AYAKKABI TAMİRCİSİYLE KONUŞMAK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Edith Hall*

    Demokratik bir toplumda esasında her vatandaşın tartışma sürecine katılması beklenir —ya da en azından onlar hesabına tartışmaya katılacak olanları seçmeleri beklenir— bu nedenle halkın felsefeyi daha iyi anlamasına karşı çıkmak söz konusu olamaz.[1] Sadece akademik alanlarda değil, aynı zamanda siyasette ve yaşamın diğer alanlarında kullandığımız muhakeme süreçlerinden müteşekkil mantık mekanizmalarını MÖ 4. yüzyılda tanımlamış olan Aristoteles de daha o zamandan felsefi alanların bu geleneksel istisnai konumunu kırmak istemiştir.

    Aristoteles Platon’un Akademisinin seçkinci tavrını reddetmiştir; Lise adını verdiği kendi okulunda her öğle sonrası Atina halkına dersler vermiş ve onları eğitmiştir. Ayrıca kendi ayrıntılı risalelerinin kısa, okunması kolay, ucuza satın alınan versiyonlarını da diyaloglar hâlinde ya da bir filozof ile “sıradan” bir insan arasındaki konuşmalar olarak yayınlamıştır ki fikirleri genel halk nezdinde karşılık bulsun. Bu kısa çalışmalarını da “içe dönük” sıfatına karşılık “dışa dönük” sıfatıyla nitelemiştir ve böylece birçok bilgi alanındaki bulgularının yayılmasını sağlamıştır.

    Aristoteles sadece felsefenin değil neredeyse bütün akademik branşların kurucu babalarından biridir; zooloji, kozmoloji, estetik ve retorik bu branşlar arasındadır. Bu konular üzerine yazdığı metinler görece kurudur, zorlayıcı resmî bir nesir tarzı vardır, alt bölümlerde yoğun bir muhakeme gözlemlenir, ama tarih boyunca kullanılan akademik yazım tarzını şekillendirmiştir. Tam da bu etkiden dolayı günümüzde diğer tüm akademisyenler gibi filozoflar da roman, oyun ya da destansı şiirden ziyade genelde resmî nesir tarzında kitaplar ve makaleler yazıyorlar. Aristoteles’in halka yönelik yazdığı dışa dönük risaleleri —antik dünyadaki açık erişimli bloglar da diyebiliriz bunlara— günümüze erişemedi ama neyse ki başka klasik literatürlerden bunlar hakkında muazzam bilgiler derleyebiliyoruz.

    Aristoteles’in genel halk için tasarlanmış eserler yazdığını çoğu insan bilmez. Zaten bilselerdi belki de çoğu filozof kendiliğinden onu örnek alma ihtiyacı hissederdi. İdeal bir toplumda, üniversitelerde yürütülen tüm araştırmalar bir rutin dahilinde kamuya sunulur; siyaset, toplum, kültür ve bilim hakkındaki tartışmalara daha fazla insanın bilinçli ve tesirli yollarla katılması sağlanırdı. Tabii bu durum akademinin tüm ekonomik alt yapısının tümden reforma girmesi anlamına gelecektir —örneğin, araştırmaların yayılmasının denetimi ticari maksatlı yayıncıların elinden alınacak, dergi aboneliklerine harcanan muazzam paralar kısılacaktır. Fakat Aristoteles’in kamusal felsefeye verdiği önemi günümüzde diriltmek istiyorsak internet bize muazzam imkanlar sağlayacaktır.

    William Shakespeare’in IV. Henry eserinin ikinci kısmında Falstaff, sırf gösteriş olsun diye girift bir dil kullanan yoldaşı Pistol’a yalvarır ki kendi haberlerini “bu dünyadan bir adammış gibi” iletsin. Pistol aslında bazı akademisyenlerin ortaya koyduğu çalışmaları “bu dünyadan” insanlara açıkça anlatmak için neden çaba göstermediğinin dört kategoride toplanan sebeplerini gün yüzüne çıkarır. Birinci sebep tipi pragmatiktir. Akademisyenler bir üniversitede belirli bir pozisyon ya da sağlam bir memuriyet bulmak istediklerinde, çevrimiçi ya da “popüler” dergiler veya yayınlar üzerinden araştırmalarını kamunun erişimine sunmaya yönelik faaliyetler —özellikle de mesleki performansları değerlendirildiği zaman— çok az dikkate alınır.

    İkincisi, bir insanın sadece doğrudan akranları için yazması çok daha az gayret ister. Arthur Schopenhauer, öncüsü G. W. F. Hegel’in yazılarının muğlaklığından bıkmış usanmış bir hâlde şöyle demişti: “Kimsenin anlamayacağı şekilde yazmaktan daha kolay ne var? Buna karşın, herkesin illa kavrayacağı bir şekilde derin şeyleri ifade etmekten daha meşakkatli de bir şey yok.” Akademik yazıların çoğu kasten zor anlaşılır değildir. Sıradan okur bu yazıları anlamaz çünkü yazar “herkesin illa kavrayacağı bir şekilde derin şeyleri ifade etmek” için gereken fazladan gayret göstermekten zımnen imtina etmiştir.

    Ancak felsefi yazıların genelde zor anlaşılmasının üçüncü bir nedeni var ki bu yazarın kasten zor anlaşılmak istemesidir. Platon ve Aristoteles metinleri üzerine şerhler yazan ortaçağ âlimleri ve antik Yunan ve Roma araştırmacıları bu durumu kabul ederler. Bu yorumcular, okurların metni anlamasını ya da reddetmesini engellemek için tasarlanmış kastî bir muğlaklık içeren yazıları eleştirmişlerdir. Bu tarz muğlaklığı mürekkepbalığıyla simgelerler, çünkü bu balık etrafındaki suyu bulandırmak için mürekkep salar. Fakat okurun metinle boğuşmayı öğrenmesi için tasarlanmışsa bu yorumcular bu tarz bir kastî muğlaklığın takdire şayan olduğunu söylerler.

    Bu iddianın sonraki versiyonları, çoğu kıta felsefesi geleneğine mensup bir dizi düşünüre isnat edilir; bu düşünürler, karmaşık yazdığı için Schopenhauer tarafından eleştirilen Hegel’le bağlantılıdır. Sahicilik Jargonu (1964) kitabında Theodor Adorno muğlaklığı savunur. Gündelik dilimizin baskıcı toplumsal sistemleri güçlendirdiğini iddia eder. Örneğin, alt sınıfa mensup oldukları için insanlarla dalga geçen ya da denetimsiz kapitalist vurgunculukla özgürlüğü bir tutan bir dile sorgusuz sualsiz sahip çıktığımızda toplumsal hiyerarşileri muhafaza eden ve serbest piyasanın doğal olduğunu benimseyen sözlü ve kültürel sisteme göz yummuş olduğumuzu düşünür. Tek Boyutlu İnsan (1964) eserinde Herbert Marcuse, toplumun yüzeyinin altında statükoyu devam ettiren görünmez yapıları görmekten insanları alıkoyan zihin yapılarını gündelik dilin desteklediğini söyler. Başkasının Tek Dilciliği (1996) eserinde Jacques Derrida kendi muğlak tarzını savunur, “sürü” mantığından kurtulmak için dili zorba ve sömürgeci geçmişinden azat etmek istediğini söyler.

    Fakat Aristoteles’e sorsaydık gündelik dile ve “çoğunluğun” görüşlerine yönelik bu düşünürlerin tavırlarını küstahça ve kibirli bulurdu. “Ahali hikmetine” saygı duymuş ve demokratik bir “kolektif fikre” inanmıştır. Her tür araştırmayı endoksa’dan yani çoğunluğun ortaklaşa sahip olduğu inançlardan başlatmayı tavsiye etmiştir; tarihsel kullanım ve toplumsal ön yargılar sebebiyle bu inançların faydalı olamayacak kadar kirlendiği görüşüne ise itibar etmemiştir.

    Ancak Aristoteles’in günümüze kalan ve çoğu zaman zor anlaşılan metinlerinin gösterdiği üzere düz okurdan anlama gayreti isteyecek bir yazım tarzını savunan dördüncü tür iddiayı destekleyecektir kendisi. Mevcut Aristoteles külliyatının çoğu üst düzey öğrencileri için yazılmıştır. Aristoteles’e göre felsefe bir yetenek veya bir tür uzmanlıktır, tıpkı diğerleri gibi bir tekhne’dir. Tıp uzmanlığı, müzik aleti çalma uzmanlığı ya da mimariyle arada bir fark görmez. Herhangi bir konu başlığı ya da tekhne kendi terminolojisine sahip olmalıdır, ki bu terminoloji uzman olmayanlar arasında düzenli bir kullanıma sahip olmayabilir. Bu uzmanlık dağarcığını aşağılamak istediğimizde buna “jargon” veya “laf salatası” deriz. Ancak bunu karmaşık fikirler için bir tür stenograf olarak da görebiliriz. Eğer araç mekaniğinde çalışıyorsam meslektaşlarımla iletişim kurmak ve arabaları güvenle çalıştırmak için 100’den fazla terime ihtiyacım olacaktır. Aynı şekilde felsefede de bazı kavramlar vardır, bir filozof meslektaşlarına bu kavramları biliyorlarmış gibi davranır, bu kavramlar bir seminerde tartışıldığında açıklamaya gerek duymazlar. Fakat bu çevre dışında ele alındıklarında gerek duyarlar.

    Aristoteles’in çözümü iki tür ders verme ve iki tür inceleme yazmaktı. Biri öğrencilerini ve meslektaşlarını muhatap alıyordu, diğeri de genel halkı. Günümüzde bazı akademik disiplinler ders izleme hususunda farkında olmasalar da Aristoteles’in bu örneğini izlerler. İngiltere’deki Tıp Bilimleri Akademisi artık biyomedikal ve sağlık araştırmaları yayınlarındaki sonuçlara bir de “meslekten olmayanlar için özet” eklenmesi gerektiğini savunuyor ve bunların erişilebilir yazılması için tavsiyeler sunuyor.

    MS 500’lü yıllarda İskenderiyeli Ammonius denen bir filozof Aristoteles’in bir tarafta filozof meslektaşları diğer tarafta kamu için yazdığı metinler arasındaki farkı tarif eder. Uzmanlık metinlerinde düşünceleri “özlü, yoğun ve sorunlarla doludur”; dili gayet soluktur, “kesin hakikat ve açıklık arayışı peşindedir” ve “gerektiğinde kelime icat eder.” Fakat kamuya hitap eden metinlerinde “çoğunluğu gözetir, belirli bir doygunluğu hedefler, deyişleri ve metaforları dikkatle seçer, konuşmacılara uysun diye söyleyiş biçimini değiştirir, kısacası tarzını güzelleştirecek her şeyi yapar.”

    Uzmanlarla konuşurken yeni bir dil icat etme yetkisi verme ısrarı da bunun göstergesidir. Ben bir makine mühendisiysem ve yeni bir parça icat ettiysem bunu tarif etmek için elbette yeni bir kelime icat ederim. Meslektaşlarım bu kelimeyi çabucak benimser ama o makineyi satın alan “sıradan” bir insan kavramı tuhaf bulabilir. Aristoteles’in iki farklı alanda fikirlerini dolaşıma sokma rutini günümüzde filozofların taklit edebileceği yapıcı bir tarzdır.

    Aristoteles’in dışa dönük eserleri antik dönemden günümüze erişememiştir, çünkü bu eserleri inceleyen Bizanslı, Arap ve Latin kâtipler zaten bilge oldukları için bunları yeterince çoğaltma ihtiyacı duymamıştır, bu sebeple Aristoteles’in genel halk için nasıl yazdığına dair bir resim oluşturmamız icap eder. Hitap ettiği okurlar genelde filozoflara ilaveten “başkaları” diye bahsettiği insanlardır. Muhtemelen Nerinthus başlığı taşıyan dışa dönük kayıp eserlerinden birine dair bildiklerimizden hareketle Aristoteles’in okur profiline dair bazı şeyler söyleyebiliriz. Nerinthus, Korintli bir çiftçidir, bir metin okuduktan sonra bağcılığı bırakıp bütün zamanını felsefe araştırmalarına adar. Aristoteles, halka hitap ettiği Haz Üzerine başlıklı bir metinde, Karadeniz uzmanı olduğu söylenen ama Karadeniz’e hiç gitmemiş entelektüellerle dalga geçer, hitap ettiği topluluk da Karadeniz’e yaptıkları ticari geziden geri dönenlerin de dâhil olduğu bir kitledir.

    Aristoteles’in halka yönelik diyalogları, en ünlü dışa dönük eseri olan Protreptikus yahut Felsefe Cesareti hakkındaki bir hikâyede “sıradan çalışan insan” ile ilişkilendirilir. Hikâye, Zenon’un da hocası olan ve Stoacılık adlı felsefi ekolü kuran Thebaili filozof Krates’le ilgilidir:

    Zenon’un rivayetine göre Krates bir gün bir ayakkabı tamircisinin dükkanına oturur ve Protreptikus’u yüksek sesle okumaya başlar, Aristoteles bunu Kıbrıslı kral Themison’a yazmıştır, filozof olmak için başka kimsenin daha fazla fırsatı olmadığını söyler: Çok zengindir, hâliyle felsefeye fazlasıyla para harcayabilir, böylece namı da yürür. Krates okurken ayakkabıcı da bir yandan ayakkabı diker bir yandan da dinler, sonra Krates şöyle der: “Düşünüyorum da Philiskos ben de sana bir Protreptikus yazmalıyım bence, çünkü Aristoteles’in yazdığı krala nispetle senin daha fazla felsefe çalışma fırsatın var.”

    Protreptikus bir krala hitaben yazılmış olabilir, ancak ulu orta bir yerde okumaya uygundu ve bir ayakkabı tamircisi için anlaşılır bir metindi. Aristoteles’in İyi Doğum Üzerine adlı dışa dönük metninin günümüze ulaşan fragmanlarından birinde ifade edildiği üzere erdem ve felsefi yeteneğin iyi doğumla hiçbir ilgisi bulunmaz: “Bu tercih sadece bir kanıdan ibarettir ve esasında iyi doğum ve kötü doğum arasında hiçbir fark yoktur.” Kral Themison’a nispetle Philiskos gibi mütevazı bir zanaatkârın felsefe yapmaya daha ehil olabileceğine işaret eden hikâye Aristotelesçi temayı da vurgular; yani “içsel iyilikler” —ahlaki karakter nitelikleri— zenginlik ve hileleri gibi dış iyiliklerden daha değerlidir.

    Tıpkı Platon’un diyaloglarındaki Sokrates gibi Aristoteles de Protreptikus eserinde bizzat konuşan bir figür olarak belirir. Filozof olmayanların boş zamanlarını harcayabileceği en iyi faaliyetlerden birinin felsefe olduğunu söyler. Tahrik eden ifadeleri de vardır: Felsefi araştırma mâli fırsat sağlamaktan ziyade kendi namına arzu edilen bir şeydir. Filozofların yaptığı şey olan evrendeki her şeyi temaşa etme faaliyetini Olimpiyat oyunlarındaki yarışmaları ya da festivallerde icra edilen oyunları izlemeyle mukayese eder. Bu tür gösterileri izledikleri için insanlar kendilerine para ödenmesini ummaz, “çünkü gösterinin kendisi zenginlikten çok daha değerlidir”, her ne kadar doğrudan “faydalı” olmasa da. Atletleri ve oyuncuları izleyip onlardan bazı şeyler öğrenmeyi istiyorsak “eşyanın tabiatını ve gerçekliğini para vermeden izlemenin doğru olduğunu” neden düşünmeyelim?

    Ayrıca bilmece türünü de kullanır, felsefe öğrenmeye yeni başlamış insanlara hileli argümanlar sunar, böylece hepimizin felsefe yaptığını iddia eder. Felsefenin varlığını ya da faydasını reddetmek bile felsefi argümantasyon kurmayı gerektirir, “çünkü felsefe yapma gerekliliğini sorgulamak bile bir nevi felsefe yapmaktır,” dolayısıyla bu faaliyet “insan için doğal” bir faaliyettir. Dış tezahürler hakiki iyiliklere ulaşma yolunda kötü bir rehberdir, çünkü hakiki iyilikler ruha özgüdür, Aristoteles, Lynkeus mitini kullanır, kendisi X ışınlarını görme gibi bir süper güçle donatılmıştır:

    Güç, endam ve güzellik bir saçmalıktan ibarettir, güzellik bize güzellik gibi görünür çünkü hiçbir şeyi düzgün görmüyoruz. Duvarların ve ağaçların ardını gören Lynkeus’un gördüğü gibi her şeyi tertemiz görebilseydik bir adama baktığımızda ve onun ne kadar kötü malzemeden yapıldığını anladığımızda bu duruma dayanabilir miydik?

    Aristoteles’in halk için yazdığı eserlerin içeriğine dair en iyi kaynaklardan bazıları yine ona ait olan ama günümüze kalan uzmanlık eserleridir. Poetika adlı eseri trajedinin bileşenlerini ve etkilerini teknik bakımdan analiz eder ve eğitimli bir akademik kitle için tasarlanmış ders notları gibi okunur. Ancak trajedinin müzik ve görsellik boyutları hakkında bir oyun yazarının yapabileceği hataları tartıştığı, kamuya hitap eden bir kitap yazdığını da söyler. Platon’un anlayışını reddetmesinin nedenlerini halka bildirir; Aristoteles’e göre “iyilik formu” gibi çıplak gözden saklanan bir “idealar” ya da “formlar” dünyası yoktur, onun felsefi sistemi çevremizde algıladığımız maddi dünyadan hareket eder —bu belki de Aristoteles ve Platon arasındaki en keskin farktır. Eudemos’a Etik kitabında şöyle der: “Sadece iyiliğin değil herhangi başka bir şeyin formunun varlığını iddia etmek boş bir soyutlamadan ibarettir, fakat bu dışa dönük çalışmalarda çeşitli şekillerde işlenmiştir.”

    Nikomakhos’a Etik eserinin bir pasajında Aristoteles dışa dönük bir eserine atıf yapar, burada ruhun doğasını zaten “yeterince” tartışmıştır. Demek ki Aristoteles’in verdiği bir dersi anlamak isteyen Lise öğrencisi için daha önce dolaşımda olan eserleri bilmek bir ön şarttır. Kamuya hitap eden bir çalışmada “ev idaresi ilkelerini” zaten tartıştığını Politika eserinde bize söyler: “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır; bu sebeple insanlar birbirlerine hiç ihtiyaç duymasalar bile birlikte yaşamayı arzularlar.” Bu mesele Politika’nın birinci kitabında ayrıntısıyla işlenir, ama sanki Aristoteles tüm sistemi için temel bir nitelik taşıyan aynı iddianın —insan topluluğunun temeli ev idaresidir— erişilebilir bir versiyonunu zaten ilan etmiş gibidir.

    Aristoteles’in dışa dönük eserlerine dahil en uzun fragmanlardan biri etkili Eudemos yahut Ruh Üzerine çalışmasından gelir. Bu diyalog Aristoteles’in arkadaşı Kıbrıslı Eudemos’u anmak için yazılmıştır, ki Eudemos’a Etik de ona adanmıştır. Eudemos, Platon’un Akademisinin mezunlarından biriydi, MÖ 354 yılında Sicilya’da savaşırken öldü. Plutarkhos’un harfiyen aktardığını söylediği ve bu nedenle son derece değerli olan uzun bir fragman bize kalmıştır. Aristoteles’in kendi ağzından bir pasaj sunar bize, kendisi yüksek statülü bir dinleyiciyle konuşuyordur. Konuşmada ünlü “doğmamış olmak en iyisidir” sözü tartışılır. İyi bilinen bir söze atıf yapmak Aristoteles’in günümüze kalan eserlerinde endoksa’ya yani halk inançlarına duyduğu saygıyla uyumludur.

    Aristoteles’in halka yönelik felsefi diyaloglarını yeniden değerlendirmenin bize gösterdiği üzere bu diyalogları felsefenin tüm alanlarını işlemek için kullanır ve bunlarda en zor fikirlerinden bahsetmekten çekinmez. Demek ki dışa dönük ortamı da eşit derecede önemli görür, Lise’deki meslektaşı ve öğrencileriyle yaptığı çalışmalarla aynı doğrultuda işleyen ama gayet farklı sunulan entelektüel bir iletişim ortamı olarak tasavvur eder. Fikirlerini geliştirmek için ileri derecede teknik bir dil, stenografi ve yeni icat edilmiş kelimeler kullanan ancak daha geniş bir dinleyici kitlesine sistematik biçimde ulaşarak düşüncelerinin berraklığını ve kesinliğini geliştirebilen günümüz filozofları için daha iyi bir model olabilir mi?

    Çoğu akademisyenin maksatlı gizemci olduğunu düşünmüyorum, amaçları da konunun yabancısı olanları içe dönük yazılarına yaklaştırmamak değil. Akademik dergilerin abonelik fiyatları ve gizemli üst dile, kaynakçadaki referanslara ve dipnotlara tahammül edememe yüzünden akademik makale okuma kabiliyeti sınırlanan kişileri özellikle uzaklaştırmak istediklerine de inanmıyorum. Akademik endüstri kendi çevresi dışındaki alanlara bilgi ihraç etme yükümlülüğünü —esas yükümlülük— unuttuysa bunun uzun vadeli siyasi, toplumsal ve ekonomik nedenleri var. Fakat fikirleri halk arasında hazmedilir formda dolaşıma sokarak akademik gizemciliğe karşı düşmanlığı ortadan kaldırmaya çalışmalıyız, ki entelektüel karşıtı popülistler bu mevzuyu kaşımasın.

    Aristoteles örneği bize bu konuda yardımcı olabilir. Gelişmiş fikirlerini bilge meslektaşları için azami kesinlikle ifade etme ihtiyacı duyduğunda kendiliğinden özlü bir dil benimser, yeni kelimeler icat eder ve yoğun bir muhakeme işletir. Ama herkesin meşgul olabileceği bir felsefeyi savunmaya da epeyce vakit harcamış ve Yunanca konuşulan dünyanın genelinde dolaşıma girmesi için tasarlanan kısa çalışmalarda merkezî fikirlerini açıklamıştır. Bu çalışmalarda diyalog formu kullanarak felsefeyi çekici hâle getirmek için çok uğraşmış, renkli konuşmacı karakterler kurgulamanın yanında mitlere ve masallara atıflar gibi süslemelerle bu cazibeyi artırmaya çalışmıştır.

    Bu tarz sayesinde ona hayran kalırız: Cicero hatiplere özgü bir “altın nehir”den bahseder, Aristoteles’in diyalogları işte bu nehirde demlenmiştir. Demek ki doğrudan teslimat için canla başla çalışmışlar. Cicero ayrıca günümüzde kitapların arka kapaklarındaki tanıtım yazıları gibi önsözler eklediklerini söyler, böylece okurları papirüs rulosunu açmaya teşvik ederler. Laf kalabalığı yapmazlar, doğrudan konuya girerler, hemen merkezdeki argümanın içine dalarlar. MS 4. yüzyılda Themistius’un söylediğine göre, “kalabalık” içinde okunmaları bile bir zevktir, çünkü “ufuk açıcı ve erişilebilirdi; faydalı olması eğlenceli ve keyifli olmayacağı anlamına gelmiyordu.”

    Filozofların yazılı çalışmalarında diyalog formunu benimsemeleri gerektiğini söylemiyorum. Dijital araçlar ve özellikle YouTube alternatif bir iletişim medyası sundu ama anlaşılır bir dille yazılmış kısa kitap ya da makaleler, bir de kısa bir önsözle iddianın özetini açılışta veriyorsa, hâlâ çok geniş bir kapsam sunar, tıpkı Aristoteles’in Protreptikus’unu Krates’in ayakkabıcı tamircisine yüksek sesle okuması gibi. MS 300 yılı civarında yaşamış Suriyeli filozof İamblikhos’a göre Protreptikus sıradan okurlara cesaret veriyordu, entelektüel gayretin herkesi iyi vatandaş yapacağına dair onları temin ediyordu. Bize en çok ilham veren şey de Aristoteles’in iki farklı formda yazma sebebinin nihayetinde insan sevgisinden kaynaklanıyor olmasıydı; bunu yaptı çünkü MS 6. yüzyılda yaşamış olan İskenderiyeli yorumcu Elias’a göre “tüm insanlığa faydalı olmak istedi.”

     

    *Prof. Dr., Durham Üniversitesi.

     

    [1] Bu makale Aeon’da yayınlanmıştır: https://aeon.co/essays/how-aristotles-example-can-help-public-philosophy-today