KAÇINCI RÖNESANS? MEKÂN, MECRA VE METAVERSE
Kudret Giray
Küresel salgın (pandemi), adı üstünde şüphesiz dünyanın gelmiş geçmiş en geniş çaplı sağlık krizlerinden birisidir. Tıpkı Lizbon depremi (1755), din savaşları, Reformasyon, Aydınlanma, Fransız Devrimi, dünya savaşları, sömürgecilik, Büyük Buhran ve diğer birçok dönüm noktası gibi bazı hususiyetler taşımaktadır. Fiziksel ve mekânsal anlamda yıkıcı etkisi büyük olan hadiselerin kurucu metafizik özellikleri güçlü olabilmektedir. Bu yazı insanoğlunun pandemi süreciyle birlikte modern tarihin başlangıcını rönesans olarak gören atalarından miras kalan bazı düşünce pratiklerinden vazgeçmesini sorgulamayı hedeflemektedir. Aynı bağlamda, rönesansın tetiklediği bazı süreçlerle günümüzde yaşanan gelişmelerin arasındaki devamlılık ve kırılma ilişkisini de örneklerle açıklamak gayesindeyiz.
Elbette konu pandemi süresince tamamen ve sonrasında da esaslı biçimde süreklilik gösteren küresel salgın öncesi alışkanlıkları tatil etmek olunca, sosyal mesafeyi korumak ve mekân bağımsız çalışmayı hatırlatmak kaçınılmazdır. Önümüzdeki 10-20 yılın dijitalleşme planlarının 3-5 aya sıkıştırılmasını da unutmamak gerekir. Dijital-sanal-siber-çevrimiçi mecralarda, örneğin Zoom’un 2019 sonunda 10 milyondan az olan kullanıcı sayısının, 2-3 ay içinde 300 milyona fırlamasını da hatırımızda bulunduralım. Ya da Facebook’un isim değişikliğine giderek tüm grup şirketlerini Meta çatı markası altında toplaması ve gelecek nesil internet deneylerini oluşturduğu Metaverse isimli sanal/artırılmış gerçeklik platformunu test etmesini not edelim. Second Life, Pokemon Go, Roblox, Fortnite deneyimleri hakkında arşiv taramalarımızı sıkılaştıralım.
Çünkü rönesans ve pandemi ile günümüz hayatında yer eden davranışlar, trendler arasında sandığımızdan kuvvetli bağlar var. Rönesans kabaca iki iç içe kurucu süreç ile anılır. İlki, hümanizm; diğer bir ifadeyle özerk insan aklının üstünlüğünün sonu bucağı olmayan varoluşunu tahkim eden lineer perspektifle bezenmiş mekânların ortaya çıkışını hazırlayan bilişsel süreç. Hümanizm dilimizde düşünce tarihindeki en derin anlam heyelanına uğramış kavramların başında gelir. Tercümelerden hüküm inşa etme merakımızdan mıdır bilinmez, hemen herkesin insan sevgisi olarak öğrendiği bu düşünce sistemi, özerk rasyonel bireyi diğer her tür, süper veya doğal veya kutsal meselenin üstünde ve onlardan özerk konumlandırır. İnsan aklının hiyerarşide zirveye çıkarılması, onu kuşatan ve baskılayan her tür kalıbın boyunduruğundan kurtarılması, özerklik payesi verilmesi, bir bakıma rakipsizleştirilmesi ve sonuçta sivilleşme, sekülerleşme ve kamusal alanın oluşturulması serüveni olarak okumak yanlış olmaz.
Diğeri de matematikleşmiş biliş(im)sel hesaplama. Nicel hesaplama ve matematiksel düşünce o kadar yerleşikleşmiştir ki, bunun sonucunda yine çağının kurucuları arasında yer alan lineer perspektifin babası Filippo Brunelleschi’nin Floransa’da inşa ettiği mimari şaheser “Kubbe” rönesansın sembolü hâline gelmiştir. Rönesansın sembolü bir mekândır. Genel manada mekân rönesansı tanımlayan önemli bir kavramdır. Özerk birey, rönesans ve hümanizm ile zincirlerini kırdığına inandığı kategorilerin alternatiflerini yine mekânsal okumalar üzerinden vermiştir. Rönesans’ın iki başat aktörü Erasmus ve More’un yakın arkadaşlıkları rastlantı olmasa gerek ki, hümanizmin sonsuzluk, birlik, hakikat, iktidar gibi o güne dek feodal-teolojik vesayeti çağrıştıran kavramlara devam niteliğinde arayışlarının cevabı ütopyalarda görülmüştür. Ütopya her ne kadar etimolojik olarak lamekân anlamına gelse de, aslında tüm anlamlandırmaların mekân (yerle karıştırılmamalı) merkezli bir bakış açısına büründürülmesini ihtiva eder.
Kubbeyi ve ütopyayı, Da Vinci’nin şifresi, Galileo’nun dünya dönüyor haykırışı, Kolomb’un keşifleri, Kopernik’in güneş sistemi, Michelangelo’nun Davud heykeli, Medici’nin Floransa’sı, Gutenberg’in matbaası, Machiavelli’nin Prens’i ve Descartes’ın metafiziği yeniden icadı ile “düşünüyorum öyleyse varım” önermesi takip eder. Aslında hepsinin ortak özelliği rönesans’ın parlayan yıldızı bir zümreye mensup olmalarıdır: Hesap uzmanı.
Arielle Saiber rönesans tarzı hesap/hesaplamayı, yazı (script) ve rakam (digit) arasında bağ kurmak olarak kuramsallaştırır. O sebepten nicel/matematiksel hesap, özne ile nesne, ideal nesnellik, zaman ve mekân yönetiminde hümanizm projesinin baş yöntemidir. Hesaplama gücü (post-rönesans dönemde halefleri ekonometri, istatistik, finans, ekonomi) insanı metafizik hiyerarşide en tepeye yükselten yegâne kaldıraçtır. En geniş manada rönesans’ın hümanist kalıba döktüğü hesap-kitap işleri, özerk birey ile otorite arasındaki her tür ilişkiyi tanzim eder. Rönesans tarzı lineer hesap perspektifi, mekânsallık içinde devleti (teritoryalite), kurumları, yasaları, şirketleri, vatandaşı, ulusları, jeopolitiği tanımlar ve yönetir. Tümünün uzayda kapsadığı egemen mekânı meşrulaştırma çabalarını da sevk ve idare eder. Küresel rönesans hümanizmi böylelikle enformasyon çağının da başlangıcını işaret eder.
O zaman, hesap (rakam/digit), hümanizm (akıl/ratio) ve günümüzün en belirgin trendi dijitalleşme ile özerk insan aklı, böylelikle hesap uzmanlığının baş rakibi özerk/otonom makineler arasındaki çatışma potansiyeli kayda değerdir. Rönesans ve post-rönesans dönemlerde lineer hümanist hesaplama perspektifinin mekânlar üzerinden iş görmesi, dijitalleşme döneminde yerini yavaş yavaş mekân bağımsız ve mecra bağımlı iş tutan algoritmik bir trans-/post-human düzene bırakmaya başlamıştır. Rönesans’ın ütopyalarla hümanist projeyi tanıtması, özerk bireyi ana gündem yapması ve idealleştirmesi karşısında trans-hümanizm ajandasının distopya üreten apokaliptik, insanlık dışı, robot-makineleri ana gündem yapan, ya da yarı insan-yarı robot “cyborg” hâllerine bürünmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu çağda mecralar mekânların yerini alırken, otonom makineler de özerk bireyleri modelleyerek artık kendi başlarına her işi yapabilme kabiliyetini kazanmışlardır. O yüzdendir ki hiper dijitalleşme, otonom makineler, algoritmik düzen ve trans-hümanizme dair gelişmelerin rönesans kazanımlarını tersyüz edebilmesi muhtemeldir.
Şu noktada bir özet geçmekte fayda var. Rönesans hümanizm, özerk birey, lineer perspektif, ütopya, enformasyon projelerini ön plana çıkardı. Günümüz dünyasında trans-/post-hümanizm, otonom makineler, algoritmik perspektif, distopya ve dataizm lineer hümanist rönesans perspektifi anlatısını epeyce zorlayan gelişmelere imza atmakta. Rönesans için More’un Ütopya adlı eseri neyse, Zuckerberg’in Metaverse distopyası da günümüz için ticari kaygıları ihmal edilirse iki hesaplama uzmanının iki ayrı dönemde mekân (space) ve mecra (medium/media) merkezli aynı türden arayışlarını ifade etmektedir.
Rönesansın lineer perspektif etkisi ve terbiyesi altındaki muteber hesap uzmanları, 21. yüzyılda eksponansiyel gelişen komputasyon/hesaplama makinesi konumundaki bilgisayara ve yapay zekâ temelli otonom sistemlere dönüşmektedir. Rönesans’ın kurduğu ve daha sonraları devlet aklına eklemlenecek olan mekân bağımlı enformasyon aklı, Byung Chul Han’ı da işin içine katarsak resmî ideolojisi dataizm olan distopik anti-rönesans bir enfokrasiye evrilmeyi sürdürmektedir. Rönesans enformasyonu icat etmeseydi, Han’ın enformasyon rejiminden ve güzeli kurtarmaktan bahsetmesi mümkün olmayacaktı. Hatırlayın pandemi ile artık sistematik biçimde sarsılmaya başlayan enformasyon rejimi infodemi illetine de eşzamanlı duçar olmuştu.
Rönesans tarzı lineer hesap perspektifi, post-rönesans dönemde bir çırpıda sayılabilecek onlarca tarihsel eşiğin devamlılığında savunma, disiplin, güvenlik, asayiş, piyasa, ticaret, bankacılık, finans, oyun, eğlence, müzik, sanat, demografi, eğitim, kültür, mimari, hukuk, siyaset adına yeni taksonomi çıkarımlarında bulunmayı da ihmal etmemiştir. Sadece matematikçiler, mühendisler, mimarlar veya muhasebeciler değil, şairler, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler de belki kendileri farkında olmaksızın hesap uzmanı özelliğini kazanmışlardır. Bu bakımdan birinci rönesans’ın enformasyon rejimi her ne kadar fiziksel mekânsallık hesaplamasını merkeze alsa da, özerk birey ve rasyonellik çerçevesinden bakıldığında metafizik bir söylemsel örüntüyü ifade eder. Kendi çapında kamusal alan, sivil toplum, alt kimlik ve sosyal sözleşmenin iptidai bazı tezahürlerine rönesans’ın araladığı yeni dönemde rastlanır.
Küresel rönesans projesinde mekân-mecra vücut bütünlüğü bulunmaktadır; sanat bu bakımdan mekân içindir. Mekân cazibe merkezidir. İnsanın yaşamla olan tüm bağlantı ve temas noktalarında rönesans öncesi standartları dönüştüren, rönesans standartlarını özerk bireye dönük kurumsallaştıran, içselleştiren, tanımlayan ve yaygınlaştıran belirleyici bir niteliğe bürünmüştür. Mekân, artık rönesans’ın kurumsallaşmış bilgi, eğlence, güvenlik, güç, inovasyon, eğitim ve konfor alanıdır. Pandemiye kadar ise küresel lineer hümanist rönesans perspektifinin mekân tasavvuru hiç bu denli küresel bir anti-rönesans algoritmik mekân bağımsız sınama ile karşılaşmamıştır.
Feodalite ve kiliseden zincirlerini koparma mücadelesiyle filizlenen sivilleşmenin sonucunda kamusal alan fikri taraftar bulmaya başladı diyebiliriz. Beraberinde modernite, ulus devlet, bürokratikleşme, merkeziyetçilik, şehirleşme, burjuvalaşma ve sekülerleşme bahisleri de açılmıştır. Hepsinin nüvesinde rönesans tarzı lineer hümanist materyalist hesap perspektifi bulunmaktadır. Devlet-toplum-birey ilişkilerinde, sanat, bilim, iktidar, egemenlik, otorite ve gözetim ilişkisi enformasyon rejimine ait kamusal alanının bekası namına lineer hümanist hesaplama perspektifiyle meşrulaştırılma projesi olarak anlamlandırılmıştır. Akabinde Osterhammel’in dönüşen dünya anlatımlarında birkaç yüzyıl sonra rönesans mirasının ve vesayetinin “medar-ı iftiharı” ulusal müzeler, kütüphaneler, arşivler, operalar, okullar şeklinde karşımıza çıkmıştır.
Benzer şekilde Ian Goldin’in İkinci rönesans ve Peter Watson’ın Üçüncü rönesans okumaları yazımızın ana sorunsalı bağlamında mekân bağımsız ve mecra bağımlı bakış açısına dayalı alternatif ve ardıl rönesans dönemselleştirmeleri adına ufuk açıcıdır. Birinci rönesansı çoğunlukla sanata ve mimariye indirgeyen bakış açılarının aksine Goldin ve yukarıda atıfta bulunduğumuz Saiber’in hesap-kitap denkleminde dikkatimizi ısrarla kartografiye çekmeleri, post-rönesans dönemde haritalar sayesinde coğrafya ve topografyanın rönesansvari dünya düzeninde oynadığı kurucu rolüne vurgu yapmamızı kolaylaştırır. Jeopolitik dengeler, keşifler yoluyla yayılmacılık ve sömürgecilik, yeni ticaret yollarının bulunması rönesansın istikrarsızlaştırıcı ve eşitsizlikleri derinleştirici yönlerine dikkat kesilmemizi de sağlar. Nitekim insan aklının rönesans tarzı hümanist lineer hesap perspektifi ile ulaştığı son nokta olduğu varsayılan özerk birey, rönesans felsefesinin kuruculuğunu üstlendiği olmazsa olmaz yeni kurumların, görüşlerin, sanat yapıtlarının, bilimsel çalışmaların, binaların, kavramların gölgesinde “insanlık suçları” işlemeye devam etmiştir. Oksidantal ve oryantalist anlatılarda özerk bireyin kendini gerçekleştirmesi adına büyük ve masum bir adım olarak lanse edilen rönesans, üzerimizdeki kara bulutları arttırmış, insanlığa kattıkları kadar büyük yıkım ve felaketlere neden olmuştur.
Ian Goldin, Birinci rönesansın bizim tabirimizle hümanist lineer hesap perspektifi ile kendi etik sorunlarını meydana çıkardığını söylerken, İkinci rönesansın makine zekâsı, otomasyon ve eksponansiyel hiper dijitalleşmeye bağlı olarak benzer bir döngüye girdiğini açıkça ifade etmektedir. Goldin’e göre Birinci rönesans hümanizm, özerk birey, lineer perspektif, İkinci rönesans özerk makine ve yapay zekâ çağıdır.
Tarihsel devamlılıkta düşünüldüğünde sömürgecilik rönesans’ın defoları, yan etkileri ve semptomları arasında yer alır. Nick Couldry bilgisayar, telefon, akıllı saat kullanıcılarının, özetle dijital izi bulunan sözde tüm özerk bireylerin büyük teknoloji şirketlerinin elinde, veri sömürgeciliğinin pençesine düştüğü uyarısını yapmaktan çekinmez. Couldry’ye göre birbirimizle mekân bağımsız ve mecra bağımlı bağlanma ve paylaşım yapma konforunun maliyeti ve faturası ağırdır. Rönesans’ın materyalist fiziksel mekân merkezli dayatması pandemiyle kemikleşen ve konsolide olan mekân bağımsız yaşamı, sanal/siber/dijital/akıllı mecra bağımlı hâle getirir. Çevrimiçi alışveriş, ticaret, bankacılık, dijital oyunlar, video platformları, navigasyon, sağlık, fitness, haber gibi binlerce değişik alanda insana çözümler sunan mobil uygulamalar da özerk bireyin bio-algoritmik kuşatmasını bu arada tamamlamıştır.
Hümanist lineer perspektif formasyonu ve terbiyesine sahip hesap uzmanları uzay zamanda mekânları tahakküm merkezleri yapmaya, bir mekândan diğer mekâna gerçekleşen küresel mal ve işgücü tacirliğine soyunmuşlardı. Şimdi kodlama ve bilişimsel yöntemlerin sayesinde insanın biyolojik özelliklerini dijital yöntemlerle ticarileştiren dikkat tacirleri aynı iş ve işlemleri kolayca yapabiliyor. Köle pazarları yeni algoritmik platformlarda mekân bağımsız ve mecra bağımlı formatlarda, büyük veri sunucularında kuruluyor. Rönesans’ın öz evlatları özerk bireyler sanal/dijital/siber/çevrimiçi pazar yerlerinde kullanıcı olarak etiketlenen bir dizi yeniden kimlik inşası sürecine maruz kalmaktadır. Mekân bağımlı olalım derken spatio-temporal ve fenomenolojik deneyimleri aşan sürekli bir sanal iskân ve dijitali mesken tutma etkileşiminin ayrılmaz parçası olma paradoksuyla yüzleşmektedirler. İnsan, yatay dizilen kara, deniz, hava ve uzay katmanlarını dikine kesen özerk bireyle beraber tümünü diyagonal kesen siber bir eksende beğeni, zevk, eğlence, ihtiyaç sarmalında pürüzsüzlük, enfokrasi rejimleriyle cebelleşiyor.
Tabii mekân (space) ve mecra (medium/media) arasındaki tarihsel devamlılığı radikal kırılmalara dayalı dönemlere ayırmaktan ziyade, daha iyimser, bağdaştırıcı ve hibrit tarih bağlamında okuyan yaklaşımlar da yok değil. Klaus Schwab, dördüncü endüstri devrimini anlatırken dijital, fiziksel ve biyolojik olanın birbirine karıştığı siber-fiziksel sistemler tabirini kullanır. Kurzweil bu birleşmeyi tekilleşme (singularity) olarak adlandırır. Schwab’ın mekân ve mecra, lineer hesaplama perspektifi ve bio-algoritmik, hümanizm ve trans-/post hümanizm arasındaki daha uzlaşmacı yaklaşımı gayriihtiyari Dördüncü rönesans’ı çağrıştırabilir. Tekilleşme ise ikincilerin-yenilerin, birincileri-eskileri tamamen yuttuğu ve ortadan kaldırdığı bir ana tekabül eder. Diğer bir ifadeyle tekilleşme rönesans’ın düşünsel alüvyonlarının uzun yollar kat ederek günümüz yaşam havzasına taşıdığı mekân tahakkümünün tamamen ortadan kalkması imasına dayalı otonom mecraların doğuşudur. Makineler mecradır. Platformlar mecradır. Rönesans’ın yapışık ikizleri olan mekân ve mecra artık paradoksal biçimde post-dijital tekilleşmenin başarılı operasyonuyla ayrılmıştır. Bunun karşısında özerk birey ya ikiye bölünebilme, ikisinde de mesken tutma kabiliyetini arttıracaktır ya da post-dijital dönemin ısınma turlarında post-hüman kimlikleri benimseyecektir.
Toplumların, pandemi döneminde dünyanın dört bir tarafında okul, iş yeri, restoran, müze, fuar, konferans, stadyum, park, kafe, hükümet binası, banka, mabet, sinema, tiyatro, alışveriş merkezi, market, adliye hatta hapishane gibi modern söylemin olmazsa olmazlarından yoksun kalması ve yaşam güdüsünün, hayatta kalmanın, enfekte olmamanın hepsine galebe çalması bu süreklik/kırılma konusunda açıklayıcı ipuçları vermektedir. Birinci rönesans’ın mekân söylemi pandeminin mekân kısıtlayıcılığı ve beraberinde her tür özerk akla dayalı metafizik söylemini daraltıcı bir etkiye sahip olmuştur. Birinci rönesans hem lineer hesap perspektifi odaklı dikeyde hem de özerk insan aklı metafiziğine dayalı yatayda daralmış, çekmiş, büzüşmüş ve içe bükülü hâle gelmiştir. Rönesans lineer mekânları ve sanal algoritmik mecralar yol ayrımına gelmek üzeredir.
Tam da bu daralma, kısıtlama ve karantina insanoğlunun fiziksel mekân yoksunluğunu zaten bir süredir üzerinde deneyler yaptığı, inovasyonlar geliştirdiği dijital, çevrimiçi, siber mecralara yönelişte aramayı hızlandırdı. Mekân böylelikle mecrayla daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir kapsama alanında yer değiştirmeye başladı. Bugün artık Brunelleschi’nin lineer perspektifinin kural belirleyiciliğini zorlayan, onun inşa ettiği fiziksel kubbeye kafa tutan yeni sanal/dijital kubbeler var. Rönesans’ın hümanizm ve hesap arasındaki ilişkisi yeniden inşa ediliyor. Foucault, Koselleck, Baudrillard gibi düşünürlere kulak verdiğimizde hemen işiteceğimiz bio-politika, panoptikon, simülasyon, risk, kriz ve disiplin kavramlarını da böylelikle yeninden düşünme gereği doğuyor.
Sosyal mesafe, mekân bağımsız ve/ama mecra bağımlı bir yaşamı dayatmıştır. Yeni disiplin ve yönetim modellerini kurmaktadır. Mekân bağımsız ve mecra bağımlı (MBMB) projeler, platform/dikkat ekonomisi düzeni kurumsallaşmasında hızlandırıcı etkiye sahiptir. Yazılımcılar, yapay zekâ mühendisleri, kullanıcı tecrübesi uzmanları, dijital oyun ve sanal gerçeklik tasarımcıları yeni hesap uzmanlarıdır. Fiziksel ve mekânsal dünyada gidemediklerimiz, erişemediklerimiz, yapamadıklarımız, ödeyemediklerimiz, göremediklerimiz, oynayamadıklarımız, öğrenemediklerimiz, sanal ve dijital mecralarda bir ekran/mecra yakınlığındadır. Pandemi sırasında “kapanma”, “karantina” şeklinde rönesans’ın özerk bireyine sunulan tedbirler, pandemi sonrasında tercih, öncelik ve kural olma yolunda esaslı tahkimatlar yapmaktadır.
Birkaç bio-algoritmik örnekle somutlaştıralım. MBMB hiper dijitalleşmeye dayalı platform ekonomisi üzerine inşa edilir. Yapay zekâ, sanal gerçeklik, blok zincir, kripto para, büyük veri ile desteklenir. NFT ile kopyalanamayan, standartlaştırılamayan, adeta anti-standart ve biricik nitelikli fikrî tapuları hak sahiplerine dağıtılmaktadır. Facebook, Instagram, Whatsapp imparatorluğunun kendini Meta ismiyle yeniden markalarken Metaverse ile yeni dönemde sanal tapular, avatarlar, dijital/sanal kimlikler dağıtması, yapay zekâ algoritmalarının bir tablonun ressamı unvanıyla tablonun alt köşesine matematik formüllerine benzer kendi imzalarını atması, OpenAI şirketinin ürünü ChatGPT’nin 100 trilyon parametreyi devreye sokarak özerk bireyin aklıyla, bilgisiyle dalga geçmesi, saniyeler içinde tüm sanal mecraları tarayarak insan elinden çıkandan daha kapsamlı, orijinal, otonom, hızlı ve iyi cevap vermesi, makaleler, romanlar yazması, senfoniler bestelemesi, Elon Musk’un Neurolink ismindeki şirketinin insan beynini mutlak mecra hâline getirerek sanal/dijital/çevrimiçi/çevrimdışı/dijital bilinen tüm insanlık müktesebatını süper zekâ inşasında kullanması ve her insanın beynine bağlama iddiası, otonom araçların caddelerde cirit atması, otonom savaş araçlarının ve süper asker fikrinin savaşın geleceğine dair önü alınamaz gelişmelere müdahil olması, otonom doktor, avukatların peyda olması akla ilk gelen örnekler. Ama son olmayacaklardır. Eksponansiyel makine çağının sürprizleri hâlen rönesans ve post-rönesans dönem aklıyla çalışan özerk birey donanımındaki bizleri şaşırtmaya şüphesiz devam edecek gibi gözükmektedir.
Peki, yaşanan hızlı dönüşümde mekândan mecraya doğru gerçekleşen makas değişimi tam olarak neyi ifade ediyor? Yüzde yüz emin olmamakla beraber, bir önerme olarak rönesans’ın fiziksel ve mekânsal lineer perspektifi, otonom bireyleri ile hümanizm projesi yerini algoritmik perspektife, otonom araç, gereç, makine ve trans-hümanizm projesine bırakmaktadır. Foucault’nun bio-politik okuması da böylelikle mekân bağımsız ve dijital mecra bağımlı bio-algoritmik düzene evrilmektedir. Brunelleschi’nin sembolik kubbesinin yerini de yeni sanal kubbeler Meta, Apple, Alibaba, Tencent, Google, Amazon, Netflix, Youtube, Twitter, Instagram, Uber, Yemek Sepeti, PubG, Spotify, Udemy almaktadır.
Girişte bahsettiğimiz Rönesans şartlanmışlıklarının başında enformasyon çağının mekân odaklı materyal yaşam tasarımı gelmektedir. Modern toplumların fiziksel mekânlara aşkın, törensel, töresel, kurumsal bağımlılığı gerek zorunlu gerekse gönüllü karantina günlerinde küresel ölçekte birkaç yıl boyunca o derece sınandı ki, tarihselliği rönesans’a kadar götürülebilecek ve görece kutsallaşan lineer birtakım olaylar örgüsünün sosyo-ekonomik söylemlerinin inşa ettiği mekân bağımlı modern insan profili adeta tersyüz oldu. Yalnızlaştı. Yabancılaştı.
Temel kazısı rönesans’ta yapılan ve sonrasında üzerine aydınlanma, endüstriyel, bilimsel devrim katları çıkılan lineer perspektif anlayışı ve hümanizm, yeni kıtaların ve ticaret yollarının keşfiyle başlayan küreselleşmenin doğurduğu girdaplarına benzer bir döngüyü şimdi dijital/siber/sanal/çevrimiçi mecralarda deneyimlemektedir. Sonuçta tersine küreselleşme denebilecek bir trendin ortaya çıkışı pek mümkün. Modern insanın kendi elleriyle icat ettiği, temelde mekân-zamansal tüm yerleşik performans göstergelerin yeterliliklerine gitgide şüpheyle yaklaşılmaya başlandı.
Mekân bağımsız olayım derken mecra bağımlı hâle gelinmesi, mekânın konfor alanından mecranın konfor alanına yolculuk, mekânın mecrayla yer değiştirmesi projesinin ayyuka çıkması, rönesans’la günümüz arasında devamlılık bağı kurma arayışlarını zorlaştırıyor. Uzayda kapladığımız mekân ile mecrada tekabül ettiğimiz veri ikilemi büyük olasılıkla ikisine de yar olmayacak yıkımlara gebe.