DİJİTAL HÜMANİZM VE TEKNOLOJİ FELSEFESİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Emre Şan

    Dijital teknolojiler nesnelerle, başkalarıyla ve kurumlarla kurduğumuz pratik ilişkileri ve kendi kendimizle kurduğumuz zihinsel ilişkiyi dönüştürür. Teknolojik gelişmeler gerçeklik, akıl, zekâ, bilgelik, kamusallık gibi yaşam dünyalarımızı belirleyen kavramlara yeni anlamlar kazandırır ve içinde yaşadığımız veri tufanı karşısında yeni yorumlama pratikleri doğurur. Söz konusu dönüşüm sadece dünyayı ve kendimizi nasıl temsil ettiğimiz, gerçekliği nasıl kavradığımızla sınırlandırılamaz. Teknoloji dünyanın ve insan gerçekliğinin varlık anlamını değiştirir. Sanayi, teknoloji ve kapitalist örgütlenmenin birleşimi makinelerle etkileşimi etkilemiştir ve yeni anlaşılırlık kriterleri türemiştir. Şu hâlde, dijital teknolojiler anlam yaratmanın toplumsal süreçlerine nasıl dâhil olur?

    Dijital çağın epistemolojik ve ontolojik boyutunu anlamak isteyen teknoloji felsefecileri hem yeni kavramlar yaratır hem de bagajı epey yüklü olan klasik kavramlara yeni yorumlar getirir. Teknoloji ve toplum ilişkisindeki karşılıklı etkileşimin yoğunlaşması ve yeni krizlere yol açması dijital hümanizm kavramının son on yılda pek çok bilimsel toplantıya konu olmasını sağlamıştır. Her ne kadar ortaya çıkış koşulları ve ana motivasyonları görünür olsa da dijital hümanizm henüz net bir tanıma sahip sınırları belirli bir alan değildir. Söz konusu teorik tartışmalar Nisan 2019’da Technichen Universitat’ın önderliğinde Viyana’da düzenlenen bir toplantıyla manifestoya evrilmiştir.[1] Vienna Manifesto on Digital Humanism başlıklı etkinlikte akademi, kamu kurumları ve diğer temsilcilerden oluşan yüzün üzerinde katılımcıyla, iki günlük bir çalıştay düzenlenmiştir. Farklı disiplinlerden bilim insanları ve endüstri temsilcilerinin katıldığı tartışmaların ana konusu evrensel insan haklarına saygı çerçevesinde daha iyi bir toplumsal yaşam için disiplinlerarası bir girişim kurulmasıydı. Aralarındaki farklılıklara rağmen dijital hümanistlerin ortak çağrısı demokrasiyi ve kapsayıcılığı teşvik edecek toplumsal ve politik bir örgütlenme biçimini savunarak, dijitalleşmeye kuramsal bir yanıt vermeyi amaçlar. Farklı ülkelerden akademisyenlerin kaleme aldığı ortak metin, toplantının ardından dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar ve sivil toplum örgütleri tarafından imzalanmıştır. Manifesto ayrıca politik alanda etkisini göstermiş ve Avrupa Birliği için hazırlanan bir programa dahil olmuştur.[2] Manifestoda insanlığın ve teknolojinin birlikte evriminin teşhisi, hümanizm ve aydınlanma için yeni bir sorgulama başlıkları öncelikler arasındadır. Bunların yanında dijital teknolojinin toplumsal etkileri karşısında demokratik değerleri korumak ve geliştirmek, platformların bilimsel çevreler üzerine etkilerini belirlemek bulunur.

     

    1.Dijital Hümanizme Giriş

    Kant’ın Aydınlanma düşüncesine göre “makineden daha fazlası olan insanın”[3] güncel durumunda hümanizm ne ifade etmektedir? Hümanizm, insanın sosyal dünyadaki aktif ve dönüştürücü kapasitesini vurgulayan felsefi bir yaklaşımdır ve epistemolojik, ontolojik ve etik boyutları vardır. Kavramı Fransızcada “humanisme numérique” olarak kullanan ilk düşünür olan Milad Douhei, dijital hümanizmin Lévi-Strauss’un 1973’te tanımladığı üç hümanizm dönemine eklemlendiğini ifade eder. Bunlardan ilki antik metinlerin yeniden keşfine dayanan ve ayrıcalıklı bir sınıfa hitap eden aristokratik Rönesans hümanizmi, ikincisi özellikle farklı kültürlerin keşfedilmesiyle sosyal bilimlerde karşılaştırmalı çalışmaların yapılmasını sağlayan 19. yüzyılın burjuva hümanizmidir. Lévi-Strauss’a göre kendi zamanının sosyal bilimlerinin temeli bu dönemdir. Sonuncusu ise antropoloğun insanın tüm boyutlarını dikkate alarak çalıştığı yirminci yüzyılın demokratik hümanizmidir. Douhei’e göre söz konusu üç hümanizm metodolojik, politik ve etik farklı yaklaşımlarıyla tanımlanır. Kendi tanımı dijital hümanizmdir çünkü dijital kültür hem bu üç dönemin mirasına hem de günümüzde karşı karşıya olduğumuz nesnelere ve olgulara yaklaşımımızı dönüştürmüştür.[4]

    Aslında dijital hümanizm öncesinde teknik ve hümanizm arasındaki ilişkiyi sorgulayan yaklaşımlar bulunur.[5] Bunlar arasında en bilineni Descartes’in doğanın efendisi ve sahibi gibi tanımladığı insan figürünün eleştirisidir. Descartes’in 1637’deki ifadesini günümüzün ekolojik sorunlarına bağlayanların yanında Denis Kambouchner gibi argümanın tarihsel bağlamını hatırlatan filozoflar da bulunur.[6] Kambouchner ayrıca modern düşüncedeki düalist yaklaşımın kökenini Descartes’ta bulanlara da itiraz eder. Benzer biçimde Bergson’un insanı homo faber (alet yapan insan) olarak tanımlaması onun antropolojik kökeni hakkında tartışmaları alevlendirir. Söz konusu akımlar dijital teknolojiye Rönesans hümanizminden ve Aydınlanma düşüncesinden etkilenerek yaklaşmaktadırlar. Gelgelelim yirminci yüzyılda Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanma eleştirisinden ve Foucault’nun “modern episteme”[7] eleştirisinden sonra teknoloji felsefesinin hümanizmi yeni bir teorik pusulayla donatması gerekmektedir. Aydınlanma çağından sonra kendimizi yeni cehalet çağında bulmamız elbette sorgulanmalıdır ve klasik hümanizm eleştirilmelidir.

    Öyleyse şu sorularla başlayalım: İnsanın kendisi hakkındaki tarihsel önkabülleri modern bilimsel keşiflerden ve düşünsel devrimlerden sonra olduğu gibi kalabilir mi? Moleküler biyolojiden, Marx, Nietzsche ve Freud’un tezlerinden ve bilişsel bilimdeki mekanik materyalist yaklaşımdan sonra dünyada kapladığımız ayrıcalıklı yeri kaybetmedik mi? Zihnimiz ve bedenimiz determinist yaklaşımlar tarafından yeterince açıklanmadı mı? Yeni materyalist yaklaşımların savundukları yatay ontolojiler karşısında insan varoluşunun biricikliği nasıl savunulur? Bilimin ve tekniğin ilerlemesi karşısında aklın ve özgürlüğün yaşamdaki rollerini, 21. yüzyılın sorunlarıyla sınanmamış evrensel değerleri öne çıkaran hümanizmi savunmak epey zor görünür. Yoksa tam tersine Heidegger’in yaptığı gibi tekno-bilimin ve özellikle sibernetiğin etkilerinden metafizik hümanizmi mi sorumlu tutmalıyız?[8]

    Bu bağlamda aklımıza öncelikle insanı ve toplumu felsefenin merkezine yerleştirme yaklaşımının çoktan aşıldığı fikri gelebilir. Hümanizmin insan kavramının neleri içerdiği neleri dışarıda bıraktığı tartışmasının fitilini ateşlediği argümanlar sonucu son yıllarda iki yeni hümanizm biçimiyle karşı karşıyayız: Posthümanizm ve Transhümanizm. Doğaya hükmeden beyaz batılı erkek miti gerçekliğe epey dar geldiği için güncel tanımlamalara ihtiyaç doğmuştur. Bunların yanında hümanizmde vücut bulmuş ilerleme, akılcılık ve batımerkezcilik fikirlerinin de miladı dolmuştur. Felsefi, eleştirel ve kültürel olarak üçe ayrılan Posthümanizm güçlü bir akımdır. Özellikle Katherine Hayles’in temsil ettiği eleştirel posthümanizm ve Donna Haraway’in temsil ettiği kültürel posthümanizm farklı bakış açılarına sahip olsalar da günümüzün teknolojik gelişmelerinin insanın ayrıcalığını nasıl giderek daha fazla zayıflattığına dikkat çeken etik kuramlar savunurlar. Transhümanistler ise yeni bir kolektif zekâ türü olan tekilliğin ortaya çıkışına işaret eden bilimsel ve teknolojik yeniliklere (yapay zekâ, dijitalleşme) atıfta bulunarak insan bedeninin sınırlarını ortaya koyan ve bedenli varoluşun aşılmasını hedefleyen düşünürlerdir. Posthümanizmden farklı olarak transhümanizm eleştirel bir tavırdan kaynaklanmaz. Düşünceyi verilerin işlenmesine indirgeyen bilişselci tavır transhümanist söylemi neredeyse ele geçirmiştir. Transhümanist yaklaşımda bilişin enformasyon işleme aygıtı olarak görülmesi ve bireyin çevresindeki işaretlere tepki veren bir girdi-çıktı sistemi olarak sınıflandırılması esastır. Bu paradigma zihni, beyin ya da makina gibi nesnel bir mekânda lokalize etmeye çalışır. Zihin sanki biyolojik bir organda ya da elektronik devrelerde gözlemlenebilecek bir şeymiş gibi araştırılır. Ne var ki bu alternatifi aşmak zihni bedensiz, maddi olmayan bir şeye gönderen bir metafiziğe ve insanı makinenin karşısına koyan bir ontolojiye dönmeyi gerektirmez. Zihinlerimiz bireysel beyinde değil, bireyler ve nesiller arasında, her zaman teknik, sembolik ve sosyal çevreler aracılığıyla dışsallaşır. Düşünce her zaman teknik çevrede depolanan bilgiyle etkileşim içindedir, bu yüzden o toplumun ürünüdür. Bireylerin bellekleri, beklentileri, arzuları ve kolektif geleceğe yönelimleri bilişte rol oynar. İnsanı makinenin karşısına koyan hümanist metafizik zihnin otonomisini kurmak için tekniği mahkûm eder. Bilişsel transhümanist yaklaşım ise düşünceyi işlemleme/hesaplama ile eş tutup enformatik teknikler aracılığıyla zihni otomatikleştirir. Teknolojiyi bir tür kurtarıcı olarak gören transhümanist hübris meselenin ekonomik çıkarlara dayalı arka planını görünmez kılar. Şu hâlde, dijital hümanizm, posthümanizme daha yakın durarak transhümanist yaklaşımdaki ilerleme ve inovasyon söylemlerini sorunlu bulur. Örneğin teknolojik gelişmelerin kaçınılmaz olarak insanın yapay zekâ tarafından aşılacağı, bedenin işlevsiz hâle dönüşeceği bir geleceği hazırlaması fikri eleştirilir.[9]

    Neoliberalizmin ilerleme ideolojisi altında toplumdaki dijitalleşmeyi anlamlandırmak ve yorumlamak dijital hümanizmin görevidir.[10] Dijital sektörün kapitalist organizasyonu insan makine ilişkilerini ele alan tüm felsefi akımların odaklanması gereken bir meseledir. Kolektif kültürün algoritmik işlemlerle sermayeye dönüştürüldüğü bir çağda hümanizm ve teknoloji felsefesi arasındaki ilişkiyi ele almak durumundayız. Şu hâlde dijital hümanizm kavramını tanımlamak için bazı ayrımlar yapmalıyız. Bir tür çatı ya da şemsiye kavram olarak dijital hümanizm, insanoğlunun bakış açısına, ilgilerine ve merkezî konumuna dair eleştirileri gözeterek insan varoluşunun temel boyutu olan aklın, şüpheciliğin ve bilimsel yöntemin insan toplumunu inşa etmek için uygun araç olduğu fikrine gönderir. Bunun yanında elbette eşitlik içinde kurulacak bir dijital kamusallık hedeflenmektedir. Ayrıca otomatizasyon, algoritmik yönetimsellik, dijital gözetim, yapay zekâ etiği gibi konular yeni kavramsal alanlar açmaktadır.

     

    2.Eleştirel Yaklaşım ve Üç Sorun

    Dijital hümanizme giriş sayılabilecek yukarıdaki bölümden sonra yazının kalanında Mark Coeckelbergh’in, “Dijital hümanizm nedir? Kavramsal çözümleme ve daha eleştirel ve politik bir dijital (post)hümanizm için argüman”[11] makalesini yorumlamak istiyorum. Coeckelbergh makalesinde dijital hümanizmin altı bileşenini tanımlar ve onları eleştirel bir şekilde tartışır. Söz konusu bileşenler, insanın imajı (1), teknoloji kontrolü (2), insanın amaçları ve değerlerinin konumu (3), disiplinlerarasılık ve eğitim (4), topluluk fikri (5) ve son olarak politik ajanda (6) alanındadır.  Eldeki makalede, söz konusu altı bileşenden ilk üçünü yorumlayacağım.

    İlk üç bileşenin yorumuna geçmeden tartışmanın bağlamını hatırlayalım. Teknolojik gelişmeler ve toplumsal dönüşümler arasındaki ilişki çağdaş felsefede iki perspektiften ele alınır. Heidegger’in[12] ve Ellul’ün[13] temsil ettiği ilk görüş olan teknolojik belirlenimciliğe göre teknoloji, otonom ve yekpare bir güç olarak toplum üzerinde yıkıcı bir etkiye sahiptir. Özellikle STS (Science and Technology Studies) çalışmalarının artmasıyla görünür olan ikinci görüş ise teknolojinin bir insan ürünü olarak toplumun değerlerinden etkilenebileceğini savunur. Bu görüşe göre teknoloji ve toplum birlikte evrimleşir ve birbirlerini biçimlendirirler. İlk görüşün yani tepkisel teknolojik belirlenimciliğin temsilcilerinden biri sayılabilecek Günther Anders’e göre teknoloji, tarihin öznesi hâline gelmiştir ve insanlara ise sadece “tarihe iliştirilmişlik” kalmıştır.[14] Dolayısıyla insan teknolojik devrimler karşısında eskimiştir, antika hâle gelmiştir. Teknik artık öngördüğümüz değil arkasından izlediğimiz bir süreçtir.

    Dijital hümanistler ise ikinci görüşe daha yakındırlar. Onlara göre teknoloji ve insanlık birlikte evrimleşir. Söz konusu birlikte dönüşüm öncelikle doğalcı bir şekilde gösterilebilir.[15] İnsan zaten doğal çevresini teknolojinin sayesinde tarım ve hayvancılık üzerinden şekillendirmektedir. Diğer yandan, dijital teknoloji ortamı toplumsal bir fenomendir ve “Sosyal İnşacı Yaklaşım” (Konstrüktivizm) ile analiz edilir. Toplum, veri teknolojisinin gelişimine aktif olarak katkıda bulunurken, teknoloji de toplumsal organların şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Bu karşılıklı etkileşim, teknolojik belirlenimcilik tezine karşı bir argüman oluşturur; teknolojiyi kaçınılmaz bir süreç olarak görmek yerine, toplumsal etkileşimler içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmak daha anlamlıdır. İnsan kendini toplumsal yaşamda kurar ama insanın anlam dünyası sadece zihinsel ve toplumsal değil aynı zamanda tekniktir. Şu hâlde dijital hümanistler, insanın makine olarak imajını eleştirirler ama bunu yaparken Kant’ta olduğu gibi insanı makineden fazla olarak tanımlamakla yetinmez, insan ve teknik araçlar arasındaki ilişkilerin temelindeki geleneksel antropolojik görüşü eleştirirler. Örneğin, Coeckelbergh, yukarıda bahsettiğimiz makalesinde sunduğu ilk bileşen olan “insanın imajı” bölümünde modern hümanistlerin insanı makine-olmayan olarak tanımlarken negatif antropoloji yöntemini kullandıklarını savunur.[16] Modern hümanizmde insan makinelere karşıt olarak tanımlanmıştır. Bu, günümüzde de devam eden bir yaklaşımdır; örneğin, insanların robotlar olmadığı ve yapay zekânın insan zekâsını taklit edemeyeceği yönündeki görüşler yaygındır. Ancak, bu konunun teorik boyutu yeni görüşlere ihtiyaç duyar. İnsan zekâsı, çevredeki her türlü duruma uygulanabilen evrensel bir kapasiteye sahipken, makine zekâsı yalnızca yaratıcısının otomatik makineyi tasarlarken öngörebileceği belirli durumlar için geçerli olan yeteneklerin bir birleşimidir. Bu yüzden dijital hümanistler insan makine ayrımını metafizik bir şekilde göstermek yerine insan makine etkileşiminin yeni konfigürasyonlarını, insan makine bağlantısının yeni yollarının kavramsal altyapısını ararlar.

    Coeckelbergh, tarafından ortaya konulan ikinci kritik ayrım, insanların dijital teknoloji üzerinde nasıl bir kontrol mekanizması kurabilecekleriyle ilgilidir. Bu bağlamda, dijital teknolojilerin otomasyon aracılığıyla insanların üzerine aldıkları görevleri üstlenmesi, kontrolün kaybedilmiş olduğu veya yakın gelecekte kaybedilebileceği iddiasını gündeme getirir. İnsanların sembolik alışverişlerinin hızı, dijital teknolojilerin gerçekliği düzenleme, adlandırma, ölçme, hesaplama ve kodlama işlemlerinin hızıyla kıyaslanamaz. Söz konusu durum, her şeyin hızla ve aracısız bir şekilde iletilip paylaşıldığı bir çağda, düşünce, akıl yürütme ve yargılama süreçlerinin nasıl etkileneceğine dair önemli bir soruyu beraberinde getirir. Bu nedenle, ürettiğimiz makinelerden duyulan korku temelli bir yaklaşımla, bu teknolojilerin nasıl kontrol edileceği sorusuna takılıp kalmak, dijital teknolojiler hakkında düşünmek için yeterli bir strateji oluşturamaz. Bunun yerine, teknolojik gelişmeler ve insan arasındaki etkileşimi yeniden değerlendiren, insan merkezli bir kontrol ve yönetişim modeli geliştirmek, bu sorunun üstesinden gelmek için daha kapsayıcı ve etkili bir yaklaşım sunar. Bu model, teknolojik yeniliklerin insanlık için olumlu sonuçlar doğurmasını sağlayacak şekilde, etik ve toplumsal değerleri merkeze almalıdır.

    Teknoloji felsefesi, hızlı, derin ve yoğun teknolojik dönüşümlerin psişik ve kolektif bireysellikler üzerindeki etkisine odaklanır, bu dönüşümlere nasıl tepki verileceği sorusunu merkeze alır. Otomasyonun rasyonellik kriterleri, bu alanda tartışılan önemli bir konudur. Eğer otomasyon, sanayi kapitalizminin son iki yüzyılda yürüttüğü, proleterleşmeye ve sömürüye dayalı emek pratiklerini aşma potansiyeline sahipse, mutlaka desteklenmelidir. Ancak, Cathy O’Neil’in Matematiksel İmha Silahları[17] adlı eserinde belirtildiği üzere, eğer otomasyon rasyonel olmayan istihdam süreçlerine yol açacaksa, bu durum ciddi bir soruna işaret eder. Bunun yanında, toplumsal yaşam için de bazı sorunlar tespit edilir. O’Neil’e göre, sosyal ağların algoritmaları tarafsız bir kamusal alan yaratmaz. Bu algoritmalar, modern bir kent meydanı hissi uyandırsalar da, şirketler sosyal ağlar üzerinden kullanıcılardan öğrendikleri bilgileri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirir. Dijital ortamda bilgiyi sınıflandırma, indeksleme ve düzenleme gücü teknoloji devlerinin tekelindedir. Bu durum, teknolojinin sosyal yapı üzerindeki etkilerini değerlendirirken, teknolojinin nasıl bir kamu yararı sağlayabileceği ve sosyal adaleti nasıl teşvik edebileceği gibi konuları ön plana çıkarır. Teknolojik gelişmelerin toplumsal faydaya odaklanması ve bireylerin özgürlüklerini genişletmesi gerektiği açıktır. Şu hâlde, teknoloji politikalarının ve uygulamalarının, insanların yaşamları üzerindeki etkileri göz önünde bulundurularak, etik değerler ve sosyal adalet ilkeleri çerçevesinde şekillendirilmesi önem taşır. Buradaki sorun elbette şirketlerin topladıkları veriler arası kurdukları korelasyonların, kategorizasyonların şeffaf olmamasıdır. İnsanların kullandığı, paylaştığı sözcüklerin ve fikirlerin etkilerini ölçen Google, Apple, Microsoft, Amazon ve çeşitli telefon şirketleri bu güce sahiptir. Bilginin kaynağı ve üretimi şeffaflıktan uzaktır. Veri insanlar için ne kadar az anlaşılabilir, kavranabilir olursa o kadar çok hesaplanabilirdir. Üçüncü endüstri devrimi çağında sömürülecek hammadde sadece fosil yakıtlar ya da beden gücü değil aynı zamanda zihinler ve kültür dünyasının sembolleridir.

    Coeckelbergh’in ele aldığı üçüncü bileşen, dijital teknolojinin kullanımının insan değerleriyle nasıl hizalandığına dair önemli bir tartışmayı gündeme getirir. Dijital hümanistler, insan merkezli bir etik yaklaşımı benimseyerek, insan hakları, demokrasi ve hesap verebilirlik gibi temel insani değerlerin, dijital teknolojilerin tasarımı ve gelişimi sürecine başlangıçtan itibaren dâhil edilmesi gerektiğini vurgularlar. Ancak, bu değerlerin teknolojiye nasıl entegre edileceği konusunda pratik çözümlerin netleştirilmesi zorunludur. Yıllardır süren kavramsal tartışmalara rağmen, özellikle yapay zekânın kamusal alanlarda kullanımına ilişkin büyük sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar, nöral ağlar ve geniş dil modelleri gibi makine öğrenmesi tekniklerini temel alan büyük veri setleri üzerinden öğrenme kapasitesine sahip yapay zekâ sistemlerinin, insanların yapabileceği çeşitli bilişsel işleri yerine getirme yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Bu sistemler, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel alanlarda önemli dönüşümleri zaten tetiklemiş ve toplumsal söyleme derinlemesine nüfuz etmiş durumdadır. Bu bağlamda, yapay zekâ uygulamalarının geliştirilmesi ve kullanımı sırasında insan değerlerinin korunması ve teşvik edilmesi, teknolojinin toplum üzerindeki olumlu etkilerini maksimize etmek ve olası zararları minimize etmek için kritik öneme sahiptir. Bu, sadece teknoloji tasarımcıları ve geliştiricileri için değil, aynı zamanda yasa yapıcılar, kamu kurumları ve toplumun geneli için de geçerlidir. Teknolojik gelişmelerin insan merkezli bir perspektifle yönlendirilmesi, bireylerin ve toplumların ihtiyaçlarını karşılayan ve aynı zamanda etik normlar ve insani değerlerle uyumlu olan bir geleceğin inşa edilmesine olanak tanır.

    Burada önemli bir tehlike ortaya çıkar: Dijital teknolojilerin çoğunlukla Batı’da üretilmesi ve küresel düzeyde etkili olması, “kimin değerleri?” sorusunu gündeme getirir. Web, eşitlikçi ve yatay kamusal alanlar yanılsamasını yaratırken, son yirmi yılın dönüşümü, web’in ABD merkezli bir teknolojik tüketim modelinin somutlaşmış hâli olduğunu göstermektedir.[18] Bu model, ne Avrupa’da ne de dünyanın geri kalanında dirençle karşılanmamış ve bölgesel kültürler küresel hegemonya tarafından ezilmiştir. Dijital hümanizm, bu tür bir postkolonyalizme karşıdır ve evrensel olarak sunulan bilim, felsefe, sanat ve etik değerlerin, bölgesel ve yerel sorun çözme biçimlerini gölgede bırakmasının sorunlu olduğunu savunur. Teknolojinin kullanımının artmasıyla birlikte kültürler arası kutuplaşma, parçalanma ve ayrımcılığın artma ihtimali vardır. Batı’nın kendisini model olarak sunmasındaki etik sorunlar, sosyal bilimler tarafından daha önce de tartışılmıştır. Yeni dijital teknolojilerin, bu mirası sorgusuz sualsiz devralması mümkün değildir. Bunun yerine alternatif örgütlenmeler ve dijital dayanışma biçimlerinin keşfedilmesi gerekir.

     

     

     

    [1] “Vienna Manifesto on Digital Humanism”, Perspectives on digital humanism, ed.  H. Werthner, E. Prem, E. A. Lee, C. Ghezzi, Springer, 2022.

    [2] “Digital, Industry, and Space”, Avrupa Birliği Projesi, 2024.

    [3] I. Kant. “Aydınlanma Nedir?” Sorusuna Yanıt” (1784), Aydınlanma Nedir?, çev. M. Barış Albayrak, İstanbul, Albaraka, s. 37.

    [4] M. Douhei, Pour un humanisme numérique, Paris, Editions du Seuil, 2011.

    [5] C. Fuchs, Digital humanism: A philosophy for the 21st century, Emerald, 2022, s. 12.

    [6] D. Kambouchner, Descartes n’a pas dit. Un répertoire des fausses idées sur l’auteur du Discours de la méthode, avec les éléments utiles et une esquisse d’apologie, Paris, Belles Lettres, 2015, s. 15.

    [7] M. Foucault, Les mots et les choses. Une archéologie des sciences humaines, Paris, Gallimard, 1966, s. 356.

    [8] Heidegger’in aksine çağdaş felsefeci Jean-Pierre Dupuy sibernetiğin antihümanist bir yaklaşım olduğunu ileri sürer: La philosophie en France Aujourd’hui, ed. Y. Charles, Paris, PUF, 2015, s. 223.

    [9] C. Blume ve M. Rauchbauer, “How to be a digital humanist in international relations: Cultural tech diplomacy challenges Silicon Valley”, Perspectives on digital humanism, Springer, 2022, s. 101-107.

    [10] F. Buongiorno ve X. Chiaramonte, “Do we Really Need a Digital Humanısm? A Critique Based on Post-Human Philosophy of Technology and Socio-Legal Techniques”, Journal of Responsible Technology (2024), s. 5.

    [11] M. Coeckelbergh,  “What is digital humanism? A conceptual analysis and an argument for a more critical and political digital (post)humanism”, Journal of Responsible Technology (2024).

    [12] M. Heidegger, Tekniğe İlişkin Sorgulama, çev. D. Özlem, İstanbul, Paradigma, 1998.

    [13] J. Ellul, Technological Society, New York, Anchor, 1964.

    [14] G. Anders, İnsanın Eskimişliği. Üçüncü Endüstri Devrimi Çağında Yaşamın Tahribatı Üzerine, çev. H. Belen ve H. Ertürk, İstanbul, İthaki, 2018, s. 9.

    [15] A. E. Lee, “Are we losing control?”, Perspectives on digital humanism, 2022, s. 3–7.

    [16] M. Coeckelbergh, “Monster anthropologies and technology: Machines, cyborgs and other techno anthropological tools”, Monsters, monstrosities and the monstrous in culture and society, Malaga, Vernon Press. D. Compagna and S Steinhart, 2019, s. 365.

    [17] C. O’Neil, Matematiksel İmha Silahları Büyük Veri Eşitsizliği Nasıl Artırıp Demokrasiyi Tehdit Ediyor?, çev. A. E. Pilgir, İstanbul, Tellekt, 2020, s. 194.

    [18] J. Crary, Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken Dijital Çağdan Kapitalizm Sonrası Dünyaya, İstanbul, Metis, 2023, s. 30.