülşenî dergâhlarında devran yanında semâ edilmesi; Gülşenî tekkelerinde ve mevlevihânelerde Mesnevî ve İbrahim Gülşenî’nin Manevî’sinin beraber okunması geleneği bu yakınlığı gösterir.
Mevlevî Esrâr Dede’nin tezkiresinde değinmesi gibi birçok şair Gülşenî ve Mevlevî dostluğundan bahsetmiştir. Mesela Sünbülî, Sivasî ve Gülşenî halifelerinden olan Şehremini’deki Hulvî Tekkesi’nin bânisi Şeyh Cemaleddin Mahmud Hulvî (ö.1654) aşağıdaki beyitte Mevlevî-Gülşenî kardeşliğine değinmiştir. Şeyh Hulvî Efendi’nin Yenikapı Mevlevihânesi’nde semâ ve Mesnevi sohbetlerine iştirak etttiği bilinmektedir. Hâkeza hicivleriyle birçok kişinin canını yakan şair Nefî, Hz. Mevlana için yazdığı methiyede Pîr İbrahim Gülşenî’yi övmüştür:
Can bülbülü bazen Mesnevî bazen Ma‘nevî okur
Gülşenî’den Rûşenî bul Hulviyâ Monlâ’ya dön
(Şeyh Hulvî)
Bir gülistân-ı müferrihdir dil-i pür feyzi ki
Ana rûh-ı Gülşenî’dir bâğbân-ı Manevî
(Nefî)
Farsça ve Arapça’nın hâkim olduğu Kahire, Bulak, İskenderiye, Şam, Halep’deki Gülşenî dergâhlarındaki zikir, mevlid vb. törenlerde en çok Türkçe ilâhilerin okunması sayesinde Türkçe değer kazanmıştır. Özellikle Kahire’deki Gülşenî Âsitânesi, devlet adamı, âlim ve sanatkârları cezbederken İstanbul’da 13, Tekirdağ’da 14 semtte ve Edirne, Bursa, Antalya, Trabzon, Diyarbakır, Urfa, Kırım, Kefe, Gelibolu ve Balkanlarda kurulan birçok Gülşenî tekkesinde çok sayıda şair ve musıkîşinas yetişmiştir. Vazifesi gereği tekkelere postnişîn atayan Şeyhülislam Yahya’nın şu beyiti, derviş olmayan devlet adamlarının bu tarikate duyduğu sempatiye bir örnektir:
Andelîb-i hôş-sadâ bir Gülşenî dervişidir
Mushaf-ı gülden okur subh u mesâ evrâdını
(Şeyhülislam Yahya)
Bu beyitte gül-bülbül, sıradan mazmun olarak kullanılmamış, zikir koreografisi çok estetik olan Gülşenî Devrânı’na telmih yapılmıştır. Şöyle ki Gülşenî tâcında beyaz/pembe, uzun, dilimsiz serpuşun üzerine şeker-âviz denen yeşil destâr sarılır. Gülşenî tâcının ortası beyaz, sarığı krem renginde ve tek terklidir, sekiz terkli olduğunu söyleyenler de vardır. Tepesindeki düğme ﺐ’nin noktasının remzidir. Hırka ve tâcıyla Gülşenî dervişi gül kisvesi giymiş gibidir. Gülşenî tacının yeşil destâra sarılı pembe beyaz güllere benzemesi ile devran müthiş bir estetik şölene dönüşür, yukarıdan bakıldığında devran eden dervişler, gül goncalarının açılıp kapanışına benzer.[1] Gülşenî Devrânı’nda özel besteli Gülşenî savtları, ilahiler, tevşihler, okunurdu. Aslen Bahçesaraylı olan dîvân kâtibi ve Tarih-i Vecihî yazarı Hasan Vecihî (ö.1660) bir kasidesinde âsitânede sabaha dek yapılan Gülşenî devrânını ve temcidleri övmüştür. Şâbâniyye, Uşşâkıyye, Kâdiriyye ve Gülşenî tarikatlarından hilafeti olan Hüseyin Vassaf Bey, şair Vecihî’nin Kahire Gülşenî Âsitânesi için yazdığı bu kasidenin âsitâne kapısı üstündeki taşa nakşedildiğini söylemiştir. Tarikat silsilelerini anlatırken edebî tasvirler yapan Celvetî dervişi Nev‘îzâde Atâyî de Gülşenî devrânından şöyle bahsetmiştir:
Gülşenîlerde tâclar gül gül
Halkalar sanki halka-i sünbül
Hoş iderler usûl ile devrân
Çarh olmış o devre ser-gerdân
(Atâyî)
XVII. yüzyılın tanığı olan Gülşenî dervişi Evliya Çelebi eserinde Gülşeniyye’den detaylı ve muhabbetli üslupla bahsederken bu tarikatın insan kalitesine nasıl önem verdiğini şöyle anlatmıştır: “Mısır Gülşenî Âsitânesi’ne sadece havasü’l-havas, marifet ehli askerler, âlimler, sanatkârlar, şairler ve dervişler gelir, bu dergâha kaba, zevzek cahilleri, yabancıları almazlar.” Evliya Çelebi Kahire’deki Gülşenî Âsitânesi’nde cuma gecesi katıldığı 7-8 saat süren Gülşenî Devranı’nda (ber-hayat olan) Aziz Mahmud Hüdâyî, Abdülehad Nuri gibi şeyhlerin ilahilerinin okunduğunu; burada Yesevî zikri zikr-i erre yapıldığını söylemiştir. Başka yerlerdeki Gülşenî tekkelerini de gezen Evliya Çelebi’ye göre “Edirne halkının çoğu Gülşenî dervişidir. Gülşenî Tekkesi’nde Cuma namazı sonrası toplanan büyük kalabalık ile tevhîd‑i sultânî zikri yaparlar.” “Diyarbakır’da geceleri kandiller, mumlar, meş’alelerle aydınlatılan ve süslenen meydandaki kulübelerde toplanan halk, hânendeler ile kanun, çeng, rebab gibi türlü sâzendeler, neyzenler, meddâhlar eşliğinde sabaha dek Baykara faslıyla eğlenir. Sabah namazından sonra hâcegân, Gülşenîler, diğer tarikatlerin dervişleri, âşıklar hazin Gülşenî savtları, temcîd ve temhîdler okur, şevkle tevhîd zikri çekerler; devâm‑ı devlet‑i pâdişâhîye dua ederler. Diyarbakır halkının çoğu da Gülşenî dervişidir.” “Trabzon’daki Gülşenî Tekkesi’nde sarı, mercan, Hıtay yeşim yeşili ve Nişabur firuzesi renklerinde gözalıcı, tertemiz cübbeleriyle dolaşan dervişler içinde Farsça konuşan bilge hocalar, gazelhanlar ve şairler vardır. Halk bunlara çok rağbet eder.”
Evliya Çelebi yirmi beş yaşındayken 1636 Ramazanı’nda Ayasofya’da teravih sonrası yaptığı müthiş kıraatı beğenilince saraya alınmıştır. Sultan IV. Murad Rumca, İbranice, Süryanice, Yunanca, Farsça, Arapça bilgisi yanında; ezberinde birçok kaside, bahr-i tavil, musammatlar ve birçok makamda kâr, nakış, savt, zecel, türkü, şarkı, varsağı okuduğunu öğrendiği Evliya Çelebi’yi has nedimi tayin etmiştir. Evliya Çelebi’nin musıkî makamlarını tevriyeli kullanarak ettiği latifeler padişahın çok hoşuna gitmiştir. Enderun’da eğitimine başlayan Evliya Çelebi’nin musıkî hocası Tokatlı Derviş Ömer Gülşenî’dir (ö.1655). Kahire’de Âsitâne zâkiriyken İbrahim Gülşenî’nin himmetiyle Kanunî devrinde saraya giren Derviş Ömer, yedi padişah görmüş zinde bir musahib, ser-hânende ve bestekârdır. Derviş Ömer, bizzat İbrahim Gülşenî’den postnişinlik icazeti alan bir halîfesidir, ama hep sarayda ikamet etmiştir. Evliya Çelebi’ye göre “Asarım, keserim!” dediği öfkeli zamanlarında “Bak hele kasap başı!” diye ikaz edecek kadar IV.Murad’a yakın olan Derviş Ömer’i padişah tebessümle karşılar, ona ayrıcalıklı davranırmış. Evliya Çelebi “manevî babam” dediği Derviş Ömer Gülşenî’nin dervişi olabilir. Evliya Çelebi Derviş Ömer’le IV.Murad huzurunda yaptıkları meclislerde toplanan şairleri, meddahları, meşayıh ve dervişleri, fasılları detaylarıyla anlatmış, güftesi IV. Murad’ın musahip Musa Çelebi için yazdığı varsağıya Derviş Ömer’in bestesini padişahın huzurunda okuduklarını söylemiştir.
Gülşenî Hulvî Efendi Tekkesi (Şiruganî Tekkesi) 3.postnişini olan ve Dede-i Atîk diye de güfte mecmualarında geçen Ali Şiruganî Dede (ö.1714) şöhreti çağını aşan büyük bir müzikolog, bestekâr, hânende ve hocadır. Nâyî Osman Dede Rabt-ı Ta’bîrât-ı Mûsikî risalesinde Ali Şiruganî’nin yeni musıkî ıstılahları bulduğundan bahsetmiştir. Tertibi Gülşenî Şeyh Abdülganî Dede’nin ve bestesi Ali Şiruganî Dede’nin icadı olan tesbih (mahfel sürmesi) bu yeniliklerden biridir. Bursalı Muhrirzâde Salih Çelebi (ö.1666) gibi birçok talebe yetiştiren Ali Şiruganî Dede 100 kadar kâr, beste, murabba, semâî yanında 600 kadar savt, tevşih, durak, ilahi ve tesbih bestelemiştir. Bestelerinin güfteleri Niyâzî-i Mısrî, İsâ Mahvî, Abdülehad Nûrî, Yunus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Şemseddîn-i Sivasî, Abdülkerîm Fethî gibi çoğu Halvetî şeyhi şairlerle Sultan II.Mustafa’ya ait ilahilerdir. Eserlerinden sadece 36’sı günümüze ulaşan Ali Şirüganî Dede’nin güfte mecmualarında çokça eseri kayıtlıdır. Niyâzî-i Mısrî’nin vefatından az evvel yazdığı Ey garip bülbül diyarın kandedir ilahisine Ali Şiruganî’nin hicaz makamındaki bestesi bugün de meşhurdur.
Edirne’de Gülşenî Âşık Musa Tekkesi de şiir ve musıkîye değer katan sanatkârlar yetiştirmiştir. 1556’dan itibaren İstanbul’da ve bir süre Edirne’de halifesi Âşık Musa Tekkesi’nde kalan Şeyh Muhyî’nin Anadolu’da Gülşenîliğin yayılmasına katkısı büyüktür. XVII. yüzyılın başında vefat eden şair Muhyî-i Gülşenî, sadece Gülşenîler hakkında değil; Akkoyunlu, Memluklu ve Osmanlı tarihi açısından önemli bir eser olan Menâkıb-ı İbrahim-i Gülşenî’yi yazmıştır. Türbedârı olduğu Kahire Gülşenî Âsitânesi’nde medfun olan Muhyî-i Gülşenî, 40’ı aşkın eser bırakan pek çok ilme vâkıf edip ve şairdir. Gülşenî şair Ubudî onun vefatına Şehîd-i aşk-ı cânân oldu Muhyî mısraıyla tarih düşürmüştür. Âşık Musa Tekkesi postnişini La‘lî Mehmed Fenâyî (ö.1701) ise Pîr’i İbrahim Gülşenî’nin 40.000 beyitli Mesnevî naziresinin 500 beyitine Şerh-i Ebyât-ı Ma’nevî-i Gülşenî adlı bir şerh yazmıştır. Şeyh La‘lî Mehmed Fenâyî bu şerhte ney, erganun (org) gibi sazların tasavvufî anlamlarını açıklamıştır. Etvâr-ı Seb’a Tercümesi, Tercüme-i Hâl-i Hz.Pîr İbrâhîm-i Gülşenî ve Fenayî mahlasıyla yazdığı Dîvânçe diğer eserleridir. La‘lî Fenâyî’nin dervişi ve Edirneli Şeyh İbrahim Gülşenî’nin (ö.1688) oğlu olan dîvân şairi Kâmî Mehmed (ö.1724), 110 yaşında vefat eden mürşidinin vefatına Meded kopdı kıyâmet nahhâl-ı Gülşenî’den bir gül-i La‘lî mısraıyla tarih düşürmüştür.
Şabanî, Celvetî, Uşşakî, Nakşî şeyhlerinden de icazet alan La‘lî Mehmed Fenâyî’yi asıl önemli kılan Pîr Hasan Sezayî’yi yetiştirmesidir. Gülşeniyye şubelerinden Sezaiyye’nin pîri Hasan Sezayî (ö.1738) şair ve musıkîşinas bir şeyhtir. Bazılarının “Osmanlı’nın Hâfız-ı Şîrâzîsi” övgüsü, onun mürettep Dîvân’ının belagat değerini anlatır. 1693’te Limni’ye sürgüne giderken Niyazî-i Mısrî, ona 24 yaşındayken hoş nazarla Sezayî mahlasını vermiştir. Hüseyin Vassaf Bey’in anlattığına göre bu mahlasın alınışı şöyledir: Rivayete göre sürgün edilen Niyazî-i Mısrî’ye sahip çıkamayan Edirne halkı adına af dilemesi için Şeyh La‘lî Fenâyî genç dervişi Hasan Sezayî’i Limni’ye göndermiştir. Limni’de ayaklarına kapanan bu dervişe “Kalk evlâdım, afva sezâsın!” diyen Niyazî-i Mısrî böylece ona Sezayî mahlasını kendisine vermiştir. Pîr Hasan Sezayî Efendi Niyazî-i Mısrî’nin Halk içre bir ayineyem gazeline Şerh-i Gazel-i Niyazî-i Mısrî adlı tasavvuf şerh yazmıştır. Ayrıca kendisinin Mektûbât, Zübde-i Makale-i İlm-i Mûsıkî risalesi ve kendisine ait bir Güfte Mecmuası vardır. Bu Güfte Mecmuası’nda kendisinin 6 bestesini de kaydeden Hasan Sezayî, birçok güftekâr ve bestekâr ismini vermiştir. Bu mecmuada terennümlerden oluşan kâr gibi bazı formların güftelerini ağaç, ibrik, güneş, daire, cami gibi resmetmesi ilginçtir. Menâkıbnâme’sinde Âşık Musa Tekkesi’nde “sema‘-nişin” olduğu bildirilen Hasan Sezayî’nin semâ yönetmesi onun musıkîşinas olduğunu gösterir.[2]
XVII. yüzyılın Gülşenî şair ve musıkîşinasları arasında şunları da zikretmelidir: Şemlelizâde Ahmed (ö.1678) gençliğinde Kahire’deki Gülşenî Âsitânesi’nde uzun süre hizmet etmiş, sonra Bursa’da sıbyan mektebi hocasıyken kendi adıyla anılan Gülşenî tekkesine şeyh olmuştur. Rindî mahlasıyla şiirler yazan Şeyh Şemlelizâde, Şîve-i Tarîkat-ı Gülşeniyye adlı eserinde Gülşenî âdâb ve erkânını, zikir âyinlerini anlatmıştır. Aynı zamanda hattat olan Şemlelizâde iki kez Mesnevî’yi meşk etmiştir. Öte yandan İstanbullu Derviş Sadayî (ö.1655), ilahîler ve din dışı çok güzel eserler besteleyen mâhir bir bestekâr ve “feleği güzel sesiyle esir alan” bir hanendeydi. Derviş Sadayî âhir ömründe Bursa Gülşenî Tekkesi’ne şeyh olmuştur. Edirneli İbrahim Gülşenî’nin dervişi Kefeli Derviş Abdî (ö.1695) ise Kahire Gülşeni Âsitânesi’nde uzun yıllar zakirlik yapmıştır. Bir süre seyyah gezip en sonunda yerleştiği Bursa’da Yakupzade Şeyh Mehmed Tekkesi’nde hizmet etmiştir. Derviş Abdî bu tekkenin zakirbaşı Şeyh Ebubekir’in talebesi ve tekkenin sertıraşı olan ünlü mevlidhan Derviş Osman’dan savtlar, ilahiler meşk etti. Sonradan Yakupzade Şeyh Mehmed Tekkesi zakirbaşısı olan Derviş Abdî, Şeyh Mehmed’in vefatı üzerine bu tekkede ölümüne kadar nâib olmuştur. Rind-meşrep bir şair olan ve Mûtî mahlasıyla şiirler yazan Derviş Abdî, Harîrî gibi Makâmât icrasına vâkıftı. Edirneli Şabân Dede (ö.1721) de Gülşenî tekkesinin değerli bir zâkirbaşısıydı, Edirneli Kâmî’nin babası Nazîr İbrahim Gülşenî, Şabân Dede için tarih şiir yazmıştır. Edirneli Şeyh İbrahim Gülşenî (ö.1689) ve onun oğlu Gülşenî dervişi Kâmî, Edirne Mevlevihanesi postnişini Neşatî’nin talebesiydi. Diğer Gülşenî şairler arasında muammalarına şerhleri ve rubaileriyle meşhur; hoş sohbet ve şakacı Bülendî (ö.1630), Hüsamî (ö.1648), Edirneli Rindî mahlaslı Derviş Hızır (ö.1621), Zarî mahlaslı Noktazâde Cafer Çelebi (ö.1630), Gülşenî şeyh Ali Safvetî’nin dervişi olan Terceme-i Mürşidü’z-Zevâd adlı menakıbnâme yazarı, şair Ubûdî Dede, Edirne Muradiye hekimbaşısı Şifayî (ö.1664), Edirne Muradiye Câmii imamı İbrahim Vehbî (ö.1700) ve Gülşenî/Mevlevî Zâfî Dede sayılabilir.
Tasavvuf düşüncesinden beslenen sebk-i hindî ekolünün önemli şairleri Fehîm-i Kadîm ve Nâ’ilî Gülşenî dervişidir. Asıl adı Uncuzâde Mustafa Çelebi olan Fehîm-i Kadîm (ö.1648) Mısırlı bir fellâhın oğludur. 17-18 yaşında Dîvân tertip edecek kadar yetenekli bir şair olan Fehîm’in diğer eserleri Şehrengîz, Bahr-ı Tavîl, Letâif-i Kümmelîn ve Durûb-ı Emsâl-i Türkî’dir. Bir süre kâtiplik yapan Fehîm-i Kadîm, sonra Bosnalı Mezâkî’nin yardımıyla Mısır valisi Eyüp Paşa himayesinde 1644’te Mısır’a gitti. Mısır’da siyasî çekişmeler yüzünden Mezakî ile arası bozuldu ve uğradığı iftiralarla gözden düşünce zor günler geçirdi, içki müptelası oldu. Bu dönemde nefretle Mısır’ı zemmeden ve gurbet acısını yansıtan şiirler yazdı. Sonunda Mısır Kalesi Dizdarı Nevâlî Mehmed Ağa’nın yardımıyla İstanbul’a dönmek istediyse de Ilgın’da 20 yaşında hastalıktan vefat etti. Evliya Çelebi “yâr-ı gâr-ı cân-berâberim” dediği Fehîm’in kekemeliğini bilecek kadar şaire yakındı.
Fehîm-i Kadîm, Gülşenîlerle muhtemelen Mısır’da yakınlaşmıştır. Bir şiirinde semâ etmekten bahsetmesi (g.275/1) Fehîm’in Gülşenî dergâhınta Gülşenî semâ‘ı yaptığını veya seyrettiğini akla getirmektedir. Fehîm’in can dostu Evliya Çelebi Gülşenî dervişidir. Fehîm, Kahire’deki Gülşenî Âsitânesi hizmet-nişinlerinden Rindî mahlaslı Şemlelizâde Şeyh Ahmed Gülşenî’yle de yakındı. Fehîm, Mısır’daki sıkıntılı günlerinde Gülşenîliğe biat etmiş olmalıdır. Fehîm’in Gülşenî dervişi olduğuna dair en somut delil Şemlelizâde’nin Şîve-i Tarîkat-ı Gülşeniyye adlı eserindedir. Şemlelizâde Şeyh Ahmed, Kudüs ve Haremeyn ziyaretlerinde beraber olduğu, dervişi Fehîm Çelebi’nin arkadaşıyla bir ramazan gecesi kendisini ziyaret ettiğini anlatmıştır. Bu ziyarette sohbet esnasında Fehîm Çelebi çok kederli olduğu bir anda bazı beyitler okumuştur.
Fehîm ile yakın olan Nâ’ilî’nin (ö.1666) asıl adı Pîrizâde Mustafa Çelebi’dir, kendisi maden katipliği yapan bir memurdu. Nâ’ilî şiirde üstad olarak İstanbul’da meşhur olduğunda Meylî ve mahlasını verdiği Nihâlî gibi şairlerin hocası oldu. Şehrî, Tarzî Nedîm ile dostluğu bilinen Nâ’ilî, 55 yaşında iftiraya uğradı, Fazıl Ahmet Paşa tarafından 1661-1665 arasında Edirne’ye sürüldü. Nâ’ilî burada yazdığı Mirâciyye’de ve diğer kasidelerinde çektiği sıkıntıdan bahsetmiştir. Tasavvufa bu dönemde meylettiğini tahmin ettiğimiz Nâ’ilî’nin “Halvetîleriz” redifli gazeli önemlidir. Edirne Gülşenî tekkesini öven bir gazelindeki Cûyâ-yı himmetiz tutalum biz de Nâ’ilî / İrşâd ümmîdi ile tarîk-i reşâda rû beyiti şairin Halvetiliğin Gülşeniyye şubesine intisabını gösterir. Dîvân’ındaki ilahiler Nâ’ilî’nin muhtemelen Edirneli Şeyh İbrahim Gülşenî’nin tekkesine (Âşık Musa Tekkesi) gidip geldiğini, dîvân şairi olsa da bestelenmek üzere bu ilahileri yazdığını düşündürmektedir.
Son olarak Gülşenîlerin Mevlid törenlerine çok büyük estetik katkısı olduğunu hatırlayalım. Her yıl 12 Rebiülevvel gecesi Kahire’de Gülşenî Âsitânesi’nde yapılan bu görkemli mevlid merasimine yaygaracı, fellah vb. alınmaz; ulema, asker, şuara ve diğer sanatkârlardan kibar ve ârif Türkler katılırmış. Evliya Çelebi iştirak ettiği Şeyh İbrahim Gülşenî Mevlidi’ni detaylarıyla anlatmıştır: “İbrişim halıların döşendiği dergâha, güzel kokular eşliğinde Her yıl 12 Rebiülevvel gecesi yapılan bu mevlid merasimine; Araplardan ziyade aslen Türk, marifet ehli âlim ve sanatkârlar ile devrin meşhur mutasavvıfları itibar etmekteymiş. İbrişim halılar döşenmiş âsitânede, namazdan sonra halka olan dervişler Mülk suresinin tilaveti sonrası evrâd ve ezkâr okunur, sonra 40 zâkirin coşkun sesiyle farklı makamlarda ilahiler, tevşih ve savtlarla devran yapılırken bazıları aşka gelip semâ edermiş. 12 burcu temsilen iç içe 12 halka olan Gülşenî dervişleri 12 makamda 12 fasıl tevhid ve tevhid-i erre ile mest olurmuş. Bu devrânda okunan Ruşenî, Eşrefzâde, Hayâlî, Hâlî, Cenânî, Safvetî, Üftade, Hüdâyî, Abdülehad Nurî ve Gafûrî’nin ilahileri okunurmuş. Şeyh İbrahim Gülşenî Mevlid töreninde daha sonra Süleyman Çelebi’nin güfte ve bestesini yaptığı Besteli Mevlid 12 farklı makamda, 24 şubede ve 48 terkip üzre sabaha kadar okunurmuş. Mevlid’in Veladet bahrinde Doğdu ol Fahrü’l-enâm denince herkes tazim için ayağa kalkar, zâkirler Yâ Resulallah cemâlin keşfü’d-dücâ değil mi / Habîbâ senin kelâmın belâga’l-ulâ değil mi beyitleri pençgâh makamında okunur, gül suyu ikram edilirmiş. Evliya Çelebi’ye göre bu mevlidi can kulağıyla dinleyen kişi cansız ve mecalsiz olsa bile dirilirmiş. Mevlidden sonra türlü yiyecekler ve rengarenk fağfurî kaselerde içecekler konuklara ikram edilir, sonra yine tevhid ve zikirler okunarak tören son bulurmuş.
* Doç. Dr., Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi – Türk Dili ve Edebiyatı
[1] Ömer Tuğrul İnançer, “Zikir Usulü ve Musıki: Gülşenîlik”, D.B.İ.A, c.3, İstanbul, 1994, s.444.
[2] Bkz. Recep Uslu, “Hasan Sezayî Gülşenî’nin Bilinmeyen İki Musıki Eseri” Akademik Araştırmalar Dergisi, 3/12, 2002, s.37-49.