YUNAN SOFİSTLER YAHUT SEYYAH PERFORMANS SANATÇILARI
Andrea Nightingale*
Eski Yunan’da birçok bilge adam başka memleketlere seyahat ederek ya da yabancı topraklardaki insanlardan öğrendikleriyle kendi bilgisini geliştirmiştir. Yunanlar için başka memleketlere seyahat zorlu hatta tehlikeli olabilirdi. Gemiyle ya da at arabasında yolculuk etmenin zorlukları bir yana bir adamın kendi devletine düşman şehir devletlerinden ve memleketlerden geçmesi gerekirdi. Dil de başka bir sorundu: Başka bir lehçede konuşan insanların kentini ziyaret ediyorsanız tercüman tutmak zorundaydınız. Bütün bu engellere rağmen birçok entelektüel başka memleketlere seyahat etmiş ve onların fikirlerini öğrenip hikmetlerini icra etmiştir. Hatta bazıları bu seyahatleri bilgeliklerinin kanıtı olarak sunmuştur. Örneğin, 5. yüzyıl filozofu Demokritos, bilgisinin çoğunu bol bol seyahat etmeye ve yabancı bilgelerle konuşmaya borçlu olduğunu söyler:
“Kendi devrimdeki insanlardan daha fazla gezdim, en büyük şeyleri araştırdım. Nice iklim nice diyar gördüm, en bilge adamların çoğunu dinledim. Terkip ve arzda kimse bana yaklaşamaz, Mısır’da Arpedonaptae denenler bile.”[1]
Aristoteles’in söylediği üzere philosophia —bilgelik arzusu— meraktan doğmuştur. Bu arzu sayesinde zihin bilginin peşine düşer. Hakikatin aranmasını ve kavranmasını tasvir ederken Yunan entelektüellerin seyahat metaforunu kullanması bizi şaşırtmamalı. Örneğin Parmenides, hakikati ortaya çıkaran tanrıçanın makamına giden ilahi bir at arabasına binmiş bir genci temsil eder. Aynı şekilde Platon da mağara alegorisinde daha yüksek hakikatleri kavramak için mağara dışına yolculuk eden filozofu tasvir eder.
Arkaik dönemde fikir alışverişinde bulunmak için yabancı diyarlara seyahat eden iki bilgeden kısaca bahsedelim. Önce Pythagoras’a bakalım, onun bilgeliği tüm Yunanistan’da meşhur olmuştu. Pythagoras bir şey yazmamış olsa da antik kaynakların bize bildirdiğine göre Samos’ta doğmuş, Mısır’a ve daha sonra güney İtalya’ya seyahat etmiş, buradaki Kroton şehrinde felsefi bir cemaat kurmuştur. Dinî ritüellere, katı bir felsefi uygulamalar dizisine ve vejetaryen bir diyete sahip bu insanların yaşam biçimine günümüzde “Pythagorasçı” diyoruz. Meşhur Atinalı siyasetçi ve şair, aynı zamanda yedi bilgeden biri olan Solon da büyük bir seyyahtı. Siyasi reformlar gerçekleştirdikten sonra Atina’dan ayrılıp on yıl boyunca seyahat etmiştir. Tarihçi Herodotos’un dediğine göre Solon “görüp öğrenme uğruna” memleketinden ayrılmıştır.[2] Solon önce Mısır’a gidip firavunla ve rahiplerle fikir alışverişinde bulunmuş, sonra Kıbrıs’a gidip yeni bir başkent inşa eden krala yardımcı olmuştur. Nihayet Lydia’ya gelmiş ve kral Kroesus ile tanışmıştır. Herodotos’a göre kral Kroesus, Solon’a şöyle demiştir: “Atinalı misafirim benim, bilgeliğin ve seyahatlerinden ötürü bizim nezdimizde büyük bir şöhretin var, çünkü bir hakikat aşığı olarak dünyanın büyük bir kısmını görmek ve öğrenmek uğruna gezip durdun.”[3] Bu örneklerden gördüğümüz üzere, arkaik bilgeler seyahat edip bilgeliklerini icra etmiş ve başkalarından birçok şey öğrenmiştir. Ama şunu da söylemek gerek: Pythagoras ve Solon gezici entelektüeller değildi; hayatlarının büyük bir kısmını bir şehir devletinde geçirmiş ve topluluklarının siyasi yaşamına dahil olmuştu.
Klasik dönemde ise meslekleri bilgelik olan adamların ortaya çıktığını görürüz, bunlara “sofist” denir. Bu adamlar hayatları boyunca seyahat eder ve bilgeliklerini icra edip ders verirlerdi. Peki bu adamlara biz neden “sofist” diyoruz? MÖ. 6. ve 5. yüzyıllarda Yunanlar “bilgeler” (sophoi) ve “sofistler” (sophistai) arasında net bir ayrım yapmamıştı. 4. yüzyılda bu durum değişti, Platon ve İsokrates kendilerine “filozof” (philosophoi) dediler ve “filozof”, “bilge” ve “sofist” arasında ayrım yapmak için uzun ve bazen zorlu bir mücadeleye giriştiler.
Platon’a göre filozof hakikati hakikat namına arar, sofist ise bir ücret karşılığında fikir aktarır. Platon kendi dönemindeki sofistlerden birçok örnek verir, ama bu adamları tasvir ederken tavrı olumsuzdur. Araştırmacılar sofistler üzerine çalışırken Platon’un yanlılığından sakınmaya çalışırlar fakat akademideki filozoflar ve klasik uzmanları bu insan gruplarını ayırırken hâlâ “filozoflar” ve “sofistler” der. Ben de bu makalede bu akademik tarif uyarınca “sofist” terimini kullanacağım ama antik Yunan’da bilge (sophos), sofist (sophistês) ve filozof (philosophos) arasındaki sınırların kaygan ve tartışmaya açık olduğunu baştan söylemiş olalım.
Sofistler, bazı müstesna nitelikleri olan “bilgeler”di. Bunların mesleği entelektüellikti, başka şehirlere seyahat eder ve bir ücret karşılığında bilgeliklerini aktarıp özel ders verirlerdi. Bir sofist hayatı boyunca bir yerden diğerine seyahat ederek hayatını kazanırdı. Protagoras, Prodikos, Hippias ve Gorgias örneklerinden gördüğümüz üzere bu işten zengin olanlar vardı. Bu insanlardan “sofist” diye bahsetsek de bunları bir grup ya da hareket gibi düşünmememiz gerekir. Her sofistin kendine özgü bir düşünce ve yetenek seti vardır. Her sofist farklı bir konuda uzmanlaşmıştır; etik, siyaset, retorik, dilbilim, matematik, astronomi, ontoloji, kozmoloji ve teoloji bu konular arasındadır. Klasik Yunan’da bir diploma ya da sertifika veren bir okul olmadığını da hatırlatalım. Başka şehirleri ziyaret edip bilgeliğinizi ortaya koyarak isim yapmak zorundaydınız. O hâlde her bir sofist kendi çabasının bir ürünüdür diyebiliriz.
Klasik dönemde sofistler (örneğin Hippias, Protagoras, Gorgias, Prodikos ve Thrasymakhos) başka şehirlere seyahat edip bilgeliklerini gösterdiler, şöhret kazandılar, takipçi ya da talebeleri etkilediler ve yeni fikirlerle yetenekler öğrendiler. Her sofist kendi fikirlerini farklı şehir devletlerinde herkesin önünde sergilemeli ve sıra dışı bilgeliğini kanıtlamalıydı. Şöhret edinmek adına sofistlerin kendi aralarında yarıştığını da söyleyelim. Kısacası sofistler, performans sanatçılarıydı. Hatta bazıları etkileyici giysiler giyerdi, mor elbiseler ve Perslerinki gibi kuşaklar kuşanıp gösterilerini daha ilginç hâle getirirlerdi. İnsanlar önündeki icralarına ilaveten birçok sofist bazı yazılar da yazmıştır. Fakat yalnızca belirli insanlar bu metinleri satın alıp okuyabiliyordu. Yunanistan’ın farklı bölgelerinde şöhret ve nam kazanmak için sofistlerin gezip insanlar önünde performans göstermesi gerekiyordu.
Bilgeliğini icra etmek isteyen çoğu sofist, konuşma yapmak üzere tüm Yunanların katıldığı Zeus festivallerine ve Olimpiyat oyunlarına gidiyordu. Her Yunan şehir devleti kendi toplumu için dinî bayramlar düzenlese de bütün Yunanların katıldığı bayramlar Yunanistan’ın bütün şehirlerinden insanları bir araya getiriyordu. Olimpiyatlardaki yarışmalar büyük kalabalıkları kendine çekiyordu, bu da sofistlerin konuşma yapması ve ün kazanması için bulunmaz fırsattı. Atletler gibi resmî ve düzenli yarışmalara katılmasalar bile resmî olmayan entelektüel yarışmalarda birbirleriyle mücadele ediyorlardı.
Her sofist, izleyicileri cezbetmek ve başka sofistleri gölgede bırakmak için sıkı çalışıyordu, sadece sözlü dersler vermeyip teknik maharetlerini de icra ediyordu. Örneğin Hippias, kendi tasarladığı kostümle Olimpiyata gitmiştir —oymalı bir yüzük, kıvrımlı bir bıçak, bir pelerin, bir tunik, süslü bir kuşak (kemer), bir yağdanlık ve zarif sandaletler. Yazdığı destanları, tragedyaları, şiirleri ve düzyazıları da satışa çıkarmış; astronomi, geometri, aritmetik, müzik teorisi, imla ve hafıza sanatında uzmanlığı olduğunu iddia etmişti. Bazen dinleyicilerine dönüp ona konuşması için bir konu seçmelerini söylüyordu.
Sofistler elbette bütün Yunanların bir araya gelmediği ortamlarda da icraat gösteriyordu. Bilgeliklerini sergilemek için tek tek şehir devletlerini ziyaret ediyorlardı. Bu güzergahta genelde Atina oluyordu; yani klasik dönemdeki Yunan entelektüel kültürünün merkezi. Bazı sofistler kendi şehir devletlerinin elçisi olarak Atina’ya gidiyordu. Örneğin Protagoras, Prodikos ve Hippias Atina’yı resmî elçi sıfatıyla ziyaret etmiştir. Prodikos da Pnyks’te Atina meclisi önünde bir konuşma yapmıştır.[4] Diğer sofistler özel işleri gereği Atina’ya gitmiştir.
Atina’da sofistler herkese açık olan Atina agorası ve gymnasionu gibi kamusal alanlarda icraatlarını sergilemiştir. Atinalılar “iş başındaki” sofistleri izlemekten büyük keyif alırdı; sofistlerin gösterileri ilginç bir eğlence türü olarak görülürdü. Sofistler ayrıca özel konutlarda da dersler verip diyaloglara katılırdı. Örneğin Platon’un Protagoras diyaloğunda Protagoras, Hippias ve Prodikos adlı sofistler zengin bir Atinalı olan Kallias’ın evinde yaşarlar ve küçük konuk gruplarına konuşmalar yapardı.
Daha önce de bahsettiğim üzere, bazı sofistler fikirlerini yazılı formda ortaya koymuştur. Bu metinlerin çoğu maalesef artık elimizde yok fakat bazı eksiksiz dersler günümüze gelmiş durumda. Sofistlerin fikirlerini geniş bir kitleye yayması için metin yazmanın iyi bir yöntem olduğu düşünülebilir fakat klasik Yunan’da sadece belirli bir kesim yazılı metin satın alıp okuyacak kadar zenginliğe, eğitime ve tabii ki boş zamana sahipti. Büyük insan grupları için kamusal performanslar ortaya koymuş olsalar da sofistler aslında iyi eğitimli çok küçük bir grup için yazmıştır.
Klasik dönemde Atina’yı ziyaret etmiş sofistlerden bazılarına kısaca bakalım. Sıra dışı bir bilgeliğe sahip biri olarak görülen Abderalı (Trakyalı) Protagoras, Atina’yı pek çok kez ziyaret etmiştir. Atinalı lider Perikles de Sicilya’da bir Atina sömürgesi olan Thurii için yasalar yapmasını istemiştir ondan. Protagoras, aldığı siyasi rollere ilaveten, konuşmalarında ve yazılarında alışılmışın dışında birçok fikir de belirtmiştir.
Felsefe tarihinde meşhur olduğu üzere Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiştir. Ona göre nesnel bir hakikat yoktur: Her birey kendi öznel tecrübelerine sahiptir ve bunlar onun için şeylerin “ölçüsü” görevini yerine getirir. Bu iddia, Yunan düşüncesine ters düşüyordu; çünkü Yunanlara göre her şeyin ölçüsü ve hâkimi tanrılardı: İnsanlar, ölümsüz tanrıların önünde el pençe divan durması gereken sınırlı varlıklardı. Bu yüzden, Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” iddiası kibirli bir fikir gibi görülebilirdi.
Protagoras ayrıca artık elimizde olmayan “Tanrılar Üzerine” başlıklı bir inceleme de yazmıştır. Antik kaynaklara göre şu iddiayı öne sürmüştür: “Tanrılardan bahsedecek olursak, onların var olup olmadığını ya da nasıl bir şey olduklarını bilmemi sağlayacak bir araç yok elimde; çünkü mesele çok muğlak ve insan yaşamı çok kısa.” Antik düşünürler bu fikirlerin agnostik ya da ateist olduklarını söylerler. Protagoras’ın teolojik iddiaları sıradan insanları sarsmış olmalıdır. Nihayetinde Yunanlar çok dindar insanlardı. Şehir devletlerinin dinî bayramlarına giderler ve tanrılarına taparlardı, böylece onların var olduklarına iman ederlerdi. Aslında Yunanlarda din ve devlet ayrımı yoktu —şehirde yaşayan bir kişi dinî ritüellere ya da festivallere katılırdı. Bu yüzden, sıradan bir Yunan, Protagoras’ın tanrılar hakkındaki fikirlerini son derece olağan dışı bulacaktır. Yine de Protagoras’ın teolojik fikirleri onun şöhretine halel getirmemiştir. Kariyerinden de anladığımız üzere, Atinalı dinleyicilere radikal fikirler sunmak bir sofist için mümkün ve hatta arzulanır bir şeydi.
Şimdi, birçok yere seyahat eden Leontinili (Sicilya) Gorgias’a bakalım. Antik kaynaklara göre Olympia, Delphi, Atina, Argos, Boeotia ve Thessalia’ya gitmiştir. Gorgias o zamanlar resmî sebeplerle seyahat ediyordu; örneğin, resmi Leontini elçisi olarak Atina’yı ziyaret etmişti. Ama özel kabiliyetleri sayesinde de seyahat etme imkânı buluyordu, böylece Olympia ve Delphi’de tüm Yunanların toplandığı festivallerde konuşmalar yapıyordu. Fırsat bulduğunda özel konaklarda sunumlar yapıyor, özel dersler veriyordu. Peki Gorgias ne tür bir bilgelik aktarıyordu? Öncelikle, retorik sanatında uzmanlaşmıştı. Yazılı metinlerinden gördüğümüz üzere süslü ve abartılı bir yazım stili vardı. Gorgias’ın yazım stili bulaşıcı bir etkiye sahipti: Thukydides, Agathon (tragedya yazarı), Hippokratesçi yazarlar ve Alkidamas (ünlü bir hatip) bu stilden etkilenen kişiler arasındadır.
Gorgias retorik çalışmalarıyla şöhret bulmuş olsa da karmaşık felsefi fikirler de öne sürmüştür. Var-Olmayış Üzerine başlıklı kayıp incelemesinde şu iddiaları dile getirir: “(1) Hiçbir şey mevcut değildir; (2) bir şey mevcut olsa bile insan onu kavrayamaz; ve (3) varoluş kavranabilse bile aktarılamaz ya da yorumlanamaz.” Gorgias bu incelemede önce Parmenides’in ortaya sürdüğü, daha sonra da Sokrates öncesi filozofların tartıştığı ontolojik ve epistemolojik fikirleri işler; böylece, varoluş ve bilgi hususunda süregiden felsefi tartışmadaki yerini alır.
Gorgias’ın Var-Olmayış Üzerine incelemesindeki iddiası pek çok farklı yoruma sebep olmuştur. Bazı araştırmacılar Gorgias’ın rölativist veya hatta bir nihilist olduğunu söyler. Diğerlerine göre bu incelemede ironik ve eğlenceli bir tavır takınır —ancak, bir dizi saçma fikir sunsa bile burada bir iddia vardır. Her halükârda Gorgias’ın bazı radikal fikirler ortaya attığını söyleyebiliriz. Var-Olmayış Üzerine incelemesindeki fikirleri halka sundu mu bilmiyoruz ama sunmuş olma ihtimali çok yüksek. Çünkü fikirler gayet tuhaf olsa da Atinalılar sözlü tartışmalardan büyük keyif alıyordu.[5]
Şimdi de en meşhur figüre yani Atinalı Sokrates’e bakalım. Atinalılar bu filozofu etik, siyaset ve din hakkında olağan dışı fikirler ortaya koyduğu için MÖ. 399 yılında idam ettiler. Gördüğümüz üzere sofistler, agnostik, ateist ve hatta nihilist fikirler bile ortaya atmışlardı. O zaman neden Protagoras ve Gorgias gibi isimleri idam sehpasına göndermediler? Atinalıların nazarında Sokrates’in durumu sofistlerinkinden farklıydı. Bir Atinalı olan Sokrates, Atina vatandaşlarına provakatif sorular sorarak ve onların geleneksel fikirlerine karşı çıkarak bütün hayatını geçirmişti. Sofistler gelip giderdi ancak Sokrates askerî seferler dışında asla seyahat etmemişti. Bu “baş belası” Atinalı evvela vatandaşların ruhlarına sarıyordu. Sokrates’i ateşe atan şey de Atinalıların toplumsal ve siyasi yaşamının tam ortasında olmasıydı. Atinalılar sofistlere farklı davrandı çünkü yabancı oldukları için Atina’nın siyasi ve dinî yaşamına katılamıyorlardı.
Şimdi de bir yabancı ve harici olarak sofist sorunsalına bakalım. Antik Yunan’da şehir devletlerinin vatandaşları genelde siyasi, dinî ve etik tavsiye almak istediklerinde bilgelerine başvururlardı. Bu yüzden, örneğin Atina’nın da yerli bilgeleri ve uzmanları vardı. Geçmişte yaşamış büyük şair veya bilge olmadıkları müddetçe yabancıların dile getirdiği etik, siyasi ve dinî fikirleri reddetmeye eğilimliydiler. Atinalılar kendi vatandaşlarına güveniyordu; çünkü vergi veren, demokrasiye katılan, dinî bayramlara iştirak eden ve şehir için savaşanlar onlardı.
Birçok Atinalı için yabancı entelektüeller mahiyetindeki sofistler Atina şehrine değil Atinalılara hizmet ediyordu. Komedya yazarı Aristophanes’in Bulutlar eserinde işaret ettiği üzere, Atinalılar sofistlere pek itimat etmezdi, çünkü şehre yeni ve zararlı fikirler getiriyorlardı.[6] Platon’un Protagoras diyaloğunda Protagoras’ın dediği üzere kendi gibi yabancı sofistler Atina’ya geldiklerinde ve şehrin en parlak delikanlılarını cezbettiklerinde tetikte olmaları gerekirdi.[7] Bir sofist, Atinalıları gücendirmek istemezdi.
Bazı sofistler de yabancı statülerini kendi lehlerine kullanmıştır. Harici bilge olarak görülmeleri daha büyük ve daha evrensel hakikatler sunmalarına imkân sağlamıştır. Sofist Kyreneli Aristippos’un belirttiği üzere: “Kendimi bir şehirdeki toplulukla sınırlamadım; ben her yerde yabancıyım.[8]” Ona göre, bütün yaşamını bir şehir devletinde geçirmiş biri dar ve kısıtlı bir düşünce dizisine sahip olabilirdi. Hâliyle, Aristippos, köksüz olmasını geniş bilgisinin emaresi olarak görür. Aristippos elbette kozmopolitliği överken kendi reklamını da yapar. Kozmopolit kavramı seçkin entelektüelleri cezbetmiş olmalıdır, ama sıradan bir Yunan, kendine “dünya vatandaşı” (kosmopolitēs) diyen birine kuşkuyla bakacaktır. Yunanlar kendilerini her şeyden önce kendi şehir devletlerinin yerlisi olarak görüyor ve kendilerini buna göre tanımlıyorlardı. “Sabit bir ikameti” olmayan bir adam şüphe yaratacak bir kişilik demekti.
Özetle, entelektüeller başka şehirlere ya da diyarlara seyahat edip yeni fikirler öğrenir ve yine kendi şehirlerine geri dönerdi —Yunanlar için bu olağan bir durumdu. Seyyah sofistler bu modele uymaz. Bir yerden başka bir yere gezip dururlar ve baş döndüren performanslar sergilemekle meşgul olurlardı. Bununla birlikte, ziyaret ettikleri her şehir devletindeki halkın çıkarlarına ve ideolojilerine uygun ciddi bir tutum ortaya koymak zorundalardı. Konuşmalarını ve derslerini farklı dinleyici kitlesine göre ayarlamak durumundalardı. Kısacası, klasik dönemin sofistleri yeni bir tarihsel fenomen ortaya çıkarmıştı: Seyahat edip hayatını kazanan entelektüel performans sanatçıları.
Prof. Dr., Stanford Üniversitesi, Felsefe bölümü.
[1] Frag. B299, Diels, H ve W. Kranz (1951) Die Fragmente der Vorsokratiker, 6. Baskı, Berlin. Çoğu araştırmacı bu fragmanı düzmece sayar. Bu sözleri yazan Demokritos olmasa bile bu fragman, entelektüellerin seyahatleri bir bilgelik emaresi olarak gördüğünü gösterir. Bunun yanında Yunanların Mısır’ı kadim medeniyetinden dolayı sıra dışı bilgelerin yuvası olarak gördüklerini de söyleyelim. Mısır, Yunan entelektüeller için kilit duraklardan biriydi.
[2] Herodotos, Histories 1.30.1.
[3] Herodotos, Histories 1.30.2.
[4] Platon, Büyük Hippias 282b.
[5] Platon’un Euthydemos diyaloğunda Euthydemos ve Dionysodoros adlı sofistler Atina’daki bir okulda bir dizi ontolojik reddiye ortaya koyar. Bu fikirler son derece aptalca olsa da (kuşkusuz bunda Platon’un abartmasının da payı vardır) halk onların konuşmasını alkışlamıştır.
[6] Aristophanes, Bulutlar eserinde Sokrates’e odaklanır, onu prototip bir sofist olarak sunar. Kısacası, Sokrates’in kişiliğinde genel olarak sofistlere saldırır. Aristophanes’in sunduğu ayrıntılı ve olumsuz sofist portresi, Atinalıların bu kişiler hakkında beslediği husumeti bize iyi yansıtır.
[7] Protagoras 316c-d. Platon, metninde kendi Protagoras yorumunu verir fakat Platon’un sunduğu Protagoras portresi, sofistlerin Atina’daki faaliyetlerine dair doğru bilgiler sunar.
[8] Ksenophon, Memorabilia 2.1.