HAREKETİN ANLAMI: SEYAHAT VE FELSEFE

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Matthew Niblett* 

    Giriş

    Seyahat ve felsefe, ilk bakışta birbirine yabancı meseleler gibi görünebilir. Zaten fiziksel hareket ve düşünce arasında nasıl bir bağ olabilir ki? Bununla birlikte, seyahat hakkındaki sorular bazen felsefi bir karaktere sahip olur ve kim olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir. Örneğin, yolculuklarımızdan ne elde etmeyi umarız? Seyahat bizi iyi yaşama yönlendirir mi yoksa beyhude bir serserilikten mi ibarettir? Seyahat ederek yeni diyarlara terfi edebilir miyiz? Çevreyi tahrip ediyorsak seyahat etmek etik midir? Bu soruları soran filozoflar hem seyahatin doğasını hem de davranışlarımızı anlamamıza yardımcı olabilir.

    Bu makalede kısa bir yolculuğa çıkacağız ve insanların neden seyahat ettiği konusunda filozofların yüzyıllardır dile getirdiği düşünceleri değerlendireceğiz. Bu kadar kısa bir makalede elbette böylesine zengin bir düşünce literatürüne ancak kıyısından yaklaşabiliriz, fakat seyahat felsefesini incelemiş bazı devleri kısaca değerlendirmeye çalışacağız. Öncelikle, antiklerin felsefesinde seyahat yerini keşfe çıkacağız, daha sonra da daha modern düşünürlerin açıkladığı seyahat amaçlarının bazılarını anlamaya çalışacağız. Son olarak da seyahate karşı çekinceli olanların ve evimizden ayrılmadan önce seyahatlerimiz üzerine daha derin düşünmeyi tavsiye edenlerin görüşlerine bakacağız.

    Antik dönemde seyahat ve felsefe

    Antik dönemde seyahat tecrübesi bugünkünden çok farklıydı. Modern dönem öncesinde Akdeniz dünyasında yaşayan filozoflar deniz kültürünün bir parçasıydı, bu dönemde seyahatler ticaret, diploması ve savaş için yapılıyordu, tabii kutsal mekanlara haccetmek gibi toplumsal sebepler de vardı. Bu seyahatler bugünkünden çok daha tehlikeli ve zordu. Hem deniz hem kara seyahatleri çok uzun sürüyordu; fırtına ihtimali, düşman korsanlarla ve haydutlarla karşılaşma olasılığı tehlikeye sebep oluyordu, tabii bu seyahatlerin çok konforsuz olduğunu da söylemek gerek. Uzun seyahatler zor olmanın yanında pahalıya da mal oluyordu.

    Bununla birlikte, antik Akdeniz’de seyahatin itibarı çok yüksekti. Iason ve Argonotlar mitinden tutun da Homeros’un Odysseia destanına kadar eski Yunan edebî geleneği destansı yolculuklardan neşet eden maceraları ve yararları hep övmüştü. MÖ. 5. yüzyılda Herodotos’un Tarih başlıklı meşhur eseri aslında Doğu Akdeniz çevresinde yapılan seyahatlerden elde edilen izlenimlerin bir ürünüydü. Şair Vergilius’un kaleme aldığı ve Romalıların kökenlerini anlatan Aeneis adlı destan da Troya’nın düşüşüne şahit olduktan sonra Romalıların atası olan kahraman Aeneus’un destansı gezilerine dayanır. Seyahat sadece Akdeniz dünyasında antik kimlikler ve kültürler için önemli değildi. Antik Asya toplumlarında da merkezî bir rol oynuyordu: Çin mitolojisinde, gökler, yer ve yeraltı arasındaki yolculuk merkezî bir temaydı; büyük Hint destanı Ramayana da Efendi Rama’nın sürgününü, yolculuklarını ve eve dönüşünü anlatır.

    Kültürdeki seyahatin önemini dikkate aldığımızda antik dönemdeki birçok filozofun seyahat ve düşünce arasında bir bağ olduğunu düşünmesi bize şaşırtıcı gelmez. Günümüzde filozof denince bir kütüphane ya da çalışma odası gibi bir yerde sessizce düşünen biri gelir aklımıza; ama antik dünyada filozofların gezerken yaşam hakkındaki sorunları tartışmaları ve düşünmeleri son derece yaygın bir alışkanlıktı. Kendi memleketinden çıkıp dolaşmak da bilgeliğin gelişimiyle denk tutulurdu. Eski Yunan’da Platon ve Aristoteles’ten önce entelektüel yaşamda baskın olan ilk figürler sofistlerdi; zamanlarının çoğunu gezici hoca olarak geçirirlerdi, devamlı bir yerden başka bir yere gider ve konuşmalarla dersler yapıp fikir ve bilgi sunarlardı. Bu gezginlik sayesinde bilgeliğin geliştiğine inanıyorlardı, çünkü yabancılardan daima bir şeyler öğrenme fırsatı doğuyordu, ayrıca sorunlara dışardan bakacak bir perspektif de böylece sağlanmış oluyordu. Platon, sofistleri daima eleştirmiş olabilir ama o da düşüncenin gelişiminde seyahati faydalı buluyordu, hocası Sokrates öldükten sonra Doğu Akdeniz civarında 12 yıl boyunca gezip dolaşmıştı, o yerlerin tecrübe ve bilgisini derleyip toplamış ve daha sonra gelip Akademi’de anlatmıştı. Romalı filozof Cicero bu yüzden Platon’u ve Pythagoras ve Demokritos gibi diğer Yunan filozofları övecekti, çünkü bu figürler kendi ülkelerinde bulamayacakları yeni bilgiler için yollara düşmeye hevesli kişilerdi.[1] Aristoteles de hareketin düşünce için çok mühim olduğunu düşünüyordu, onun felsefe okuluna mensup olanlara peripatetik deniyordu, yani yürüyerek ders dinleyen kişilerdi bunlar. Kinik Diogenes gibi diğerleri de gezgin bir yaşamın peşine düşmüşlerdi çünkü gerçek bilgeliği ve mutluluğu bulmak için toplumun normlarını reddetmek ve sabit bir yerde kalmadan göçebe gibi yaşamak gerektiğine inanıyorlardı. “Dünya vatandaşı” iddiasını dile getiren ilk kişi Diogenes’tir, hayatının çoğunu hiç gocunmadan bir fıçı içinde geçirmiştir, bir bakıma sırtında çadırıyla gezen modern seyyahların eski Yunan versiyonudur.

    Seyahatin amacı

    Seyahat etmenin yolları ve araçları, antik filozofların yazdığı dönemden bu yana önemli ölçüde değişti, ancak hangi amaçla seyahat ettiğimize dair sorunlar son dönemdeki filozofları bile meşgul etmeye devam ediyor. Takdir edersiniz ki bu sorulara verilen cevaplar çok çeşitlidir ve seyahat etmemizin gerekçelerine dair bir fikir yelpazesi sunar. Bu bölümde, beş temel seyahat gerekçesini inceleyeceğiz, çünkü modern düşünürler bu gerekçeleri seyahat isteğimizin kökeninde görürler.

    İlk fikre göre, zihnimizi genişletmek için seyahate çıkarız. 16. yüzyılın sonundan itibaren seyahat imkânları tüm dünyada çoğaldıkça seyahatin faydaları da gittikçe daha çok vurgulanıyordu, çünkü seyahat sayesinde bilgi ve görgümüzün gelişeceğine inanılıyordu. Bu gelişimi takip eden ilk filozoflardan biri İngiliz filozof Francis Bacon’dı; kendisi o ünlü Denemeler’inden bir tanesini seyahat konusuna ayırmıştı, bu deneme şöyle başlar: “Seyahat gençler için eğitimin bir parçasıdır; yaşlılar için de tecrübenin.” Bacon’ın genç okurlar için de bir tavsiyesi vardır; seyahatlerinde bir günlük tutup tüm gözlemlerini ve tecrübelerini değerlendirmelerini ister, bu sayede gelecekte anlama kapasitelerini geliştirebileceklerdir.[2]

    Seyahatin faydalı gerekçelerinden ikincisi, bir hayret hissi uyandırma ve yüceliği tecrübe etme imkânı yaratabilmesidir. Bu kavramları geliştirenler 18. yüzyıl filozofları Edmund Burke ve Immanuel Kant’tır. Burke, yüceyi güzelden ayırt eder; yüce bizde aynı anda hem korku hem de cazibe yaratabilir, kendimizi koruma güdüsünü tahrik eden bir tehlike ve dehşet hissi uyandırabilir.[3] Kant, yüceye transandantal bir nitelik ekleyerek bu fikri geliştirir; kainattaki yerimiz çok küçük olsa da bizi o yer üzerine düşünmeye sevk ettiğini söyler. Seyahatler sayesinde yücelik hissi uyandırabilecek nesneleri ziyaret edebiliriz, dağlar ve şelaleler gibi doğa unsurları buna bir örnektir, katedraller ve dev yapılar gibi mimari harikalar da bu sınıfa dahil edilir.

    Şimdi de daha yakın dönem filozoflarını meşgul eden seyahat tecrübesinin üçüncü faydasına bakalım: Seyahatin insanın kendisini daha iyi bilme fırsatı sunması. 16. yüzyılda yaşamış Fransız filozof Michel de Montaigne bunun farkına varmıştı, merakını gidermek ve zevk için çıktığı seyahatlerden hiç pişman değildi. Montaigne Denemeler’inde “Önümüzdeki şu kocaman dünya esasında bir aynadır; ona baktıkça kendimizi tanırız” diyordu ve okurlarına “seyahatin zenginleştiren bir tecrübe olduğunu” söylüyordu, çünkü “seyahat sayesinde ruhumuz durmadan yeni ve bilinmeyen şeylerle sınanacaktı.”[4] Seyahat sayesinde kendimizi daha iyi bileceğimiz fikri 18. yüzyılın sonundan itibaren Alman felsefesinde özel bir biçim alır; bu da Goethe, Schiller ve Novalis gibi düşünürler vasıtasıyla olur.

    Seyahatler bir yandan kendini keşfetme imkânı sunarken diğer yandan sosyalleşme bahanesi üretir, ki sosyalleşme birçok filozof için en temel insan içgüdülerinden bir tanesidir. Bu sosyalleşme arzusu, seyahat vasıtasıyla zihin yararına işlenebilir. Montaigne’in Denemeler’inde dediği gibi “dünyayla sık sık ilişki kurma, bir insanın yargı gücünün aydınlanması için muazzam bir kaynaktır”, sonra da Sokrates’i över: “Dünyayı da kendi kenti gibi benimsemişti; dostluğunu, duygularını ve sevgisini tüm insan ırkına paylaştırmıştı.[5]

    Seyahatin beşinci esas gerekçesi modern dönemde özellikle ilgi çekmiştir: Seyyahın özgürleşme hissini tecrübe etmesini sağlayabilir. Bu meyanda seyahat, insanların baskıcı koşullardan veya kendi toplumlarının dayattığı ölçütlerden kurtulmasına yardımcı olabilir. Filozof Friedrich Nietzsche, yeni yerlere ve çevrelere seyahat etmekle gelen özgürlük hissinin farkına varmıştır; Akdeniz şehirlerini ne kadar canlı ve “gayri-Alman” bulduğunu yazmıştır, kendini özgürleştirme ve kendi oluş sürecinde de mesafenin ne kadar faydalı olduğundan bahsetmiştir. Çağdaş filozoflardan Frédéric Gros, Nietzsche’nin bu fikirlerini takip etmiştir; “kendini özgürleştirme” sürecinin yürüme sayesinde gerçekleştiğine inanır, yürüme sayesinde seyyah “rutinin boyunduruğundan kurtulur” ve normal yaşamda deneyimlediğimiz “alışveriş ağından azade olur.”[6]

    Seyahatin Sakıncaları: Evde Kalmak Daha mı İyi?

    Peki seyahat bize bu kadar fayda sağlarken neden bizi bazen hayal kırıklığına uğratır? Bazı antik filozoflar sorunun seyyahta olduğunu düşünürler. Romalı filozof Seneca’nın da belirttiği üzere, kendimizden kaçmak için seyahat etsek bile bu baştan kaybedilmiş bir mücadele olabilir; zira esas gereken şey, zihin veya karakter değişimidir, mekân değişimi değil.[7] Daha modern filozoflar da bu fikirlerin peşinden gitmiştir. Albert Camus gibi bu figürler, seyahatle kendimizden kaçamayacağımızı söyler: “Seyahat öyle büyük ve önemli bir bilim ki dönüp dolaştırır bizi kendimize getirir.”[8] Amerikan transandantalist filozof Ralph Emerson, bu fikirlerden faydalanır ve insanları seyahat etmeye sürükleyen sebeplerin derinlikli bir eleştirisini yapar. 1841 tarihli ve “Özgüven” başlıklı denemesinin büyük bir kısmını seyahati idealleştiren kişilerin aptallıklarını ifşa etmeye ayırır. “Sırf eğlenmek için” veya “kendinden kaçmak için seyahat edenlerin” mutsuzluğa bir çare bulma arayışında olduğunu söyler. Böyle bir kişi “harabeden harabeye sürüklenir” ve nihayet anlar ki “seyahat aptalların cennetidir.” Emerson, çağdaşlarının seyahat takıntısına ve serseriliğine çok fazla saldırmış olacak ki “Kültür” başlıklı son denemelerinden bir tanesinde kendini savunmak zorunda kalır: “Seyahat hakkında ileri geri konuştuğum söylentileri var ama olayın hakkını vermeye çalışıyordum. İnsanlarımızda karakter eksikliğini teşvik eden bir rahatsızlık olduğunu düşünüyorum.” Emerson aslında bizi seyahat etmeye gerçekten iten gerekçeleri dikkatlice incelememiz gerektiğini anlatmaya çalışır.[9] Seyahatlerimizde kendimizi de yanımızda götürdüğümüz için öncelikle kendimizi geliştirmeye odaklanmalıyız, sorunlarımızdan kaçmaya değil. Dahası, gezip tozma arzusunun getirdiği tehlikeler de vardır: Tüm sorunlarımızı ev dediğimiz yere yerleştirme temayülü yaratır, bizi avare ve evsiz bırakır, gerçekten bulunduğumuz yerin değerini ve harikalığını takdir etmemizi engeller.

    Bu durumun farkına varmak gerçekten de bizi daha iyi seyyah yapar ve seyahatlerin neden olduğu hayal kırıklıklarını engeller. Seyahatin anlamı üzerine düşünen filozofların benimsediği modern ve etkili bir yaklaşıma göre esas mesele seyahat edip etmeme değil, daha iyi nasıl seyahat edeceğimizdir. Seyahat sebebiyle ortaya çıkan çevresel ve toplumsal negatif etkileri dikkate alıp daha sürdürülebilir ve sorumlu şekillerde nasıl seyahat edeceğimiz üzerine kafa yormamız gerekir. Düşünür Irena Ateljevic (2009), bu girişimin öncülerinden biridir; “transmodern” bir seyahat yaklaşımı benimser, buna göre seyahat seçimlerimiz hem insani hem çevresel bağlamda birbirimize küresel anlamda nasıl bağımlı olduğumuzu gösterir.[10] Bu manada, daha iyi seyahat sürdürülebilir seyahat manasına gelir, çünkü hareketimizin çevresel etkilerini azaltması beklenir, toplumsal sorumluluğu olan bir seyahattir bu, ziyaretçileri karşılayan halklara ve kültürlere saygı göstermeyi teminat altına alır. Seyahatten vazgeçmek zorunda değiliz ama seyahat hakkında daha felsefi düşünmek çok daha güzel sonuçlar doğurabilir.

    *Dr., Independent Transport Commission’un Müdürü ve Royal Society of Arts üyesi.

     

    [1] Cicero, M. T.  De Finibus (On the Ends of Good and Evil), Kitap V, 86, ed. Julia Annas, (Cambridge University Press, 2001), s. 146.

    [2] Bacon, F., “Of Travel” in J. Pitcher (ed) The Essays, (Londra: Penguin, 1985), ss. 113-14.

    [3] Burke, E., A Philosophical Inquiry into the Origin of our Ideas of the Sublime and Beautiful (Londra, 1757).

    [4] Montaigne, M. de, “On educating Children” ve “On Vanity”, in The Complete Essays, İng. çev.: M.A. Screech, (Penguin, 1993) ss. 167-77 & 1101.

    [5] A.g.e., s. 176.

    [6] Gros, F., A Philosophy of Walking, (Londra: Verso, 2014) ss. 3-5, 11-27.

    [7] Seneca, Letters on Ethics: to Lucilius, Mektup 28, 1-3, ve Mektup 104, 19, İng. çev.: M Graver & A.A. Long, (Chicago: University of Chicago Press, 2015).

    [8] Camus, A. Notebooks 1935-51 (New York: Marlowe & Co., 1998) ss. 12-15.

    [9] Emerson, R. W. (1841) “Self Reliance” ve (1860) “On Culture” (1860) in M. Oliver (ed) The Essential Writings of Ralph Waldo Emerson, (New York: Random House, 2000) ss. 132-153 ve 642-662.

    [10] Ateljevic, I., “Transmodernity: remaking our (tourism) world?”, in John Tribe (ed.) Philosophical Issues in Tourism, (Channel View, 2009) ss. 278-300.