GERÇEKLİK MUTLAK OLARAK İNSANİ BİR İNŞA OLABİLİR Mİ? KONSTRÜKTİVİZME KARŞI OLGUSALLIK ARGÜMANI
İbrahim Bahçi
Giriş
Bu yazıda realist bir pozisyona yakın duran muhtelif çağdaş felsefeciler tarafından olgu konstrüktivizmi denilen bir teze karşı “olgusallık argümanı” diye ifade edilebilecek bir yaklaşım biçimi tanıtılacaktır.
Konstrüktivizm (inşacılık) ve sosyal konstrüktivizm gibi kavramsallaştırmalar genelde anti-realist pozisyonların bir türü veya gerekçelendirme yöntemi olarak karşımıza çıkmakta.[1] Bu minvalde “gerçeklik” denilen şeyin kendisinin veya ona dair insani bilgi iddialarının ne denli nesne ve olguları temsil edici bir keşif (realizm) veya tasarlayıcı bir inşa (anti-realist konstrüktivizm) olarak görülmesi gerektiği mevzubahis edilmektedir.[2]
Burada çağdaş felsefede analitik felsefe geleneğinden özellikle realist bir pozisyona sahip John Searle, Paul Boghossian, Thomas Nagel ve yine Kıta kökenli Markus Gabriel ve Quentin Meillassoux gibi muhtelif felsefecilerin mutlak bir anti-realizme ve konstrüktivizme karşı öne sürdükleri ve Gabriel’in tabiriyle “olgusallık argümanı” (Argument aus der Faktizität)[3] diye adlandırılabilecek temel argüman formu incelenecektir. Buna göre her tür konstrüktivist tavrın bizatihi kendisi –mutlak olgular ima eden– realist bir olgu zemini üzerinden hareket etmesi zorunludur. Bu durumun farkına varıldığında ise en azından global ve kuşatıcı denilebilecek konstrüktivist yaklaşımların bedaheten kendisiyle çeliştiğini ve minimal anlamda realist bir zeminin her tür nazari ve amelî faaliyetimize zorunlu olarak direnç gösterdiğini saptamak mümkün gözükmektedir.
Konuyu izah edebilmek için bu tartışmada mevzubahis edilecek olgu konstrüktivizmini (fact-constructivism) Paul Boghossian’ın “Fear of Knowledge – Against Relativism and Constructivism” adlı eserindeki tanımlamaları çerçevesinde netleştirmek gerekir. Bununla birlikte çağdaş felsefede anti-realist ve konstrüktivist yaklaşımlarda etkin bir mevkileri olan Amerikalı postmodern düşünür Richard Rorty ve “Harvard rölativistleri” de denilen Nelson Goodman ve Hilary Putnam gibi felsefecilerin konstrüktivist sayılabilecek tavırları –olgusallık argümanı bağlamında– örnek olarak özetlenecektir.
Olgu Konstrüktivizmi
Klasik temel bir sav gerçekliğe dair birçok olgunun insandan ve dolayısıyla insanın sosyal değerlerinden, ihtiyaçlarından ve ilgilerinden bağımsız olarak var olduğunu kabul etmektedir. Örneğin yerkürede bir zamanlar dinozorların yaşadığını, bugün dağların, güneşin veya zürafa gibi hayvanların var olduğunu tespit ettiğimizde bu tür olguların doğal olgular olarak bizden tamamen bağımsız mevcut olduklarını kabul ederiz. Aynı şekilde –sosyal durumlardan bağımsız olarak– keşfedilen fosillerin, ilgili başka delillerin ve epistemik gerekçelerin dinozorların varlığına dair görüşümüzün rasyonelliğine katkı sağladığını düşünürüz. Bu tür unsurlar ihtiva eden bilgiye dair klasik resim birincisi “olgu nesnelliği” (objectivism about facts), ikincisi “gerekçelendirme nesnelliği” (objectivism about justification) ve üçüncüsü “rasyonel açıklamaya dair nesnellik” (objectivism about rational explanation) gibi temel tezlerle özetlenebilir. Bu çerçevede konstrüktivizm bu klasik resme karşı şu üç temel tezi savunur:
- Olgu konstrüktivizmi (constructivism about facts): Bilmek ve kavramak istediğimiz dünya bizden ve ait olduğumuz sosyal bağlamdan bağımsız değildir; dahası tüm olgular olumsal olan ihtiyaçlarımızı ve ilgilerimizi yansıtacak şekilde sosyal olarak inşa edilmektedir.
- Gerekçelendirme konstrüktivizmi (constructivism about justification): “E verisi (information) G görüşünü gerekçelendirmektedir.” formundaki olgular bizden ve sosyal bağlamımızdan bağımsız değiller; dahası bu tür olgular olumsal olan ihtiyaçlarımızı ve ilgilerimizi yansıtacak şekilde sosyal olarak inşa
- Rasyonel açıklamaya dair konstrüktivizm (constructivism about rational explanation): Hangi görüşleri neden kabul ettiğimizi hiçbir zaman salt rasyonel delillerle açıklamak mümkün değildir. Olumsal olan ihtiyaçlarımız ve ilgilerimizin de dikkate alınması gerekir.[4]
Yukarıda ifade edildiği üzere burada olgu konstrüktivizmi tezi mevzubahis edilecektir. Öncelikle birinci tez doğru kabul edildiğinde yerkürenin oluşumuna veya bir hayvan türünün kökenine dair mutlak bir olgunun var olduğundan bahsetmek zorlaşır. Tüm olgular ihtiyaçlarına ve ilgilerine uygun olarak belirli bir toplum tarafından inşa ediliyorsa, ihtiyaç ve ilgilerin farklılığına oranla bir bilim cemaatinin, bir yerli kabilenin veya Evanjelist “yaratılışçı” bir grubun yerkürenin oluşumu veya hayvan türlerinin kökenine dair inşa ettiği olgular çeşitlilik arz eder. Klasik bilgi anlayışıyla beraber olgu nesnelliğini savunan biri dağların ve kedilerin var olduğunu, maddenin elektron gibi temel parçacıklardan oluştuğu gibi olguların insandan bağımsız mevcut olup tamamen nesnel olgular olduğunu söyleyebilir. Bu tarz bir konstrüktivizmin doğru anlaşılması için şuna dikkat etmek gerekir. Bu pozisyon zorunlu olarak bu tür olguların yokluğunu iddia etmemektedir. Daha çok, olguların doğasına ve mahiyetine dair farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Mutlak anlamda olgu olmaklığın kendisinin zorunlu olarak bir toplumdan ve onun olumsal ihtiyaç ve ilgilerinden bağımsız var olamayacağını savunur.
Olgu konstrüktivizm tezinin ne tür imaları olabileceği ünlü bilgi sosyoloğu Bruno Latour’un şu iddiasında görmek mümkündür. Milattan önce 1213’de öldüğü tahmin edilen 2. Ramses’in Fransız bilim adamlarının araştırmalarına göre muhtemelen Tüberküloz hastalığından vefat ettiği ortaya atıldığında, Latour bunu şu gerekçeyle reddetmiştir. Robert Koch tarafından ancak 1882’de tespit edilen bir şey nasıl olur da 2. Ramses’in ölümüne sebep olabilir? Latour “Koch’dan önce bu basilin gerçek bir varlığı yoktu” iddiasını ortaya koyar.[5]
Postmodern Konstrüktivizm?
- Goodman, R. Rorty ve (belirli dönemlerinde) H. Putnam gibi kişiler çağdaş dönemin en önemli (olgu) konstrüktivistlerinden sayılabilir. Onlar temelde olguları tasvir eden belirli bir konuşma ve düşünme tarzını kabul ederek bizlerin olguları inşa ettiğimizi iddia etmektedirler, ki Boghossian bunu “olguların tasvir bağımlılığı” (description dependence of facts) olarak kavramsallaştırmıştır. Olguların tasvir bağımlılığı tezi şunu ifade eder: Tüm olgular zorunlu olarak tasvir bağımlıdır ve bu tasvir etme meylimizden bağımsız gerçeklikteki şeylerin kendinde oldukları hâlden bahsetmek mümkün değildir. Dünyanın tasvirine dair belirli bir kavramsal şema kabul ettikten sonra ancak dünya hakkında olgular ortaya çıkar.
Bu bağlamda Goodman “Ways of Worldmaking” kitabında “…versiyonlar oluşturarak dünyalar oluştururuz…” (“…we make worlds by making versions…”) ifadesini kullanmaktadır, ki buradaki “version” ile geniş anlamda dünyanın tasvirine dair bir küme kastedilmektedir. Yine Goodman takımyıldızlarının insanlar tarafından (keyfi olarak) sınırlar çizilerek nasıl oluşturulduğunu anlatırken “doğal” bir olgu olarak görülen yıldızların da insanların seçici sınıflandırmalarına ve sınırlandırmalarına dayandığını öne sürer. Ona göre gökyüzünün takımyıldızlarına yahut başka tür nesnelere taksim edilmesini dikte edecek bir şey yoktur.[6]
Burada Goodman’ın kavramsal şemaya ve tasvire bağımlılığı tüm olgulara genelleştirdiği saptanabilir. Boghossian ironik bir ifade ile Goodmancı konstrüktivizmi “kurabiye kalıbı inşacılığı” (cookie-cutter constructivism) olarak isimlendirir: “Goodman’ın tasavvuru şuna benziyor: Biz olguları kavramlar yoluyla bazı şeyleri birlikte gruplandırarak inşa ederiz. Kavramlarımız kurabiye formları gibi çalışır: Onlar olguları dünyadan -şu veya bu şekilde sınırlar çizerek- oyarlar. Bizler belirli bir yıldızlar toplamını alırız, aralarında çizgiler çekeriz, onlara takımyıldızı deriz ve böylece takımyıldızları oluşur; belirli bir molekül toplamını alırız, etraflarında bir çizgi çekeriz, onlara yıldız deriz ve böylece yıldızlar oluşur.”[7]
Yine Rorty konstrüktivist yaklaşımını dinozor örneğiyle açıklar. Evvel emirde bir şeyi dinozor olarak tasvir edip tanımladıktan sonra ten rengi, cinsel yaşamı gibi özellikleri nedensel olarak bu tasvirden bağımsızlaşır. Fakat öncesinde “hariçte/dışarda” ilgili özelliklere sahip bir şeyin olduğunu iddia etmek anlamsızdır.[8]
Aynı minvalde sağduyu seviyesinde bizden bağımsız bir varlığı olduğunu düşündüğümüz “zürafa” gibi bir canlıyı düşünelim. Rorty’e göre bugün gündelik hayatta “zürafa” olarak bilip kabul ettiğimiz canlı aslında belirli bir uzay-zaman parçasını işgal eden bir entitedir. Ve “zürafa” o uzay-zaman parçasının milyonlarca mümkün tasvir biçimlerinden (ways of describing) sadece birine tekabül eder. Ki bu mümkün tasvir insanın pragmatik perspektifi, pratik ihtiyaç ve çıkarlarına göre zuhur etmektedir. Yoksa hiçbir şekilde “zürafa” tasvirinin “eşyanın hakikatine” ve “asıl itibarıyle olduğu hâline” yakın olduğu söylenmesi mümkün gözükmemektedir. Amaç ve ihtiyaçlarımıza uygunluğu esas alan Rortyci pragmatist yaklaşım bunun “organ”, “hücre” ve “atom” gibi kelimeler için de geçerli olduğunu düşünmekte.[9]
Birçok konstrüktivist yaklaşım –kendilerinin kabul ettiği üzere– Kantçı tavrı devam ettirmektedir. Bir şekilde kendinde formsuz ve kaotik (maddi) bir kesret hâli var (Kantçı “Mannigfaltigkeit”) ve insan, tasvirleri ve kavramsal şemaları üzerinden onlara suretler (formlar) giydirmektedir. Neticede bu bağlamı da dikkate alarak Rorty kendisinin ve öteki düşünürlerin tavrını müştereken özetlerken “(…) Goodman, Putnam ve benim gibi şahıslar – (…) dünyanın tasvirden-bağımsız bir hâlinin olmadığını düşünüyoruz” der ve burada Kantçı form-madde metaforların cezbediciliğini sürdürerek dilin ham maddeye form vermeden hiçbir nesnenin var olmadığını saptar.[10]
Boghossiancı Olgusallık
Boghossian olguların tasvir bağımlılığına dair genelleştirilmiş konstrüktivist tezin yapısı itibarıyla bazı tasvirlerden bağımsız olguları ön koşul olarak gerektirdiğini vurgulamaya çalışır. Goodmancı tavırda görüldüğü üzere belirli bir yıldızlar yığınının alınıp belirli sınırlar çizilerek burçlar inşa ve icat edilir. Aynı şekilde yıldızların oluşturulmasında (starmaking) belirli bir molekül yığının alınıp belirli sınırlar çizilerek “yıldız” kavramının altına düşürülerek belirli olgular inşa ve icat edilir. Peki bu işlemi nereye kadar taşıyabiliriz? Eğer böyle bir inşa sürecinin işlediğini var sayarsak temel bir olgular seviyesinin kabul edilmesi gerekmez mi? Dolayısıyla en alt seviyeye kadar devam ettirildiğinde bu tür konstrüktivist senaryolarda üst inşayı açıklamak için temel kaba olgulardan (basic facts) bahsetmek zorunlu değil midir? Konstrüktivist cihetten sadece bir molekül yığınını alıp yıldız inşa etmiyoruz. Bu tavrın imaları takip edildiğinde belirli bir atomlar yığınını alıp, etrafına bir “sınır çizerek”, molekül dediğimiz şeyleri inşa etmekteyiz. Yine belirli bir elektron, proton ve nötron yığınını alıp, etrafına bir sınır çizerek atom denilen şeyi inşa etmekteyiz vs.[11] Bahsedilen konstrüktivist tavırlarda bu sınır çizme işlemi –eşyanın hakikatlerine yaklaşmaktan ziyade– tamamen pragmatist gerekçelere ve pratik ihtiyaçlara dayanmaktadır. Konstrüktivizme karşı temel realist bir argüman olarak olgusallık argümanı bu bağlamda şunu ifade etmektedir: Konstrüktivist senaryo belirli bir noktada gerçekliğin/dünyanın (direnç gösterici) kendi özelliklerinden kaynaklanan ve zikredilen pragmatik gerekçelendirme ve sınır çizimleriyle belirlenmeyen realist bir olgusallık zeminine zorunlu olarak dayanır. Kavramlar yoluyla temelde yatan “dünya hamuru” ( worldy dough) kesilip biçildiği kabul edildiğinde bile en azından bu dünya hamurunun var olduğu, kendisi üzerinden belirli işlemlerin yapılabildiği ve temel özellikleri tüm bu olgu oluşturucu faaliyetlerden bağımsız olarak verili ve belirli olmasına dair tasdik zorunlu gözükmekte.[12] Bu hamurun yapısı salt bir uzay-zaman manifoldu veya enerji dağılımı dahi olsa, herhangi bağımsız bir olgusallık gerçekten var olduğu kabul edilmeden konstrüktivist senaryonun kendisi de anlamsızlaşacaktır. Ama bu şekilde en azından genelleştirilmiş mutlak hâliyle olguların tasvir bağımlılığı tezi nakzedilmiş olacaktır. Netice itibarıyla olgu konstrüktivizmin karşısında durduğu düşünülen olgu nesnelliği tezi aslında bir ön koşul olarak var sayılması gerekir.
Boghossian olgu konstrüktivizminin tutarlılığıyla alakalı özetle üç temel problemden daha bahsetmektedir.
- Nedensellik sorunu: Elektronlar, dağlar, zürafalar ve denizler gibi birçok nesne ve olguyla alakalı onların insan gibi bir bilinç sahibinin varlığını önceledikleri bedihidir. Hâliyle varoluşları nasıl bize bağlı kabul edilebilir. Bu durumda geçmişimizi inşa ettiğimiz türlü neticeler çıkmaktadır, ki bu bizi aynı zamanda –sonuçların sebepten önce zuhur ettiği– ters yönlü bir nedensellik anlayışına yükümlü kılar.
- Kavramsal tutarsızlık sorunu: Evrenin varlığını insanın varlığıyla başlattığımızı düşündüğümüzde bile salt kavramsal olarak bakıldığında elektron ve zürafa gibi kavramların bizatihi kendileri bu şeylerin bizler tarafından inşa edilmediğini içermektedir. Gayesi itibarıyla bile elektron gibi bir kavram zaten bizden bağımsız olan bir şeyi açıklamak için ortaya konulduğu kolayca tespit edilebilir gözükmekte. Parçacık fiziğinin standart modeline göre elektronlar her tür maddenin temel yapı taşlarındandır. Kendi bedenimiz dahil tüm irtibatta olduğumuz ve gördüğümüz makroskobik nesneler onlardan müteşekkilken varlıklarının nasıl bize bağlı olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla bu itiraza göre bu tür olguların onlara dair tasvirler üzerinden inşa edildiğini kabul ettiğimizde, sadece yanlış bir şey deme tehlikesine düşmemekteyiz. Aksine salt kavramsal olarak bile bir tutarsızlığı ve kavramları kullanma yetersizliği sergilemiş
- İhtilaf sorunu: Bu itiraz basitçe her tür konstrüktivizmin karşılaşacağı bir soruna değinmektedir. Konstrüktivizm eğer aynı konu ve alanda olumsal olan ihtiyaçlara göre farklı toplumların birbiriyle çelişen olguları (p ve p- olmayan) inşa edebileceklerini kabul ederse p ve p-olmayanın aynı anda ve aynı itibarla vuku bulabileceği mümkün görülür. Mantıksal (veya metafiziksel) olarak çelişik olguların vaki olması ise temelde çelişmezlik yasasına aykırıdır.[13]
Gabrielci Olgusallık
Şimdi ise olgusallık[14] argümanının farklı bir versiyonunu Markus Gabriel üzerinden ele alalım. Birçok çalışmasında genel bir realizmin çıkış noktasını temellendiren ve “argument from facticity” diye adlandırdığı bir akıl yürütmeyi, farklı formlarda sıklıkla kullanmaktadır.[15] Esasında bu argüman şeklini özellikle mutlak bir iddia ile savunulmaya çalışılan her tür rölativizm, konstrüktivizm, septisizm ve solipsizm tarzlarına karşı öne sürer. Sloganlaşmış şekilleriyle ifade etmek gerekirse, burada kastedilen “Her şey izafidir.”, “Tüm olgular insani bir inşadır.”, “Hiçbir şey hakkında kesin bilgi elde edemeyiz.”, “Herhangi bir hakikat yoktur.” ve “Tüm gerçeklik insanın kurgularından ibarettir.” türü genel iddialardır. Belirli bir konu ve alanla ilgili bir realizmi tazammun etmese bile olgusallık argümanı, herhangi bir tür realizmin zorunlu olduğunu ve her felsefi teorinin bir noktasında zorunlu olarak belirli realist ön koşullarla hareket etmesi gerektiğini gösterir.[16]
Kendinde olduğu gibi olan belirli olguların varlığının kabulü, her tür rölativist ve konstrüktivist teoride zorunludur. Her ne zaman bir referans sistemine nispetle belirli olgular izafileştirilmeye çalışılırsa, o zaman gerekçelendirmenin bir noktasında bu izafileştirmeyi önceleyen ve izafi olmayan bir olgu ve olgular kabul edilmelidir. Aksi takdirde bir teori ve iddianın, kendisinin doğruluğu bile söz konusu edilemez. Her şeyin bir yanılgıdan/inşadan ibaret olduğu iddia edilse – yanılabilmenin ön şartı olarak– en azından bir yanılgının/inşanın vaki olduğu, bir olgu olarak kabul edilmesi gerekir.[17] Gabriel’in verdiği örnekler üzerinden somutlaştırmak gerekirse: Tüm gerçekliğin ve olguların bir inşadan ibaret olduğunu düşünen konstrüktivist bir teoriyi ele alalım. Bu tür konstrüktivist bir teori, kendisinin aslında inşa edildiğini kabul etmediği belirli olguları temellük ettiğini ıskalamaktadır. Zorunlu olarak konstrüktivizm hakkında doğru olan şeyler bulunduğu için kendisiyle ilgili olgular bulunmaktadır. Konstrüktivizmin, muz veya metro gibi bir nesne değil de “konstrüktivizm olarak” kendisiyle özdeş olması için, hakkında bazı şeylerin doğru olması gerekir. Nitekim konstrüktivizm doğru bir teori olma iddiasındadır ve “her olgunun inşa edilmiş olduğu” gibi belirli önermeleri ve iddiaları tazammun etmektedir. Yine “Bir olgu kümesi, ancak bir epistemik sistem S’ye göreceli vardır.” şeklinde ilkeleştirilebilecek konstrüktivizm, genelde belirli bir nesne ve olgu kümesinin veya tümünün sadece belirli fikir ve inanç manzumeleri, kültür, duyusal fizyoloji, toplumsal kabuller, bilinç vs. gibi muhtelif epistemik sistemlere göreceli olarak var olduklarını iddia etmektedir.[18]
Görülebileceği üzere özellikle “global veya radikal” olarak ifade edilen aşırı genelleştirilmiş konstrüktivizm ve rölativizm teorileri, belirli doğruluk koşullarına (truth conditions) bağlıdırlar. Buna göre teoriler sadece kabul edildiklerinden dolayı “doğru” olmamaktadırlar. Dolayısıyla teori teşekkül faaliyetini bir bütün olarak sistematik bir şüphe altına düşürmek mümkün gözükmemektedir.
Meseleyi daha iyi anlamak için düşünürün bir diğer felsefi yaklaşımına dair izahlarına bakılabilir. Aşırı felsefi bir pozisyon olan solipsizm üzerinden bunu tekrar anlatmak gerekirse: Farklı yorumları bulunmakla birlikte solipsizm birinin sadece kendisinin (bilincinin) bulunduğuna ve onun dışındaki her nesne ve olgunun ancak o benin idrak ve gönderimine bağlı olarak var olduğuna inanmasını ifade eder. Bu yaklaşım global bir rölativizm türü olarak anlaşılırsa şöyle bir durumla karşılaşılır. Eğer gerekçeli felsefi bir anlayış temsil edilecekse belirli argümantasyonlarla karşıt düşüncelerden tefrik edilebilmesi gerekmektedir. Mesela solipsizmin yanlışlığını iddia eden bir önerme bütününe karşı, solipsizmin neden doğru olduğunu açıklayan sistematik düzenliliğe sahip argümanların olması gerekir. Tam bu noktada yine olgusallık argümanının vurgulamak istediği durum tahakkuk etmektedir. Gerekçelendirmeyi sağlayan sistematik düzenlilik, solipsizmin anlayışına nispetle sistematik bir şüphe altına düşürülerek –öteki tüm nesne ve olgular gibi– izafileştirilememektedir. Dolayısıyla solipsizm doğru ise, onun doğruluğu aslında tek var kabul ettiği izafi olgulardan farklı, mutlak bir olguya tekabül etmek zorundadır. Ve bu mutlak olgu, öteki olgular gibi solipsizme nispetle izafileştirilememektedir.
Olgusallık argümanı her tür rölativist, konstrüktivist ve solipsist iddianın bir noktada mutlak olguları var kabul etmesi gerektiğini gösterir. Mutlak olgular ile –hiçbir kimse tarafından fark edilip idrak edilmeseydi bile– kendinde tam bireyleşmiş hâlde olan olgular kastedilir. Neticede zorunlu olarak bilinç, idrak ve “tescilden” bağımsız belirli olgular bulunmaktadır (registrierungsunabhängige Tatsachen).[19]
Çağdaş felsefenin önemli metafizikçilerinden Theodore Sider, farklı bir bağlamda olgusallık argümanına benzer şekilde, gerçeklikte belirli yapıların zorunlu olarak var olması gerektiğini ortaya koyar. Ona göre, şeylere ve temel yapılarına dair bilgi elde edilemeyeceğini iddia etmek, onlar hakkında zaten belirli metafiziksel bir tasavvura sahip olmayı gerektirmektedir. Gabriel de bu minvalde meseleyi şu şekilde açıklar: Temel ontolojik kavramların bir şekilde şeylerin kendileri hakkında değil de kişinin kavramsal çerçevesi ile alakalı olduğunu düşünmek, bunun neden böyle olduğuna dair bilgi iddialarına sahip olmayı şart koşar. Bu durum ise kendileri hakkında bilgi elde edemediğimizi düşündüğümüz şeylere yine de bir nüfuzumuzun olduğunu şart koşar. Bu erişim ve nüfuz ise bize şeylerin bazılarını, mesela kendinde şey (Ding an sich) olarak bir sınırın ötesine yerleştirmemize gerekçeler sunar.[20]
Gabriel’e göre konstrüktivizm bugün bilimsel anlamda nörobilim ve biyoloji üzerinden ciddi bir ivme ve temel kazanmıştır, ki o gelişen bu tavra eleştirel anlamda “nöro-konstrüktivizm” (neuroconstructivism) adını vermektedir.[21] Olgusallık argümanının Gabrielci versiyonunun temel nosyonuna önemli bir örnek bugün nörobilim ve nörobiyoloji gibi alanlar üzerinden savunulan indirgemeci yaklaşımlardır. Beyin araştırmalarının ilerlemesiyle konstrüktivist bir perspektifin savunulduğu en önemli alanlardan biri nörobilimdir. Bazı yönelimlere göre algıladığımız “dört boyutlu renkli gerçeklik” aslında beynimizin ve nöronal sistemin bir inşasından ibarettir. Çağdaş kozmolojik teorilerle de birleştirilen bu bakış açısında gerçekte var olan sadece belirli fiziksel parçacıklar ve süreçlerdir ve bunun detaylarında hakikatte on bir boyut ve “strings” (sicim) denen parçacıklarının titreşiminden ibaret bir varlık anlayışını içeren teoriler bulunmaktadır. Bunun neticesinde irade, benlik, öznellik, değer, ahlak ve bilinç gibi fenomenler evrim sürecinde tesadüfen gelişen salt (faydalı) halüsinasyon ve illüzyonlara indirgenebilmektedir. Bu meseleye olgusallık ve konstrüktivizm konuları cihetinden bakıldığında düşünür, “nöro-konstrüktivizm” yaklaşımına şöyle bir eleştiri getirmektedir: Eğer gerçekliğe dair bu tür bir “resme” sahip isek ve gerçeklik beynin bir konstrüksiyonundan ibaretse, aslında beynin kendisinin gerçekliğini niye kabul etmek zorunda kalalım? Bu “resimde” bir beyne sahip olduğumuzu söylemenin ne anlamı var? Konstrüktivizm ve solipsizm için de ifade edildiği gibi “nöro-konstrüktivizm” doğruluk iddiasında bir teori ve olgu olduğu için bir noktada inşa edilmemiş olguları zorunlu olarak şart koşar.[22]
Bu örneklerle Gabriel’in göstermeye çalıştığı gibi, her durumda bir şekilde bir gerçeklik ve olgusallıkla karşı karşıya kalınır. Bir illüzyon hâli yaşanılırsa veya Kartezyen ve “Matrix” türü global bir halüsinasyon içerisinde kişi kendisini bulsa bile, bir gerçeklikle karşı karşıya kalmaktadır. Bizim ve olgular ya da “kendinde şeyler” arasında epistemik bir aracın bulunduğunu iddia eden her açıklama, en azından o aracıya veya Interface’e (arayüze) epistemik erişimimizin mahiyetine dair bir açıklama sunmalıdır. Nihayetinde her tür Interface de açıklamalarda gönderimde bulunabileceğimiz ve bir şekilde tezahür edebilmesi için belirli yapılara sahip gerçekliğin ve olguların bir parçası olmalıdır. Bundan dolayı en azından herhangi bir gerçekliğe –her şüpheci senaryoda– engelsiz ve dolaysız bir erişimimizin olduğunu kabul edebiliriz. Gabriel’in “Interface-şüpheciliği” diye de andığı bu yaklaşım, bize en fazla Interface’e olan engelsiz erişimin başka bir şeye (alana) olan engelsiz erişim ile karıştırılabileceğini ortaya koymaktadır.
Son olarak Gabriel’in renklerin inşai olduğunu iddia eden bir yaklaşım bağlamında ve olgusallık argümanıyla da irtibatlı olan bir örneğini vermek gerekirse: Çimenin gerçekte yeşil olmadığı iddia edildiğini ve çimenin nöronal “süzgeçlerimiz” üzerinden yeşil renklere büründüğünü ve dolayısıyla sadece “görsel kortekste” yeşil olduğunu kabul edelim. Böyle bir durumda da yeşil olan bir şeye erişimin hasıl olduğu aşikârdır. Sadece yeşil, çimenlerin değil beyin gibi bir Interface’in özelliğidir. Bir şekilde Interface’imiz (beynimiz) çimenlerle nedensel bir ilişki içine girdiğinde, sadece fenomenal olarak erişilebilir içsel bir “yeşil hâle” bürünme özelliğini göstermiş olur. Gabriel için önemli olan nokta ise şudur: Tüm bunlarla, yeşil denilen şey “dünya ve gerçeklikten kovulmuş” olmuyor, aksine o sadece başka bir mekâna (başka bir gerçeklik alanına) yerleştirilmiş oluyor. “Çimenlerden alınıp zihne (Geist’a) veriliyor.” Gabrielci olgusallık argümanını özetlemek gerekirse, argüman her tür teori teşekkülünün konstrüksiyonlarımız ve düşüncelerimizden bağımsız –salt fenomenal olmayan– bir yapıyı ve olguyu gerektirdiğini gösterir. Neticede verili herhangi temsil edici bir sistem (repräsentationales System) ile temsil ettiği şeyi tefrik eden ve onu gerçeklikten izole bir sistem olarak algılayan muhtelif açıklamalar bulunmaktadır. Ama esasen bakıldığında, temsili “asıl gerçeklikten” ayrı gösteren bu tür açıklamalar bile söz konusu sistemin belirli bir noktada herhangi bir gerçeklik yapısına engelsiz ve direkt bir erişimin olduğunu dikkate almamaktadır.[23]
Dolayısıyla olgusallık argümanı, çağdaş felsefeci Stanley Cavell’in kullandığı bir ifade ile, aslında hiçbir zaman “dünyadan tamamen soyutlanmış olmanın” (sealed off from the world) gerekçelendirmesinin mümkün olmadığını ortaya koyar.[24]
Searlecı Olgusallık
Burada son olarak özetle çağdaş felsefeci John Searle’in olgusallık argümanıyla irtibatlandırılabilecek bazı görüşlerine yer vermekle iktifa edilecektir. Searle realizmi dünyanın bizden ve temsil sistemlerimizden bağımsız olduğu teziyle irtibatlı tanımlamaktadır. Dolayısıyla dünyayla ilgili olguların büyük bir kısmı insan var olmasaydı bile mevcut olacaktı ve onların temsillerimizle, ifadelerimizle, inançlarımızla, idrak ve düşüncelerimizle hiçbir irtibatı yoktur. Himalaya’da Everest diye bir dağ ve bunun belirli özellikleri varsa, bu olgu temsillerden tamamen bağımsız olarak vardır. Haricî realizm (external realism) olarak da ifade ettiği tavrına göre, daha genel olarak temsil sistemlerimizin dışında bir gerçeklik vardır. Searle’in realizmi tazammun ettiği tezlere dair çok gevşek ve zayıf kabulleri olduğu için olgusallık argümanıyla irtibatlandırılabilecek yönü bu cihetten tebellür etmektedir. O özellikle realizmle birleşik görülen veya özdeşleştirilen bir çok önyargıyı def etmeye çalışır ve realizmin peşinen ne belirli bir doğruluk teorisini ne bir epistemolojiyi ne bir dil teorisini ihtiva ettiğini iddia eder. O realizmi tamamen ontolojik bir teori olarak vaz eder ve peşinen belirli bir içeriğe hükmedilmesi gerekmediğini vurgulamaya çalışır. Hâliyle realizm somut olarak dünyanın bilfiil nasıl olduğuna dair belirli bir tezi değil, tüm insani temsillerden mantıksal olarak bağımsız biçimde şeylerin kendinde bir hâlinin olduğunu ifade eder.[25]
İşte bu noktada her tür mutlak konstrüktivist yaklaşıma karşı öne sürülebilecek ve realist bir zeminin kabulünü ima edecek Searlecı olgusallık argümanı kendini göstermeye başlar. Şöyle ki, realizm sadece mutlak anlamda bir olgusallığın veya kendi ifadesiyle herhangi bir şekilde –biz bunun detaylarını bilelim veya bilmeyelim– temsillerden bağımsız gerçekliğin/dünyanın bir şekilde olması gerektiğini ifade eder. Ve bu olgusallığın kendisini –detaylarda hangi teoriyi savunursak savunalım– inkâr etmenin mümkün olmadığını düşünmektedir. Olgusallık argümanıyla uyumlu bir şekilde Searle realizmi somut içeriklerden azade kılarak muhtelif teorilerin kaçınılmaz ön koşulu olacak şekilde genel bir realizm tanımı yapar. Ona göre realizm ne şeylere, ne maddi nesnelere ne de mutlak anlamda nesneye dair bir şey söyler. Örneğin hayret verici bir şekilde aslında Everest gibi bir dağın olmadığı keşfedilip tespit edilse Searlecı anlamda (haricî) realizm tezi bundan etkilenmez. Aynı şey mutlak anlamda maddi nesnelerin ve hatta zaman ve mekânın varlığı için de söylenebilir. Hatta ona göre çağdaş bilimin yaygın bir tavrına göre biz zaten maddi nesneleri –kendileri maddi nesneler olmayan– “parçacıkların” bir yığını olarak görmekteyiz, ki onlar daha çok kütle/enerji noktaları olarak düşünülmektedir. Benzer şekilde mutlak zaman ve mutlak mekân algısı koordinat sistemlerindeki ilişkiler kümelerine yer açmıştır. Neticede düşünürün vurgulamak istediği nokta şudur. Tüm bunlar hiçbir şekilde o temel realist tezi zedelememektedir ve aksine hepsiyle uyumlu hâldedir ve –olgusallık argümanı için de temel nokta olarak– tüm bu yeni ve çeşitli tezlerin daima realizmi bir ön koşul olarak var saymaları zorunludur. Yani temsillerimizden bağımsız eşyanın olduğu belirli bir hâlini var sayarlar. Bu bağlamda Searle haricî realizmin çok aşırı idealist ve konstrüktivist sayılabilecek tezlerle bile hâlâ onu var sayacak şekilde uyumlu olduğunu düşünür. Örneğin fantastik bir düşünce deneyi olarak tüm fiziksel gerçekliğin aslında nedensel olarak bilince bağlı olduğunu tespit ettiğimizi düşünelim. Ve bundan mütevellit bilinç sahibi son kişinin ölümü ile negatif anlamda bir “Big Bang” üzere tüm fiziksel gerçekliğin ortadan kalktığını kabul edelim. Buradaki maddenin bilince bağlılığı nedensel bir bağlılık olduğu için düşünür bunu yine haricî realizmle uyumlu görmektedir. Çünkü kendi tanımında sadece (her ne ise) gerçekliğin temsiller tarafından mantıksal olarak oluşturulmadığını yani onlara sadece mantıksal olarak bağlı olmadığı şartını öne sürmektedir.[26]
Peki mesela gerçekte sadece bedensiz bilinç durumlarının var olduğu keşfedildiği düşünüldüğünde bu tür idealist ve hatta anti-realist yaklaşım nasıl Searlecı haricî realizm ile hâlâ uyumlu görülebilir? Searle bu durumda bile zorunlu bir uyumsuzluk görmez. Çünkü realizm bu bağlamda gerçekliğin belirli bir şekilde olması gerektiğini dikte etmez, aksine onun sadece –gerekirse hayret edilecek şekilde– (gerçekliği) temsillerimizden bağımsız belirli bir hâlinin olduğunu ifade eder. Bu gerçekliğin sadece bedensiz bilinç durumlarından müteşekkil olduğu bile olabilir. Bu durumda realist bir perspektiften şu keşfedilmiş olur: Gerçekte var olan ağaçlar, ayakkabılar, kalemler ve kediler değilmiş aksine sadece bilinç durumlarıymış. Bu anlamıyla realizm bu tür somut konularda Searle’de nötr bir pozisyon olarak durmakta ve tüm bu araştırmaların olgusal bir zemini ve ön koşulu olarak ele alınmaktadır.[27]
[1] Konstrüktivizme dair örneğin bkz. Vivien Burr, An Introduction to Social Constructivism, (Routledge, 2006) ve Hans Rudi Fischer (ed.), Die Wirklichkeit des Konstruktivismus. Zur Auseinandersetzung um ein neues Paradigma, (Carl-Auer-Systeme, 1995)
[2] Çağdaş felsefede metafiziksel-ontolojik, epistemolojik ve semantik cihetleriyle realizm ve anti-realizm tartışmasına dair bir giriş için bkz. İbrahim Bahçi, Varlık ve Gerçeklik: Çağdaş Felsefede Yeni Realizm ve Anlam Alanları Ontolojisi, (Ketebe, 2021), 1. Bölüm.
[3] Bkz. Markus Gabriel, “Neutraler Realismus”, Thomas Buchheim (edt.), Neutraler Realismus, (Freiburg, München: Verlag Karl Alber, 2016), 15-21. amlf., Sinn und Existenz. Eine realistische Ontologie, (Berlin: Suhrkamp, 2016), 40-44 ve özellikle §11-12. amlf., Warum es die Welt nicht gibt, (Berlin: Ullstein, 2015), 163-169; amlf., Die Erkenntnis der Welt. Eine Einführung in die Erkenntnistheorie, (Freiburg/München: Verlag Karl Alber, 2013), 335-337; amlf.“Metaphysik oder Ontologie?”, Perspektiven der Philosophie, Brill 42/2016, 87-89, , amlf. “Sinn der Religion”, Geschichte und Gott: XV. Kongress für Theologie, (Leipzig: Veröffentlichungen der Wissenschaftlichen Gesellschaft für Theologie, 2016).
[4] Paul Boghossian, The Fear of Knowledge, (New York: Oxford University Press, 2006), 19-23.
[5] Buna dair bkz. Bruno Latour, “Ramses II est-il mort de la tuberculose?” La Recherche, 307 (Mart, 1998), 84–85. Bunu aktaran ve eleştiren bir çalışma için bkz. Alan Sokal ve Jean Bricmont, Fashionable Nonsense: Postmodern Intellectuals’ Abuse of Science, (Picador Press, 1998), 96–97.
[6] Nelson Goodman, Ways of Worldmaking (Hackett Publishing Co., 1978), 94 ve amlf., “Notes on the Well-Made World” içinde: Starmaking: Realism, Anti-Realism, and Irrealism, edt. Peter McCormick (Cambridge, Mass.: The MIT Press, 1996), 156.
[7] Boghossian, The Fear of Knowledge, 34, 41.
[8] Richard Rorty, Truth and Progress, Philosophical Papers, Volume 3 (Cambridge University Press, 1998), 87.
[9] Rorty, Philosophy and Social Hope (New York: Penguin, 1999), 26.
[10] Rorty, Truth and Progress, 90.
[11] Boghossian, The Fear of Knowledge, 34-35.
[12] Boghossian, The Fear of Knowledge, 35.
[13] Boghossian, The Fear of Knowledge, 38-41.
[14] “Olgusallık (mutlak olarak) herhangi bir şeyin olduğunu ifade eder.” (Faktizität ist der Umstand, dass es überhaupt etwas gibt.) bkz. Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt (Berlin: Ullstein, 2015) 165, 264.
[15] Çağdaş felsefeci Markus Gabriel’in anlam alanları ontolojisi ve yeni realizm (new realism) teşebbüsüne dair bir giriş için bkz. Bahçi, Varlık ve Gerçeklik: Çağdaş Felsefede Yeni Realizm ve Anlam Alanları Ontolojisi, (Ketebe, 2021).
[16] Gabriel, “Neutraler Realismus”, 15-16.
[17] Gabriel, Die Erkenntnis der Welt, 335-336, 390.
[18] Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt, 165. Konstrüktivizme dair daha geniş izah ve eleştirileri için bkz. amlf., Warum es die Welt nicht gibt, 54-62, 163-169, yine “radikal olgu konstrüktivizmi” (radikaler Tatsachenkonstruktivismus) ve “lokal olgu konstrüktivizmi” (lokaler Tatsachenkonstruktivismus) gibi ayırımlar ve izahlar için bkz. amlf., Die Erkenntnis der Welt, 329-344. Yine son eserlerinde de konstrüktivizme dair muhtelif ayrımlar ve eleştiriler mevcut. Örneğin bkz. amlf., Der Sinn des Denkens, (Ullstein, 2018).
[19] Gabriel, “Neutraler Realismus”, 16-17.
[20] Gabriel, Sinn und Existenz, 14-15. Yine Gabriel’in Kant’ın “Ding an sich” kuramına dair tahlil ve eleştirileri için bkz. amlf., Sinn und Existenz, 104-123.
[21] Buna dair detaylı izah ve tartışmalar için bkz. Gabriel, Ich ist nicht Gehirn – Philosophie des Geistes für das 21. Jahrhundert, (Berlin: Ullstein Verlag, 2015).
[22] Gabriel, Warum es die Welt nicht gibt, 37-38, 106-107.
[23] Bu izahlar için bkz. Gabriel, Sinn und Existenz, 40-43.
[24] Stanley Cavell, The Claim of Reason: Wittgenstein, Skepticism, Morality, and Tragedy, (Oxford University Press, 1999)
[25] John Searle, The Construction of Social Reality, (The Penguin Press, 1996), 153-155.
[26] Searle, The Construction of Social Reality, 156.
[27] Searle’in geniş olarak realizmi, onu insanlar arası iletişimin, kavrayışın ve dil kullanımının ön şartı olarak bir arka plan çerçevesi olarak konumlandırışı (“realism as a background condition of intelligibility”), ona yönelik anti-realist ve konstrüktivist birkaç eleştiriyi ve doğruluk teorisini açıkladığı kısımlar için bkz. Searle, The Construction of Social Reality, 7., 8. ve 9. bölümler.