AFRİKA’DA FELSEFE TARİHİNİ YAZMAK NEREDEN BAŞLAMALI?

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Anke Graness*

    Avrupa felsefesi tarihi araştırmaları, Platon’un diyaloglarında çeşitli düşünürlerin öğretilerini tasvir etmesiyle başlayan uzun bir geleneğe sahip olsa da Afrika felsefesi tarihi araştırmaları özellikle Sahra-altı Afrika söz konusu olduğunda görece genç bir disiplindir. Afrika’nın felsefe yapma kabiliyeti yüzyıllar boyunca bütünüyle inkâr edilmiş ve Afrika düşüncesi dünya düşüncesinin bir parçası olarak görülmemiştir (bkz. örneğin G.W.F. Hegel, Felsefe Tarihi Üzerine Dersler, 1805/06). Afrika’daki sömürge öncesi kültürlerin ve toplumların “tarih dışı” ya da “ilkel” sıfatlarıyla nitelendirilmesi, dünyanın bu bölgesine dair önyargısız ve muteber felsefe tarihi araştırmalarının önünde en büyük engel olmuştur. Siyah Afrikalılar entelektüel muhakemeden yoksun kabul edildikleri için genelde Sahra-altı Afrika’da felsefenin geçmişte ve şimdi var olmadığı varsayılmıştır. “Afrika’da bir felsefe var mı?” ve “Afrika felsefesinde Afrikalı olan nedir?” gibi sorular hâlâ sorulur, demek ki yüzyıllar boyunca yaratılan basmakalıplara inanış yaygın biçimde devam ediyor. Hâliyle, Afrika örneğinde felsefe tarihi disiplini çok spesifik sorunlar içerir ve bu durum “kavramsal sömürgesizleştirme” projesinden ayrı düşünülemez. Felsefi bilgideki tarihsel ve güncel Afrika kaynaklarının bağımsızlığına dair inceleme, esas araştırma hedeflerinden biri olmuştur ve öyle olmaya da devam ediyor.

    Günümüzde, Afrika’daki felsefi düşüncenin gelişimini işleyen yayınların sayısı gittikçe artıyor (Masolo 1994; Hallen 2009; Ndjana 2009). Buna karşın Sahra-altı Afrika felsefesinin tarihi üzerine kapsamlı bir yayını şimdiye kadar maalesef görmedik. Böyle bir projenin en temel sorunlarından biri kuşkusuz başlangıç noktası sorunudur. Afrika’da felsefi düşüncenin gelişimi II. Dünya Savaşı’ndan sonra mı başladı? Ne de olsa bu dönemde Afrika ülkeleri birer birer bağımsızlıklarını kazanmaya başlamıştı, üniversitelerin kuruluşlarına felsefe bölümlerinin kuruluşu eşlik ediyordu. Ya da 19. yüzyılda mı başladı? Ne de olsa Avrupalı misyonerler ve antropologlar Afrika halklarının kozmolojilerini, dünya görüşlerini ve etik ve düşünce sistemlerini o zaman kaydetmeye başlamışlardı. Yahut felsefe Afrika’da sömürge öncesi dönemden beri var mıydı? Öyleyse bunu nasıl belgeleyebilirdik?

    “İnsanlığın kökleri Afrika’dadır. Felsefi düşüncenin de öyle; ilkin eski Mısır’da ortaya çıkmıştır.” Birçok filozof, tarihçi ve Mısır-bilimci böyle konumlanır; en meşhurları arasında da Cheikh Anta Diop (1954, 1974), Mubabingo Bilolo (1991), Martin Bernal (1987), Molefi Kete Asante (2000) veya Théophile Obenga (1990) ve Maulana Karenga (2004) vardır. Afrika’da felsefenin köklerinin eski Mısır’a kadar izlenebileceğine dair hipoteze karşı yüzlerce yıllık başka bir paradigma dikilir; bu paradigmaya göre felsefenin kökleri eski Yunan’dadır, geleneksel düşünceye göre, mitolojik muhakemeden rasyonel muhakemeye geçiş tarihte ilk defa burada vuku bulmuş ve felsefi düşünce biçimlerinin kapısını açmıştır. Fakat felsefenin Afrika’da ortaya çıktığı hipotezi ne kadar ikna edicidir ve akademik bir disiplin olarak felsefe için bu ne anlama gelmektedir?

    Eski Mısır’da Felsefe
    Eski Yunan’dan bu yana eski Mısır insanları büyüledi; mistik simgelerin, tuhaf tanrıların ve gizli bilginin diyarı olarak görüldü. Kuşkusuz, yüzyıllar boyunca kapalı bir kutu olarak kaldı, bir bilmeceydi, çünkü işaretleri ve metinleri çözülememişti. Eski Mısır’daki bilgeliğin, sanatın, edebiyatın, yasaların ve dinin yeniden keşfi tam manasıyla 1822 yılında mümkün olmuştur; o tarihte Jean-François Champollion hiyeroglif yazıyı çözmüş ve metinleri ve yazıtları okunabilir kılmıştır. O zamandan beri elyazmaları ve kitabeler kapsamlı bir araştırmaya tabi tutulmuştur. Ancak, dünya edebiyatında eski Mısır elyazmalarının önemi konusunda artık herhangi bir tartışma olmasa da felsefi değerleri bugün hâlâ tartışmalıdır. Eski Mısır genelde bir felsefe kaynağı ya da felsefe tarihinin bir kısmı olarak görülmez.

    Eski Mısır metinlerinin felsefi önemi genelde bu metinler okunmadan inkâr edilir. Fakat biz sırf bu cahilce davranışlarla uğraşmıyoruz. Bu metinleri enine boyuna çevirmekle ve yorumlamakla meşgul olmuş Mısır-bilimci Assmann bile bunları bir felsefe olarak değil “bilgelik literatürü” olarak görmüştür. Assmann’a göre:

    “Mısırlılar filozof değildi. Kendileriyle dünya arasına bir mesafe koyup dünyayla ilgili genel hükümlere varmıyorlardı; ayrıca, pratik amaçlara tabi olmayan bağımsız bir söylemin serbest nazımı ve şiiri içinde, vardıkları sonuçları belirtmiyorlardı. Okumuş kişiler ya devlet memuru ya rahip ya da her ikisi birdendi. Yazmayı öğrenmek, devletin ve tanrıların hizmetinde hareket etmeyi öğrenmekti. … “Otonom entelektüeller” yoktu, dolayısıyla fikirlerini ritüellere ya da idareye uygulama baskısı olmadan bütün hakkında düşünemezlerdi. Düşünür ve yazar kendisini yazmaya teşvik eden bağlamlar içinde bulunuyordu (Assmann 2002, 62).”

    Assmann, eski Mısır’daki entelektüel çalışmaları felsefe saymaya karşı iki itiraz sunar bize. Öncelikle, eski Mısır düşünürleri otonom entelektüel değildi. Aksine, düşünceleri ve yazıları bu dünyadaki düzene dair genel araştırmanın bir parçasıydı ve belirli bir amacı takip ediyordu. Mısır’da düşünmek pratik bir bilgelikti, bağımsız eleştirel düşünce değildi. İkincisi, özne ve nesne arasında ya da düşünmek ve olmak arasında bir ayrışma yoktu. Eski Mısır’da düşünme bir “mitopya” idi, mitsel-teolojikti, ama felsefi değildi.

    Bunlar genelde eski Mısır’da felsefenin varlığına itiraz etmek için günümüzde kullanılan argümanlardır. Üçüncü bir argümana göre ise “felsefe” terimini eski Mısır düşüncesine tatbik etmek güncel kavramları tarihsel bağlamlara uydurmak demektir ve eski Mısır’daki entelektüel yaşamın tarihsel koşullarını yansıtmaz (Schneider 1990, 227 vd.).

    Son bir nokta da elbette tarihsel gelişimde, siyasi-ekonomik durumda, din, kültür, dil ve entelektüel mirasta farklılaşan bağlamları karşılaştırmanın gerçek zorluğundan ileri gelir. Kabul etmemiz gerekir ki “felsefe” terimini icat eden Yunanlardan yüzyıllar önce var olmuş bir kültür olan eski Mısır’a felsefe kavramını tatbik etmek bazı tuzaklar içerir. Zaman ve mekân açısından bize uzak olan yabancı bir kültürel bağlamla meşgul olurken kendi meselelerimizi ve kavramlarımızı bağlama yansıtma ve anlayışımıza bir engel katmanı daha ekleme riski her zaman vardır. Bu tuzakların farkında olmak kültürlerarası her yaklaşım için zorunludur.

    Ancak, ilk iki itirazı düşündüğümüzde, burada Mısır metinlerini algılayıp yorumlarken iki varsayımı kabul etmiş gibi görünürüz: Birincisi, mitostan logosa geçiş felsefenin ön koşuludur ve ikincisi, bu geçiş sadece eski Yunan’da vuku bulmuştur.

    Paradigmanın ilk kısmının akıl merkezciliği (yani aklın ve akılcılığın epistemolojik açıdan üstün sistemler olması) enine boyuna eleştirilmiştir (örneğin post-modern ve sömürge sonrası düşünürler bunu yapmıştır). Bunun dışında, Hans Blumenberg gibi yazarların işaret ettiği üzere, mitos ve logos arasındaki karşıtlık insan ve dünya arasındaki çok daha karmaşık bir ilişkinin indirgenmiş hâlidir, burada mit zaten mantık unsurları içerebilir, logos da pek tabii mite dönüşebilir. Blumenberg’in Arbeit am Mythos [Mit Çalışması] eserinde yazdığı üzere, “mitler ve logos arasındaki sınır çizgisi hayalîdir ve gerçekliğin mutlaklığını kurtarma sürecinde mitin içindeki logosu araştırma ihtiyacını izale etmez” (Blumenberg 1985, 12). Ayrıca bir mitin bizzat “yüksek karatlı bir logos eseri” olduğunu söyler (Blumenberg 1985). Mitler insanların fiziksel dünyayı idare etmelerine, mesafe almalarına ve tekinsizi tanıdık kılmalarına yardım eder. Bu bakımdan o da bir tür enstrümantal muhakemedir.

    Buna karşın felsefenin kökeninin eski Yunan’da olması meselesi nadiren tartışmaya açılmıştır. Egemen Batılı formuyla felsefe tarihinin büyük anlatısının varsayımına göre felsefe bir başlangıç ve bir amaca sahiptir. Felsefi aklın gelişimindeki amaca dair farklı görüşler olsa da başlangıcı bulmakta zorluk çekmeyiz ve bu başlangıcı nadiren sorgularız: Yunan felsefesi ilk “gerçek” felsefedir ve bu nedenle tüm felsefelerin kaynağıdır.

    Yunan modelin kesinliğine dair şüphelerimizi belirtebiliriz. “İlk özgür ve bağımsız düşünme eski Yunan’da mit ve dinin ayrışmasından ortaya çıkmıştır” ve “bu da bilimlerin filizlenmesine yol açan akılcılaştırma sürecinin başlangıç noktasıdır” gibi varsayımlar eski Yunanların ortaya koyduğu kaynakları ve şartları nadiren hesaba katar. Eski Yunan’da bilginin oluşumuna kapı açacak dış unsurları dikkate almayan bir tür tarih dışı görüşün tezahürüdürler. Şu sorunun sorulması gerekir? Yunan felsefesinin kaynakları nedir? Ayrıca, felsefeye tek bir köken atfetmek mantıklı mı?

    “Otonom entelektüel” açısından baktığımızda, filozoflar, entelektüeller ve bilgeler münferit figürler olarak görülse de aslında tarihsel, kültürel, dinî veya siyasi-ekonomik bağlamlarından bağımsız değillerdi, ki bu bağlamlar düşünme şartları kadar sebeplerini ve sonuçlarını da etkiliyordu. Eski Yunan bağlamında, Yunan düşüncesi ardındaki otorite sorgulanmalıdır, tabii felsefe ve mitolojik kozmolojiler arasındaki ilişki veya felsefenin dogmalarla, kanunlarla ve pratik yaşam kurallarıyla ilişkisi de bu sorgulamaya dahil olmalıdır.

    Felsefenin eski Yunan’da başladığına dair paradigma felsefenin ne olduğu ve nasıl icra edilmesi gerektiği fikri üzerinde devasa etkilere sahip olmuştur. Felsefe tarihi yazmak esasında bir kanon oluşturma sürecidir ve kavramlarla teorilerin dahil edilmesini veya hariçte bırakılmasını gerektirir. Ayrıca, anlam üretme sürecinin bir parçasıdır. Bu sürecin sonunda da egemenlik söylemine dönüşecek bir kapasite elde eder. Dolayısıyla, kanon oluşturma meseleleri daima eleştiriye tabi tutulup tartışılmalı ve sorgulanmalıdır; felsefenin kökeni hakkındaki fikirlerin sorgulanması gerektiği gibi.

    Felsefenin kökenlerine dair bu araştırmalar birçok sorunu ortaya çıkarır, bunlar da felsefenin çekirdeğini, kavramlarını ve diğer disiplinlerden ayrılmasını doğrudan etkiler.

    Filozof (ϕιλόσοϕος) kavramı eski Mısır’da yoktu. Düşünce ya da muhakemeyle meşgul olanlara “bilge insan”, “hoca” ya da hatta “kral” deniyordu, ya da onlar kendilerine böyle diyordu. Ancak bir kelimenin eksikliği felsefenin olmadığı anlamına gelmez. Günümüzde felsefeyi tanımlayıp diğer disiplinlerden ayırt etmek için uyguladığımız kıstas acaba eski Mısır’dan metinlere ve yazarlara da uygulanabilir mi diye durup düşünmeliyiz.

    Bu noktada felsefenin ne olduğunu tanımlamak icap eder; ama belki de bundan önce bilgeliğin ne olduğunu ve felsefeden nasıl farklılaştığını söylemeliyiz. Felsefe ve bilgelik arasında bir farklılık hatta çelişki olduğunu varsayarsak (modern felsefede yaygın bir görüştür bu) bilgeliğin ne olduğunu tanımlamamız gerekir. Bilgelik dediğimizde iyi bir toplumsal davranışa götüren, kişinin kendine dair anlayışının sınırlarını ve kendini geliştirme ihtiyacını irdeleyen, dünyanın tutarsızlığı hakkında farkındalığı yükselten, çeşitliliğe yönelik dengeli bir müsamahayı telkin eden, kısıtları teşhis eden ve belirsizlikleri müstakil tarzda ele alan bir bilgi türü aklımıza geliyorsa (bkz. Berlin Bilgelik Paradigması denen modelin bilgelik tarifi; Baltes ve Staudinger 2000; Baltes 2004), o zaman bilgelik ve yaygın felsefe kavrayışı arasındaki farklar kaybolmaya başlar. Fakat bu sefer de bilgeliğin yaşanmış tecrübeye odaklandığını, buna karşın felsefenin teorik ve teknik bir muhakeme ve soyutlama seviyesini hedeflediğini iddia edebiliriz. Gerçekten de Sokrates’e göre hem erdemi anlamak hem de erdemli bir yaşam sürmek filozofun amaçları arasında olmalıdır. Ancak modern felsefe bu gelenekten çoktan ayrıldı. Günümüzde felsefe eserlerinin çoğu pratik yaşamla ya da toplumun iyileştirilmesiyle ya hepten ilgisiz ya da çok az ilgili. Felsefenin de dahil olduğu çağdaş bilgi sistemlerinin esas kusurlarından biri parçalanmış olmalarıdır. Felsefe ve bilgelik arasındaki ilişki yeniden düşünülmelidir, çünkü bilgelik boyutlarının yeniden keşfedilmesi günümüzde felsefe eserlerimizin değerini yükseltebilir.

    Tanımlama hususunda karşımıza çıkan sorun da şu olacaktır: Bilgelik felsefenin bir parçası mı yoksa felsefe kavramının dışında ayrı bir bilgi türü mü? Felsefe tanımı hâlâ tartışmalı bir mevzu ve terim kuşkusuz Avrupa felsefe tarihinde birçok değişime maruz kalmış. Hâliyle, felsefe dinamik bir kavramdır. Batı geleneğinde bir düzine felsefe tanımı olmasının yanında (ki bunların bazıları birbiriyle çelişir) felsefe kavrayışı yani felsefenin aslında ne olduğu sorusu da başlı başına felsefenin konusudur. İşte burada felsefeyi tanımlamanın tüm çıkmazları doruğa ulaşır. Bir felsefe tanımı filozoflar arasında ortak bir anlayış varsayar. Felsefi muhakemenin bir ürünüdür ve filozofun belirli bir kendilik imgesinin ifadesidir. Felsefe zaten iş başındadır ve bu nedenle kendini tanımlamaya sıra geldiğinde zaten hedefe yönelmiştir. Yine de felsefe adlı bir tür düşünce ve muhakemeyi diğer düşünme yollarından ve yöntemlerinden ayırt eden bazı özellikleri ve veçheleri tarif etmek mümkündür.

    Bence felsefe dünyanın bütünlüğünü rasyonel bir biçimde bilme girişimi, insanın dünyadaki konumunu, faaliyetlerini ve davranışlarını kavrama teşebbüsü olarak tanımlanabilir. Felsefe dünyayı tanımakla (epistemoloji), temel gerçeklik yapılarıyla (ontoloji) ve normların haklılığıyla (etik) ilgilenir. Fakat felsefi düşüncenin hususiyeti ne konusunda ne de belirli bir yöntemde bulunur. Felsefe hususi bir düşünce hareketiyle nitelenir, yani kendine özgü düşünce varsayımlarını (aksiyomları) durmadan sorgular. Felsefi düşünce hareketi bilinenden bir kopuş, bir ayrılma hâlinde ilerler. Aşikâr sanılan ya da zaten bilinen sorgulamaya açılır. Bu kopuşun dinamiklerinden biri de felsefenin egemen hâline gelmiş olan felsefeleri eleştirmesi ya da onlardan uzaklaşmasıdır. Felsefenin kendini eleştirmesi felsefi muhakemede tanımlayıcı bir andır. Cepte sayılanı sorgulamaya açma ve düşünme şartlarını sınama girişiminde felsefe sadece mevcut düzeni eleştirmez, ayrıca yeni düşünce ve eylem alanları açar. Bu sebeple, felsefi düşünce yeni akımlara, konulara ve gelişimlere odaklanmasıyla da nitelenir.

    Bazı Mısır metinleri, tartışmacı yaklaşım, mevcut koşulların ve normların eleştirisi, “iyi yaşam” ve toplumsal uyuşma ile ilgili etik idealler ve değerler gibi felsefi düşünce kıstaslarını karşıladıklarını söyleyebiliriz. Dahası, Mısır metinleri bilginin sınırlarına dair bir bilinç de ifade eder. Bu metinler haklı olarak felsefi metin sayılabilir, hem de felsefe tanımına bilgeliğin somut biçimde dahil olup olmadığına bakmaksızın…

    Bununla birlikte, felsefe tarihinin başlangıcını eski Mısır’a kaydırdığımızda felsefenin kökenleri arayışı bir nihayete ermez, çünkü ex nihilo nihil fit (hiçten hiç çıkar) sorunu çözülmüş olmaz. Dolayısıyla şu soru yine de sorulabilir: Eski Mısır’da felsefenin ve bilimin kökleri nedir? Felsefenin başlangıcını eski Mısır’a yerleştirmek aslında sadece tarihsel bir kaydırmadır, felsefenin nerede ve ne zaman başladığına dair nihai bir cevap değildir. Bu da bizi illaki şu soruya götürür: Felsefe tarihinde belirli bir geleneğin merkezinde yer alan felsefenin kökleri sorusu tam manasıyla yanıtlanabilir mi yahut yanıtlanmalı mı?

    Bu tartışma söz ettiğimiz metinleri felsefi mirasa bir katkı mahiyetinde görmek için yeterli kanıtları sağlar. Fakat bu Afrika felsefe tarihinin mi mirası olacak? Molefi Kete Asante’nin belirttiği üzere “Aslında Yunanistan, Avrupa için ya da Çin, Asya için neyse Mısır da Afrika için odur” yani “Afrika fikirlerinin ve ideallerinin en güçlü üreticisidir (Asante 2010, 337).

    Kanon oluşturma sorunları Afrika’da yeniden bir felsefe tarihi inşa etme çerçevesi içinde değerlendirildiğinde hususi bir önem taşır. Günümüze kadar Afrika felsefe tarihi yazma girişimlerinin neredeyse hepsinden dışlanmıştır ve bir şekilde felsefenin tarih öncesinde var olduğu sanılmıştır. Burada Afrika’nın aşağılanması sadece Afrika’nın felsefe yapma kapasitesine işaret etmez, Afrika ve Afrikalılar bağımsız tarihsellikleri içinde de değerlendirilir, zira Afrika tarihi genelde Afrika’yı etkilemiş güçler bağlamında inşa edilir. Bu minvalde, Afrika’da felsefe tarihi yazma ve felsefenin kökenlerini arama sorunu felsefe disiplininin çok ötesine geçer, Dismas Masolo’nun belirttiği üzere “Afrika felsefesi tarihi bu nedenle çok özel bir tarzda Afrika tarihidir” (1994, 44). Dünya tarihi bağlamında kendi konumunu ispatlamanın yanı sıra kavramsal ve kurumsal özgürleşme mücadelesinin de tarihidir. Üstelik Afrika’da felsefe tarihi yazmanın hem önemi hem zorluğu burada ortaya çıkar: Afrika’da bir felsefe tarihi yazma girişimi daha baştan daima siyasi bir yüke maruz kalacaktır. Afrika’da felsefenin köklerini aramak ve eski Mısır ile Sahra-altı Afrika’ya önem atfetmek çekişmeli ve duygusal bir tartışmaya götürürse bu duruma şaşmamalı.

    Günümüzde, bazı filozoflar eski Mısır’ı Afrika’daki felsefenin beşiği sayarlar ve Ma’at kavramıyla Sahra-altı etik kavramları birbirine bağlamaya çalışırlar (bkz. örneğin Güney Afrika’daki Ubuntu söylemi ve bazı yazarlar: Broodryk 2008; Kiros 2012; Verharen 2012). Ancak bence eski Mısır Afrika fikirlerinin güçlü bir üreticisi olmanın çok ötesinde dünyadaki fikirlerin güçlü bir üreticisi konumundadır. Felsefeye BİR TEK köken atfetmenin son derece şüpheli olduğunu düşünüyorum. Bunun aksine, egemen konumlardan ve her tür merkezcilikten vazgeçmeliyiz ki farklı düşünce geleneklerinin daima birbirini etkilediğini ve birçok farklı yoldan birbirine bağlı olduğunu anlayabilelim. Unutmayalım ki felsefe tarihi çok uzun bir alışveriş hikâyesidir, coğrafi ve siyasi sınırları aşar, tek yönlü bir yol değildir, ve bizim bugünkü düşüncemiz dünyanın farklı dönemlerinde ve farklı bölgelerinde gelişmiş düşünce gelenekleri üzerine kuruludur. Dolayısıyla, felsefe kaidesini gözden geçirme ve Dünya Bilgi ve Felsefe Tarihi üzerine çalışmanın vakti geldi, bu girişimde eski Mısır eminim önemli bir rol oynayacaktır.

    * Prof., Hildesheim Üniversitesi, Almanya

    Kaynakça
    Asante, M. K. 2000. The Egyptian Philosophers: Ancient African Voices from Imhotep to Akhenaten. Chicago, IL: African American Images.
    Asante, M. K. 2010. “Egypt.” In The Oxford Encyclopedia of African Thought, ed.: F. A. Irele ve B. Jyifo, 335–338. New York: Oxford University Press.
    Assmann, J. 2002. “Gerechtigkeit, Vergänglichkeit und Gedächtnis im alten Ägypten.” Akademie-Journal: Magazin der Union der deutschen Akademien der Wissenschaften 2: 62–66.
    Assmann, J. 2006. Ma’at. Gerechtigkeit und Unsterblichkeit im Alten Ägypten. Münih: Verlag Heinrich Beck.
    Baltes, P. 2004. Wisdom as Orchestration of Mind and Virtue. Berlin: Max Planck Insti-tute for Human Development. Erişim tarihi: 14 Ocak 2015. http://library.mpib-berlin.mpg.de/ft/pb/PB_Wisdom_ 2004.pdf
    Baltes, P., ve U. Staudinger. 2000. “Wisdom: A Metaheuristic (Pragmatic) to Orchestrate Mind and Virtue Toward Excellence.” American Psychologist 55 (1): 122–136.
    Bernal, M. 1987. Black Athena: The Afro-Asiatic Roots of Classical Civilisation. Londra: Free Association Books.
    Bilolo, M. 1991. “Die klassische ägyptische Philosophie. Ein Überblick.” In Philosophie, Ideologie und Gesellschaft in Afrika, Wien 1989, ed.: Christian Neugebauer, 199–212. Frank-furt am Main: Peter Lang.
    Blumenberg, H. 1985. Work on Myth. Cambridge: MIT Press.
    Broodryk, J. 2008. Understanding South Africa: The Ubuntu way of Living. Pretoria: Ubuntu School of Philosophy.
    Diop, C. A. 1954. Nations nègres et culture: de l’Antiquité nègre égyptienne aux pro-blèmes culturels de l’Afrique noire d’aujourd’hui. Paris: Présence Africaine.
    Diop, C. A. 1974. The African Origin of Civilization: Myth or Reality. New York: L. Hill.
    Dussel, E. 2013. Ethics of Liberation in the Age of Globalization and Exclusion. Durham, NC: Duke University Press.
    Hallen, B. 2009. A Short History of African Philosophy. Bloomington: Indiana University Press.
    Hegel, G. W. F. 1982. Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie. Leipzig: Verlag Philipp Reclam jun.
    Karenga, M. 2004. Maat: The Moral Ideal in Ancient Egypt. Los Angeles, CA: University of Sankore Press.
    Kiros, T. 2012. “Moral Economy: An Original Economic Form for the African Condi-tion.” In African Philosophy in Ethiopia, ed.: B. Gutema ve C. C. Verharen, 203–210. Addis Ababa: Addis Ababa University Philosophical Studies.
    Masolo, D. A. 1994. African Philosophy in Search of Identity. Bloomington: Indiana Uni-versity Press.
    Ndjana, H. M. 2009. Histoire de la philosophie africaine. Paris: L’Harmattan.
    Obenga, T. 1990. La Philosophie africaine de la période pharaonique 2780–330 avant notre ère. Paris: L’Harmattan.
    Schneider, U. J. 1990. Die Vergangenheit des Geistes. Eine Archäologie der Philosophie-geschichte. Frankfurt: Suhrkamp Verlag.
    Van Binsbergen, W. 2009–2010. “Before the Pre-Socratics.” Quest: An African Journal of Philosophy/Revue Africaine de Philosophie 23–24: 1–2.
    Verharen, C. C. 2012. “Comparing Oromo and Ancient Egyptian Philosophy.” In African Philosophy in Ethiopia, ed.: B. Gutema ve C. C. Verharen, 185–202. Addis Ababa: Addis Ababa University Philosophical Studies.
    Wiredu, K. 1996. Cultural Universals and Particulars: An African Perspective. Bloom-ington: Indiana University.