İSOKRATES’TEN PHİLİPPOS’A MEKTUP
Adem Beyaz*
İmkânları dahilinde olabildiğince yayılmış bir imparatorluk fikri, ortalama tarih bilgisine sahip 21. yüzyıl bireyleri için olağan bir fikirdir. Bize bu fikri aşılayan da başta Roma ve Osmanlı imparatorlukları olmak üzere dünya tarihinde kendine yer bulan diğer imparatorluklardır. Bu devletler tüm siyasi stratejilerini fetih ve yayılma üzerine kurarlar, öyle ki siyasi tarih yazımı bile bu fikir üzerine kurulur: Devletlerin yükselişi, duraklaması, gerilemesi ve yok olmasından bahsederken bu süreçleri hep toprak kazancı ve kaybı üzerinden değerlendiririz. Fakat binlerce yıllık siyasi tarihi düşündüğümüzde bu anlayışın son iki bin yılda Romalılarla birlikte gerçekleştirilmeye başladığını görürüz. Romalılardan önce böyle bir anlayışın olmaması bizi şaşırtabilir, çünkü entelektüel öncüleri Yunanlara baktığımızda tam tersi bir anlayışın kabul gördüğü hemen göze çarpar.
Antik Yunanların en önemli iki siyaset metni sayabileceğimiz Platon’un Devlet ve Aristoteles’in Politika eserleri bu anlayışı yöntemleriyle ve işleyişleriyle sunar. Bu eserlerde hep şehir devletlerinden bahsedilir; devlet sınırlıdır, belirlidir, genişlemesi zararlıdır, toprak genişletme ihtirasları nihayetinde yok olmaya sürükler. Diğer unsurlar gibi şehrin nüfusu da bellidir; vatandaşların, muhafızların, tüccarların, zanaatkârların vs. sayısının bir limiti vardır, bu limitleri artırmaya kalkışan kentler yine yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Bir şehir kendine yeter olmalıdır, ne eksik ne fazla (Yunan devletleri pek tabii kendi aralarında ittifak kurmuşlar, birbirleriyle ve başka kavimlerle savaşmışlardır, hatta Ege ve Sicilya kıyılarını sömürge hâline bile getirmişlerdir, fakat yayılmacı bir politika asla benimsememişler, nihayetinde yine kendi şehirlerine dönmüşlerdir.).
Çok hareketli bir ticari hayat gözlemlesek de tam kozmopolitleşmemiş Akdeniz dünyasını hesaba kattığımızda sınırlı bir şehir devletini kutsayan bu siyaset teorilerinin mantıklı göründüğünü söyleyebiliriz. Fakat Platon ve Aristoteles’in eserlerini verdiği MÖ 4. yüzyılda Akdeniz dünyası çoktan kaynamaya başlamıştır, Yunanlar iyi niyetli olsa da, kendilerine yeten şehir devletlerinde başka kentlere karışmadan mutlu mesut bir hayat yaşama hayalleri kursa da, Perslerin başka planları vardır. Persler, kendi yurtlarından çıkıp önce Yunan sömürgelerini sonra da Yunan devletlerini istila etmeyi siyasi bir âdet hâline getirmişlerdir. Böyle bir durumda sınırlı şehir devleti ideal devlete en yakın form olsa bile kusurlu ve tehlikeli gerçekliğin müdahalelerine maruz kalacağı için icra edilebilmesi çok zor olacaktır.
İşte Büyük İskender bu hakikatin farkına varmış bir liderdir. Sınırlı şehir devletini savunan Aristoteles’in onun hocası olması pek tabii açık bir tezattır, çünkü kendi döneminde bilinen ve yerleşik dünyanın çoğunu fethetmiştir (genç yaşında ölmese belki gerisi de gelecekti). Büyük İskender’in bu efsanevi kişiliği onu gökten inme mitolojik bir figür yapmaya fazlasıyla yeter. Fakat MÖ 4. yüzyılın tarihsel bağlamına baktığımızda onun sadece koşulları çok iyi yönetmiş çok kabiliyetli bir komutan olduğunu görürüz, çünkü dünyayı fethetme fikirlerinin nüveleri, babası Philippos’a söylevler sunan ve mektuplar gönderen hatiplerin sözlerinde bulunur. Bu hatiplerden en ünlüsü de İsokrates’tir.
Yunan uygarlığını düşündüğümüzde İsokrates’in önemi tartışılmazdır. 403’ten 393’e kadar Atina mahkemeleri için konuşmalar yazmış ve daha sonra hatip adaylarına kompozisyon öğretmenliği yapmıştır. Sakız Adası’nda bir retorik okulu kurduktan sonra Atina’ya dönmüş ve orada tüm zihnin, karakterin, muhakemenin ve dile hâkimiyetin pratik eğitimini sunan özgür bir felsefe okulu kurmuştur. İsokrates ayrıca siyasi meseleler üzerine yetenekli bir üslupla denemeler yazmıştır; ana fikri, Pers İmparatorluğunu fethetmek için birleşmiş bir Yunanistan’dır. Bu nedenle 380 yılında 100. Olimpiyat şerefine yazdığı Panegyrikos metninde liderliğin muhtemelen Sparta ile birlikte Atina’ya verilmesi gerektiğini savunmuştur ve sonunda Makedonyalı Philippos’a yönelmiştir.
İsokrates Perslere karşı bu seferi savunurken sadece ırksal önyargılarla hareket etmemiştir. Panegyrikos’un çok ünlü bir pasajında, Helenizmi ırk sınırlarını aşan bir kültür kardeşliği olarak tasavvur eder:
Atina düşüncede ve konuşmada insanlığın geri kalanından o kadar ileri gitti ki Atina’da yetişen hocalar dünyanın geri kalanının öğretmenleri hâline geldi ve “Helenler” adının kültürümüzü paylaşanlara uygulanmasına neden oldu.
Ayrıca İsokrates, tüm Yunanların barbarlara karşı savaşmasını kutsal bir görev olarak görüyordu, çünkü uygarlığın hayatta kalması için militan bir güç olması gerektiğine inanmıştı. Helenizm kültürün beşiğiydi, etrafı saran karanlığın ortasında yanmaya devam etmesi gereken bir fenerdi ve Yunanistan’ın kapısındaki ezel ebet uğursuz ve tehditkâr Asya zapt edilmeliydi. İsokrates, Avrupa ve Asya arasındaki kaçınılmaz kavganın gün gibi gerçek olduğunu görmüştü. Philippos’a ünlü söylevinde harareti artar ve hükümdara şöyle seslenir:
Asya’nın Avrupa’dan daha fazla geliştiğini ve barbarların Helenlerden daha fazla refah içinde olduğunu görüp boş boş oturmanın ne kadar utanç verici olduğunu düşün; dahası, annesinin çocukken sokağa attığı Kyros’tan güç alanlara “Büyük Kral” unvanıyla hitap edildiğinin, erdemi nedeniyle babasının bir tanrı mertebesine yükselttiği Herakles’in soyundan gelenlerinse onlardan daha aşağılık unvanlarla anıldığının farkına var. Bu durumun devam etmesine izin vermemeliyiz; hayır, bunu tamamen değiştirmeli ve tersine çevirmeliyiz.
Yukarıda Büyük İskender için söylediğimiz sözler, İsokrates için de geçerlidir, yani o da gökten inme bir figür değildir, Gorgias ve Lysias gibi başka ünlü hatipler de neredeyse 50 yıldır söylevlerle hükümdarlara hitap ediyorlar ve Yunanların Perslere karşı birleşmesi ve Pers hükümranlığının sona ermesi gerektiğini bildiriyorlardı. Fakat İsokrates için bu hedef sadece siyasi değil, ideal bir boyut da taşıyordu ve böylece piyadeden imparatora kadar tüm kuvvetleri harekete geçirebilecekti.
İsokrates, Philippos üzerinde etkili olamadı, çünkü hükümdarın ömrü vefa etmedi, fakat oğlu İskender bu fikirleri hayata geçirdi, ama yeterli askeri ve kültürel birikim olmadığı için İskender’in fethi de saman alevi etkisi yarattı, ölümünden sonra imparatorluktan eser kalmadı.
İsokrates’in fikirleri öyle değerliydi ki İskender’in hemen peşinden gelen Romalılar bu idealleri sahiplendiler, dünyayı fethederken oralara “medeniyet götürmeyi” de unutmadılar. Sonrasında gelen Avrupalı sömürgeciler ve günümüzde ABD de bütün fetihlerde aynı meşruiyet argümanını kullanmaya devam etti.
İsokrates yukarıda bir kısmını sunduğumuz ateşli uzun söylevinin dışında Philippos’a iki de mektup yazmıştır, bu mektuplar kendine yeten şehir devleti fikrinden istilacı bir imparatorluk fikrine geçişin unsurlarını sunan çekirdek metin mahiyeti taşır:
I. Mektup:
Biliyorum ki bütün insanlar kendilerini övenlere, kendilerine öğüt verenlerden daha fazla minnettar olmaya alışkındırlar, özellikle de biri tavsiyesini kendiliğinden sunuyorsa. Eğer daha önceki bir vesileyle sana, senin konumundaki birine yakışır bir duruma sebep olacağına inandığım bu tür bir tavsiyeyi en iyi niyetle vermemiş olsaydım, belki de şu an başınıza gelenlerle ilgili görüşümü beyan etmeye kalkışmazdım. Ama o zaman hem kendi devletimin hem de diğer Helenlerin çıkarları için senin meselelerinle ilgilenmeye karar verdiğimden, nispeten önemsiz şeyler söz konusu olduğunda sana tavsiyelerde bulunduğum bilinirken, şimdi daha mühim meseleler hakkında söyleyecek hiçbir şeyim olmamasından utanırım. Özellikle de daha önceki meselede yalnızca itibarın söz konusuyken, şu an sana karşı yöneltilen hakaret dolu suçlamaları duyan herkesin seni çok hafife aldığını ve kendi şahsi güvenliğinin söz konusu olduğunu anladığım için tedirginlik içindeyim. İşin aslı bir yöneticiye hiç yakışmayan sorumsuzca tehlikelere atılman ve halkın refahından çok insanların cesaretini övmesini önemsediğin için seni kınamayan kimse yoktur. Düşmanların her açıdan sana tehditler savururken, kendini onlardan üstün görmemen ve gerekmediği sürece kendini böylesi bir savaşa sürüklemen de aynı derecede utanç vericidir. Çünkü başarılı olsan bile kayda değer hiçbir şey elde edemezsin, aksine ya hayatını kaybedersin ya da iyi talihini tamamen yok etmiş olursun. Savaşta meydana gelen her ölüm onurlu sayılmamalıdır, tam tersine ölüm vatan, anne-baba ve çocuklar uğruna gerçekleştiğinde övgüye değer olsa da yaptıklarınla bunların hepsine zarar verdiğinde ve geçmişte elde ettiğin başarılarına gölge düşürdüğünde işte o zaman utanç verici olarak düşünülmeli ve büyük bir itibarsızlığa yol açtığı için de bundan kaçınılmalıdır. Kent devletlerimizin savaş işlerini yürütme yöntemini kendine örnek almanın yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü bu kentlerin hepsi bir ordu gönderdiklerinde, hükümetin ve önemli durumlarda ne yapılacağına karar verecek olan otoritenin güvenliğini sağlamak için gereken önlemleri almaya alışkın olduğunu biliriz. Sonuç olarak, başlarına ne türden bir felaket gelirse gelsin, güçlerini asla kaybetmezler; tam tersine her türlü felakete dayanabilir ve güçlerini de yeniden kazanabilirler. Bu kaideyi sen de göz önünde bulundurmalı ve hiçbir nimeti güvenliğinden daha önemli görmemelisin ki sen hem elde edebileceğin zaferlerden gerektiği gibi yararlanabil hem de başına gelebilecek her türlü talihsizliklerin üstesinden gelebil. Lakedaimonialıların da yöneticilerinin güvenliği için son derece özenli davrandıklarını ve yurttaşların en seçkinlerini muhafızları olarak atadıklarını ve onlar için kralların ölümle yüz yüze gelmesinin kalkanlarını atmaktan daha büyük bir utanç olduğunu gözlemleyebilirsin. Helenleri köleleştirmek istediğinde Kserkses’in ve krallığı ele geçirmek istediğinde Kyros’un başına gelenlerden habersiz değilsindir. Kserkses, başka hiçbir kralın başına gelmemiş büyük yenilgiler ve felaketler yaşamasına rağmen, hayatını savunmaya çalışırken sadece tahtını korumakla ve çocuklarına devretmekle kalmadı, aynı zamanda Asya’yı öyle bir yönetti ki Helenler için eskisinden daha az korkutucu değildi. Ancak Kyros, kralın tüm askeri gücünü ele geçirdikten sonra sadece bu güçlü imparatorluğu kaybetmesine neden olmakla kalmayıp, ardından gelenleri de büyük bir tehlikeye sokan düşüncesizliği olmasaydı, tahtın hâkimiyetimi ele geçirebilecekti. Bunun dışında kimileri ölmeleri gereken vakitten önce öldüler, bu insanlar büyük orduların komutanı oldukları gibi aynı zamanda geride kalanlara pek çok yıkım getirdiler, böylesi kişilerin sayıları çok fazladır ve onlardan da söz edebilirim. İşte sana bahsettiğim bu örnekleri aklından çıkarmayarak, gafletin ve yersiz hırsın peşinden giden cesaretini ateşlememelisin, monarşinin kendi doğasında var olan bunca tehlike söz konusuyken, kendin için şeref getirmeyen ve yalnızca sıradan bir askere ait olan başka türden şeyler tasavvur etmemelisin; sen mutsuz bir yaşam sürmekten kaçmak isteyenlerle ya da daha yüksek bir ücret umuduyla düşüncesizce tehlikeye atılanlarla yarışmamalısın; hem Helenlerin hem de barbarların elde ettiği gibi bir şan arzulamalısın, bunun yerine yaşayan insanlar arasında yalnızca senin kazanabileceğin yüce şöhreti arzulamalısın. Sen, bayağı insanların meftunu olduğu erdemlerin peşinden gitmemelisin, sadece hiçbir bayağıyla ortaklık kuramayacağın erdemlerin peşinden gitmelisin; ayrıca onurlu ve külfetsiz savaşlar yapmak mümkünken, onursuz ve bela getiren savaşlar yapmamalısın. Kısacası tıpkı şu an yapmakta olduğun gibi yakın dostlarına keder ve kaygı getiren, düşmanlarında da büyük umutlar uyandıran savaşlar yapmamalısın. İşte şimdi savaşmakta olduğun barbarlara gelince, sadece kendi topraklarınızın güvenliğini sağlamak için onlara karşı üstünlük sağlaman yeterli olacaktır. Ancak sen, son zamanlarda “Büyük” diye adlandırılan kralı devirmeye çalışacaksın, böylece hem kendi şanına şan katabilir hem de Helen dünyasına savaşmaları gereken asıl düşmanın kim olduğunu gösterebilirsin.
Bu mektubu sana seferden önce göndermeyi tercih ederdim, böylece tavsiyemi dinlemiş olsaydın bu kadar büyük bir tehlikeye maruz kalmazdın ya da bunun aksine tavsiyemi reddetmiş olsaydın, savaşta aldığın yara nedeniyle zaten herkesin onayladığı aynı ihtiyatı şimdi tavsiye ediyor gibi görünmezdim. Bunun neticesinde ise talihsizliğin bu konuda söylediklerimin doğruluğuna tanıklık etmiş olacaktı.
Aslında böylesi bir konunun doğası gereği söyleyebileceğim daha çok husus olmasına rağmen, burada kesiyorum; çünkü senin ve en iyi arkadaşlarının söylediklerime istediğiniz kadar ekleme yapacağınızı düşünüyorum. Bununla birlikte tavsiyemin uygunsuz olabileceğinden de korkuyorum; çünkü şu anda bile farkında olmadan bir mektubun olması gereken ölçülerinin dışına çıktım ve uzun bir söylevin içinde buldum kendimi. Lakin bunun yanı sıra, durum böyle olmasına rağmen, Atina şehrinin işlerinden de bahsetmeyi ihmal etmemeliyim; seni onunla dostane ilişkiler kurmaya ve kente yakınlık göstermen için teşvik etmeye çalışmalıyım. Çünkü aramızda senin hakkında söylenenlerin sadece en kötülerini değil, aynı zamanda kendi uydurduklarını da sana bildiren ve anlatan birçok kişi olduğunu düşünüyorum; ancak bu kişilere herhangi bir özen göstermen makul değildir. Çünkü iftira atanlara kulak verdiğiniz için bizim halkımızı suçlarsanız, aslında tutarsız davranmış olursunuz. Zira bu kişilerin kentimizi ne kadar kolay bir şekilde etki altında bıraktığına kendin de itibar edersen, bu yöntemle amaçlarına uygun davrandıklarını kanıtlamış olurlar. Atina’ya herhangi bir hizmette bulunmaktan aciz olanlar sadece sözle istediklerini elde edebiliyorlarsa, Atina’ya en büyük yararı sağlayabilecek olan sizlerin de bizden herhangi bir şey elde etmekten geri kalmayacağınızı beklemek doğru olur.
Şehrimizi acımasız bir şekilde suçlayanların karşısına, bunun tam tersinin doğru olduğunu söyleyenleri, yani onun büyük ya da küçük hiçbir yanlış yapmadığını iddia edenleri koymam gerektiğini düşünüyorum. Kendi adıma ben böyle bir iddiada bulunmayacağım; çünkü insanlar genellikle tanrıları bile suçsuz görmezken, ben kentimizin hiçbir zaman günah işlemediğini söylemeye cüret edersem utanırım. Yine de Atina için şunu söyleyebilirim: Tüm Helenler ve girişimleriniz için bundan daha yararlı bir şehir bulamazsınız ve bu gerçeğe özellikle dikkat etmelisiniz. Çünkü yalnızca müttefikiniz olarak değil, sizinle dostane ilişkiler içinde olduğuna inanılsa bile sana birçok fayda sağlayacaktır. O hâlde şu anda egemenliğin altında olanları, eğer sığınacak bir yerleri olmazsa, daha kolay itaat altında tutabilir ve barbarlardan istediğinizi daha çabuk elde edebilirsiniz. Öyleyse, yalnızca mevcut hâkimiyetin değil, aynı zamanda başka büyük bir hâkimiyeti tehlikeye atmadan güvenli bir şekilde elde tutabilmeni sağlayacak iyi niyet ilişkisine hevesle tutunmaman için herhangi bir neden var mı? Zaten oldum olası hayret etmişimdir, büyük kudrete sahip olan bu kadar çok kişi paralı ordular tutar, onlara bu kadar çok para harcar, üstelik böylesi girişimlerin kendilerine güvenenlere kurtuluştan ziyade zarar verdiğini de bilir ama şimdiye kadar her Helen devletini ve hatta tüm Hellas’ı kurtaracak kadar büyük bir güce sahip olan bir şehrin dostluğunu kazanmak için hiçbir çaba göstermez. Şunu da göz önünde bulundurun: Teselyalılar oldukça cesur ve isyan meraklısı bir halk olmasına rağmen, onlara karşı tutumunuz adil ve onların yararına olduğundan başka birçok kişiye örnek olmuş gibi görünüyorsunuz. İşte bu nedenle, bize karşı da aynı şekilde sağduyulu davranmaya çalışmalısınız. Çünkü Teselyalılar sizin yanınızdaki topraklara sahip olsalar da güç ve etki bakımından sizin yanınızda olan bizleriz, bu yüzden kenti elde edebilmen için her yolu denemelisin. Çünkü kentlerin iyi niyetini kazanmak, surlarını ele geçirmekten çok daha yüce bir zaferdir, zira son zamanlardaki başarılar sadece kötü niyet doğurmakla kalmıyor, aynı zamanda insanlar bunların itibarını ordularınıza atfediyor; ancak bunun tam tersine dostluk ve iyi niyet kazanmayı başarırsan, gösterdiğin bu bilgeliği herkes övecektir. Atina hakkında söylediklerime bakarsan anlarsın, çünkü konuşmalarımda onu yüceltmeye alışkın olmadığımı görürsün, tam aksine onu herkesten çok ben kınadım, zaten halk ve fikirlerini gelişigüzel oluşturanlar da bana pek itibar etmezler, senin gibi ben de onlar tarafından sevilmiyor ve çoğu zaman yanlış anlaşılıyorum. Ama şu konuda birbirimizden farklıyız: Sana karşı, senin gücün ve refahından dolayı böyle davranıyorlar, bana karşı ise kendilerininkinden daha büyük bir bilgelik iddiasında bulunduğum için ve kendilerinden çok insanların benimle sohbet etmek istediğini gördükleri için. Bu düşünceleri ortadan kaldırmanın her ikimiz için de aynı derecede kolay olmasını isterdim; ancak bu hâliyle, sen istersen buna zorlanmadan son verebilirsin, ancak ben yaşlılığım ve diğer birçok nedenden ötürü şu anda sahip olduğum konumumla yetinmek zorundayım.
Daha fazla ne söylemem gerektiğini bilmiyorum, sadece şunu söyleyebilirim: Yönetim gücünüzü ve mevcut refahınızı Helen ırkının iyi niyetine emanet etmeniz sizin için iyi olacaktır.
II. Mektup:
Antipatros’la şehrimiz ve senin için uygun olan yolu yeterince uzun tartıştım; ama barışın sağlanmasından sonra yapılması gerektiğini düşündüğüm eylem hakkında da sana yazmak istedim ve bu tavsiyem benim söylemimdekine oldukça benzer olsa da çok daha kısa ve öz bir şekilde ifade edeceğim.
Hatırlarsan, vaktiyle sana, kentimizi Sparta, Thebai ve Argos’la barıştırdıktan sonra tüm Helenleri uzlaştırman gerektiğini öğütlemiştim; çünkü başlıca kentleri böyle bir yola olumlu bakmaya ikna edersen, diğerlerinin de bunu hızla izleyeceğini düşünüyordum. Ancak o zaman durum farklıydı ve şimdi artık ikna etmeye gerek kalmadı; çünkü meydana gelen savaş nedeniyle herkes sağduyulu olmaya ve senin yapmak ve söylemek istediğin şeye; yani birbirleriyle ilişkilerinde sergilemeye alışkın oldukları taşkınlıktan ve kendilerini ilahlaştırma arzusundan vazgeçmeye ve savaşı Asya’ya taşımaya ikna edildiler. Birçok kişi bana barbarlara karşı sefere çıkmanı tavsiye edip etmediğimi ya da bunun senin fikrin olup benim de katılıp katılmadığımı soruyor. O zamana kadar seninle tanışmadığım için kesin olarak bilmediğimi, ancak bu konuda bir karara vardığını ve konuşmamda senin taleplerinle aynı fikirde olduğumu söyledim. Bunu duyan herkes, hiçbir başarının bundan daha görkemli, Helenler için daha yararlı ya da daha doğru zamanlı olamayacağına inandığı için, seni cesaretlendirmem ve aynı karara sadık kalman için seni teşvik etmem için bana yalvardı. Eğer eskiden sahip olduğum ve yıllar içinde tükenmemiş olan eski gücüm yerinde olsaydı, seninle mektup vasıtasıyla konuşmaz, huzurunda seni bu görevleri üstlenmeye teşvik eder ve çağırırdım. Ancak bu hâliyle bile, elimden geldiğince, bu meseleleri başarılı bir sonuca ulaştırana kadar bir kenara bırakmamanızı tavsiye ediyorum. Dünyada başka herhangi bir şeye karşı doymak bilmez bir arzu duymak alçaklıktır; çünkü ölçülülük çoğu zaman saygıdeğerdir, ama büyük ve onurlu bir zafere gönül vermek ve onunla asla doymamak, diğer herkesten çok daha üstün olan insanlara yakışır. Ve bu söylediklerim senin için de geçerli. Emin olun ki, barbarları —sizin tarafınızda savaşanlar hariç— Helenlerin kölesi olmaya zorladığında ve şu anda “Büyük” olarak adlandırılan krala emrettiğin her şeyi yapmaya zorladığında, geçmişte yaptığın işlere layık ve eşsiz bir zafer senin olacaktır. Çünkü o zaman sana tanrı olmaktan başka bir seçenek kalmayacaktır. Üstelik senin için tüm bunları şu an bulunduğun konumda başarmak, başlangıçta sahip olduğun krallıktan şu anda sahip olduğun güce ve üne ulaşmandan çok daha kolaydır.
Sırf bu nedenle yaşlılığıma minnettarım, çünkü yaşamımı bu ana kadar uzattı, böylece hem Panegyrikos’umda hem de sana gönderdiğim söylevde yazıya dökmeye çalıştığım gençlik hayallerimin şimdi senin başarılarınla kısmen gerçekleştiğini görüyorum ve kısmen de gelecekte gerçekleşeceklerine dair umutlar besliyorum.