MEKÂN ARACILIĞI İLE FELSEFE
Abraham Olivier*
“Mekân aracılığıyla felsefe” kavramına, yakın tarihli “The Place of Philosophy in Africa” (Afrika’da Felsefenin Mekânı) (2016) adlı makalemde değinmiştim. Bu makale kısmen, Bruce Janz’ın Philosophy in an African Place (2009) (Afrika Mekânında Felsefe) adlı kitabında tanıttığı “mekânında felsefe” kavramına bir yanıttı. Aşağıda, “mekân aracılığıyla felsefe” fikrini ve bunun felsefe pratiği üzerindeki etkilerini, Janz ile benim daha yeni bazı çalışmalarımıza özel atıfta bulunarak detaylandıracağım.
Mekânda Felsefe
The Place of Philosophy in Africa kitabında yazar Janz mekânı, yaşadığımız deneyimin bağlamı, durumu veya ortamı açısından tanımlar. Janz, felsefenin hiçlikten gelmediğini, her zaman bir mekâna ait olduğunu, ne kadar göz ardı edilirse edilsin, mekânın hiçbir zaman soyutlamayla tamamen örtülemediğini savunur. Herhangi bir yerde, Afrika’da, Avrupa’da veya başka herhangi bir mekânda, felsefe, belirli bir bağlamdaki insanların yaşanmış deneyimlerinden başlar ve yararlı yapılar, soyutlamalar ve kavramlar oluşturur. Yazar bu yaklaşımı “mekânda felsefe” olarak adlandırıyor. Mekânda felsefe anlayışı, felsefeyi, nerede olduğumuz, çevremizde kimler olduğu ve dünyada gerçekten neyin önemli olduğu üzerine derinlemesine düşünme pratiğine dönüştürür. Bu anlamda felsefe doğal olarak mekân üzerine bir düşünümdür ve bu anlamda coğrafi, tarihsel, kültürel, disiplinsel ve entelektüel olarak kendi uygulama yeri üzerine bir öz düşünümdür. Felsefe, mekân ve uygulama mekânı üzerine derinlemesine düşünme görevini üstlenmeden edemez.
Bu nedenle mekân meselesi, yalnızca bölgesel bir alan veya felsefenin nerede uygulandığı meselesi değil, daha çok, herhangi bir uygulama yerinde “felsefe yapmanın ne olduğu” ile ilgilidir. Janz bir Afrika mekânı üzerinde yoğunlaşıyor çünkü Afrika felsefesi uygulayıcıları tipik olarak yalnızca Afrika’nın dünyadaki siyasi yeri hakkındaki sömürge-sonrası tartışmalarla değil, aynı zamanda Afrika felsefesinin uzun süredir dışlandıkları felsefe disiplinindeki yeri ile de meşgul oluyorlar. Afrikalı filozoflar, onun “uzamsal felsefe” dediği şeyi yapmaya giriştiler: Batı’nın kimin sahici yurttaşı olduğunu tanımladığı, buna göre faaliyetleri sınırladığı ve koşulları belirlediği akademik harita üzerinde kendileri için sabit bir alan talep etmek. Alternatif olarak Janz, Afrika’da bir mekânda veya bu konuda herhangi bir belirli uygulama mekânında felsefe yapmanın ne olduğunu soran mekânsal bir felsefe önerir. Bu soru, filozofları bir mekânın yaşantılanan deneyiminde neyin önemli olduğuna uygun sorular ve kavramlarla ilgilenmeye zorlar. Bu, Afrika gibi bir mekâna değil, böyle bir mekânda kök salmış kişiye yüklemiş bir felsefedir.
Janz haklı olarak felsefenin mekânda kök saldığını savunuyor. Bununla birlikte, felsefenin yaşanmış mekân deneyimindeki temelinin nasıl anlaşılacağından çok, bir Afrika mekânından kaynaklanan olası soru ve kavramlara odaklanıyor. Felsefe, deneyim ve mekân arasındaki böylesine kurucu bir bağı “mekân aracılığıyla felsefe” olarak adlandırarak tartışmaya çalışıyorum.
Mekân Aracılığıyla Felsefe
“Mekân aracılığıyla felsefe” kavramı, felsefi akıl yürütmenin, kişinin kişisel deneyiminden bağımsız bir düşünme etkinliği değil, bu deneyimin bir parçası olduğu ve bu deneyimin belirli bir mekânda konumlandığı varsayımına dayanır. Dolayısıyla bu kavram birbirine entegre iki varsayımı içerir. İlk varsayım, en uzak ve nesnel felsefi akıl yürütme gibi görünen şeyin, aslında birinci şahıs bir girişim olduğudur. Heidegger’in Felsefe Nedir? (Was ist das – die Philosophie) metninde öne sürdüğü gibi, Descartes’ın savunduğu tarafsız, akılcı düşünme türü bile kişisel angajmanı varsayar. Düşünme, üzerinde düşünülene belirli bir mesafeyi gerektirirken, bu tür bir soyutlama, temsil ettiğini iddia ettiği şeyle angaje kalır ve aslında bu tür bir angajmanın yansımasıdır. Bu tür bir angajmanın ana nedeni, felsefenin bir pratik olması ve bu hâliyle, kaçınılmaz olarak birinci şahıs ve onun canlı deneyimi konumunu alan biri tarafından icra edilmesidir. Filozof, mümkün olan en nesnel üçüncü şahıs bakış açısını üstlenmeye çalışırken bile, düşündüğü her şeyle birinci şahıs angajmanını yaşayan biri olarak kalır. Dolayısıyla, üçüncü şahıs tarafından kurulmuş felsefi akıl olarak kabul edilebilecek şey, esas olarak, yaşanmış bir akıl yürütme, yani birinci şahıs olarak uğraşan bir filozofun akıl yürütmesi ve dolayısıyla onun yaşanmış deneyimlerinin bir parçası olarak kalır.
İkinci varsayım, felsefi akıl yürütme de dahil olmak üzere herhangi bir yaşanmış deneyimin belirli bir mekânda konumlandığıdır. Burada geniş anlamıyla mekân deyince, filozof da dahil olmak üzere öznenin içinde bulunduğu coğrafi, tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik bağlamı, dar anlamda ise teorik veya disipliner alanı kastediyorum. Bu bakımdan felsefe, hem geniş anlamda yaşanan bir bağlam olarak hem de dar anlamda bir disiplin alanı olarak mekân aracılığıyla uygulanır.
Benim anlayışıma göre “aracılığıyla” edatı, mekânın, coğrafi, tarihî, kültürel, teorik veya disipliner olsun, belirli bir bağlam içindeki şeylerle ilk olarak şahsi bir ilişki kurmayı mümkün kıldığını belirtir. Malpas’ın Place and Experience (2009) (Mekân ve Deneyim) ve Heidegger’s Topology (2010) (Heidegger’in Topolojisi) metinlerinin öne sürdüğü gibi, mekân, filozofların düşündüğü nesneler de dahil olmak üzere herhangi bir şeyle veya herhangi biriyle ilişki kurma olanağının koşuludur (yani bunu mümkün kılar). Bu anlamda, olanak sağlayan bir koşul ya da olanağın koşulu olan mekân, birinci şahıs deneyimini “oluşturur.” Bu, felsefeyi birinci şahıs sıfatıyla uygulayan filozofun deneyimini de içerir.
Bu oluşturucu kapasitede, “aracılığıyla” edatı hem uzamsal hem de zamansal bir bileşene sahiptir. Uzamsal terimlerle “aracılığıyla”, öznelerin diğer öznelere veya nesnelere bir mekân “yoluyla” veya “içinde” “yönlendirildiği” anlamını taşır. Zamansal terimlerle “aracılığıyla”, öznelerin belirli mekânlarda, ilişkili olduğu şeylerle ve başkalarıyla meşgul olmak için gereken şahsi zamansal sınırlar dahilinde olmak kaydıyla, uzamsal olarak “her zaman” ilişkide olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla, kişinin şeylerle ve başkalarıyla uzamsal ve zamansal olarak ilişki kurmasının zorunlu olarak mekân aracılığıyla olması anlamında, deneyimin mekânda temellendirildiği söylenebilir. Bu, mekân aracılığıyla ilk şahsi düşünme pratiklerinin nesneleri ve konularıyle ilişkide olan filozofu da içerir.
Mekân aracılığıyla düşünmenin hem yıkıcı hem de yaratıcı bir bileşeni olabilir. Bunu “Heidegger in the Township” (2015) (Heidegger Kasabada) adlı makalemde göstermeye çalıştım. Burada, Güney Afrika’daki Langa gibi bir kasabanın gündelik ortamındaki insanların, Heidegger’in ihtimam deneyimi dediği şeyle nasıl ilişki kurabileceğini göstermeye çalıştım. İhtimamın, gündelik deneyimlerini anlatmak için en uygun terim olmadığı ortaya çıkmıştı. Heidegger’i bir kasabadaki günlük hayata götürerek, onun felsefi düşüncesi eleştirel bir şekilde karşıtlaştırılabilir ama aynı zamanda geliştirilebilirdi. Bu nedenle, mekân aracılığıyla düşünmenin, ihtimam gibi, uzaktan bağımsız olarak uygulanabildiği düşünülen bir kavramın anlayışını nasıl bozabileceğini ve aynı zamanda bu tür düşünmenin bunun yerine nasıl yeni kavramlar üretebileceğini göstermeye çalıştım.
Aşağıda, mekân aracılığıyla felsefe kavramını Janz ve benim daha yakın tarihli çalışmamızla ilişkilendirerek detaylandıracağım.
Canlı Felsefe
Janz, yeni kitabı African Philosophy and Enactivist Cognition’da (2022) (Afrika Felsefesi ve Canlı Bilme) uzamsal felsefeyi mekânsal felsefeyle karşılaştırır. “Uzamsal felsefe” ana akım felsefenin tipik olarak nasıl işlediğine atıfta bulunur: Önce soyut olarak geliştirilen ve daha sonra yaşadığımız yerlere uygulanan bir dizi kavram, önerme ve iddiadan yola çıkan temsili bir modele göre hareket eder. Mekânsal bir felsefe ise, aksine, başlangıçta mekâna, mekânın kavramları ve düşünsel alanları üretmek için koşulları nasıl yarattığına odaklanır.
Janz mekânsal felsefeyle eylemci bir yaklaşım önerir. Mekânsal düşünmenin merkezinde, varlıklarını sürdürmek için, bedensel varlıklar olarak yaşadıkları belirli çevreyle başa çıkması gereken faillerin eylemi olan “somutlaşma”, daha doğrusu “somutlaşmış eylem” anlamındaki eylemci anlayış yer alır. Özneler belirli ortamlarda bildiklerine ve deneyimlediklerine göre hareket ederler ve bu ortamlar da aynı şekilde onlara göre hareket eder. Failler, bu türden çeşitli yerlerde eş zamanlı olarak yaşar ve birbirleriyle etkileşime girer. Bazı durumlarda bazı mekânlar birbirinin alt kümesi olabilir, örneğin kişinin çalıştığı ofis üniversitedeki bir bölümün alt kümesi olabilir. Mekânlar aynı zamanda birbirleriyle enlemesine karşılaşan farklı karmaşık etkileşim seviyeleri olarak da tezahür edebilirler; örneğin, aynı felsefe bölümünün farklı üyeleri farklı düşünce okullarına ait olabilir ve bunlar kendi aralarında veya başka üniversiteden ve disiplinden meslektaşlarıyla çakışan çeşitli etkileşim biçimlerine sahip olabilirler. Canlı yaklaşım, bu tür mekânsal etkileşimi açıklayan bir felsefe sunmaya çalışır. Janz, eylemci felsefi üretimi, yaşanılan yerde dinamik, etkileşimli bir süreç olarak ele alır. Bu tür etkileşimlerde özneler birbirlerinin zihinlerini şekillendirirler. Bu tür “zihin şekillendirme”, ortaya çıktıkları yerlere uygun teorik alanlar (düşünce alanları) ve kavramlar üretir.
Janz, özellikle yaşam alanlarından kavramlar üreterek, canlı bir felsefenin kendi düşünce alanını pekâlâ bozabileceğine işaret eder. Bu özellikle, örneğin kölelik, sömürgecilik ve apartheid rejiminin işleyişiyle sekteye uğrayan mekânlarda yürürlükte olan kavramlar için geçerli olabilir. Bu bakımdan eylemci felsefe, yaşanılan yerde yıkıcı bir düşünme olarak ya da tersine, kesintiye uğramış yaşam yerlerinde bir düşünme olarak tezahür eder. Bu tür yıkıcı düşünme, ana akım felsefenin karşılayabileceğinden daha fazlasını sunabilir.
Mekân aracılığıyla bir felsefeye ilişkin görüşüm, kısmen Janz’ın eylemci yaklaşım kavramına yakın. Mekân aracılığıyla felsefe gibi, eylemci felsefe de mekânları kavramlar ve düşünme alanları için koşullar yaratan yerler olarak ele alır. Son olarak, mekân aracılığıyla felsefe gibi, canlı yaklaşım da, kesintiye uğramış yerlerde düşünmenin yanı sıra yaşanan yerde yıkıcı bir düşünme fikri olanağını savunur.
Mekân ve Mekân Değiştirme
Şu anki işimde, Janz’ınkinden daha çok yıkıcılığın önemine odaklanıyorum. Buna “mekân değiştirme” diyorum. Bu terimi yakın tarihli “Place and Displacement: Toward a Distopological Approach” (2019) “Mekân ve Mekân Değiştirme: Topolojik Olmayan Bir Yaklaşıma Doğru” (2019) ve “Decolonization and Displacement” (Kolonisizleştirme ve Mekân Değiştirme) (2021) metinlerinde tanıtmaya çalıştım.
Mekân değiştirme ile kastedilen nedir ve mekân ile nasıl bir ilişkisi vardır? Mekân değiştirme temel tanımlarını göz önünde bulundurun. Standart bir sözlük tanımına göre, “… bir şeyi bulunduğu yerden veya konumundan hareket ettirme eylemidir.” Başka bir standart sözlüksel tanım, mekân değiştirmeyi “insanların tipik olarak savaş, zulüm veya doğal afet nedeniyle evlerinden zorla ayrılması” olarak tanımlar. Bu standart tanımları kullanarak, mekân değiştirmeyi hem etkinleştirme hem de devre dışı bırakma dinamiklerini içerecek şekilde alıyorum. Bir yandan bir imkân sağlıyor; şeyleri hareket ettirmeyi, konumlandırmayı veya yerleştirmeyi mümkün kılan bir eylem. Öznelerin de kendilerini konumlandırmalarını ve böylece yerleştirilmelerini mümkün kılan bir eylemdir; bu bakımdan bir mekâna yerleşebilir veya bir mekânda yaşayabilirler, ancak aynı zamanda kendilerini yeniden konumlandırabilir, hareket edebilir ve mekân değiştirebilirler. Benim varsayımım, mekân değiştirmenin mekânda her zaman iş başında olduğudur. Hem öznelerin kendilerini konumlandırıp bir mekâna yerleşmelerini sağlayan bir eylem hem de özneleri yeniden konumlanmaya ve belki de mekân değiştirmeye iten rahatsız edici bir durumdur. Dolayısıyla mekân değiştirmenin kolaylaştırıcı dinamiklerinde yıkıcı, sarsıcı bir taraf vardır. Öte yandan, mekân değiştirme, insanların evlerinden zorla çıkarılmasında açıkça görüldüğü gibi, yaptırımla ilişkili engelleyici bir durum olabilir; bu, savaşın vahşeti, zulüm, doğal afetler ve bunun sonucunda ortaya çıkan evsizlikle ilişkili bir güç olabilir. Bu etkisizleştirici anlamda mekân değiştirme tamamen yıkıcı bir güçtür.
Odak noktamın özellikle mekân değiştirmenin yıkıcı dinamiklerinin içerdiği zorluklara odaklandığını belirtmek için yaklaşımımı “topoloji değiştirme” (distopology) olarak niteliyorum. “Topoloji değiştirme” demek, ister yaşanmış bir bağlam, ister kuramsal bir alan olsun, hangi sorgulama yöntemi izlenirse izlensin, herhangi bir yerdeki mekân değiştirme dinamiklerini hesaba katmaya hazır bir yaklaşımı benimsemek anlamına gelir. Bir yandan, “topoloji değiştirici” bir yaklaşım, imkân sağlayacı bir güç olarak mekân değiştirmeyle meşgul olmaya çağırır. Kişiyi, yeniden konumlandırma yoluyla, bir mekândaki konumunu yıkıcı bir şekilde baltalamaya ve böylece diğer konumları almak için daha dinamik ve yaratıcı bir şekilde ilerlemeye hazır olmaya zorlar. Öte yandan, topoloji değiştirici yaklaşım, yıkıcı uzaklaştırmanın engelleyici bir gücü olarak mekân değiştirmeyle başa çıkmanın yollarını aramak için teşvik eder.
Topoloji değiştirici yaklaşım, elbette, Janz ve diğerlerinin bir mekânda neyin önemli olduğunu incelemek için kullandıkları terim olan topoloji ile de ilgilidir. Bununla birlikte, yerleştirilmenin yıkıcı duygusuna odaklanması bağlamında, topolojik değiştirici yaklaşımın bulguya yönelik bir yöntem olduğu, yani herhangi bir yerde mekândaki mekân değiştirmeyi açıklamaya yardımcı olan bir strateji olduğu da söylenebilir. Topolojik değiştirici yaklaşım, herhangi bir yere özgü rahatsız edici koşulları özellikle ön plana çıkarır. Kişinin kendisi için veya hepimiz için bir mekân bulmak gibi bir topolojik görev meselesini vurgular. Bununla birlikte, topoloji değiştirici yaklaşım, bazılarımız güvenli bir şekilde yaşama şansına sahip olsa bile, herhangi birimiz için bile gerçekten yerleşik bir mekân olduğu önermesine meydan okur. Bunun yerine, ne kadar güvenli görünürse görünsün, yaşanılan herhangi bir mekânda işleyen rahatsız edici güçlere karşı gözleri açılmış bir tepki çağrısında bulunur. Zorla uzaklaştırma olarak mekân değiştirme, topoloji savunucuları veya mekân filozofları tarafından özellikle ihmal edilir. Bu, topoloji değiştirici bir yaklaşımdan bahsetmek ve buna çağrı yapmak için özel bir neden sağlar.
Mekân değiştirme yoluyla felsefe
Topoloji değiştirici bir yaklaşımın bazı felsefi içerimlerine işaret ederek bitirmek istiyorum. Odak noktam, mekânda iş başında olan mekân değiştirmeye odaklandığından, aslında “mekân değiştirme yoluyla felsefe” açısından düşünmenin bazı çıkarımlarını göstermeye çalışacağım.
İlk olarak, topoloji değiştirici yaklaşım, bir mekânda ve o mekân hakkında gerçekten neyin önemli olduğuna dair temel topolojik meseleyle ilgilenir, bu bağlamda topoloji değiştirici yaklaşım, herhangi bir mekâna özgü mekân değiştirme dinamiklerine odaklanır. Varsayım şudur: Felsefi akıl yürütme, özellikle yaşanmış deneyimle ilgilenen ve rahatsız edici mekân değiştirme güçleriyle ilgilenen birinci şahıs filozofun akıl yürütmesidir. Bunun, bu tür filozofların önerilere nasıl yaklaşacakları üzerinde bir etkisi vardır. Önyargılı önerileri bir bağlama uygulayacak olan ana akım yaklaşımın aksine, topoloji değiştirici yaklaşım, filozofu kendi yaşam bağlamlarında hareket hâlindeki mekân değiştirmenin yıkıcı dinamikleriyle meşgul olmaya zorlar. Bu zorluğun üstesinden gelmek, filozofun kendisini yeniden konumlandırmak ve önerilerini bu bağlamlara uygun olanlarla değiştirmek için çalışmaya devam etmesi gerektiği anlamına gelecektir.
İkincisi, topoloji değiştirici bir yaklaşım, kendilerini bir yerde konumlandırmaya çalışan filozofların, başka yerlerdeki düşüncelerle etkileşim hâlinde kendilerini yeniden konumlandırmaya devam edecekleri anlamına gelir. Bu tür dinamik yeniden konumlandırma, her türlü dar görüşlü veya otokratik epistemik veya sosyo-politik paradigmayı yapısal olarak tanır, ona direnir ve onun altını oyar. Topolojik olmayan yaklaşım, mekân değiştirmenin doğası gereği herhangi bir yerde iş başında olduğu gerçeğine yaptığı belirgin vurguyla, tipik topolojiden daha kararlı bir şekilde, dar görüşlü, baskıcı düşünce paradigmalarının tanınmasına, onlara direnmeye ve yıkılmalarına yönelik dinamik bir şekilde çalışmaya eğilimlidir. Dinamik eğilimi, ne kadar boyun eğmez veya güçlü olurlarsa olsunlar, bu tür baskıcı paradigmaların eninde sonunda herhangi bir yerde iş başında olan mekân değiştirme güçlerini alt etmesi gerektiğinin bilinci ve motivasyonuyla çalışmaktır. Bu anlamda topolojik olmayan yaklaşım, Deleuze ve Guattari’nin egemen veya “öğütücü” politik veya akademik sistemlerin yıkılması olarak “yersiz yurtsuzlaşma” kavramıyla uyumludur.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, topojik değiştirici bir yaklaşım, bir filozof ya da daha temel olarak, dünyada bir insan olmanın ne anlama geldiğinin yeniden düşünülmesini gerektirir. Filozoflar da dahil olmak üzere insanlar, hâlâ Antroposen bir anlayışla çalışıyorlar: Şeylerin merkezindeki insan öznesi, bir efendilik rüyasına kendini kaptırmış gibi. İnsanların, egemenlik hayallerinin peşinden koşarak, doğayı –hayvanları ve çevreyi– kendi tatminleri için mülk edinerek ve onları boyunduruk altına alarak, feci sonuçlarla sömürgeleştirdikleri söylenebilir. Bu tür sömürgeci mülk edinme, boyun eğdirme ve sömürüye karşı, insan öznesinin merkezden çıkarılması ve doğanın sömürgesizleştirilmesi gerektirir. Filozofların, kökleri Batı felsefesine dayanan insanmerkezci önkabulle yüzleşmeleri gerekir. Bu önkabul, piyasanın egemenliğinde ve onun doğal çevreyi sömürmesinde tezahür eden efendilik rüyasına hizmet eden araçsallaştırılmış üniversitelerde oldukça canlıdır. Dolayısıyla bu önkabulu sorgulamak en azından filozoflar arasında başlamalıdır. Bu sorgulama, insan eyleminin ve bilincinin, diğer insanlarla ve insan olmayanlarla ortak bir dizi kesişen mekândaki gömülülüğün tanınmasıyla başlar. Achilles Mbembe’nin, insanmerkezciliğin üstesinden gelmek üzere, dünyayı insan olmayan diğer kişilerle eşit bir temelde paylaşmayı öğrenmeye yönelik çağrısı bu tür bir tanıma örneğidir. Bu bağlamda topoloji değiştiren yaklaşım, filozofu, felsefeyi yalnızca diğer insanlarla değil, aynı zamanda insan olmayan ötekilerle de etkileşimde olmanın perspektifinden yeniden düşünmeye zorlar. Bu, felsefeyi gelecekte tamamen yeni yerlere götürebilir.
*Prof. Dr., Güney Afrika Fort Hare Üniversitesi, Felsefe Bölümü.
Kaynakça
Janz, B.B. 2009. Philosophy in an African Place. Lanham, MD: Rowman & Littlefield.
Janz, B.B. (ed.). 2017. Place, Space and Hermeneutics. Cham: Springer.
Janz, B.B. 2022. African Philosophy and Enactivist Cognition. London: Bloomsbury Academic.
Malpas, J. 1999. Place and Experience. Cambridge: Cambridge University Press.
Malpas, J. 2006. Heidegger’s Topology. Cambridge, MA: MIT Press.
Olivier, A. 2016. The Place of Philosophy in Africa, in Southern Journal of Philosophy. Volume 54, Issue 4, 502-520.
Olivier, A. 2019. Place and Displacement. Towards a Distopological Approach, in International Journal of Philosophical Studies, 27:1, 31-56.