YERYÜZÜNDE SEYAHATLER, ZİHNİN SEYAHATLERİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Ahmet Aydın

    İki Tür Seyahat

    “Kalıcı olanı şairler kurar.” Hölderlin, “Anma” adlı şiirini bu dizeyle sonlandırır. Bu şiirinde, hangi insanların daha çok hatırlandığını düşünür: Seyahat eden denizciler mi yoksa şairler mi? Başka bir deyişle, dünyayı gezen insanları mı yoksa içe, yani kalbe seyahat eden insanları mı daha sık anarız? Peki Hölderlin neden böyle bir şeyi düşünmüştür ki?

    Avrupa devletleri Amerika, Afrika, Avustralya’yı sömürürken, Almanya henüz birleşmiş bir ulus değildi. Prensliklere bölünmüştü ve henüz prenslerin adına dünyanın okyanusları aşılmamıştı. Bunun yerine Alman şairler ve düşünürler, insan doğasının derinliklerine seyahat ettiler. Friedrich Schiller, bunu şu sözlerle ifade eder:

     Kılıçla galip gelip fethetmek,

    Alman büyüklüğü değildir,

    Zihin alemine nüfuz etmek,

    Vehimlerle mertçe mücadele etmek,

    Budur onun gayretine değen.

    Almanlar Zihinde Seyahat Ediyor

    Alman şairler ve düşünürler, insanın meleki ve hayvani yanlarını araştırdılar. Aydınlanma Çağının neden insanların insanca, yani medeni davranmalarına yol açmadığını sordular. Friedrich Schiller, insanın toplumsal özgürlüğe kavuşmadan önce arzularını kontrol etmeyi öğrenmesi gerektiğini söyledi. Fransız Devrimi, bu iddiasına bir örnekti. Arzularını ve öfkesini kontrol edemeyen insanlar birbirlerine düştüler. Bu, aydınlanmış insanın bile ne kadar barbar olduğunu gösteriyordu. Aydınlanma, insanları daha insancıl yapmadı. Tam tersine: Aydınlanma, insanlara barbarlıklarını gizleme yeteneği kazandırdı. Karakterlerini geliştirmeleri gerektiğini kabul etmek yerine, insanlar medeniyetsiz ve vahşi davranışlarını haklı çıkaracak şekilde göstermeyi öğrendiler.

    Weimarlı Alman şairler ve düşünürler bize şunu öğretir: Avrupalılar dünyayı fethediyordu, ama diğerlerine gelişmelerinde yardımcı olmak yerine, onları sömürüyorlardı. Neden? Çünkü kendileri hâlâ barbardı. Barbarlar vahşilerin üzerlerine üşüştüler. Barbarlar, bilgi ve kültüre sahip olup, şefkat göstermeyenlerdir. Vahşiler ise bilgi ve kültürle hiç ilgilenmemiş olanlardır. Schiller, Almanya’dan hiç ayrılmamıştı. Başka halklar ve toplumlar hakkında yazdı ama bunu yaparken yalnızca Avrupalı denizcilerin seyahat günlüklerine dayandı. Yine de bu durum onu diğer toplumları küçümseyen bir insan yapmadı. Schiller, Herder’in Fikirler’ini (Ideen) ve Georg Forster’ın Dünyanın Etrafında Seyahat’ini (Reisen um die Welt) okudu.

    Forster’ın Dünya Deneyimi

    Forster, 1772-1775 yılları arasında İngiliz denizci James Cook ile birlikte tüm dünyayı gezdi ve ardından kitabını yazdı. Kitabın önsözünde, başka halkları ve toplumları diğer Avrupalı denizciler gibi önyargıyla değerlendirmek istemediğini yazdı: “Tüm halklar, aynı iyi niyeti hak ediyor.” Diğer Avrupalı denizcilerin gördükleri kötü şeylere odaklandığını vurguladı. Forster, hem kötü hem de iyi şeylerden söz etti. Bu, onun seyahat günlüğünü diğer tüm seyahat günlüklerinden ayırdı.

    Kant, hiç seyahat etmeyen Almanlardan biriydi. Königsberg’den hiç ayrılmadı. Peki, başka halklar ve toplumlar hakkında nasıl konuşabiliyordu? Forster’dan önceki Avrupalı denizcilerin seyahat günlüklerini okudu ve onların raporlarına Forster’ın gözlemlerinden daha fazla inandı. Yargısı, diğer kültürleri yok eden ve mahveden Avrupalıların gözlemlerine ve tanımlarına dayanıyordu. Bu nedenle, beyaz adamın yaratılışın zirvesi olduğunu söylemesi şaşırtıcı değildi.

    Forster, Kant’tan daha farklı düşünüyordu: Tahiti’de ada kadınlarının para için soyunduklarını ve yabancı erkeklerle yakınlık kurduklarını gördü. Diğer seyahat günlüklerinde tüm kadınlar olumsuz olarak tasvir edilirken, Forster böyle yazmadı. Belirli Avrupalı kadınları tüm Avrupalı kadınların ölçütü olarak almak, Avrupalı kadının yanlış bir görüntüsünü verecekti. Aynı şekilde, burada da bazı kadınları ölçüt almak yanlıştı. Bu tür bir tasvir, Avrupalı seyahat günlükleri için önemliydi. Wieland, Goethe, Herder ve Schiller, Forster’ın Dünya’nın Etrafında Seyahat adlı kitabını takdir ettiler. Onlar da Forster gibi diğerleri hakkında daha adil hüküm veriyorlardı. Forster Avrupa’nın zihin tarihini yalnızca kitaplardan öğrenmemişti. Yalnızca dünyayı dolaşmamıştı. Paris’te Amerikalı Benjamin Franklin gibi bugünkü ABD’nin temelini atan insanlarla da tanışmıştı.

    Thomas Paine: Dünyayı Değiştiren Kalem

    Forster’ın dünya bilgisi ve bağlantılarıyla kıyaslandığında Kant, köyünü hiç terk etmemiş ve kitaplarla dünyayı açıklamaya çalışan küçük bir adam gibi görünmektedir. Thomas Paine de Forster gibi daha adil bir şekilde gerçekliğe bakmayı tercih etti. Amerika’da kölelerin evcil hayvanlardan daha ilkel muamele gördüğünü gördü. İnsanların eşitliği için mücadele etti. Eşitliğin ilk adımı İngiltere’den bağımsızlaşmaktı. Mücadele sonunda başarılı oldu. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere’den bağımsız hâle geldi. Ama bu ona yetmedi.

    Amerika’dan Fransa’ya gitti. Fransa’da insanların çoğunluğunun nasıl muamele gördüğüne şahit oldu: Küçük bir insan grubunun köleleri gibi muamele görüyorlardı. Amerika’da sıradan vatandaşın özgürlüğü için başarılı bir şekilde mücadele ettiğinden, burada da aynı şeyi yaptı. Onun silahı kalemiydi. Yazdı ve insanları motive etti. Paine, “Dünyayı yeniden başlatmak bizim elimizde,” dedi.

    Avrupa, dünyayı yavaş yavaş ele geçirirken, Müslüman coğrafya da bu sömürgeci güçlerin eline geçiyordu. Çağdaş Alman yazar Helge Hesse, bu dönemi Dünyayı Yeniden Başlatmak adlı kitabında şöyle anlatıyor: “Avrupa, insanların birbirini ziyaret edip diğerlerinin fikirlerini benimsediği bir pazar meydanı gibiydi.”

    Fikir Alışverişi Görüşü Keskinleştirir

    Başka bir Alman seyyah Alexander von Humboldt, fikirlerini yaymak için dolaşıyordu. Weimar ve Jena’da Goethe ve Schiller ile birlikte oturup masada fikir alışverişinde bulundu. Daha sonra Forster ile birlikte önce Avrupa’nın bazı bölgelerini, ardından Amerika’yı gezdi, orada ABD’nin kurucuları ile tanıştı ve Güney Amerika’da yerli halkı yabancı egemenliğine karşı ayaklanmaya teşvik etti. Ancak tarihe Amerika’nın ikinci kâşifi olarak geçti. Çünkü Amerika’yı bir doğa bilimci olarak gezdi. Amerika kıtasına dair biyolojik çalışmaların temelini ona borçluyuz. Doğayı keşfetme yeteneğini Goethe’ye, bir şaire borçlu olduğunu söyler. İçsel bir yolculuğa çıkan bir adam, Alexander von Humboldt’a doğayı, yani dış dünyayı keşfetme aracını vermişti. Goethe’nin kendisine doğayı araştırabilmek için gözlerini verdiğini belirtir. İçindeki mücadeleyi kaybeden kişi, dış dünyayla mücadelede önemli ve güzel olana odaklanmak için gereken ruhu ve duruşu kaybeder. Bu, Weimar’ın bilgeliğinin bize verdiği büyük kavrayışlardan biridir.

    Bir Kültürü Büyük Yapan Şey

    Seyahat etmek çeşitli şekillerde mümkündür. Bir insan kahve içerken dünyayı dolaşabilir; diğerleri ise dünyayı bizzat gezebilir, ancak zihinlerindeki önyargılar nedeniyle önlerinde olanı göremezler. Alexander von Humboldt şöyle der: “Her yeni bilimi incelemek, uzak diyarlara seyahat etmek gibidir.” En uzak diyarlara seyahat eden birisi olarak boş yere seyahat eden insanlar olduğunun farkındadır. Aynı şekilde, bugün her türlü bilgiye erişimi olan, ancak yine de kendi önyargılarından vazgeçmek istemeyen insanlar olduğunun farkındayız. Seyahat etmek, insanın içinde bulunan bir yetenektir. Bu yeteneğe sahip olmayan kişi, dünyanın birçok farklı bölgesini görse bile, düşünme şeklini yenileyemez.

    Seyahat etme yeteneğine sahip olan biri, köyündeki bir kafede oturabilir ve yine de en büyük gezgin olabilir. Kahve içerken ne hakkında konuşulur? Dünyevi ve öteki dünyaya ait bilgi ve fikirler hakkında konuşan, insanlığı çalışmalarıyla ilerleten insanların biyografileri hakkında konuşan kişi, gerçek bir gezgindir. Victor Hugo’nun Sefiller’i, Feriduddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’si, Molière’in İnsanlık Düşmanı, Goethe’nin Faust’u, Filibeli Ahmed Hilmi’nin Âmâk-ı Hayal’i veya Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u hakkında konuşan kişi, bir gezgindir. Bir şiir hakkında konuşan kişi, bir gezgindir. Bu şeyler hakkında konuşamayan kişi, sürekli aynı şeyi düşünmeye mahkûm görünmektedir. Yeni düşünceler üretmeye yetkin değildir. Eskiden yeni bir şey yaratılamaz. Alexander von Humboldt bir mektubunda şöyle yazar: “Eserler, daha iyilerini yarattıkları sürece iyidir.” Bu şekilde yeni bilgiler, yeni görüşler veya yeni kavramlar öğreniriz.

    Örneğin, dile getirilen kavramlar, insanların başka bir dile de seyahat ettiklerini gösterir. “Kültür” ve “medeniyet” kavramlarını ele alalım. Bu kavramlar Avrupa’dan Türkçeye geçti. Ama bu, daha önce bu kavramlar için kelimeler olmadığı anlamına gelmiyor. Rasim Özdenören, Kafa Karıştıran Kelimeler adlı kitabında bu kavramlar üzerine düşünür. Kültür ve medeniyet kelimelerinin dikkatlice ele alınmasını önerir. Bu kavramlar, insanın mevcut bir şeyden akıl yardımıyla yeni bir şey yaratma yeteneğini ifade eder. Bu kavramlarla ve arkalarındaki fikirlerle tanışmak, Özdenören’in Kafa Karıştıran Kelimeler adlı kitabını yazmasına neden olmuştur. Bu kelimeler olmadan, böyle bir eser olamazdı.

    Hangi Seyahat Daha Önemlidir?

    Hangi seyahat daha önemlidir? Dünyada mı yoksa zihinde mi seyahat etmek? Şöyle düşünüyorum: Dünyada seyahat etmek olmazsa, zihinsel seyahat sadece sınırlı olabilir. Kant örneği bize bunu gösteriyor. Bugün denizcileri fazla hatırlamıyoruz. Ancak, kendimizi doğru bir şekilde ifade edebilmemiz için kavramlar icat eden şairlerimizin isimlerini hâlâ çocuklarımıza öğretiyoruz. Bu, Hölderlin’in yazdığı şeyi doğruluyor gibi görünüyor: “Kalıcı olanı şairler kurar.”

    Kant gibi Schiller de Almanya’yı hiç terk etmedi. Ancak Kant’tan farklı olarak, diğer halklar ve toplumlar hakkında dengeli bir şekilde yazan bir adama güven duydu. Bu nedenle, yabancı olanı daha dostane ve adil bir şekilde değerlendirebildi. Sadece kendi halkına ve toplumuna faydalı olmak bencilce olabilir. Sadece tüm halkların ve toplumların acı çekenleri için mücadele eden bir kişi, Weimar Okuluna göre bir kahramandır. Bu, Forster’ın tasvirlerini benimsemiş ve içselleştirmiş olan Schiller, Herder, Wieland ve Goethe’nin fikridir. Schiller, bu fikri “Alman Büyüklüğü” adlı şiirinde özetler. Onun için de, zihnin yolculuğu her zaman daha değerlidir. Çünkü bu yolculuk sadece kendisi değil tüm insanlar için özgürlüğü düşünür:

    Kim hakikat için mücadele etmişse,

    O daha büyük bir zafer kazanmıştır,

    Çünkü o ruhları özgürleştirmek için savaşmıştır.

    Aklın özgürlüğü için savaşmak

    Tüm milletlerin hakki için savaşmak demektir,

    Bu ebediyete kadar geçerlidir.